Patrick Bond: Güney Afrika’daki Marksizmin ve Devrimci Hareketlerin Durumu

“NUMSA, gerçekten politikaya girişmeden önce örgütlü işçi hareketindeki her gücün yapması gerektiği gibi üyelerinin geçimini desteklemek için ciddi kaynak aktardı”.

Bu yıl Rusya’daki Bolşevik zaferinin 100’üncü yıldönümü. Bu devrim, (Joseph Stalin 1920’lerin ortasında iktidara gelmeden önce) en azından başlangıç döneminde, devlet gücünü ele geçiren işçi partisi ve tüm ezilenler için örnek teşkil etti. Kısa süreliğine olsa da, baskıcı milliyetçi bir rejimde bile (Çarlık) işçilerin ve tabanın potansiyel gücü teyit edilmiş oldu, sonrasında yarı demokratik devlet ölçeğine (Menşevikler) ardında da ulusal ekonomik kontrol ve büyük bir uluslararası etki merkezi düzeyine evrildi.

1917’de Rusya’da gerçekleşen olaylar en kritik dönemlerde devrimci parti tarafından yönlendirilmişti. Net bir ideolojisi, sağlam kadroları ve çelik gibi liderliğinden (özellikle Lenin ve Trotsky) dolayı fırsatları değerlendirerek fırtınayı biçen de bu partiydi. Örgütsüz geniş köylü kitleleri, kararsız orta sınıf, ordu ve polis, proletarya’nın zaferini engellememişti. İşçi sınıfı sayıca az ve Avrupa’daki muazzam işçi sınıfına kıyasla olgunlaşmamış olmasına rağmen teslim olmamıştı.

Hızla yozlaşmasını takiben, Sovyetler Birliğinin hataları demokrasinin iflasına ve artan bürokrasiye (Sovyetlerin eski savunucularından Güney Afrika Komünist Parti Lideri Joe Slovo’nun 1990’da öne sürdüğü üzere) ya da (Pallo Jordan’ın bir ay sonra çürüttüğü) işçileri ve toplumun beklentilerini bozguna uğratan Soveyet modelindeki işçi karakterine dayanıyordu. Bu iki görüş arasındaki çelişki bugün de devam etmektedir.

Bu süreçte, Afrika’daki işçi ve taban örgütleri eylemcilerinin güncel pratikleri genellikle pek itibar görmedi. Polis istatistikleri, gazete haberleri ve iş anketleri dahil, bu gücü ölçmenin değişik yolları mevcuttur. Örneğin, dünyada gerçekleşen protesto eylemleri ve çatışmalar George Washington Üniversitesi’nin Siber Güvenlik ve Ülke Güvenliği Merkezi tarafından oluşturulmuş küresel veri tabanında kayıt altına alınıyor. Bu kayıtlar milyonlarca medya haberinden derlenerek oluşturulmaktadır. Kasım 2016’daki son veriler Afrika’ya ilişkin çok somut bilgiler veriyor.  Bu haritada görünen sıcak bölgeler Tunus, Libya, Nijerya, Fildişi Sahilleri, Kamerun, Tanzanya, Malawi, Zambiya ve Güney Afrika’dan oluşmaktadır.

Toplumsal huzursuzluk hakkında büyük veri sağlayacak kaynaklardan bir diğeri ABD Ordusu’nun Afrika’da ortaya çıkan şiddetli isyanları ve protestoları izleyen Minerva programıdır.[1]Silahlı Çatışma Tespit Etme ve Olay Verisi Sağlama- ACLED‘Arap Baharı’nın etkisi ile geçmiş yıllara kıyasla Kuzey Afrika’daki protestoların dramatik bir çıkış yakaladığı 2011 yılını takiben son beş sene içerisinde tüm Afrika’da pekçok protesto daha kayıt altına alınmıştır. 2016’da 2015’dekinden daha az protesto yaşanırken, hiç şüphe yok ki kıtanın bir çok yerinde, protestoların sıklığı 2011’dekinden çok daha yüksek.

Başka bir veri dizisi – objektif olay raporlarından çok kişisel izlenimlere dayanan- WEF (Dünya Ekonomik Forumu) yıllık anketinde, 138 ülke arasından 14.000 iş yöneticisinin oluşturduğu Küresel Rekabet Raporu’dur. Anket sorularından birisi, genel olarak işçi ve işveren ilişkilerinin çatışmalı mı yoksa işbirliği içinde mi olduğunun, 1’den 7’ye kadar derecelendirme yapılarak değerlendirilmesini içeriyor. 2016-17 raporunda, WEF’in bulguları en uyumlu işgücünün Norveç, İsviçre, Singapur, Danimarka ve İsveç’te olduğunu göstermektedir (6,1’in de üstünde puanlarla).

En az işbirliğinin göründüğü ülke üst üste 4 yıldır, Güney Afrika proletaryasıdır (2,5 ile). Ordu işçiliği yüksek diğer Afrika ülkelerinde ise durum; Çad (3,5), Tunus (3,8), Liberya (3,7), Mozambik (3,7), Fas (3,7), Lesotho (3,7),  Etiyopya (3,8), Tanzanya (3,8), Cezayir (3,8), Burundi (3,8), Zimbabve (4,0) şeklinde. Adı geçen bu ülkeler, militan işçi sınıfı kriterine göre dünyada ilk 30’da yer almaktadır. Afrikalı işgücü Ruanda ise (5,3) ile en uyumlu işgücü olarak listede 18. sırada yer almaktadır. Genel olarak Afrikalı işçiler bütün dünya dikkate alındığında en az işbirliği yapan işçiler olarak görülmektedir.

Ana akım gözlemcilerin “Afrika Ayaklanıyor!” diye dillendirdiği bir dönemde, çok daha doğru bir değerlendirme, Afrikalıların “Afrika Ayaklanıyor” mitine karşı ayaklanması olabilir. Bu ayaklanma hiçbir ölçüde devrimci bir durum değildir, ya da sürekli bir başkaldırı hali de değildir. Başarısızlığın en önemli sebeplerinden biri protestoların, güncel sorunlara karşı dayanıklılık ve öngörüyle yüzleşebilecek tutarlılıkta bir ideolojiyle donanmış bir harekete dönüşememesidir.

Frantz Fanon  ‘Afrika Devrimine Doğru’ adlı kitabında, “Kendi adıma Afrika’nın kültürel ve politik çevrelerinde derinlere indikçe, burayı tehdit eden en büyük tehlikenin ideolojik yoksunluktan başka bir şey olmadığını görüyorum” diye yakınmıştı. Amilcar Cabral da benzer bir şekilde  “Tam olarak bir ideolojinin yokluğundan bahsedemezsek de, ulusal kurtuluş hareketlerindeki ideolojik yetersizlik, bu hareketlerin dönüştüreceğini iddia ettiği tarihsel gerçekliğe dair cehalet, emperyalizme karşı verdiğimiz mücadelede en büyük zayıflıklardan birisidir,” diyerek bu durumu kabul ediyordu.

NUMSA’nın başkaldırısı anlık bir mesele miydi yoksa geleceğe taşınacak bir hareket mi?

Güney Afrika içerisindeki en büyük sendika – 2016 Kongresi’nde onaylanmış 330 bin üyesiyle – Güney Afrika Metal İşçileri Ulusal Sendikası (NUMSA)’dır. Bir çok gözlemcinin dikkat çektiği husus –çoğunluğu eleştiri amaçlı (mesela bu haftaki Pambazuka Haber bültenindeki yazarlar gibi)-Numsa’nın, işgücünün ulusallaşmasını savunanlar ve Afrika Ulusal Kongresi’ne bağlı komünistler ile ‘orta sınıf Marksistler’e karşı verdiği mücadelede sivrilen yoğun retorik militanlığıdır.

Güney Afrikalı Marksist solun çeşitli fraksiyonları arasındaki şiddetli değişimleri bağlamına oturtmak için biraz yakın geçmişe bakmakta fayda var. Hiddetinin hedefinde, monopoly misali oynayan beyaz sermayeden, bağımsız sol entelijansiyasına kadar geniş bir yelpaze olmasına rağmen, NUMSA’nın en kararlı savaşı; Aralık 2013’te NUMSA kongresinde başlayan, COSATU (Güney Afrika Sendikalar Kongresi) üyesi eski yoldaşları ve eski entellektüel öncüsü, Güney Afrika Komünist Partisi arasında geçmiştir. Benim bu olayda kayda değer bulduğum gelişme 1.400 delegenin (çoğu da sendika temsilcisi) nasıl sendikayı hızla sola sürdüğü ve başkan Jacob Zuma’yı resmi olarak istifaya çağırdığıydı.

2006-08’deki başkan Thabo Mbeki’nin yerine Zuma’nın geçmesi için verdiği yoğun desteği göz önünde bulundurursak NUMSA için beklenmedik bir U-dönüşüydü. Cosatu – Güney Afrika Komünist Partisi gibi bu desteğin karşılığı olarak çoğu çevredeki beklenti, Numsa’nın makro-ekonomideki bu radikal sola yönelişten yararlanması ve işçilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için devletten daha çok ödenek alınmasıydı.

Ancak, bazılarımızın acımasızca öngördüğü gibi, Zuma görevli olduğu neo-liberal projeye sadık kalarak işçi sınıfı ve komünistlerin kalplerini kırdı. Kaçınılmaz olarakta Zuma homurdanmaları, aktif protesto noktasına erişti. Zuma’nın çaresizce ‘solcu söylem’ zırvalarına şaşırmamalıyız. Aynı şeyi  geçen Kasım’da BRICS’i oyalayıcı bir taktik olarak anlattığında yaptığı gibi: ‘Küçük ama çok güçlü bir grup. (Batı) BRICS’i sevmedi. Çin ekonomide bir numara olacak… (Batılı ülkeler) BRICS’i parçalamak istiyor. Güney Afrika’da yedi güvensizlik oyu var. Brezilya’da başkan devrildi.’ Bir sonraki hafta parlamentoda, Zuma’ya muhalefet vekili tarafından şu soru soruldu: ‘Hangi batılı ülkeleri kastediyorsunuz? BRICS’i nasıl yıkmayı planlıyorlar? Ve onların bu planlarının, bahsi geçen Batılı ülkelerle olan ekonomik diplomatik ilişkimize nasıl bir etkisi olacak?’ Zuma, Hansad’a şu şekilde cevap verdi: ‘Bu ülkelerin isimlerini unuttum. (Kahkaha.) Nasıl olur da hatırlayacağımı düşünürsün? He He He.’

“Irvin Jim 2008’de NUMSA lideri olduğunda günümüzdeki radikalizasyonun tohumları o zamandan ekilmişti.”

Aralık 2013’ten çıkardığım, NUMSA’nın COSATU’ya karşı başkaldırışının ana sebeplerinden biri Ağustos 2012’de gerçekleşen, ayda 1.520 dolar maaş isteyen 34 platinci maden işçisinin öldürüldüğü Marikana katliamının güçlü anısıydı. NUMSA delegeleri, Rehad Desai’nin, sonradan En İyi Uluslararası Belgesel dalında Emmy ödülü alan, “Madenciler Vuruldu” filmini izledikten sonra sersemleyerek sessizliğe gömülmüşlerdi.

Herhangi bir iyi sendika gibi, NUMSA, ciddi düzeyde politika yapmadan önce örgütlü emeğin gücünü göstermek ve üyelerinin geçimini desteklemek için ciddi kaynak ayırdı. Her ne kadar zaman zaman geri çekilmeler yaşansa da Numsa, korporatizmin etkisinden kurtulmak için, 1994’te işçilerin haklarını savunmada zayıf bir sendikadan bağımsız militan bir sendika olma yolunda ciddi adımlar attı. 2008’den beri NUMSA liderleri ve kadroları;

– NUMSA’da Solun gücünü yeniden restore ettiler. (Silumko Nondwangu’nun liderliğinde sendikanın kendine zarar verdiği dönemden sonra)

– ANC’deki neoliberal bloğun uzun dönemli sınıfını inkar eden riyakar karakterine yönelik yeni, güçlü tartışmaları gündeme getirdiler.

– SACP ve Cosatu’nun ANC’yi savunurken yaşadıkları zayıflıkları tespit ederek, Zuma’nın ilk kez istifaya çağrıldığı 2013 Numsa özel kongresinde sağlıklı bir tartışmanın açılmasına ön ayak oldular.

– Çoğu insanın ciddi bir zorluk yaratacağını düşündüğü, eski NUMSA başkanı Cedric Gina’nın kurduğu yeni metal işçileri sendikasına rağmen NUMSA’yı ayakta tutmayı başardılar.

-2014’te 5 hafta süren bir metal grevinden başarı ile çıktılar ve alüminyum, çelik fiyatlarının en düşük düzeye indiği ve maden fabrikaları için fiyat düşürmenin, ölümcül bir tehdit haline geldiği geniş bir sanayisizleştirme baskısını atlatmayı başardılar.

– Bugün 330 bin üyeye sahip mücadeleci bir sendika inşa ettiler.

-Sadece Numsa’nın değil aynı zamanda diğer Cosatu liderlerine kıyasla sola fazlaca sapan genel sekreter Zwelinzima Vavi’nin de ihraç edilmesiyle sonuçlanacak şekilde 2015 yılında Cosatu içindeki politik çelişkiyi körüklediler.

-Tabanı kitlesel bir şekilde sokağa dökmeyi başardılar (örneğin bir yıl önce, sivil toplumun çok daha liberal kesimlerinin içindeki gruplarla işbirliğinin hoyrat bir şekilde koparılmasına rağmen 30.000’e yakın insanın yozlaşmayı protesto etmesi)

– Zuma, Ramaphosa, Gordhan ve Patel de dahil olmak üzere (bu isimlerden son ikisinin 2016’daki kongrede Numsa’ya dalkavukluk yapma girişimlerine rağmen) sınıf karakteri ile çelişen liderlere karşı çıkan daha geniş bir üye ve proleter taban oluşmasını sağladılar ki böylelikle bu isimlerin 2017 ANC seçim kongresinde tekrar yıkıcı bir rol almalarının önüne geçilmiş oldu.

– COSATU karşıtları arasında sıkı bir blok örüp, Mayıs 2016’da yeni bir  süreç başlatacağını ilan edip, bu yıl içerisinde de yeni bir işçi federasyonunun kuruluşuna başladılar.

– Oldukça gerçekçi bir şekilde yeni bir işçi partisine kapı araladılar. (ve bu listenin sadece bir kısmı.)

Son iki madde pek-yakında ortaya çıkacak olan başarılardır.  Vavi’nin liderliğinde bir işçi partisi kurulması ufuktaki projelerden birisidir. Birleşik Cephe projesi 2013-14 arasında yükselip 2016’da, mantıklı müttefiklerini yabancılaştırıp saygı duyulan üyelerini kaybettiği için dağılmıştı.

Her ne kadar Vavi Ulusal Demokratik Devrim (NDR)’den radikal topluma uzanan geniş, açık fikirli sosyalist akımı temsil etse de, Numsa son dönemde kendi özerk çizgisi ‘Ulusal Demokratik Devrim’i öne sürüyor. Bu çizgi, öncü bir işçi partisinin yolunu açan ‘Marksist Leninist Sendika’ tanımlaması ile çoğu bağımsız sol entelektüel tarafından ‘katı Marksizm-Leninizm’ olarak damgalanıp öteleniyor. Numsa ise bu entelektüelleri ‘yararsız küçük burjuva, radikalmiş gibi davranan parazitler’ ve bu minvalde adlandırıyor.

“Güney Afrika’da sol politikanın tahmin edilemezliği yüzünden 2019’dan sonrasını öngörmenin bir yolu yok.”

Ancak dürüst olursak, NUMSA, bilinmez sularda ta derinden gelen değişik akıntılara karşı koca bir gemiye sahip, sol entelijansiyası ise bilinen sığ sularda gezinen bir sandala. (İkincisi benim gibilerin genellikle çarptığı yerdir. Henüz koşulların ancak konuk oyuncu ya da daha kötüsü bir kukla virtüözü olmaktan öteye geçecek kadar olgunlaşmadığı Güney Afrika’da, eylemci eğitimci olma potansiyeliyle buluşamayan benim gibilerin genel görüntüsü.)

Bunlara rağmen, ya NUMSA önderliği 2019 seçimlerine, ülkenin ana sol partisi Ekonomik Özgürlük Savaşçıları (EFF) ile paralel ya da koalisyon içinde giderse? 2013’teki kuruluşlarının ardından 2014’teki %6’lık oylarını 2016’daki bölgesel ankette %8’e çıkarmış ve ANC’yi Johannesburg ve Pretoria şehir meclislerinden kovacak yeterliliğe gelmiştir. EFF, merkez-sağ Demokratik İşbirliği ile koalisyon yapmak durumunda kalmasına rağmen, bu mutsuz evlilik muhtemelen 2019’dan önce sonlanacak, yanında tahmini olarak bir de şehirlere hizmet götürme konusunda EFF ve ANC arasında yaşanacak kaçınılmaz bir yarış tezahür edecektir.

ANC’nin 2004 ulusal seçimlerindeki %69’luk zirvesinden 2016 bölgesel anketinde %54’e düşüşünden, ulusal politikada sol bir partinin belirleyici bir rol oynama potansiyelinin büyük olduğunu söylemek hata olmaz. Örneğin EFF Johannesburg ve Pretoria şehirlerinde bunu gösterdi. Peki, eğer iki taraftaki Marksist-Leninist liderler koalisyonda birbirlerini bulurlarsa, ‘NUMSA Anı’ diye adlandırdığımız şey bir ‘NUMSA-EFF Hareketi’ne dönüşebilir mi?

Bu senaryo bağımsız sol tarafından pek de sevilmemektedir. Genel olarak, EFF lideri Julius Malema’nın (Limpopo şehrinde ANC’yi kayırması hala solcuların ödünü patlatan) EFF’nin %10+ lık oy payını ANC’ye geri vereceğinden ve kralı yeniden tahta getireceğinden endişelenmektedirler. Bu senaryo ANC oylarının %50’nin altına düşeceğini ve bütün muhalefet partilerinin el ele verip iktidar partisini ve ulusu suistimalini reddedeceğini varsaymaktadır.  Malema geçen yıl, böyle bir imkan eğer 2019’da ortaya çıkarsa, o zaman ANC’yi yok edip; EFF’yle işbirliği yapacak şekilde tekrar kurabileceğini söylemişti. Ancak ANC’nin başında ister Ramaphosa, ister Zuma isterse Mkhize olsun, bu eylemi istediği yere çevirmek kolay olmayacaktır.

Bu senaryonun neo-liberal milliyetçiliğin yeni elit zümreyle tekrar yapılanmasını önleyecek olan panzehiri; bir işçi partisi ittifakı ya da EFF’nin bu yöne çekilmesidir. NUMSA tarihsel rolünü oynayabilirse, EFF içinde yükselen küçük-burjuva radikalizmini  ve popülizme yönelişi yeniden işçi sınıfı çizgisine çekebilir. Ancak, Güney Afrika’da sol politikanın tahmin edilemezliği yüzünden 2019’dan sonrasını öngörmenin bir yolu yok. Eğer olaylar daha önceden kestirilebilseydi bugün Amerika’da Trump faşizmine karşı gelişen sol güçlerin “Birleşik Direniş” hareketi gibi bir hareketi inşa etmenin şartlarını, bu şartların nasıl aşağıdan-yukarıya bir komünizmi gerçekleştirebileceğini yazabilirdim.

Güney Afrika Komünizminin derin kökleri ve kırılgan yüzeyi

Muammayı anlamlandırabilmek için Doğu Cape’te komünist gelenek içerisinde, NUMSA liderlerinin verdiği savaşların ne anlama geldiğini de düşünmek gerekir. M-L retoriğin anlamlı olduğunu unutmadan meselenin nasıl göründüğüne bakalım.

– ANC bileşenlerinden SACP son nefesini vermekte (parti patronlarına karşı yürüyüşler düzenleyen gençlik hesaba katıldığında kabinenin gelecekteki tasfiye dalgası sebebiyle çoktan can çekiştiği görülür.)

– COSATU tüm politikalarında ve politik cephelerde başarısız olduğu için sendika üyelerinin Zuma’nın başkanlıktan çekilmesini talep etmesine ve hatta COSATU’yu dağıtmasına kadar gidebilir.

Eğer bunlar yakın gelecekte belirecek sorunlarsa, o zaman NUMSA’nın retoriği M-L dogmatikliğinden çok, ANC’den kopacak geniş kadrolarla iletişimi sağlayacak dikkatli bir konumlanma olarak da değerlendirilebilir. (NUMSA’dan bir kısım işçi temsilcisi son seçimlerde EFF’ye katıldı) NUMSA’nın kalp ve zihinlere prestijli bir özgürlük hareketi olarak işlemesi daha önce Zimbabwe’de denenmiş -ve başarısız olmuş- bir durumdu. İşçi Partisi olarak başlayan Demoktratik Değişim Hareketi, hızlıca sağa kaymıştı. ANC’yi kendi Ulusal Demokratik Devrim diliyle konuşarak soldan çekiştirmek de, politik deneyimleri nedeniyle ANC’ye geleneksel sadakatle bağlı olan işçi-sınıfı tabanlı bir çok eylemcinin uğrayacağı politik yabancılaşma göz önüne alınırsa başarılı olabilir.

Kişisel görüşüm, Numsa’nın tarihsel rolü, büyük bir ANC- NDR destekçisi seçmen kitlesine, sürekli olarak İttifak halindeki SACP-COSATU’nun başarısızlıklarını mantık çerçevesine oturtarak anlatmaktır: Ayrıntılara girmek gerekirse, Parti ve Emek Liderlerinin patronlardan ayrılamayacak kadar maymun iştahlı olmasından başlamaktır. Yani NUMSA retoriği gayet net. Vereceği basit mesaj, NDR ve iki aşamalı devrimin; konsept ve strateji olarak doğru olduğu, ancak bunu yürütmesi için seçilen insanların yanlış olduğu, çünkü ANC, COSATU ve SACP birlikte neoliberal ulusalcı koltuklarında çok daha fazla yayılmaya rahatça devam etmektedirler.

Bu tartışma hattı, bu cümleler göz önüne alındığında şimdiden Pambazuka okurlarına pek çekici gelmeyebileceği anlaşılır bir şeydir. NDR’nin nağmeleri, 94 öncesi popülist milliyetçiliği hala çekici bulup; bunu Güney Afrika’da en prestijli politik proje olarak gören kesime hitap etmektedir. “Özgürleşme”nin üzerinden 23 yıl geçmesine rağmen, bu geleneğin kökleri derindir. ANC, yeni başkanlığıyla birlikte, önümüzdeki seçimlerde %50+ çoğunluk oyunu koruyabilir.

Yani bazı okurlar, NDR tartışması ve ihanet tezini okurken zorlansa da, gözleme dayalı olduğu için reddetmek zor. ‘İlk etap’ – ‘politik krallık’a – 1994’te erişilmişti. Bir ‘ikinci etap’ -ekonomik adalet- çoktan olgunlaşmış, fazlasıyla hazır vaziyette. Ve Güney Afrika’lı komprador sınıfın ( Zuma+Gupta= ‘Zupta’ işbirliği müşteri üretme makinasından başlayarak Neoliberal Maliye bloğuna uzanan) inandırıcılığı, devrimin ikinci etabının önündeki en büyük engeli temsil etmekte.

Güney Afrika bir kriz ortamındayken, NUMSA ve EFF’nin çabalarına ve SACP-COSATU’nun anti-kapitalist retoriğine rağmen, politik ortamı domine eden iki hikaye olması trajiktir. Biri Zupta ve ikincisi, neoliberal iyi-idarecilik. Dolayısıyla, denenmiş ve test edilmiş NDR-ağzı bu engelleri aşma doğrultusunda işe yarayabilir ve tabi Malema, Jim ve Vavi seçmenlerini benden daha iyi tanımaktadır.

Sol entelijansiyasını ele alırsak, o orta-sınıf Marksistler (benim gibi) NUMSA’yı gücünü toparlamasından alıkoyacak hatalar yapmadılar mı? Tabi ki. Güney Afrika’nın radikal-solundan gelen hiçbir inisiyatif, işçi-sınıfını ve liderliğini kazanmayı başaramadı. Kuzey Afrika’da 2011’deki olayların tersine, bahsettiğim entelijansiyanın karışımı, ilerici NGO’lar (Sivil toplum kuruluşları ), sosyal hareketler, kızgın yurttaşlar ve yaratıcı emek eylemcileri, EFF ve NUMSA’nın buluştuğu kitlesel destekle buluşamadı.

2019 seçimlerinde olmayabilir; ancak Güney Afrika’da retorik çatışmalardan ilerisine bakmamız gereken ve acil kadro oluşturmanın güncel konjonktürde önemli bir mesele haline geldiği bir nokta elbet gelecektir. İşbirliklerinin yaşamsal önemi olduğu, kopma noktasına çok yakın bir yerde, NUMSA’nın çalışma alanlarından çıkanlar kendilerini sokakta, sol hareketlerin -karşısında değil- yanında bulup, tekrar birleşme çizgisine katılabilir mi? Sonuç olarak, Güney Afrika’da adaleti teşvik eden bir eylemci ( ya da benim gibi tecrübesiz bir akademisyen) olmanın en güzel evresindeyiz.

– Numsa hala baskılara ve böl-ve-yönet taktiğine boyun eğmemiş durumda ve kapitalist kuvvetlere karşı en büyük sınıfsal çatışmayı barındırıyor. Yemek İşçileri ve Müttefikleri Sendikası, COSATU’dan ayrılmış durumda; aynı zamanda 2014-16’daki maden krizinin ardından Maden İşçileri ve İnşaat Sendikası yine de yok edilebilmiş değil;

– Güney Afrika’da eşitsizliğin zirve yaptığı ve Güney Afrikalı (G.A) kapitalist sınıfın dünyanın en yoz sınıfı olarak görüldüğü (PricewaterhouseCoopers tarafından) bir dönemde Güney Afrikalı işçi sınıfı hala, dünyanın en militan işçi sınıfı;

– EFF güç toplamış ve politik kararsızlığının üstesinden gelmiş durumda;

– Yeni Gauteng şehir politikası düzlemi (EFF ve ANC’nin -katalize etmezse- desteklemek için yarışacağı toplumsal protestolar göz önüne alınırsa) çelişkiler ortaya çıkmaya devam ettikçe daha da ilginçleşecek;

– Hizmet götürmemek, aşırı pahalılık ve politikacıların kibirli tavırları yüzünden çok yüksek katılımlı protesto örgütleyen toplum, devletin en güçlü baskıcı ve gözleyici teknikleriyle uzlaşmamaya devam etmekte;

– Öğrenci hareketi 2015’teki ulusal zirvesinden sonra düşüşe geçtiyse de, gelecekteki örgütlenme ve işbirlikleri için büyük bir potansiyele sahip;

– Sosyal hareketler, Right2Know (BilmeHakkımızVar) koalisyonu, kadın, LGBTİ aktivistler, Eşit Eğitim, TAC (HIV/AIDS Tedavisi Kampanyacıları) seslerini yükselterek önemli kazanımlar elde etmekte;

2017 için, bütün bunları destekleyenler (benim gibi bilinmeyen akademisyenlerin oluşturduğu destek oluşumları ve bunu okuyan herkes dahil), gerçekliğin gerektirdiği kadar hızlı hareket edebilecek noktaya ulaşacak mı?

Sonuç: yakalanacak bir kasırga

2011’den beri süregelen Afrika’daki başkaldırılar, ilericilere gösterdi ki, Gambiya’da, Burkina Faso’da, Senegal’de ve Tunus’ta olduğu gibi örneğin, demokrasi için veya sosyal adalet için toplum sokağa çıkıp, devlet gücünün değişmesi için çok verimli bir ortam yarattığında, değişim anı herhangi bir işaret göstermeden çıkagelir. Genellikle, toplum nezdinde hoşnutsuzluklar birikir ve bir patlama noktasına ulaşır. Son hesapta, olası sonuçlar arasında, Burkina Faso’da 2015’te engellenmesine karşın Mısır ve Libya’da (ikisinde de Batı’nın emperyal desteği ve silahları sayesinde) olduğu gibi başarıyla demokratik, sosyal hareketleri bastıracak sağlam bir karşı-devrim tehdidinin de bulunduğu olasılık dahilindedir.

Güney Afrika, Moeletsi Mbeki’nin tahmin ettiği gibi, “Tunus Günü”yle (Ocak 2011’de olduğu üzere coşkulu; elitler içinse epey tehditkar bir başkaldırıyla) 2020 gibi yakın bir tarihte karşı karşıya kalır mı? Afrikalılar bu tehdidi, diktatoryel rejimden arta kalan olağanüstü avansları çembere alacak şekilde güncelleyebilir mi? Ya da Güney Afrika’nın ta kendisi, Moeletsi’nin kardeşi Thabo Mbeki’nin 2014’teki AIDS-inkarcı politikalarının devrilmesinden sonra, ortalama yaşam uzunluğunun 52’den 62’ye çıktığı, neredeyse 4 milyon insanın ilaçlarını bedavaya aldığı bir manzarayı görebilir mi?

“Takip etmeye değer tek strateji, farklı güçlerin birlikteliğinin dogmatik olmayacak takdiri olabilir.”

Dur-kalkların hızlanıp yavaşladığı bir çok alan, Güney Afrika dahil, işçi sınıfının, ilerici orta sınıfın, toplumsal hareketler ve diğer demokratların ne kadar kötü müttefiklik yaptığını yansıtıyor. Afrikalıların ihracat ve kaynakta bağımlılık üzerine kurulu  neoliberal Afrika Ayaklanıyor projesine karşı ayaklanışının ideolojisi henüz tam olarak sağlamlaşmadı. Böyle bir ideoloji 1960-70’lerde “kendine muktedir” ifadesinde  çok daha sol bir söylem içinde mevcuttu. Lagos Faaliyet Planı bu ideolojik yaklaşımı içermekteydi.

Gelecekte, Ubuntu felsefesiyle ilişkili ve ekonomilerin yerelleştiği bir eko-sosyalizm ortaya çıkabilir. NUMSA, Güney Afrika’ya özel bir Marksist-Leninist hat ortaya koyabilir. Şu anki konjonktürde gelecek adına birşey tahayyül edilemez. Takip etmeye değer tek strateji, farklı güçlerin dogmatik olmayan birlikteliği olabilir; sol içerisinde her ne prensip, analiz, strateji, taktik ve işbirliği oluşursa oluşsun, saygı ve yoldaşça eleştiri çerçevesinde davranılabilir.

NUMSA’yla ilgili tartışma, bir incelemeye dönüşecek etapta olmayabilir, ancak en azından bir tartışma ve bir inceleme vardır— bunlar ideolojik bir sıçrayış yaratmanın ilk adımlarıdır ve Fanon ve Cabral’ın uyarılarındaki karamsarlığı; süregelen mücadelelerde direnen sayısız Afrikalı aktiviste layık gerçek bir Afro-optimizmine dönüştürecek potansiyel buradadır.

Patrick Bond, Güney Afrika Johannesburg’da, Witwatersrand Üniversitesi’nde Politik Ekonomi Profesörüdür.

Kaynak: http://www.blackagendareport.com/state_of_revolution_in_south_africa

Notlar

Notlar
1 Silahlı Çatışma Tespit Etme ve Olay Verisi Sağlama- ACLED

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.