Walter Rodney’in  “Avrupa Nasıl  Afrika’nın Azgelişmişlik Sürecine Katkı Sağladı” Değerlendirmesi(3)

Sermaye,  emperyalist ülkelerden, bağımlı ülkelerin  bir kısmına, sömürgelerden diğer sömürgelere (emperyalist ülkeler üzerinden), bir emperyalist ülkeden diğerine ve sömürge ile bir emperyalist ülkeye doğru sürekli hareket halindedir. Ancak, kölelikten bu yana Avrupa dışındaki halklar tarafından yaratılan süper kazançlar nedeniyle, net akış sömürgeden emperyalist ülkeye doğru ilerledi. Yıllık “kar” olarak adlandırılan şey, sonra “sermaye” olarak geri döndü”(212)

“Avrupa’nın gelişimi, Afrika’nın az geliştiği ile aynı diyalektik sürecin bir parçasıdır. ” (149)

“Sömürgeciler tarafından ‘Afrika’nın gelişimi’ olarak adlandırılan şey, Afrika’daki sömürgeci sömürünün kapitalist Avrupa’yı geliştirmek ve kuvvetlendirmek için yapılan kısa bir anlatımdır.”(223)

Bugün dünyadaki temel çelişki sömürücü ve sömürülen ülkeler arasında, Üçüncü Dünya’ya Karşı Birinci Dünya arasındadır. Çok az ülke zengin iken, ülkelerin çoğu fakirdir. Afrika kıtası doğal zenginlikleri bakımından zengindir, ancak halkı yoksul ve açlık içindedir. Afrika kıtasındaki bütün ülkeler yoksul ülkelerdir. Afrika’nın yoksulluğu büyük bir gizem değil. Afrika’nın fakir nüfusu, Avrupalılar ve diğer emperyalistlerin yüzlerce yıldan beri uyguladığı az gelişmişliğin bir sonucudur. Avrupa nüfusunun gelişmesi ve zenginleşmesinin arkasındaki etmen Afrika’dır. Walter Rodney’nin 1972’de yayımlanan “Avrupa Nasıl Afrika’nın Azgelişmişlik Sürecine Katkı Yaptı” adlı klasiği, Afrika’nın ve onu sömürenlerin ekonomik tarihini ayrıntılı bir şekilde açıklıyor.

Sömürge ve Yeni Sömürge, Yağma ve Sömürü

Yüzlerce yıllık kölelik, Afrika’yı Avrupa ve Kuzey Amerika’nın yararına yıktı. Bununla birlikte, Afrika’ya tecavüzleri köleliğin sona ermesiyle de bitmedi. Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer emperyalistler, Afrika’nın sömürülmesinden ve zulmün sürdürülmesinden büyük fayda sağlamaya devam ettiler. Emperyalistler, Afrika’dan, Lenin’in meşhur emperyalizm tanımında olduğu gibi Kapitalizmin En Yüksek Evresi’nde tarif ettiği şekilde doğrudan sömürgeleştirme yoluyla yararlandılar. Emperyalistlerin Asya ve Latin Amerika’yı paylaşmaları  Afrika’da olduğundan daha belirgin değildi. Belçika Kral Leopold, kelimenin tam anlamıyla, arka bahçesinde olduğu gibi Kongo’nun kişisel mülkiyeti olduğunu iddia etti. Farklı emperyalistler, kaynakların ve emeğin Afrika’dan emperyalist ülkelere transferini doğrudan yönetmek için Afrika’nın farklı bölümlerini işgal ettiler. Daha sonra, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa orduları birbirleriyle savaşarak Avrupa ekonomilerini büyük bir karışıklık içine soktuktan sonra, emperyalistler sömürgelerini kontrol etme biçimini değiştirince, sömürgecilik yeni sömürgeciliğe dönüştü. Emperyalistler kendi sömürgelerini doğrudan işgal etmek yerine dolaylı olarak kontrol ettiler. Sömürgelerine görünüşte bağımsızlıklarını verdiler, fakat ipleri perdenin arkasından elde tutmaya devam ettiler. Emperyalistler hala Afrika’dan artı değer elde ederken artık kara yüzlü komprador rejimleri kullanıyorlardı. Afrika’nın kaynaklarını ve emeğini çeşitli mekanizmalar yoluyla çaldılar. Sömürge dönemi başında ve ortalarına doğru doğrudan tüfek kullanmak daha yaygındı. Avrupalılar ve diğer emperyalistler basitçe içeri girip başkalarının ülkesinde alışveriş yapıyorlardı. Bu yalnızca Afrika’da değil, sömürgeleştirilmiş her yerde meydana gelen bir modeldi. Ancak, modern çağa yaklaştıkça, hırsızlık daha da gizlenerek sofistik bir hale geldi. Arazi ve kaynaklar çalınsa da, soygun yasal ve eşit olmayan değişim altında örülmüştü.  Örnek olarak Liberya’ya bakalım.

“Sömürge döneminde Liberya’nın bağımsız olduğu iddia edildi; ancak tüm niyet ve amaçlara uygun bir şekilde ABD’nin sömürgesi oldu. 1926’da ABD’nin Firestone Kauçuk Şirketi, dönüm başına 6 sent ve bu değerin yüzde 1’i ile Liberya’da bir milyon dönüm ormanlık arazi edinmeyi başardı. Firestone’un Liberya’nın toprak ve emek geliri onları ABD’nin dev şirketleri arasında 25. sırada tuttu “(154)

Bugün Afrika’nın toprağının ve kaynaklarının haksız yere satın alınması emperyalistlerin geçmişte olduğu gibi yüzsüz olmamalarına rağmen bu tarzda devam ediyor. Emperyalistler hırsızlıklarını gizlemeyi, hırsızlığı her zamankinden daha karmaşık ve sofistike yollarla yürütmeyi öğrendi. İster yüzsüz yağma ve sömürücülük, ister kölelik ve sömürgecilik ya da yeni sömürgeciliğin daha sinsi baskısı altında olsun, sistem, Afrikalılara değil emperyalistlere hizmet etmek üzerine kurulmuştur.

Afrika’nın Gücü

Emperyalistler, köleliğin sona ermesinden sonra bile, Afrika’nın gücünden çeşitli biçimlerde faydalanarak süper sömürü yoluyla kazanmaya devam ettiler. Kölelik resmen sona erse bile, büyük ölçekli zorunlu çalışma hala mevcuttu. Emperyalistler ve işbirlikçileri binlerce Afrikalıyı emek projelerine süngü zoruyla dahil ettiler. Kenya’da beyaz bir yerleşimci olan Albay Grogan, “Arazilerini çaldık. Şimdi onların uzuvlarını çalmalıyız. Zorunlu emek ülkenin işgalinin sonucudur. “(165) Afrika devletleri, emperyal yöne göre, “kamu işleri” ve nakit ürünler üretmek için zorunlu emek uygulamalarını dayatmıştır. Vergiler, Afrikalıları zorla çalıştırmanın bir yoluydu. Afrikalıları zorla çalıştırmanın bir başka yolu, yöneticilere kaleler inşa etmek, Afrikalılar için hapishaneler, askeri birlikler için barakalar ve sömürge yetkilileri için bungalovlar yapmaktı. Çoğu iş, nakit ürünlerinin ve diğer kaynakların ihracatı için yollar, demiryolları, limanlar ve diğer altyapı üretimine gitti. (165-66)

Örneğin: “Britanya İngiliz kolonisi olan Sierra Leone’den sadece bir örnekle, on dokuzuncu yüzyılın sonunda başlayan demiryolunun, köylerden alınan binlerce köylünün zorunlu emeği ile yapılabileceğini keşfetti. Zorunlu çalışma ve korkunç koşullar, demiryolunda çalışmakta olan çok sayıda kişinin ölümüne yol açtı. “(166)

Portekizli ve Belçikalı sömürge hükümetleri, Afrikalıları kölelik benzeri koşullar altında özel şirketler için zorla çalıştırmak için toplamakta çok küstahtı. Portekiz, Kongo topraklarındaki kapitalistler için zorunlu çalıştırmaya mecbur kılmakla kalmadı, aynı zamanda sömürgelerinin dışındaki kapitalist projelere zorunlu çalıştırma için insan ihraç etti.(166) Bu zorunlu emek Afrikalılara fayda sağlayacak bir altyapı oluşturmaya hizmet etmedi. Aksine, sömürge ve yeni sömürge idaresi için Afrika’dan daha fazla değer transferi için altyapı üretmek amacıyla yapıldı.

Afrika’da “serbest emek” de vahşice sömürüldü. Emperyalistler, Afrikalıların emek gücünü kontrol altında tutmak için siyaset ve ekonomi üzerindeki denetimlerini kullandılar; yaşamlarını ikame edebilmeleri için para verdiler. Avrupa ve emperyalistler, Afrika çalışırken ve açlık çekerken kazanç sağlamışlardır. Dev şirketler, büyük miktardaki Afrikalı işçileri ve köylüleri uzun bir sömürü zincirinin içine çekti.(155)

Rodney, Afrikalı işçilerin ve köylülerin tipik durumunu şöyle açıklıyor:

“Herhangi bir standartta, emek Afrika’da ucuzdu ve Afrika emekçilerinden elde edilen artı değer miktarı büyüktü. Sömürgecilik döneminde işveren son derece az bir ücret ödemesi – işçiyi sadece fiziksel olarak canlı tutacak şekilde verilen genellikle yetersiz olan ücret – sebebiyle işçiler hayatta kalmak için yiyecek yetiştirmek zorunda kaldı. düşük ücret özellikle, plantasyon türü çiftlik emeğine, madenlerde çalışmaya ve belirli kentsel istihdam biçimlerine uygulanmıştır.”(149)

Emperyalistler, Afrika emeğine kendi ülkelerindeki emekten daha merhametsizce davrandı; Afrikalı işçilere Afrika’daki Avrupalı işçilerden daha sert davrandılar.

“Avrupalı yerleşimcilerin sayısının önemli olduğu yerlerde ücret farkı kolayca algılanıyordu. Kuzey Afrika’da Faslıların ve Cezayirlilerin ücretleri Avrupalıların ücretlerinden yüzde 16- 25 arası daha azdı. Doğu Afrika’da özellikle Kenya ve Tanzanya’da durum çok daha kötüydü. Beyaz yerleşimcilerin kazançları ve standartlarıyla karşılaştırıldığında, Afrika’daki ücretlerin inanılmaz derecede düşük olduğu belirgin bir farkla ortaya çıkıyor … Vahşi sömürüye ilişkin mutlak sınır, kıtanın güney kesimlerinde bulundu; Örneğin, Güney Rhodosia’da, tarım işçileri nadiren ayda 15 şilinden fazla alırdı. Madenlerdeki işçiler yarı vasıflıysa biraz daha fazla alırdı, ancak daha dayanılmaz çalışma koşullarına sahiplerdi. Kuzey Rhodesia’daki madenlerde iş bulamayan işçiler ayda yaklaşık 7 şilin alırdı. Ünlü bakır kuşağı üzerindeki kamyon şoförü yarı vasıflı bir sınıftır. Bir madende Avrupalılar bu işi ayda 30 pound’a, diğerinde ise Afrikalılar ayda 3 pound’a yaptılar.” (151)

“Siyahi Güney Afrikalı işçiler, başka yerlerde ticari olmayan olarak görülecek olan mevduatlardan altın topladılar. Ve yine de, işçi sınıfının ücret ve maaşlar açısından fayda sağlayan kesimi beyaz olanlardı. Yetkililer, madencilik şirketlerinin dünyanın herhangi bir yerinde olan madencilere oranla beyazlara daha fazla ödeyebileceğini itiraf ettiler. Son tahlilde, madencilik şirketlerinin hissedarları, hepsinden daha çok kazanç sağlıyorlardı. Avrupa ve Kuzey Amerika’da kalanlar, Afrika’nın güneyinde satılan ve Afrikalı emeği ile ortaya çıkan altın, pırlantalar, manganez, uranyum vs.’den her yıl muhteşem temettüler topladılar.”(152)

“Gerçek şu ki, daha yüksek yaşam standardının sömürgelerin sömürülmesi ile mümkün olması ve Afrikalıların yaşam standartlarının daha iyi olabileceği bir çağda çok sıkıntı çekmesinin gerekçesi olması yüzünden, çalışma nedeniyle daha yüksek bir standardın mümkün olduğu bir durum Afrikalılar için geçerli değildi. Afrika’daki emekçilerin kıtada tahammül edebileceği yaşam standardı, Afrika’daki beyazların maaşları ve yaşam tarzı ile kolaylıkla gösterilebilir… Sömürgeci hükümetler üst düzey kategorilerde Afrikalıların istihdamına karşı ayrımcılık yaparlar. Bir beyazın siyahla aynı defteri doldurduğunu anlayınca, beyaz adama çok daha fazla ödeme yapılması konusunda nettirler. Bu her seviyede doğruydu.”(151)

Afrika’daki sömürge sisteminin temeli  Afrika emeği ve kaynaklarını sömüren zengin Avrupalı kapitalistler ve sömürge yöneticilerine dayanıyordu. Sömürge sistemi, Avrupalı yerleşimcilere, plantasyon sahiplerine ve yerel çiftçilere dayanmaktaydı. Halklarını emperyalistlere satmaya gönüllü olan Afrikalı komprodorlar tarafından bu sistem desteklendi. Aynı zamanda Avrupalı olup Afrika’da çalışan bir işçi aristokrasisi yaratıldı. Afrikalıların ve diğer sömürge halkların değerleri ve kaynakları, ortaya çıkan Birinci Dünyayı bütün olarak destekledi. Karl Marks’ın uzun zaman önce belirttiği gibi, tüm sistemin kaynağı, değer ve emek ile bulunabilir. Günümüz dünyasında, artı değer yaratanlar neredeyse yalnızca Üçüncü Dünya’da, Afrika, Asya ve Latin Amerika’da ikamet ediyorlar.

Monokültür ve İhracat Ekonomileri

Emperyalistler Afrika ekonomilerini ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırdı. Emperyalistler, doğal kaynakları çıkardılar, pazar için üretim yapan monokültür tarım yaptılar. Bu Afrika’yı az gelişmiş bıraktı ve Afrika ülkelerini emperyalistlerin gücüne bağımlı olduğu bir dünya sisteminin parçası haline getirdi:

“Sömürgecilik döneminde gelişme göstermeyen büyümenin bir başka göstergesi, bir veya iki ihracat ürününe aşırı bağımlılık oluşturmasıydı. “monokültür” terimi, tek bir mahsulün merkezi hale geldiği sömürge ekonomilerini tanımlamak için kullanılır. Monokültür, Liberya’da (tarım sektöründe) kauçuğa, Gold Coast’da kakaoya, Dahomey ve Güneydoğu Nijerya’da palmiye ürünlerine, Sudan’da pamuğa, sisal üzerinde Tanganyika ve Uganda’da pamuğu tarifliyor. Senegal ve Gambiya’da, yer fıstığı toplam gelirin yüzde 85 ila 90’ını oluşturuyor. Bu iki Afrika sömürgesine fıstıklardan başka bir şey yetiştirmemeleri söylendi.” (234)

Afrika’nın ihracat ekonomileri, doğal kaynakların çıkarılması ve pazar için üretilen monokültür tarımının ürünleri, üretimini çevreleyen korkunç çalışma koşulları üretti. Emperyalistler, pamuk, kahve, kakao, yerfıstığı, palmiye yağı ve diğer ihracat ürünlerinin üretimini çevreleyen korkunç koşullardan büyük kazançlar elde etti:

“Köylüler belirli nakit ürünler üretmek için çok uzun süre çalıştılar ve ürünün fiyatı bu uzun çalışma saatlerinin fiyatıydı. Afrika’daki birincil ürünler her zaman düşük fiyatlara sahip olduklarından, hammaddenin alıcı ve kullanıcısı köylülerin kitlesel bir sömürüye maruz kaldıkları görülüyor. ” (160)

“Sonuçta Ugandalı çiftçi Lancashire’daki veya Hindistan’daki bir İngiliz fabrikasına giren pamuğu geliştirdi. Lancashire fabrika sahibi işçilerine mümkün olduğunca az para verdi, ancak emeğini sömürmesi birçok faktörle sınırlıydı. Ugandalı köylülerin emeğinin sömürülmesi, Ugandalı köylülerin sömürüsü İngilizlerin sömürgeci devletteki gücü nedeniyle sınırsızdı. Ayrıca, bitmiş pamuk gömlek fiyatı çok yüksekti, çünkü Uganda’ya geri gönderilen pamuk gömleği pamuk yetiştiren köylünün satın alması mümkün değildi.” (160)

“Ürün Piyasa Kurulları, tüm köylü nakit ürünleriyle ilgili olarak, dünya pazar fiyatlarının altında olan rakamlarla alımlar gerçekleştirdi. Örneğin, Batı Afrika Ürün Kurulu, 1946 yılında Nijerya’da bir ton hurma yağı için yaklaşık 17 pound tutarında ödeme yaptı.  Gıda Bakanlığı aracılığıyla dünya pazar fiyatına yakın olan 95 pounda  sattı. Kurullar tarafından satın alındığında ton başına 15 pound olan yer fıstığı, daha sonra İngiltere’de ton başına 110 pounda ile satıldı. Ayrıca sömürge idarecileri tarafından kurulların satışına da ihracat vergileri getirilerek köylülere dolaylı yoldan uygulandı.”  (169)

Emperyalistlere ve ihracat ekonomisine hizmet etmek için altyapı yaratılmıştır:

“Ezilmenin, sömürülmenin ve göz ardı edilmenin kombinasyonun en iyi örneği Afrika sömürgelerinin ekonomik altyapı ile özellikle de karayolları ve demiryolları ile kendini göstermektedir. Demiryolarının ithalat-ihracat faaliyetlerinin olduğu belirli bölgelerde açık bir coğrafi dağılımı vardı. İhracatın mevcut olmadığı yerlerde yolların ve demiryollarının yeri yoktu. Bunun tek istisnası birlikleri hareket ettirmek ve fetih ve zulmü kolaylaştırmak için bazı yollar ve demiryolları inşa edilmiş olmasıdır.”  (209)

Her şeyi ihracata göre denetlemek ve yönetmek için köylülerin kendileri için yaptığı gıda üretimlerini, pazar için üretilen monokültür tarıma ve doğal kaynakların çıkarılmasına dayanan bir ekonomiye dönüştürdüler. Hemen nakte çevrilen ticari tarımsal ürünler ve dev kâr marjı olan ihraç ürünleri için üretim yapıldı. Gıda ve yerel ihtiyaçlar için üretim yapılmadı. Emperyalizm kâra, insanlara göre daha çok değer verir. Emperyalistler, Afrika’nın kendi kendisini besleme yeteneğini kaybetmesinden endişe duymuyorlardı. Daha sonra emperyalistler, Afrika’da emperyalistlerin ürettikleri gıda krizlerini istismar edebileceklerdi. Onlara yardımı “Yunan hediyesi” gibi sunarak Afrika’yı daha da bağımlı hale getireceklerdi. Emperyalizm, gıda üretimini yok etmeye yardım etti, sonra durumu Afrika’nın kendi kendisini destekleme kabiliyetini ortadan kaldırmak için kullandı.

Yerel üretimden ihracata geçiş, momokültür tarım veya doğal kaynakların çıkarılmasının sonucu azgelişmiş Afrika’dır. Afrika’nın ihtiyaçları için yerel pazarları ve küçük üretimi yok edildi. Altyapı gelişimi iç gelişime göre değil de ihracata göre düzenlendi. Çevre, ekolojik olarak sağlam veya sürdürülebilir olmayan yoğun tarım yöntemleri ile yok edildi. Bu durum Afrikalı köylüleri ve işçileri yoksullaştırmaya itti. Afrika’daki üretim dünya pazarlarına ve emperyalizmin kaprislerine daha da bağımlı duruma geldi. Afrika ekonomileri özellikle hassas hale getirildiler. Afrika halkları, değişen emtia piyasaları ve iflas döngüsü tarafından kurban edildi. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra durum buydu. Emtia fiyatlarının hiçbir zaman önceki seviyelere gelmediği ve Afrikalıların hep yoksul kaldığı ortaya çıktı. (158)

Tekel ve Finans

Emperyalistler, Afrika’dan emperyalistlerin kasalarına değer aktarımı için modern finans ve tekel kurumlarını kullandılar. Lenin’in ünlü açıklamasında olduğu gibi, emperyalistler birbirlerine karşı çıkıyorlardı. Ancak emperyalistler zorunda kaldıklarında Afrika halklarına karşı birleştiler. Emperyalistler, sosyalist ve ulusal kurtuluş hareketlerinin iktidara gelmesini önlemek için, ortak çıķarlarını korumak için, farklılıklarını bir kenara koymada gecikmediler. Afrika’dan akıcı bir şekilde akan değeri tutmak için birleştiler. Emperyal sermaye genellikle sömürgelerin sömürülmesinde birleşti. Rodney, Unilever davasını şöyle anlatıyor:

“Unilever’in kompozisyonu, sömürgeciliğin yalnızca belirli bir sömürge ile ana ülkesi arasındaki bağların değil, bir yanda sömürgeler arasında, diğer yanda emperyalist ülkeler arasında bir bağ olduğu yönünde bir uyarı olmalıydı. Unilever’in Alman başkenti, Doğu Hint Adaları’nı ve Afrika’yı sömürmek için Hollandalılarla ve İngilizlerle beraber hareket etti. Kazanımlar kapitalist sistem boyunca, sömürge güçleri olmayan kapitalist ulusların bile bu ganimetten faydalanılacak şekilde yayılmasına neden olmuştur. İsviçre, Yeni Zelanda, Kanada, ABD’de kurulmuş olan Unilever fabrikaları, Afrika’nın artığının kamulaştırılmasına ve bu fazlalığın kendilerinin gelişimi için kullanılmasını sağladı.”  (190)

Emperyalistlerin Afrika’yı bölme ve kontrol etme biçimleri daima değişiyordu:

“Afrika’nın ekonomik olarak bölünmesi ve yeniden bölünmesi her zaman devam ediyordu, çünkü farklı kapitalist ülkelere giden güvencelerin oranları değişmeye devam etti. ABD’den özel olarak bahsetmek gerekir, çünkü Afrika’dan sağladığı faydaların payı sömürge dönemi boyunca sürekli artmaktadır… Zaman geçtikçe ABD, emperyalist ülkeler ve sömürge Afrika arasındaki eşitsiz ticarettin daha da büyük bir kesimine sahip oldu.” (191)

2.Dünya Savaşı, Birleşik Devletler’in dünya sahnesindeki yükselişinde bir dönüm noktasıydı. Savaştan sonra Avrupa ülkeleri bu kadar zayıfladığı için Birleşik Devletler onların yerini aldı. Birleşik Devletler, dünya çapında ve Afrika’da egemen emperyalist güç haline geldi. (194) Tüm emperyalist güçlerden daha fazla Birleşik Devletler, İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni sömürge düzeninden en çok yararlanan oldu. “Birleşik Devletler 1945’ten itibaren emperyalist / sömürgeci dünyanın önde gelen kuvveti ve polisi olarak Britanya’ya layık bir halef oldu.” (194)

ABD bugün Afrika’da ve Üçüncü Dünya’da bu rolü oynamaya devam ediyor.

Afrika’yı kurutmak için modern finansal kurumlar da kullanılıyordu:

“Ticari bankalar, sistemin çalışması için emperyalist hükümet ve Para Birimi Kurulları ile elele çalıştılar. Birlikte, Avrupa’yı zenginleştirmek ve Afrika’yı harcamak için hizmet eden karmaşık bir mali ağ kurdular.  (171)

“1960 yılında Standard Bank, 1.181.000 dolar yeni bir kâr elde etti ve hissedarlarına yüzde 14’lük bir temettü ödedi. Sonunda kazananlar Avrupa’da ya da Güney Afrika’da beyazlarken, kârın büyük kısmı özellikle Güney ve Doğu Afrika’daki siyah insanlar tarafından üretildi. Ayrıca bu Avrupa bankaları, Afrika şubelerinin rezervlerini Londra para piyasasına aktardılar. Afrika fazlalığının emperyalist ülkelere en hızlı şekilde gitme yolu buydu.” (161)

Büyük sermaye Afrika’yı terk etti. (153) Ticaret şirketleri, çok az yatırımla muazzam kazançlar elde etti. (157) Tekel uygulamaları yoluyla sömürü arttı. (168) Eşit olmayan güç, piyasanın emperyalist egemenliğine neden oldu. Emperyalistlerin fiyatları düşük tutmak için birlikte çalışmaları eşitsiz değişim biçimlerine yol açtı.  Afrika emek gücü ve emtialar, emperyalist uygulamalar nedeniyle değer kaybetti. Emperyalistler bundan Afrika’yı dezavantajlı hale getirmek için giderek daha fazla değer yaratmak için faydalandılar ve Afrikalıların küresel ekonomik oyunda kaybetmelerine neden oldular.

Sömürge Eğitimi, Coğrafyası ve Kent Yapısı

Azgelişmişlik yalnızca ekonomik alanı etkilemekle kalmadı, aynı zamanda tüm Afrika toplumunu etkiledi. Bağımsız Afrika üretimi, ihracat ekonomisi lehine yok edildiğinde, bağımsız kültür ve eğitim de yok edildi. Sömürge eğitimi geleneksel eğitimin yerini aldı. Afrika’ya hizmet etmek için Afrika entelektüel katmanlarını geliştirmek yerine, sömürge eğitim sistemi, bir grup emperyalist savunmacı ve idareci yarattı. Bir komprador entelektüel tabakalar oluşturdu. (240) (260) Fiziki, sosyal ve kültürel coğrafya, olduğu gibi yeniden yapılandırıldı. Tüm altyapı gibi, şehir coğrafyası da emperyalistlere hizmet etmek üzere yeniden tasarlandı. Kent, sömürge yönetimi ve ihracat merkezi haline geldi, Afrika artık kültürel yaşamın veya siyasi gücün merkezi değildi. (232) Afrika’daki tüm yaşam, emperyalistlerin ihtiyaçlarına hizmet etmek, sistemin işleyişine hizmet etmek, Afrika’daki değerin Afrika’dan emperyalistlere sorunsuz transferini teşvik etmek için düzenlendi.

Uluslararası İş Bölümü ve Eşitsiz Gelişme:

1.S Mill, emperyalist ülkeler ile sömürgeler arasındaki ilişkiyi şehir ve ülke arasındaki ilişki şeklinde tarif etti. (177) Daha sonra Lin Biao, dünyadaki büyük ayrımı, küresel şehir ile küresel kır arasındaki ayrım olarak nitelendirirdi. Avrupa, Kuzey Amerika ve diğer emperyalistler bu durumdan faydalanırken, Asya, Afrika ve Latin Amerika az gelişmişti. Rodney, uluslararası işbölümünü ve etkilerini şu şekilde tanımlıyor:

“Sömürge döneminin uluslararası işbölümü, Avrupa’da ve Afrika’da geçim kaynağı olan milyonlarca beyaz yerleşimciden ve göçmenden ayrı olarak istihdam olanaklarının artmasını sağlamıştır. Tarımsal hammaddeler, kendi başlarına endüstriler oluşturan yan ürünler oluşturacak şekilde işlendi. Afrika, Asya ve Latin Amerika’dan maden cevheri ithal ederek Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da yaratılan işlerin sayısı, çelik işleri, otomobil fabrikaları, alümin ve alüminyum tesisleri, bakır tel fabrikaları gibi kurumların yoğun istihdam döngüsünden de görülebilir . Dahası, bunlar sırayla inşaat endüstrisini, ulaşım endüstrisini, mühimmat sanayii gibi sektörleri harekete geçirdi. Afrika’da devam eden madencilik zeminde delikler bıraktı ve tarımsal üretim örneğinde olduğu gibi Afrika topraklarını yoksul bıraktı; Ancak, Avrupa’nın, tarımsal ve mineral ithalatları büyük bir sanayi kompleksi inşa edilmesine neden oldu.”  (180)

Rodney’e göre, bu uluslararası işbölümünün bir başka sonucu, kapitalizmin asla geleneksel anlamda bir Afrika burjuvazisi yaratmadığıydı. Afrika’nın herhangi bir ölçeğinde Afrika’ya ait üretim yoktu. (216-217) Bu durum, Afrika kalkınmasını daha da engelledi.

Uluslararası bir işbölümünü empoze etme biçimi, Batı emperyalistleriyle sınırlı değildi. Revizyonist Sovyetler Birliği, bağımlı devletlerin Moskova’ya bağımlı olmasını sağlamak için benzer politikalar uyguladı. Belli “anti-revizyonistler” ile Kruşçev’i takip eden revizyonistler arasındaki görüş farklıydı. Che Guevara, Küba’nın Sovyetler Birliği’ne bağımlılığına yol açan sebepleri eleştirmişti. Enver Hoca, Kruşçev’in Arnavutluk’u Doğu Bloku için bir meyve tarlasına indirmeye çalışırken Sovyet revizyonistlerine öfkelendi. Hoca, Sovyetlerden ayrıldı ve Arnavutluk için yeni bir yol çizdi. Çinli Maoistler bağımlılığın ve emperyalizmin her biçimini en sert bir şekilde eleştirenlerdi. Bu, Çin-Sovyet bölünmesinin nedenlerinden biriydi. Emperyalistlerin Afrika’ya zarar vermesi için dayattığı uluslararası işbölümü Afrika’ya zarar verdi.

Teknolojik Devrim

Avrupa’nın zenginliğine Afrika’nın katkısı sadece para dönüşlerinden çok daha fazladır. Köle ticareti Afrika’da büyük bir beyin göçünü temsil ediyordu. Bir Afrikalı Yeni Dünya’ya taşındığında, Afrika sadece o köleyi değil, tüm torunlarını kaybetti. Köle ticareti, Afrika için tarihsel oranda bir beyin göçünü temsil ettiği gibi, Avrupa’ya ve diğer emperyalistlere akan zenginlik üzerindeki etkisini de akıllara getiriyor. Avrupa ve diğer emperyalist ülkelerdeki teknolojik devrim ve becerilerin geliştirilmesine Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın sömürülmesi önemli rol oynadı.

“Sömürge sistemi, emperyalizmin metropoliten kesimleri içindeki teknoloji ve becerilerin hızla gelişmesine izin verdi. Aynı zamanda, kapitalist firmanın ve emperyalizmin modern organizasyon tekniklerinin bir bütün olarak detaylandırılmasına izin verdi. Aslında, sömürgecilik, kapitalizme ek bir yaşam kredisi verdi ve kapitalizmin beşiği olan Batı Avrupa’nın varlığını uzattı.”  (175)

“Afrika sömürgeciliğinden gelen kârlar, bilimsel araştırmaları finanse etmek için her kaynaktan elde edilen kârlarla karıştı. Bu genel anlamda, kapitalist toplumun bu yüzyıldaki refahının araştırma için daha fazla paranın boşa harcamasına izin verdiği doğrudur. Emperyalist dönemde kapitalizmin gelişimi, kapitalist metropollerdeki emeğin, bilimsel araştırmanın işbölümünün ve aslında en önemli kollarından biri olduğu bir noktaya doğru bölünmeye devam etmesi de doğrudur. Avrupa toplumu, hükümetler, ordular ve özel kapitalistler tarafından öncelik verilen bir duruma yönelik geçici, kişisel ve hatta tuhaf bir mesele olarak bilimsel araştırmadan uzaklaştı. Bu yönde gelişim için finanse edildi ve yönlendirdi. Dikkatli inceleme, finansman kaynağının ve araştırmanın yönlendirildiği yönün sömürge durumundan büyük ölçüde etkilendiğini ortaya koymaktadır. Öncelikle Avrupa’ya Afrika’dan getirilen kârların yatırım yapılabilir fazlalıkları temsil ettiğini hatırlatmak gerekir… Sömürgelerden edinilen bu yatırım fonları, metropoldaki pek çok sektörde yayıldı ve sömürge ürünlerin işlenmesiyle hiçbir ilgisi olmayan endüstrilere faydalı oldu.” (174)

Emperyalist ülkeler, Afrika’yı ve dünyanın diğer bölgelerini sömürgeleştirmeye başladığında, büyük bir bilimsel ve teknolojik devrime doğru yola çıktılar. Bununla birlikte, Afrika’dan gelen değer, emperyalist ülkelerin gelişimine katkıda bulundu. Etki, teknolojik ilerlemeye yönelebilecek ve yüksek kapitalizmin ileri organizasyon tekniklerini mükemmelleştiren daha fazla değer ve zamanın gelmesi idi. Böylece Avrupalıların ve Amerikalıların keşfinin tekerlekleri, Afrika kanı ile yağlanmıştı. Avrupa’nın “ilerlemesi” git gide büyüdü.

Emniyet Sübabı

Sömürge ve yeni sömürge dünyası, dünya sisteminde önemli bir işleve hizmet etti. Sadece emeğin ve kaynağın ana kaynağıydı, aynı zamanda bir tür güvenlik sübabı olarak da hizmet ediyordu. Sorunlar, Asya, Afrika ve Latin Amerika’ya kaydırılabilir, böylece emperyalist topraklarda toplumsal düzen işlerliğini sürdürebilirdi:

“Sömürgeciliğin son birkaç on yılında, sömürge sahipleri kriz zamanlarında kapitalizme emniyet subabı olarak sömürgeciliği kullandı. Bunun sergilendiği ilk önemli olay, 1929-34’teki büyük ekonomik bunalım dönemindeydi. Bu dönemde Afrika’da zorunlu emek artmış ve Afrikalıların ürünlerine ödenen fiyatlar azaltılmıştır. İşçilere daha az ödenmiş ve ithal edilen mallar çok daha fazla maliyete neden olmuştu. Metropoliten ülkelerdeki işçiler çok acı çekti. Ancak sömürgeciler, depresyon yüklerini Avrupa’dan ve sömürgelere atmak için ellerinden geleni yaptı … sömürgelerin emperyalist ülkeleri kurtarması gereken ikinci önemli olay, son dünya savaşı sırasında yaşandı. Daha önce de belirtildiği gibi, Afrika halkının büyük fedakarlıklar yapması ve emperyalist ülkeye az maliyetle hayati hammadde tedarik etmesi gerekiyordu. Afrika’nın askeri önemi de belirleyiciydi.”  (195-196)

Yükü sömürge ve yeni sömürge dünyasına kaydırarak, emperyalistler karşıt çelişkilerin emperyalist ülkeler içerisinde ortaya çıkmasını önledi. Kapitalistlerle emperyalist ülkelerin işçileri arasındaki çelişki, uzlaşmaz çelişkiden, uzlaşır çelişkiye dönüştürülmüştü. Nihayetinde emperyalist işçi sınıfının, emperyalist burjuvaziden işlevsel olarak ayırt edilemez hale gelmesine neden olan buydu. Onlar emperyalist burjuvazinin bir parçası haline geldiler. Bunu mümkün kılan şey, genel olarak Afrika’nın ve Üçüncü Dünya’nın sömürüsü ve baskısıdır. Yurtdışındaki emperyalizm, emperyal ülkelerde toplumsal barışla sonuçlanır.

Sosyal Demokrasi ve Burjuvalaştırma

Afrikalıların emperyalistlerce büyük bir şekilde sömürülmesi, daha sonra Avrupalılara ve diğer emperyalistlere fayda sağlayan yöntemlerle değer yarattı. Afrikalıların aşırı sömürüsü, Afrika’nın kendi içinde, Afrika’da çalışan bir Avrupalı sınıfının ortaya çıkmasına yol açtı, ancak yine de kolonizasyondan fayda sağlandı. Bu yerleşimci işçi sınıfı, çoğunlukla sömürülen süper sömürüden büyük fayda sağladı; işçi aristokrasisine Afrikalıların sırtlarında girdiler. Aynı etki küresel ölçekte görüldü. Avrupa ve emperyalist ülkelerdeki işçiler sıklıkla süper kârların çoğunu şişirilmiş ücretler ve sömürülenleri durduran diğer yararlar şeklinde aldılar; proleter olmaktan vazgeçtiler, devrimci bir özne olmaktan çıktılar.

“Avrupa’daki ve Kuzey Afrika’daki işçilere ödenen ücretler, karşılaştırılabilir kategorilerdeki Afrika işçilerine yapılan ücretlerden çok daha yüksektir. Enugu’daki Nijeryalı kömür madenciliği yer altı çalışması için günde bir şilin ve yüzeydeki işler için günde dokuz pens kazanılırdı. Böyle acı bir ücret, İsviçreli veya Alman bir kömür madenciliğinin ötesine geçebilir; bu da, Alman madencisinin bir saat içinde kazandığı para Enugu madencisine bir hafta boyunca ödenen paraya eşitti. Aynı eşitsizlik liman işçileri içinde de var olmuştur. Büyük Amerikan nakliye şirketi Ferrell Lines’ın kayıtları, Afrika ile Amerika arasında hareket eden yük yükleme ve boşaltma harcamaları için 1955 yılında beşte altısının Amerikan işçilerine, altıda birinin Afrikalılara gittiğini gösteriyor. Yine de, her iki uçta yüklenen ve boşaltılan kargo miktarı aynıydı… Buradaki nokta, sadece Afrikalı işçilerin sömürü oranının ne kadar fazla olduğunu göstermektir.”  (150)

Afrika emek gücü ve doğal kaynakları, Afrika’da yaşayan Avrupa ve diğer emperyalist yerleşimciler için sosyal demokrat reformların finanse edilmesinde kaynak olarak kullanıldılar. Sömürge ve yeni sömürge ülkeler orantısız bir şekilde Afrikalı olmayan insanlara sosyal hizmetler tahsis ettiler. (206-207) Devlet Afrikalı olmayan insanlar için daha fazlasını sağladı: hastane, su ve sağlık hizmetine, elektriğe, eğitime, daha fazla erişim sağladılar vb. Bu, Afrika’daki emperyalist nüfus için daha büyük bir yaşam standardı anlamına geldi.

Örneğin: “Cezayir’de bebek ölüm oranı, beyaz yerleşimciler arasında 1.000 doğumda 39 idi; Ancak Cezayirin kasabalarında yaşayanlarda 1000 canlı doğumda 170’e çıkıyordu. Pratik anlamda, tıbbi, doğum ve sanitasyon hizmetlerinin hepsinin yerleşimcilerin esenliğine yönelik olduğu anlamına geliyordu.”(207)

Yerleşimciyle Afrikalı arasındaki yaşam biçiminin bu farklılığı Afrika’da tekrarlanmaktadır. (208) Emperyalist yerleşik nüfusla ve yerli Afrikalı nüfus arasında büyük bir karşıtlık vardı. Afrika’daki emperyalist yerleşimci işçi sınıfının, aşırı sömürülen Afrika meslektaşı ile birlikte olmaya çok fazla ilgi göstermediği çok iyi bilinen bir şeydi. Afrika’da yaşayan beyaz işçiler, kendi emperyalist burjuvazileri ile Afrika işçilerinden daha fazla ortak oldukları emperyalist sistemden çok yarar gördüler. Sömürüden vazgeçildi ve nihayetinde burjuvazinin kendisinin bir parçası oldular.

Benzer bir süreç küresel düzeyde gerçekleşti. Avrupa ve Kuzey Amerika’nın sosyal demokrasileri ve liberal kapitalizmi, Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın zapt edilmesi sürecinde inşa edildi ve korundu. Ve bu sadece emperyal yönetimine doğrudan katılan ülkeler değildi. “[Emperyalizm] tüm kapitalist ulusların katılımını sağladı. Bu nedenle, herhangi bir kapitalist ulusun sahip olduğu bir sömürgenin olmaması, metropol kapitalizminin arka bahçesi olan sömürge ve yarı-sömürge dünyayı sömürme ve meyvelerinden faydalanması için bir engel teşkil etmiyordu. “Başka bir deyimle, İsveç gibi ülkeler emperyalizme her daim doğrudan dahil oldukları için, diğer emperyalist güçlerle olan ilişkileri nedeniyle bu ilişkilerden dolaylı olarak yararlanmaktadırlar. (190) Emperyalizmin ve Birinci Dünya’nın faydalandığı şeylerin tamamından Birinci Dünya işçi sınıfı, yüksek geliri, ucuz emtiaları, sosyal demokratik menfaatleri, refah güvenliği ağı vb. Yararlanarak, Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın sömürülmesine dayanarak iyimser bir burjuva haline gelerek çok daha fazla yarar sağladı . Rodney, Birinci Dünya işçi sınıfının burjuvalaşmasını kabul etse de, sorunun büyüklüğünü anlamıyor. Rodney, yaptığı çalışmalarında Üçüncü Dünya görüşlerine işaret ediyor olsa da, Birinci Dünya’daki çalışan burjuvazi ile Üçüncü Dünya çalışanları arasındaki imkansız bir uyumun hala varlığını sürdürdüğünü iddia ediyor. Rodney, Birinci Dünyacı dogmadan tamamen kurtulamıyor. Tipik Birinci Dünyacı tarzda, Afrika ile dayanışma eksikliğini, Yanlış Bilince ve Birinci Dünya çalışanlarının eğitim eksikliğinden kaynaklandığını belirtiyor. (199-200) Öncü Işık Komünizmi’ni atlamak mümkün değildir. Rodney’in yazdığı 1972’de bu yanlış haklı olabilirdi, ancak bugün düşünen bir kişi, Birinci Dünya çalışmalarının tamamıyla gerici bir doğaya sahip olduğunu söylerse yanlış yapmaz.

Üretici Güçler Teorisi

Rodney’in Birinci Dünyacılık üzerine olan başarısızlığı, çalışmalarındaki başka bir problemle bağlantılıdır. Rodney, Marks’ın üretim biçimlerinin evrimine ilişkin modelini eleştiriyor, büyük ölçüde bu model Marks’ın Batı Avrupa analizinden türetilmiştir. Yine de Rodney, Üretici Güçler Teorisine, teknolojik determinizme ve Marks’ın eserlerinin revizyonist okumalarında vurgulanan amacı olan bilgiye son veremiyor. Her ne kadar Rodney aksini belirtse de, az gelişmişliğin belki de en önemli kısmının sanayileşme ve teknoloji eksikliği olduğunu düşünüyor gibi görünüyor. Rodney’in yaşadığı zamandan bugüne  giderek daha fazla sanayi üretiminin Üçüncü Dünya’ya taşındığını gördük.. Günümüzde az gelişmişlik sanayileşme ile eşitlenmemelidir. Günümüzde Üçüncü Dünya’nın büyük bir kısmı son derece sanayileşmiş durumdadır. Öyle bile olsa, Üçüncü Dünya nüfusu bu sanayileşmeden en az yararı görüyor. Değer akışı halen Üçüncü Dünya kitlelerinden uzak durmaktadır. Ayrıca, Birinci Dünya sanayisizleştirilmeye başladı. Yönetim, dağıtım ve hizmetlerde giderek daha çok Birinci Dünya insanı istihdam edilmektedir. Tükettiklerinden çok azını üretiyorlar. Birinci Dünya ekonomileri dev “alışveriş merkezleri ekonomileri” dir. Alışveriş merkezinde insanlar istihdam edilmektedir. Mallar ve hizmetler değiş tokuş edilir. Yine de hiçbir üretim devam etmiyor. Giysilerini Macy’nin arkasında üretmiyorlar. Alışveriş merkezinin işlev görmesine izin veren değer, Üçüncü Dünya’da alışveriş merkezinin dışında üretiliyor. Bazı Üçüncü Dünya ekonomileri çeşitlendirilmiş olmasına rağmen, hala emperyalistlere hizmet etmek üzere yapılandırılmışlardır.

Bizim Dünyamız

Dünyamız Rodney’in dünyasından farklıdır. Yine de pek çok benzerlik var. Dünyadaki zengin ve fakir ülkeler, sömürücü ve sömürülen ülkeler olan Birinci ve Üçüncü Dünyalar arasında hala büyük bir ayrım var. Bununla birlikte, bu bölünme her zamankinden farklı formlar almaktadır. Asya, Afrika ve Latin Amerika, çoğunlukla emperyalistler tarafından kontrol edilmektedir. Üçüncü Dünya’daki insanlığın büyük çoğunluğu Birinci Dünya’nın artıklarından dolayı zorlukla hayatta kalmaktadır. Üretim daha çok sosyalleşmiştir. Dünyanın farklı taraflarındaki insanlar aynı üretim sürecine dahil olabilirler. Gittikçe daha fazla küreselleşme var. Yine de dağıtım hala özel ve adaletsizdir, Birinci Dünya ülkeleri Üçüncü Dünya üretiminden faydalanırlar. Üretici güçler zamanla artar. Bununla birlikte, Üçüncü Dünya’daki insanlığın büyük çoğunluğunun temel ihtiyaçları karşılanmıyor. Marks’ın,  “filozoflar yalnızca dünyayı yorumladılar, aslolan onu değiştirmektir” ünlü sözünü hatırlamak gerekiyor. Dünyayı anlamak, gerçek değişime doğru ilk adımdır. Bilimsiz, uygulama kördür. Rodney’in çalışmaları, bazı kusurları olmasına rağmen, çoğunlukla güncelliğini korumaya devam ediyor. Bu Marksizme halen önemli bir katkıdır. Bu yolculuğa devrimci bilimin liderliğinde, dördüncü aşamaya başlamak için iyi bir yerdir, Öncü Işık Komünizmi.

Kaynaklar:

Rodney, Walter. How Europe Underdeveloped Africa. Washington, D.C.: Harvard University Press, 1981.

Review of Walter Rodney’s How Europe Underdeveloped Africa Part 3/3

Etiketler: ,

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.