Halid Barakat: Ahmad Saadat’a Özgürlük Kampanyası

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Merkezi Enformasyon Departmanı, uluslararası Ahmad Saadat’a Özgürlük kampanyasının koordinatörü, yazar Halid Barakat yoldaşla kapsamlı bir siyasi röportaj gerçekleştirdi. Röportajda, Filistin siyasi mücadelesinin mevcut durumu ve Filistin’deki ve Filistin diasporasındaki gelişmeler de dâhil olmak üzere, bir dizi mesele ele alındı. Aşağıda, Halid Barakat yoldaşla yapılan röportajın ilk kısmını yayınlıyoruz:

-Filistinli 18 aylık bebek Ali Davabşe’nin diri diri yakılıp şehit olmasının ardından işgal altındaki Batı Şeria’da ve anavatanın her yerinde tansiyon yüksek. İsrail’in suç işlemeye devam ettiğini görüyoruz ama aynı zamanda Filistin Yönetimi ile düşman arasında, devam eden siyasi toplantıları ve güvenlik toplantılarını da görüyoruz. Bunlardan en sonuncusu Amman’da Saib Erekat ve Silvan Şalom arasında gerçekleşti. Düşmanın siyasi davranışlarını ve Filistin Yönetimi liderliğinin performansını nasıl değerlendirebiliriz? Filistin ulusal güçlerinin ne yapması gerekiyor?

Bugün gerekli olan şey, dün de gerekli olan şeydir: parçalanmaları ve Filistin davasına müdahale etme girişimlerini bir tarafa bırakmak ve derhal, düşmanla karşı karşıya gelip onun planlarına ve politikalarına engel olmak için sahada operasyonel ve siyasi birliğe ulaşmak üzere çalışmak. 31 Temmuz günü şafak vaktinde bebek şehit Ali Davabşe’nin yakılmasını, Kalandiye mülteci kampında şehit Muhammed Ebu Latife’nin katledilmesi, balıkçıları ve çiftçileri hedef alacak şekilde Gazze Şeridi’nin neredeyse her gün bombalanması, tutsaklara yönelik kolektif cezalandırmaların getirilmesi, Müslüman ve Hristiyanların kutsal mekânlarına, özel olarak Mescid-i Aksa’ya saldırılar düzenlenmesi ve Lübnan ve Suriye’ye uzanan diğer suçlar öncelemişti.  Bu, yerleşimci-sömürgeci bir istilacı olarak Siyonist düşmanın doğasına içkin olan bu suçların niteliğini yansıtıyor. Bu varlık, bu devlet, ancak suçlu ve katil olabilir ve her zaman öyle olmuştur. Ve buna karşı halkımızın fedakârlıklarının düzeyine ulaşacak birleşik bir siyasi ve eylemci yanıt gerektiriyor.

Ben bunu, FKÖ ve Filistin Yönetimi liderliğinin bu olayları, halkımız uğruna savaşmak için değil, kendi müzakere pozisyonlarını geliştirmek ve ayrıcalıklarını korumak için istismar ettiğini bilerek söylüyorum. Özel olarak Fetih hareketi, ulusal sorumluluğunu yerine getirmeli ve ulusal mücadeleyi ve onun tarihsel rolünü pazarlık konusu yapmamalıdır; bunu da mücadeleyi sürdüren birimlerine yönelik bir eleştiri olarak görmemesi gerekir. İşgali ve yerleşimcileri yenilgiye uğratacak tek şey silahlı halk direnişidir, başka bir şey değil.

Filistin topraklarının ve kutsal mekânların korunması ve Filistinli gruplar tarafından ayrı ayrı açıklamalarda savunulan Filistinli haklarının geliştirilmesi, öncelikle tüm yurtsever güçlerin sorumluluklarını ve vazifelerini yerine getirmek üzere birleşmesini gerektirir. İşgalciyle ve yerleşimci sömürgecilerin suçlarıyla yüzleşmek ve onlara yanıt vermek, bir eylem planının ve birleşik bir stratejinin parçası olmalıdır.

-Genel Sekreter Ahmad Saadat yoldaş, hapishane yönetiminin onu aile ziyaretlerinden alıkoyan kararını geri çekmemesi halinde açık uçlu açlık grevine gitme tehdidinde bulundu ve FHKC’nin Hapishane Kolu, lideriyle birlikte böyle bir açlık grevine katılma isteğini ifade etti. Saadat daha sonra Nafha hapishanesine nakledildi ve şu anda hem Nafha hapishanesinde hem de bütün hapishaneler çapında kaynayan bir gerilim durumu var. Bu gelişmeleri nasıl takip etmeliyiz? Özellikle işgal altındaki Filistin’in dışında atılabilecek adımlar nelerdir?

Yoldaş Saadat, geçmişte pek çok vesileyle yaptığı gibi, bilinen ve sezilen bir fikirle, yaşanan şeye – Siyonist hapishane yöneticilerinin vahşi saldırılarıyla karşı karşıya olan tutsakların en temel haklarına el konulmasına – ışık tutma düşüncesiyle durgun suya bir taş atıyor. Açlık grevi, bir esirin amacına erişmek için bütün yolları tükettikten sonra başvurduğu nihai bir silahtır. Önemli olan, kolektif olarak tutsakların, ulusal tutsaklar hareketinin, bu hareketin liderliğinin ve sağlam çekirdeğinin taleplerinin gerçekleşmesidir. Buradaki mesele basit bir haktır: aile ziyaretleri, bir tutsağın temel bir hakkıdır. Filistinli ailelerin, tutsakların ailelerinin, eşlerinin, çocuklarının ve torunlarının kolektif olarak cezalandırılmasını meşrulaştırabilecek bir insan vicdanı yoktur.

Bizim, vazifemizi yerine getirmemiz ve Filistin düzeyindeki, Araplar düzeyindeki ve uluslararası düzeydeki kurumlara, Filistinli tutsaklar hareketinin taleplerini ileriye taşımak üzere işgalciye ve onun kurumlarına karşı geniş bir baskı yapmaları için tüm imkanlarımızı organize etmemiz gerekiyor. Herkesin kendi sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor. Taleplerin belirlenmesinde son söz, İsrail hapishanelerindeki yoldaşlara ve kardeşlere aittir; mücadelenin niteliğini, ayrıntılarını ve zamanlamasını en iyi belirleyebilecek olan onlardır zira bu konuda en bilgili olanlar ve duruma en yakından aşina olanlar onlardır.

-Gazze hâlâ büyük bir yara. Savaşın arkasından enkaz yerinde duruyor; sınır kapıları devamlı olarak kapalı, daimi bir abluka var ve yeniden inşa süreci işlemiyor. Aynı zamanda siyasi anlaşmaların Gazze’yi bütün halkımızın işgale karşı yürüttüğü mücadeleden koparması, uzun süreli bir sükûnetle direnişi tasfiye etmesi yahut halkımızın acıları üzerinden şantaj ve tehditlerde bulunması yönünde korkular var.  Bu pozisyonları nasıl görüyorsunuz ve Gazze’deki halkımıza bu tür komploların karşısında durmaları için ne tavsiye ediyorsunuz? 

Gazze Şeridi’ndeki halkımız, bizden gelecek tavsiyelerden ziyade, bizim ulusal düzeyde, mücadeleyi ve onların kanı ve acılarıyla elde edilmiş kazanımları koruyacak pozitif bir ortam sağlamamıza ihtiyaç duyuyor. “Yeniden inşa” çağrılarının, düşmana ve hasım güçlere, bombalar ve katliamlar yoluyla iradelerini dayatmayı başaramadıktan sonra çimento, ilaç ve gıda üzerinden kendi iradelerini dayatmak için faydalanacakları bir siyasi şantaj projesine dönüştürülmesini kabul etmemek gerekir. Bir kez daha söylemek gerekirse, Filistinli seçkinler, siyasi partiler ve siyasi güçler, rollerini halkın fedakârlıkları ve taahhütleri düzeyine yükseltmeli ve halkın ulusal birliğe ulaşılması talebini tereddüt etmeksizin ve gecikmeksizin yerine getirme yönündeki ulusal sorumluluklarına sahip çıkmalıdır. Ulusal birliğe giden yolu ona ulaşmak isteyenler bilir, arkasında hiçbir siyasi irade olmaksızın boş ve sahte sloganlar üretenler değil.

İhtiyaç duyulan şey, her bir bölgedeki ortamın ve niteliğin ve halkımızın koşullarının gerektirdiği şekilde düşmanla karşı karşıya gelme durumunun kalıcı hale getirilmesidir. Halk sınıflarının ve yoksullarının direncini güçlendirmek, anayurdun hem içinde hem de dışında bulunan mülteci kamplarında onların seslerini yükseltmek ve kazanımlarını korumak gerekiyor. Resmi Arap rejimlerinden ve öncelikli olarak Mısır devletinden, halkımızın üzerindeki ablukanın kaldırılması için harekete geçmesini istemek gerekiyor. Yeni bir politik ortamın yolunu açan, birleşik bir Filistinli duruş gerekiyor. Bütün halkımız, neyin gerekli olduğunu biliyor.

Son tahlilde, şunu söylememiz gerekiyor: Düşmanla çatışmanın neredeyse bütün bedelini ödeyen Filistinli halk sınıfları, kanlarının, fedakârlıklarının ve mücadelelerinin boşa harcandığını, kazanımlarının politika pazarında alınıp satıldığını yahut bölgede kendi özel ekonomik ve siyasi çıkarları için yarışan güçler ve ülkeler arasında kaybolduğunu görmek istemiyor. Abluka, siyasi taviz verilmeksizin kırılmalıdır. Bu, Gazze Şeridi’ndeki direnişle ve halkımızla sınırlı olmayan, Filistinlilerin, Arapların ve bütün dünyanın çok ciddi bir sorumluluğudur.

Yüzyılı aşkın militanlık, mücadele ve her daim fedakârlığa hazır olma durumu bizlere ilerleme, değişim ve kurtuluşun tarafı olarak yoksul ve ezilen sınıfların öncüsü rolünü sağladığı ölçüde,  kendileri için el koyup tekellerine aldıkları Filistin siyasi karar mercilerinin tepesinde oturan geleneksel gerici güçlerin haklarımızı pazarlık konusu yapmaya ve taviz vermeye her daim hazır olması karşısında da, deneyimlerimiz doğrultusunda bir o kadar hazırız.

Gerçeklik şu ki halkımız, ulusal kurtuluş safhasının anlamını ve gereksinimlerini neredeyse içgüdüsel olarak anlıyor ve biliyor. Ulusal birlik bütün durumlarda aynılık ve mutabakat anlamına gelmez;  gerçekte uyum, her ne kadar bunların devrimci öncü işlevi görmesi beklense de, salt “fraksiyonların” oluşturduğu birlikten çok daha geniş bir ulusal hareket içinde, geri dönüş ve kurtuluş mücadelemiz bağlamında çeşitlilik anlamına gelir. Fraksiyonlar sadece bunun devrimci öncülüğünü yapabilir. Halkımız bu denklemi gayet iyi anlıyor ve her zaman “liderliklerinin” çok ötesinde bir noktada durdu; biz ise her zaman başta bulunan bir “paşalar”, “liderler”, “şeyhler”, “babalar” ve geleneksel liderlik grubunun lanetiyle karşı karşıya olduk.

Düşmanla sözde “uzun vadeli ateşkese” veya “müzakerelere” ve benzeri anlaşmalara bel bağlamak ve tüm bu “inisiyatiflerle” tek taraflı olarak ilgilenmek, yalnızca düşmana fayda sağlayan sefil seçeneklerdir. 1948’den beri bu tür inisiyatiflerden bir tanesi bile başarılı olmamış ve halkımıza bir fayda sağlamamışsa, bugün neden öyle olsun? Bu, Filistin sahnesindeki siyasi parçalanmanın eşiğinde daha da doğrudur.

Bu tür davranışlar her zaman, halkımızın acısını hafifletme amacıyla rasyonalize edilir. Gerçekte ise bu tür “inisiyatifler” yalnızca acıyı ve azabı daha da uzatır: ister kasten böyle olsun, isterse de düşmanın doğasının, pozisyonlarının ve siyasi koşullarının hatalı şekilde anlaşılmasının sonucu olsun. Yanılsamalara dayanmak bizi kaçınılmaz olarak, eşit derecede felaket getiren sonuçlara götürür.

-Peki ya El-Fetih ve Hamas arasındaki uzlaşı? Özellikle en geniş Filistinli hareketleri tartıştığımız zaman, bu analizin ışığında bunu nasıl anlamalıyız?

 

El Fetih’in ve Hamas’ın bu sözde “bölünme”yi bitirmesini engelleyen şey siyasi seçenekler, negatif pozisyonlar, her iki hareketin kendine meşruiyet kaynağı olarak aldığı bölgesel ve uluslararası destekçilerin düşünceleri ve onların Filistin Yönetimi içinde bir partner rolü oynama ısrarıdır. Bölgesel ve uluslararası güçlerin takipçisi veya onların hizmetinde bir araç olmayı, hatta küçük hissedar olmayı kabul eden herkes, tarihin ve halkımızın karşısında bunun sonuçlarına katlanmalıdır.

Halkımız, bütün referansların üstünde bir referanstır. Ve biz “hiçbir ses Filistin halkının sesinden daha yüksek değildir” dediğimiz zaman, bu slogan demokratik özünden ve içeriğinden boşaltılıp, “seçim meselelerini çözme” ve Filistin davasını zayıflatacak şekilde Filistin Yönetimi’nin rollerini ve fonksiyonlarını El Fetih ve Hamas arasında bölüştürme çağrısına indirgenmemelidir. Bütün ulusal güçlerin, özellikle de radikal solun ve Halk Cephesi’nin ulusal birliğe erişmek ve bilinci ve umudu yükseltmek üzere yeni bir gerçekliği empoze etmek için, Filistin içinde ve sürgün olunan bütün ülkelerde kitlesel halk örgütlenmesine dayalı daha geniş bir programa girişmesi gerekir.  Davamızın durumu absürd haldedir ve hepimizi mahkum etmektedir; bu durum uzun sürmemelidir, zira bir tarihsel sorumluluk döneminden, acı ve kan döneminden geçiyoruz.

-Halk direnişi, özellikle Batı Şeria’da büyük tehditlerle karşı karşıya; Kudüs’teki “gençlik hareketi”ne çok az destek var ve Filistin Yönetimi’nin müzakerelere bel bağlama yönündeki daimi politikası, işgalciyle devam eden güvenlik işbirliği ve siyasi tutuklamaları nedeniyle ulusal kurtuluş projesinin altı oyuluyor. Filistin siyasi sistemine el konulmuş, davamız küçük düşürücü müzakere ve anlama dosyalarına bölünmüş durumda. Alternatif nedir?

Eğer düşmanın hareketlerini izler ve Herzliya strateji konferansında konuşulanları ve Siyonist güçler tarafından sunulan vizyonları okursak, Siyonist düşmanın Filistin Yönetimi’ne hiçbir şey vermek istemediğini, bir yanılsama bile vermek istemediğini kolaylıkla anlarız. Siyonist düşman, Batı Şeria’yı ve Kudüs’ü “İsrail Toprağı”nın ayrılmaz parçası olarak görüyor; onlar için orası  “Judea ve Samara.” “İsrail” liderleri bugün barışı, Beytüllahim, Ramallah, Nablus ve öteki şehirlerde ortak sanayi bölgelerinin kurulması ve Filistinli kapitalist komprador tabakayla ilişkilerin güçlendirilmesi olarak görüyor. Bu yüzden de Filistin direnişi, ikili bir görevle karşı karşıya: bir yandan düşman ve yerleşimciler için caydırıcılık oluşturmak, diğer yandan da güvenlik ve ekonomi düzeylerinde Siyonist düşmanla işbirliği yapan Filistinli sınıf için caydırıcılık oluşturmak. Bu mücadeleler çok önemlidir ve iç içe geçmiştir: ve işgal altındaki anayurttaki halkımız için yeni bir mesele de değildir.

İşgal altındaki Kudüs’teki ve Filistin Yönetimi tarafından kontrol edilmeyen diğer bölgelerdeki halk hareketi, içeriden, kendi kendine yeter şekilde gelişmeye ihtiyaç duyuyor ve fraksiyonlar tarafından kontrol altına alınmaya veya yönetilmeye ihtiyaç duymuyor. Mücadele etmek isteyen herkes, boş ve açık bir alanın karşısında duruyor. Mücadelemizi sürdürmek ve düşmanla açık çatışma, kitlelerle düşman arasında –genellikle düşman lehine – bir bariyer gibi duran Filistin Yönetimi’nin güvenlik rolünün ve ekonomik ve siyasi rolünün prangalarının atılmasını gerektirir.   Sahada, Filistin Yönetimi’nin kontrolünün olmadığı yerlerde, Filistin direnişi daha iyi örgütlenebilir, eyleme geçebilir ve hareket edebilir haldedir.

Bu açıdan, direnişin yaratıcı biçimlerinde bir yenilenmenin olduğu, günümüzün genç Filistinlilerinin oluşturduğu yeni nesil tarafından yapılan çalışmaların ve yazılan makalelerin halk direnişi biçimlerini ve mevcut zorlukları ele aldığı dikkate alınmalıdır. Entelektüel ve kültürel kurtuluş projesinin eşlik etmediği bir siyasi kurtuluş projesi olamaz.

-Tekrar soruyoruz, bugünkü koşullar altında devrimci alternatifin gerçekleştirilmesi ihtimali nedir? 

Demokratik devrimci alternatif sorusunun cevabı, meydanlarda, sokaklarda, üniversitelerde, sendika ve hapishanelerde doğar, sadece temenni ve hayalle inşa edilmez. Oslo çizgisiyle kopuşu gerçekleştirecek, Filistin ulusal hareketinin “sivil toplum kuruluşları” olarak bilinen kurumlara bıraktığı rolü ve yerini yeniden kazanacağı ve mülteci kamplarının (halk kesimleri) önderlik edip karar mercii olduğu yeni bir dönemi tesis edecek, sürekli devrimsel bir altüst oluşun kaçınılmaz olduğu anlamına gelir.

Düşmanla olan savaşımız uzun ve zorludur ve önümüzdeki on yıllar boyu sürecektir. Yeni kuşağın görevi de önceki kuşaklarla iletişim kurmak, onların deneyimlerini okumak ve o deneyimlere yaslanıp yeni mücadele deneyimini inşa etmektir. Devrimci demokratik alternatifle ilgili toplu sorunun cevabı ancak toplu bir şekilde yanıtlanabilir. Devrimci demokratik alternatif, bir örgütün kararı, deklarasyonu ya da çağrısı ile doğmaz, dilimizi mükemmelleştirmek için ne kadar uğraşırsak uğraşalım… 

-Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) gerçekliği nedir bu günlerde? Karşı karşıya kaldığı zorluklar nedir? Onu reforme etme, yerine ve rolüne geri dönmesini sağlama imkânları nedir? 

FKÖ’nün liderliği bugün halkımızın beklenti ve amaçlarını karşılamıyor. Üstelik bu liderliğin duruşu ve davranışı halk kitlelerimiz için bir endişe kaynağını oluşturuyor. FKÖ, ilk fedailerin gerçekleştirdiği tarihsel ve büyük bir başarıdır ve FKÖ, onu kendi ellerinde tekelleştirenlerden geri alınmalı ve hem iradesi hem de kararları özgürleştirilmelidir. Aynı zamanda, farklı fikri ve siyasal yönelimleriyle istisnasız tüm ulusal direniş güçlerini saflarında içermelidir. Bizim arzuladığımız FKÖ, mültecilerin dönüşü, kurtuluş ve başkenti Kudüs olan tüm Filistin ulusal toprağı üzerinde inşa edilecek demokratik bir Filistin’i kurmak için tüm ulusal hakları hayata geçirecek ulusal birlik cephemiz olan bir FKÖ’dür. Bu alanda rekabet etmek isteyenler de buyursun. 

-Yasama meclisindeki milletvekili, eylemci Halida Carrar’ın ve daha önce 25 milletvekilinin kaçırılması, işgalcinin uluslararası topluluğu dikkate almadığını ve uluslararası kanunları açık bir biçimde ihlal ettiğini gösterdi. Dünya özgürlük mücadelecilerinin geniş bir dayanışmayı hayata geçirmiş olmasına rağmen, BM başta olmak üzere tüm uluslararası toplumda Carrar ve diğer milletvekillerinin tutukluluğunun sürdürülmesi yankı bulmadı, bu konuyu gündemleştirmek için nasıl bir baskı oluşturmalıyız?

Carrar’ı Ramallah’tan Eriha’ya uzaklaştırma hamlesi düşman kurumlarının da itiraf ettiği gibi boşa çıktı. Düşman başarıya ulaşsaydı bu, siyasi anlamda tehlikeli bir ilk olacaktı. Filistin lideri Carrar ile ulusal ve uluslararası dayanışma gerçekliği belirgindi ve işgalcinin tüm hesaplarını alt üst etti. Zorunlu uzaklaştırma kararını kıracağımızdan herhangi bir kuşkumuz yoktu. Keza, işgal altındaki topraklarda ulusal mücadeleler, Cephe’nin siyasi tutumu, dünya çapında kadın ve erkek milletvekilleriyle gerçekleşen onlarca görüşme, birçok dayanışma elçisinin ziyareti ve tüm bunların yanında bir günlük halk ziyaret merkezine dönüşen, bu konu için özel olarak kurulmuş eylem çadırı işgalciyi, verdiği bir aylık süreye rağmen kararın boşa çıktığını itirafa sürükledi. Başka bir tabirle, işgalcinin kararı düştü.

Tutuklama ya da kaçırma aynı bağlamdaydı, amaç işgalcinin uzaklaştırma konusundaki başarısızlığının üstünü örtmektir. Yoldaş Carrar’a yöneltilen suçlamaların listesi incelendiğinde işgalcinin ne yaptığını bilmediği ve onu itham edecek herhangi bir şeye haiz olmadığı anlaşılıyor. Suçlamalar öncelikle işgalcinin aczini gösteriyordu. Yabancı basın ve hatta İsrail basınında, “Carrar davası”nın ele alınış biçimini dalgaya alan bir dizi makale ve yorum yayınlandı. Aynı zamanda onlarca parti, delege, parti ve sendika lideri ve itibarlı kişi bu ithamları ve işgalcinin davranışını kınadı. 

-Son dönemlerde Siyonist işgalci, ona karşı yapılan boykot kampanyalarının silahlı direniş güçlerinin vuruşları kadar tehlikeli olduğunu itiraf etti. Bu kampanyaların yükselme nedeni nedir? İşgale büyük kayıplar verdirmesinin ve işgalin milyon dolarlar harcayarak bunun karşısında durmasının altında yatan nedenler nedir?

Silahlı mücadele kadar işgali acıtan, korkutan ve gücünü tüketen hiçbir şey yoktur. Fakat ekonomisini ve imajını sarsan başka şeyler var ki bazen gerçek silah kadar önemli olabilir. Burada Siyonist devleti tam kuşatma altında alacak ekonomik, siyasi, akademik ve kültürel bütünsel boykotu kastediyoruz. Keza Siyonist düşman yalnızlaşmaktan korkuyor ve boykotun özü de yalnızlaştırmadır; işgalciyi reddetmek ve normalleşmesini engellemektir. Bu “suç ve ceza” mantığıyla yürütülen bir girişim, böyle sürekli suç işleyen ülkeler cezalandırılmalı. 

Öte yandan Uluslararası Boykot Hareketi, işgal devletinin mahiyetiyle ilgili birçok soruyu ortaya çıkartıyor; kuruluşu, geleceği, doğası ve rolü. Siyonist devletin liderlerinin korku kaynağı ve onların bu hareketin karşısında, stratejik bir tehlike olarak durmasının nedeni de budur. Bunun için işgalci, -bir tek onun kullandığı terimle- “İsrail’i meşruiyetinden mahrum bırakma” savaşına milyon dolarlar yatırıyor. 

İşgalci, boykot kampanyalarının “yasak üçgen”e yayılmasını engellemede başarısız kaldı: üniversiteler, sendikalar ve kiliseler. Bu kurumlar, Yahudilerin Almanya’da maruz kaldığı soykırımın düğümüne yaslanarak Siyonist hareketin tehditleri ve manipülasyonuna maruz kaldığı için sahip olduğu birçok devasa yatırımla -sosyal güvenlik sandıkları ve yatırım banka hesapları aracılığı ile- Siyonist devlete maddi ve siyasi bir destek sunuyordu ve ona bütünsel bir korunaklılık sağlıyordu. Bugün bu kurumlar bölünmüş ve bazıları boykota destek verme konumuna gelmiş durumdadır. Elbette bu kurumlar homojen değil ama özellikle genel toplantıları ve rutin kongrelerinde “Filistin taraftarları” ile “İsrail taraftarları” arasında tartışmalar ve politik çatışmalar yürüyor. Bazen gerekli sayıda oy toplayamayıp başarıya ulaşamıyoruz ama Filistin’in bu kurumların gündemine yerleşmesi Siyonist devlet için büyük ve dayanılmaz bir kırılma olarak görünüyor ve o yüzden bu konu stratejik ve hatta varoluşsal bir mesele olarak değerlendiriliyor. 

Her zaman hatırlamamız gerekir ki tüm bu başarıları şehitlere, halkımızın acıları ve fedakârlığına ve başta silahlı direniş olmak üzere halk direnişine borçluyuz. Çünkü halklar, sessiz ve boyun eğmiş bir kurbanla dayanışmaz çünkü sessizlik ölüm demek halkların nezdinde. Halklar her zaman kendi hakkı için savaşan, haykıran, kendini savunan ve isyan edene destek verir. 

Aynı zamanda insan vicdanı, Siyonist düşmanın Filistin’de işlediği cinayet ve yıkımın fotoğrafları karşısında sessiz kalamaz. Birleşmiş Milletler yetmiş yıldan bu yana sessiz kalma suçunu işleyerek bu suçlara ortaklık yapıyor. Fakat dünya özgürlük hareketleri, demokratik ve ilerici güçleri, halk hareketleri, öğrenci hareketleri ve feminist hareketler, sendikalar ve tüm dünya özgürlükçü hareketleri bu suçların karşısında sessiz kalmıyor çünkü onların hesapları devletlerinin hesaplarından farklıdır.

Son olarak, Siyonist düşman -nükleer silahlar dışındaki- elindeki tüm yüklü cephanesini halkımıza karşı kullanmıştır. 

-Fransa Arap Corc İbrahim Abdallah’ın (*) tutukluluğunu sürdürüyor. Sizce onunla dayanışma kampanyası ve serbest bırakılması için ne yapılmalı? 

Yoldaş Corc Abdallah ile dayanışma kampanyası sürüyor. Beyrut’ta yaşayan ailesi, bazı arkadaşları ve Filistinli ve Lübnanlı kuruluşlar tarafından yürütülüyor. Yalnız bu kampanya Lübnan hükümeti, esas parti ve siyasi akımları ve –ne yazık ki- Lübnan ve Filistin direniş güçlerinden destek almaksızın yürüyor. Fakat özellikle Fransa’nın Toulouse ve Marsilya kentlerindeki etkinlikler devam ediyor ve yakın zamanda panel ve hapishane önünde yürüyüş dizisi örgütledik.

Bunun yanı sıra, 2005’ten bu yana yürütülen, FHKC genel sekreteri Ahmad Saadat ile dayanışma kampanyası, Fransa’da, ABD’de, Kanada’da, Filipinler’de, Kolombiya ve başka ülkelerde Arap olan ve olmayan politik tutsakların arasında dayanışma kurarak, halklarımızın emperyalizme, ortak düşmanımıza karşı mücadelesini birleştirirken halkların ortak kaderini hatırlatmak ve Kanada, Avustralya, yeni Zelanda ve ABD’den Filistin ve Güney Afrika’ya kadar yerli halkların, toprağın asli sahiplerinin sömürgeciliğin ve yerleşimci sömürgeciliğinin güçlerine meydan okuyan seslerini yükseltmek amacıyla çalışıyoruz.

(Birinci bölüm bitmiştir)

(*) Lübnan Silahlı Devrim Birlikleri’nin lideri.

Kaynak: Filistin Halk Kurtuluş Cephesi

Etiketler: ,

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.