Yeni Tarihsel Süreçte Devrim ve Karşı-Devrim (1)

WARNING: unbalanced footnote start tag short code found.

If this warning is irrelevant, please disable the syntax validation feature in the dashboard under General settings > Footnote start and end short codes > Check for balanced shortcodes.

Unbalanced start tag short code found before:

“Bu rapordaki kritik ekonomik risk yoksulluğun, işsizliğin önlenmesini sağlayacak tüm dertlerin devası gibi gösterilen “küresel büyüme”nin yavaşlaması olarak gösteriliyor. Büyüme derken de gayrisafi milli hasılanın büyümesi kastediliyor… OECD ve G-20 ülkelerinde 1996-2010 …”

Egemenlerin stratejik raporları – Faşist geleceği okumak

 

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü, ABD Kara Ordusu Stratejik Araştırmalar Grubu, İngiltere Savunma Bakanlığı, yayımladıkları uzun süreli öngörü raporlarında sistemin kaçınılmaz yapısal krizlerini ve küresel gerilimleri soğukkanlı bir çerçevede somutlaştırırken bir yandan sistemin bekası adına her türlü karşı duruşu boğmak için hazırlanıyor. Önümüzdeki 50 senenin kapitalist egemenler tarafından nasıl ön görüldüğü ve planlandığını tespit etmek için bu raporları birlikte ele alıp analiz etmek gerekiyor.

2010-2060 OECD Ekonomi-Politik Raporu

Yazıda ele alacağımız raporlardan ilki 2010-2060 dönemindeki küresel ekonomik ve politik riskleri ve -bunlara karşın önerileri içeren OECD raporu**Orijinal rapor için bakınız: http://www.oecd.org/economy/Policy-challenges-for-the-next-fifty-years.pdf//**

Bu rapordaki kritik ekonomik risk yoksulluğun, işsizliğin önlenmesini sağlayacak tüm dertlerin devası gibi gösterilen “küresel büyüme”nin yavaşlaması olarak gösteriliyor. Büyüme derken de gayrisafi milli hasılanın büyümesi kastediliyor… OECD ve G-20 ülkelerinde 1996-2010 arasında %3,4 olan GSYH büyümesinin 2010-2060 arasında %2.7 olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Küresel GSYH büyümesindeki payın asıl sahibi insani, toplumsal ve çevresel sorunların geri plana atıldığı gelişmekte olan ülkeler olurken raporda; ekonomik büyümenin önündeki engeller, yaşlanan nüfus dolayısıyla düşen iş gücü potansiyeli ve gelir dağılımında giderek artan eşitsizlikler olarak tarif ediliyor. Bu raporlarda çok uluslu tekellerden oluşan küresel oligarşi zenginleşirken, geniş halk kitlelerinin hızla yoksullaşmasından hiç bahsedilmiyor…

Şirketler

Gelir dağılımındaki eşitsizliği tetikleyen birçok farklı küresel faktör var. “Küresel ticari entegrasyonun artması” ve “bilgi teknolojileri tabanlı gelişimin rekabete yön vermesi” gibi argümanlarla kapitalist sermaye daha çok kar etsin diye giderek daha çok artık değere el koyuyor ve kar transferi yapıyor. Çok uluslu tekeller “kendi evlerindeymiş” gibi hareket ederek; ya kendi şubelerini açarak yada ‘serbest bölgeler’ de üretim yaparak, düşük vergi ödemesi, düşük işçilik ücretleri, çevre mevzuatlarında esneklik, kolay kar transferi gibi ayrıcalıklardan faydalanarak zenginliklerine zenginlik katıyorlar. Bu firmalar ve ait oldukları emperyalist devletler girdikleri ülkelerde önce ekonomik etkinliklerini artırıyorlar daha sonra da sömürge, yeni-sömürge ülkelerinin politikalarını kendi çıkarları doğrultusunda değiştiriyorlar. Üst düzey bürokratların satın alınması, kendi çıkarlarını korumak için istedikleri siyasi partilerin/diktatörlerin ülke yönetimine getirilmesi, kendilerine zorluk çıkaran hükümetlerin devrilmesi, otokratik rejimlerin desteklenmesi gibi her alanda faaliyet yürütüyorlar.

Yeni çalışma rejimi

Blockupy eyleminden bir kare

Ekonomik büyümedeki kazancın eşitsiz dağılımına ve Avrupa Merkez Bankası’na karşı yapılan #Blockupy eyleminden bir kare.

Rapora göre, “vergilendirmede ve telif haklarında yapılması planlanan yasal düzenlemelerle halklara dayatılan ticari liberizasyon sürecinin iki önemli etkisinin olması bekleniyor”. Bir yanda toplumun alt sınıfları yoğun biçimde sömürülürken, diğer yandan küçük üreticileri mülksüzleştirip-proleterleştirerek sermaye biriktirmek yani “ekonomik büyüme”, diğer yanda neoliberal politikalarla maksimum kar için yapılan üretim sürecinde ortaya çıkan artık-değerin çokuluslu tekellerin elinde toplanması. Kar oranının düşme eğilimini frenlemek için “Kentlerdeki işçi sınıfının da yapısı değişiyor. Giderek daha genç, esnek çalışmaya uyumlu, bilgi teknolojilerinde kendisini yenileyebilen, yüksek eğitimli bir iş gücü piyasası hedefleniyor.” Yaşam boyu eğitimin emek piyasasındaki önemi artarken gelir dağılımındaki eşitsizlik de büyüyor. Böylelikle insan fazlası yaratan kapitalizm belli bir yaşın üstündeki işçileri üretim süreçlerinden tasfiye ediyor.

OECD raporu işsizlik sorununa karşı yoksul halk için tam bir yıkım olacak ücretlerin düşürülmesi, çalışma şartlarının esnekleştirilmesi gibi işveren lehine bir dizi yapısal önlemler alınmalı diyor.

Özetle önümüzdeki 50 yıl içerisinde aldığı diplomalara rağmen iş güvencesiz çalışan, esnek çalışma koşullarına tabi, kronik işsizlik riski ile yüz yüze kalan, iş arkadaşlarıyla rekabet içinde ve gelir eşitsizliği ile boğuşan işçi sınıfının yeni katmanları ortaya çıkıyor.

Emek piyasasında küresel rol paylaşımı

Mega kentlerdeki diplomalı, güvencesiz çalışan iş gücünün yanı sıra gelişmekte olan ülkelerin küresel büyümedeki payının büyük bölümünü yine imalat sektöründeki işçiler sırtlıyor olacak. Yükselen ticari entegrasyon küresel üretim ve özelleşme şekillerine de yansıyacak. Çin ve diğer Asya ülkeleri yine elektronik ve hizmet sektörüne ucuz emek sağlamaya devam edecek, buna karşılık OECD ülkelerindeki imalat sektörü düşüşte olacak. Ticari anlaşmalar olsun olmasın hizmet sektörü giderek daha çok dolaşıma girecek ve küresel değer zinciri ve ticari düzenlemeler buna uyum sağlamak zorunda kalacak. Bu da sermaye birikim sürecinin tüm yükünü gelişmekte olan ülkelerdeki yoğun genç ve ucuz iş gücünün üzerine yükleyecek.

Yani özetle çok uluslu tekeller sömürge, yeni-sömürge ülkeler’deki vergi esnekliğinden faydalanarak maliyetlerini gelişmekte olan ülkelerdeki genç ve ucuz iş gücünü kullanarak düşürecek.

Emek piyasası ile emeklilik, eğitim ve sağlık harcamaları arasındaki ilişki

OECD raporuna göre gelişmiş olan ülkelerde önümüzdeki 50 yılda yaşanacak temel problemlerden birisi ucuz, esnek, genç iş gücü yoksunluğu olarak ifade ediliyor. Teknolojik gelişmelere uyum sağlayabilmek için sürekli eğitimin altı çiziliyor ancak bir yandan da eğitim maliyetlerinin kamu harcamalarını arttıran olumsuz bir etken olduğu söyleniyor. Raporda ciddi mali reformlar yapılmadığı sürece sağlık ve eğitim harcamalarına aktarılan kaynak nedeniyle kamu borcunun artacağı ve krizlere yol açacağı öngörülüyor. Raporda ayrıca kamu harcamalarını azaltabilmek için emeklilik, sağlık ve eğitim harcamalarının katkı payları, öğrenim kredileri gibi düzenlemelerle çalışanlar ve öğrenciler tarafından karşılanması, emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi işveren lehine öneriler sunuluyor.

Kısaca bir kişi işsiz kaldığı, hastalandığı zaman doğrudan sistem dışına itiliyor ve giderlerini karşılayamadığı için kısa sürede yoksullaşıyor. Özetle sistemin devamı için yapılan her hamle kent sakinlerini şehrin dışına itiyor, finansal oligarşi ile kent yoksulları arasındaki çatışmaları besliyor. Anirudh Krishna Uganda, Kenya, Peru, Hindistan ve ABD’de 35,000 aileyi ve 9 yıllık bir süreci (2001–10) kapsayan araştırması sonucunda yayımladığı makalede şu tespiti yapıyor**Çalışmadan alıntı yapılan bir diğer makale için bkz: http://wilsonquarterly.com/quarterly/the-american-quest-for-redemption/one-third-worlds-poor-werent-born-poor-they-fell-into-it//**;

Yoksulluk bulaşıcı ve birincil sebebi sağlık harcamaları. Kalabalık aileye bakan bir kişi sağlık nedeniyle işe gidemediği anda bütün aile yoksulluğa düşme riski ile karşı karşıya kalıyor.

Sadece gelir dağılımında değil doğal kaynakların paylaşımında da eşitsizlik

Rapora göre; yüzyılın en büyük riskleri küresel ısınma dolayısıyla artan çevresel felaketler, tarım ürünlerinin yetersiz olması, su ve gıda tüketiminde yaşanacak kıtlık olarak tanımlanıyor. İlginç olan ise OECD raporunda küresel ısınmayı önlemek için yine karbon piyasası üzerinden ‘küreselleşme’ önerilmesi. Bu da yerel kaynakların “uluslararası karbon piyasası düzenlemeleri” adı altında şirketlere peşkeş çekilmesine olanak sağlıyor.

OECD’nin 50 yılı gören projeksiyonunda yavaş büyüme diye beklediği şey aslında dünya ekonomisinde durgunluğun yapısal bir özellik olarak süreceğidir. Buradan çıkışı da mevcut politikaların kararlı biçimde sürdürülmesinde görüyor. Thomas Piktty’nin ’21. YY’da Sermaye’ kitabı da aslında bu sürecin geçmişe ait somut verilerle dile getirilmesidir.

Dünya ekonomisinin geleceğini böyle görenler siyaseten nasıl bir gelecek öngörüyorlar biraz da ona bakalım.


İngiliz Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan Küresel Stratejik Eğilimler Raporu

Önümüzdeki 30 yıla dair öngörülerin sunulduğu rapor ‘güvenlik’ politikalarına şekil veren ekonomik, politik, demografik küresel eğilimlerin çerçevesini sunuyor.**Orijinal rapor için bakınız: https://www.gov.uk/government/uploads/system/uploads/attachment_data/file/348164/20140821_DCDC_GST_5_Web_Secured.pdf/**

Proletarya devrimi ve orta sınıf

OECD raporunda da öngörüldüğü üzere serbest piyasa, özelleştirme, bilgi teknolojileri bazlı gelişim, rekabet gibi hayatın her alanına müdahale eden kapitalist neoliberal politikaların eğitim, sağlık, bakım emeği dahil bütün alanları ele geçirmesi sonucu üniversite mezunu, esnek ve güvencesiz çalışan, her an işsiz kalabilecek kentli orta sınıfın( yeni proleter katmanlar b.n) zenginle yoksul arasında gittikçe derinleşen eşitsizlik nedeniyle giderek huzursuzlaşacağı ve Marx’ın proletarya için biçtiği rolü üstlenebileceği uyarısı yapılıyor. İngiliz Savunma Bakanlığının raporunda bu eğitimli kentli orta sınıfın teknolojiyi ve sosyal medyayı kullanarak, küresel ölçekte bir mücadele başlatabileceği öngörülüyor. Bunun örneğini aslında çok yakında yaşadık. Tasarruf ve borçlandırma programları nedeniyle Avrupa’daki yoksulluğun temel sebeplerinden biri sayılan Avrupa Merkez Bankası’nın açılışı Frankfurt’ta binlerce aktivist tarafından protesto edildi. Blockupy hareketinin kendi sitesinde hareketin bileşenlerinin ve hedeflerinin nasıl tarif edildiğine bakmak yeterli olacaktır.**#Blockupy hareketi nedir ve kimlerden oluşuyor: https://isyandan.org/haberler/blockupy-hareketi-nedir-ve-kimlerden-olusuyor//**

Blockupy; İtalya, İspanya, Yunanistan, Belçika, Hollanda, Danimarka, Fransa, Almanya ve diğer ülkeler gibi çok farklı Avrupa ülkelerinden, çeşitli sosyal hareket eylemcileri, alternatif dünyacılar, göçmenler, işsiz, güvencesiz ve sanayi işçileri, parti üyeleri ve sendikacıların Avrupa çapındaki ağının bir parçasıdır.

Ulus-devletlerin dışında gücümüz ve mücadelemizin ilişkisini birlikte kurabiliriz. Farklılıklarda birleşmiş kemer sıkma politikalarını kırabilen, aşağıdan dayanışma ve demokrasiyi inşa edebilecek ortak bir Avrupa hareketi yaratmak istiyoruz.

Kentleşme ve sosyal istikrarsızlık

Eşitsizliğin kentleri, Sao Paulo, Fotoğraf: Alexandre Meneghin

Eşitsizliğin kentleri, Sao Paulo. Fotoğraf: Alexandre Meneghin

2045 itibariyle dünya nüfunun %70’nin kentlerde yaşaması bekleniyor. Hükümetlerin IMF ve DB direktifleriyle, tarım teşviklerini kaldırması, kredi ve sübvansiyon desteklerine son vermesi, köyden kente göçü hızlandırmış, göçle birlikte artan kent nüfusu beraberinde gettolaşmayı ve yoksulluğu getirmiştir. Raporda kentlerdeki yoksulluğun ve gelir dağılımındaki radikal eşitsizliğin oluşturduğu sosyal, siyasal ve kültürel üst yapının istikrarsızlığa ve başkaldırılara gebe olduğu uyarısı yapılıyor.

Küreselleşme ile uluslararası işbirliği yükselirken ve devletler arası savaşlar sona ererken, kentli yoksul sınıfların ortak çıkarları doğrultusunda iletişim araçlarını kullanarak ördükleri uluslararası ağlar üzerinden dayanışmaya başlayacağı ve çatışma alanının hızla büyüyen bu devasa kentlere doğru kayacağı öngörülüyor.

Libya, Suriye, Ukrayna ve en son Yemen bu öngörünün gerçekleşmediğini gösteren örnekler olarak karşımızdadır. Emperyalist bloklaşma ve paylaşım döneme uygun karakter kazanarak şiddetlenmektedir.

Artan nüfus, iş gücü ve gelir dağılımı

OECD raporunda da altı çizildiği üzere gelişmiş olan ülkelerde önümüzdeki 50 yılda yaşanacak temel problemlerden birisi ucuz, esnek, genç iş gücü kıtlığı olarak ön görülüyor ve buna karşılık göç ve mülteci politikalarının yeniden yapılandırılması öneriliyor. Diğer taraftan İngiliz Savunma Bakanlığının yayımlamış olduğu raporda ise Avrupa nüfusu yaşlanırken Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki artan genç nüfusun işsizlik, yoksulluk, iç savaş, istikrarsızlık gibi nedenlerle göçe zorlanacağı belirtiliyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan gelen ve emperyalist metropollere yerleşen bu genç mülteciler, yoksulun da en yoksulu olarak gettolarda var olan sosyal eşitsizliği daha da derinleştiriyor. Gelişmiş ülkelerin genç ve ucuz iş gücü kıtlığını çözmek için uyguladığı göçmen politikalarına örnek olarak İngiltere’nin uyguladığı ‘bağlanmış vize’ uygulaması verilebilir. 17 Mart 2015’te Guardian gazetesinde yayımlanan makalede bu vize uygulamasının Katar’daki dünya kupası inşaatında çalışan işçilere uygulanan sisteme benzer şekilde çoğunluğu Ortadoğulu ev işçileri olan mültecileri modern zaman kölelerine dönüştürdüğü ifade ediliyor.**Bahsi geçen makale için bakınız: http://www.theguardian.com/world/2015/mar/17/uk-tied-visa-system-turning-domestic-workers-into-modern-day-slaves?CMP=share_btn_tw /**

Dinin militanlaştırılması

İngiliz savunma bakanlığının raporunda artan küresel eşitsizlik nedeniyle yeniden yükselişe geçen Marxist ideolojinin yanısıra kentlerde sıkışıp kalan ve yukarıda tarif edildiği üzere kendine çıkış ve ifade zemini bulamayan genç göçmenlerin ve varoşlardaki ötekilerin İslami militanlaşmaya yönelebileceği uyarısı yapılıyor. Ancak dinin militanlaştırılması Ortadoğu’da IŞİD çeteleri, Nijerya’da Boko Haram’ın oluşturduğu baskın gündemin aksine sadece islami cihadçılık ile sınırlı kalmıyor. Ukrayna’da devreye sokulan faşist çetelerin içinde, Brazilya’da yükselişe geçen evangelisizm**Lawmaker Warns Christian Fundamentalism Growing in Brazil: http://www.telesurtv.net/english/analysis/Lawmaker-Warns-Christian-Fundamentalism-Growing-in-Brazil-20150318-0003.html//**ve Hindistan’da tırmanıştaki Hindu faşizmiyle **Hindistan’da yükselen faşizm: https://isyandan.org/makaleler/hindistanda-yukselen-fasizm//**ile birlikte farklı coğrafyalarda kendine farklı vücutlar bulabiliyor. Kent varoşlarındaki yoksullar için ise dinin militanlaşması ötelenmeye karşı öfkenin dışavurumu olarak en kolay örgütlenme alanlarından biri olarak sivriliyor. Avrupa’daki sol da dar kimlik politikalarının ötesinde emek sömürüsü ve yoksulluğa karşı etkin politikalar ve örgütlenme alanları açmadıkça dinin militanlaşması tehlikesi göçmen gettolarında giderek büyüyor.**Avrupa’da göçmen gettoları: “Cihatçılık yap, kimlik siyaseti yap, sınıf siyaseti yapma!”: http://www.sendika.org/2015/01/avrupada-gocmen-gettolari-cihatcilik-yap-kimlik-siyaseti-yap-sinif-siyaseti-yapma-ahmet-kaplan//**

2008 sonrası krizin derinleşmesi ile çıkış yolu arayan çok geniş yığınların önemli bir bölümü dini referanslı siyasete eğilim gösteriyor. Bu eğilimi öngören Emperyalist devletler islamcıları Ortadoğu’da İŞİD’e, hristiyanları da Ukrayna’daki faşist harekete yönlendiriyor. Din yeni tarihsel dönemin faşist hareketlerinin önemli bir bileşenine dönüşüyor/dönüştürülüyor.


ABD Kara Kuvvetleri Stratejik Araştırmalar Grubu’nun Hazırladığı “Megakentler ve ABD Ordusu: Karmaşık ve Belirsiz Bir Gelecek İçin Hazırlık” Adlı Askeri Doktrin**Orijinal rapor için bakınız: http://usarmy.vo.llnwd.net/e2/c/downloads/351235.pdf/**

Muscatatuck Kent Eğitim Üssü, İndiana, ABD

Egemenlerin hazırladığı tüm bu raporların da altını çizdiği üzere sistem için yapısal kriz kaçınılmaz. Gerek gelir dağılımındaki gerekse kaynakların paylaşımındaki derinleşen eşitsizlik, en yoksulla en zengin arasında ki çatışmaları ve sosyal gerilimi körükleyecek. “Küresel özelleşme ağları devletler arasındaki savaşların sona ermesine ve çatışmanın kendi içlerindeki kentlere kaymasına neden olacak” saptaması yapılsa da emperyalist devletler arası çelişkiler ve çatışmalar bölgesel düzeyde şiddetlenmiştir. ABD ve AB’nin Rusya ve Çin’i askeri ve coğrafi olarak kuşatma stratejisine Rusya ve Çin’in verdiği cevaplar buna örnektir. Gene Suriye’ye yapılan müdahaleye İran, Rusya ve Çin’in aldığı poziyon ve en son Yemen’deki gelişmeler karşısında ‘İran etkisi genişliyor’ argümanı ile girişilen ortak Arap Askeri müdahalesi diğer örnekleri oluşturmaktadır. Her türden sömürü ile gerçekleşen ekonomik büyüme ile radikal bir yoksulluğun birbirine eşlik ettiği bu küresel megakentler sosyal istikrarsızlığın, sınıflar arası çatışmanın ve isyanın yeni coğrafyasını teşkil edecek. Gelecek yıllarda kilit rol oynayacak olan megakentler, ABD ordusunun olası her halk hareketini boğmak için paramiliter çetelerle birlikte hareket ettiği müdahale alanları haline gelecek.**Ukrayna- ABD Faşist Milisleri Eğitecek:https://isyandan.org/makaleler/ukrayna-abd-fasist-milisleri-egitecek//**

Büyük kentlerdeki savaşlar için müdahale hazırlığı

Rapordan Pentagon’un büyük kentlerdeki savaşlara müdahaleye hazırlık için Dhaka – Bangladesh; Lagos – Nijerya; Bangkok – Tayland; Meksiko – Meksika; Rio de Janerio ve Sao Paulo – Brezilya … ve New York – ABD’de örnek vaka ve saha çalışmaları yürüttüğü anlaşılıyor. Ayrıca Virjinya’da ABD Ordusu Asimetrik Savaş Grubu için inşa edilmiş kasaba büyüklüğündeki devasa üs, ABD’nin İsrail Savunma Güçleri için Negev çölünde inşa ettiği Kent Savaşları Eğitim merkezi bu hazırlığın askeri merkezleri.**Kent Savaşları için Gazze, Ukrayna ve ABD’de yapılan Hazırlıklar:https://isyandan.org/makaleler/kent-savaslari-icin-gazze-ukrayna-ve-abdde-yapilan-hazirliklar//**

Profesyonel ordular ve militarize edilmiş ‘sivil’ polis

Büyük kentlerdeki savaşlar için profesyonel ordunun yanı sıra SWAT ( Özel Polis Birlikleri) ve militarize edilmiş sivil polis gücü de eş zamanlı olarak hazırlanıyor. Bunu görmek için dünya çapındaki halk ayaklanmalarına saldıran farklı ülkelerin polislerinin şiddeti giderek artırmalarına ve donanımlarına bakmak yeterli olacaktır. Bu şiddeti giderek arttırma durumu sadece Ortadoğu’da ya da Afrika’da meydana gelmiyor, Michael Brown’un öldürülmesini protesto eden St.Louis halkına karşı uygulanan polis şiddeti ve şekli ABD’nin Amerika içerisinde de kent savaşları için hazırlık yaptığının en net göstergelerinden birisi. İnternet ortamında etrafı duvarlarla çevrilmiş 800’e yakın toplama kampı bilgisini edinebilirsiniz. Krizi öngörenlerin nasıl hazırlandığını ortaya çıkarmaktadır. Katrina kasırgası döneminde FEMA’nın ( Federal Acil Durum İdaresi) oynadığı rolü düşündüğümüzde nasıl bir süreçle karşı karşıya olduğumuz da açıklık kazanmaktadır. En büyükleri, Alabama, Arkansas, California, Georgia, Hawai, Illinois, Indiana, Luisiana, Mississipi, Nevada ve Washington’da. FEMA bu kamplar için 1 milyar doların üstünde bir para ayırdı. Ortalama 20.000 kişiyi barındıracak kapasitede olan bu kampların 400 bin ve 2 milyon kişilik kapasiteye kadar çıkabildiği ileri sürülüyor. Özetle gelir ve her türlü kaynak dağılımındaki radikal eşitsizlik nedeniyle sürekli göç alan yüksek katlı modern binalarla varoşların bir arada olduğu, ekonomik durgunluk ile hızlı büyümenin içiçe olduğu kentlerdeki gerilim kaçınılmaz olarak büyüyor ve egemenleri sistemin bekası için geleceğin mega kentlerindeki sınıflar arası bu savaşa hazırlanmaya zorluyor. ABD, Ortadoğu, Afrika ve dünyanın başka yerlerinde, kentlerde başlayacak olan sosyal gerilimleri ve isyanları bastırmaya yönelik darbe-müdahale operasyon merkezleri olarak çalışacak üsler kuruluyor. Ve bu üsler sadece Afrika, Ortadoğu’da bilindik kurbanlara yönelik operasyonlar için değil, ABD kentleri için de kurgulanıyor. Ukrayna’da, Kobane’de, Gazze’de, Tikrit’te bu perspektif somut olarak sınanıyor. Kentlerde sürecek savaş öngörülerini buralarda pratik olarak hayata geçiriyorlar.

Dünya tarihinde ilk kez kent nüfusu kır nüfusunu geçti. Bir dünya nüfusu olgusu ve sınıflar arası uzlaşmaz çelişki ile birlikte devrimci süreçte, devrimci ve faşist güçler arası mücadelede de kentler giderek daha çok öne çıkıyor. Sistemin giderek derinleşen yapısal krizi ve radikal eşitsizlik kaçınılmaz olarak bütün bu öğeleri çatışmaya zorluyor. Egemenler orduları, paramiliter güçleri, şirketleri ve bütün baskı araçlarıyla bu karşılaşma anı için hazırlanırken her an için yoksulluk ve işsizlik sınırındaki “yeni orta sınıf” da dahil olmak üzere, işçi sınıfı egemenlerin stratejilerini dikkatle gözden geçirmeli ve emek, ekoloji, kimlik, kadın, demokrasi mücadelelerinin hepsini içeren bütünsel bir perspektifle mücadele stratejisi geliştirmelidir.

Yeni tarihsel döneme bakarken, geçmiş dönemlerdeki mücadele ve örgütlenme, özelde de kent mücadeleleri ve örgütlenme deneyimlerine yeniden bakmakta fayda var. İkinci kısımda da 90’lardan günümüze yaşanan gelişmeleri ele alacağız.

Haber: isyandan.org
Etiketler: ,

Hiç Yorum Yapılmamış

  1. Pingback: Dünya’da ve Türkiye’de Derinleşen Kriz, Direniş ve Saflaşma, 08.08.2016

  2. Pingback: Dünya’da ve Türkiye’de Derinleşen Kriz, Direniş ve Saflaşma

  3. Pingback: “Yükselen Piyasalar” ve Sınıf Mücadelesi | Devrimci Proletarya

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.