Türkiye ve Kürdistan üzerine çalışan Rus Komünist Maksim Lebski Röportajı

WARNING: unbalanced footnote start tag short code found.

If this warning is irrelevant, please disable the syntax validation feature in the dashboard under General settings > Footnote start and end short codes > Check for balanced shortcodes.

Unbalanced start tag short code found before:

“ karşısında Putin’i destekleyen oligarklar Silovikilerin”

1. Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz? 

Sıradan bir işçi aileden geliyorum. Çocukluğumdan bu yana tarih ve felsefeye ilgi duyuyorum. Rus üniversitelerinden birinden Tarih Bölümünden mezun oldum. Tez çalışmamın konusu Kürdistan İşçi Partisi Tarihi’ydi. Kürt sorunuyla karşılaşmam doğu ülkelerindeki ulusal kurtuluş hareketlerine yönelik yaptığım bir araştırma sayesinde oldu.

Öğrencilik yıllarımda sol hareket içerisinde faaliyette bulundum. Fakat şimdi ideolojik planda kendimi partisiz komünist olarak tanımlıyorum. Eleştirel bir biçimde ele almakla birlikte, kendimi “üçüncü dünya” ülkelerinin ulusal kurtuluş hareketlerinin tarihsel geleneğine yakın hissediyorum. Asıl çalışma alanım ise Türkiye sol hareketi ve Kürt direnişidir. Bu konularla ilgili çeşitli makalelerimin yanı sıra iki de kitap çalışması yaptım.

2. Rusya’daki politik gelişmelerle ilgili bize biraz bilgi verir misiniz? 

Rusya dünya kapitalist sistemi içerisinde çevresel konumda bulunan ülkelerden biridir. Siyasal olarak ise SSCB dönemiyle bugünkü pazar ekonomisinin gereklerinin ilginç bir karışımıdır. Rusya’nın Siyasal rejimiyle ilgili birçok tartışma vardır. Kimileri, sadece biçimsel anlamda demokrasi olduğunu savunurken, kimileri de “otokratik” bir rejim olarak tanımlamaktadır. Bana göre ise asıl olan öncelikle Rusya’daki siyasal rejimin özünü doğru anlamak ve isimlendirmeyi de buna göre yapmaktır. Doksanlı yılların başında Rusya’da kapitalist restorasyon gerçekleştirilirken parti devlet aygıtında yer alan bazı gruplar burjuvalaştılar. Ekonomide oligarşik klanlar hâkim hale geldiler ve devlet elinde bulunan toplumsal mülkiyeti kendi aralarında paylaşarak talan ettiler. Doksanlı yıllarda siyasal yapı son derece istikrarsızdı, zira toplumsal yaşamın her alanında çöküş yaşandığı bir ortamda kuruldu. Çeçenistan’a karşı savaş açıldı. Rusya’da toplumsal çürümenin en üst düzeyde yaşandığı dönem bu savaş sürecine olmuştur.

Bu denli istikrarsız bir sistemin varlığını sürdürebilmesi için stabilize edilmesi gerekiyordu. Bu stabilizasyon süreci arkasındaki güçlerle birlikte Putin tarafından gerçekleştirildi. Putin’in başkanlığa aday olması oligarklar ve bazı güç odaklarının anlaşması sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. Doksanlı yılların başında generaller ve diğer güvenlik birimlerinde, ülkenin ve ordunun çöküşüyle birlikte büyük bir moral kaybı hâkimdi. İlk Çeçen Savaşı’nın kaybedilmesi, oligarklara Rusya’nın ciddi bir parçalanma ve güç kaybıyla karşı karşıya olduğunu gösterdi. Bu süre zarfında aklı başına gelen güç odakları iktidardan ve mülkiyetten daha fazla pay istemeye başladılar. Bunun karşılığında ise Çeçenistan olayının yarattığı riskleri ortadan kaldıracakları vaadinde bulundular. Bu bağlamda İkinci Çeçen Savaşı’nın başlamasıyla, Putin’in iktidara gelmesinin aynı dönemde olması bir rastlantı sonucu değildir. Çeçenistan’daki savaşı kazanmak Putin’in ilk aşamadaki ana görevi olmuştur.

Berezovskiy**https://tr.wikipedia.org/wiki/Boris_Berezovskiy/** karşısında Putin’i destekleyen oligarklar Silovikilerin** silahlı kuvvetlere ve FSB’nin yanısıra diğer güvenlik teşkilatlarına mensup insanları kapsayan, “güç adamları” anlamına gelen grup./** ve onlara sadakatle bağlı oligarkların gücünü ve etkisini büyük ölçüde hafife aldılar ki bunun bedelini daha sonra ödediler. Putin iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra ilk iş olarak siyasi iktidara talip olan bir kısım burjuvayı tasfiye etmekle işe başladı. Geri kalan klikler ise oyunu yeni kurallara göre oynamayı kabul ettiler. Büyük bir kaynağın varlığı farklı klikler arasında yapay bir denge oluşturulmasını sağladı. Kendi aralarındaki çelişkilerde temel arabulucu pozisyonunda olan Putin zamanla gücüde eline alarak başkan oldu.

Bu sürecin sonunda Rusya’da parlamento ve mahkemelerin egemen sınıfın diktatörlüğünü perdelediği,  kendine özgü korporatif  tipte oligark bir kapitalizm oluşturuldu. Ekonomik krizin başlaması ve petrol fiyatlarındaki düşüş ile birlikte Rusya’da aslında hiç yaşanmayan “istikrar dönemi” de sona ermiş oldu. Yukardaki tabloya ek olarak, oligarkların petrol ziyafetinden artakalanları metropollerdeki orta sınıfa attığını da akılda tutmak gerekiyor. Ülkedeki insanların büyük çoğunluğunun yaşamında bir iyileşme olmadı, aksine sürekli aşınma ve Sovyetler döneminden kalan sosyal haklarda (Eğitim, sağlık vb.) kesintiler yaşandı.

Krizin aktif büyüme durumunda olduğu günümüzde, iktidarlar gündemi dış politika haberleriyle meşgul etmeye çalışıyorlar. Rusya’da bu süreç genel olarak üç kaynak üzerinden şekilleniyor 1. Ukrayna 2. Suriye 3. ABD ile ilişkiler. Bu üç temel başlık dışında dönemsel olarak farklı gündemlerde kullanılmaktadır.

3. Novorossiya (Donbass, Lugansk) Halk Cumhuriyetlerinde son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Dışardan değerlendiren biri olarak çok detaylı analizler yapma iddiasında değilim. Ancak birkaç temel nedenden dolayı eleştirel yaklaşıyorum. Bizzat bölgede bulunan kişilerin gerçekte bölgede ne olduğuna ilişkin daha yerinde tespitler yapacağı kuşkusuz. Fakat medyadan takip edebildiğimiz kadarıyla bu cumhuriyetlerde şu ya da bu ölçüde Rusya’nın toplumsal sisteminin yerel bir örneğini inşa ederek oligarşik bir rejim inşa edilmeye çalışılıyor.

Türkiye’den birçok yoldaş sıklıkla Donbass’daki durumla ilgili olarak sorular soruyor ve aralarında birçoğunun daha ileri bir toplumsal form oluşturmak yerine, Rusya’nın oligrarşik rejiminin yerel bir formunun oluşturulduğunun farkında oldukları görülüyor. Bölgede neler yaşandığına ilişkin kimi bilgi eksiklikleri var buna bağlı olarak yanlış anlamalar söz konusu oluyor. Bu vesileyle bu güncel olaylarla ilgili kendi görüşlerimi dile getirmek istiyorum.

Rusya’nın 2014 baharında yaşanan olaylara doğrudan müdahalede bulunduğu artık herkesçe bilinmektedir. Bakın Sterlkov, grubuyla birlikte önce Kırım’a müdahale etti ardından ise bir müfrezesiyle birlikte Güney Doğu Ukrayna’ya geçti. Aynı yılın Nisan ayında Sterklov, Slavyansk kentinde iktidarı aldıklarını ve bu kenti Donbass’a dâhil ettiklerini açıkladı.  Bu andan itibaren DHC ve LHC ile Ukrayna arasındaki silahlı çatışmalar gerçek anlamda başlamış oldu.

Sterklov ’un Rusya Federal Güvenlik Servisi’nden (FSB) emekli bir albay olduğunu hatırlatmak isterim.  Kremlin’in Donbass’da da Kırım’da gerçekleştirdiği senaryonun aynısını uygulamaya çalıştığı açık. Ancak Donbass’da henüz Kırım’daki düzeyde bir hâkimiyet oluşturamadığını da belirtmek gerekir. Bölgede yaşanan olayların tek başına Rusya’nın kurguladığının anlaşılmasını istemem. Kaldı ki Rusya bölgedeki olayları yaratacak maddi ve ideolojik güçten yoksundur.

Bölgedeki olaylar esasen Kiev’de hükümeti ele geçiren sağcı rejime karşı başını gençliğin çektiği görkemli bir halk direnişidir. Bu durum görkemli halk hareketinin ilk aylarına damgasını vurmuştur. Dönemin videolarında ve haberlerinde sağcı Ukrayna hükümetine ait tankları engellemek için sokağa çıkan silahsız binlerce insanı görmek mümkün. Böyle bir kalkışmayı herhangi bir gücün kurgusu olarak değerlendirmek kabul edilemez. Kısacası olaylar kendi gerici rejimini empoze etmeye çalışan Kiev hükümetine karşı gelişen bir halk direnişi biçiminde ortaya çıkmıştır. Bu olayların bir boyutu, diğer bir boyut ise bölgede bağımsız hükümet kurulduğu andan itibaren Ukrayna ve Rusya’daki kliklerin savaşına dönüşmesi. Süreci bu aşamadan itibaren Rusya yanlıları ve karşıtları arasındaki çatışma olarak ifade etmek mümkündür. Bu tanımın koşullu olduğunun altını çizmek isterim. Kısacası Yanukoviç karşıtlarına karşı sert bir savaş içindeyken oligarklar iktidarı ele geçirmiştir. Çatışmalar tarihsel ve kültürel farklılıklar temelinde gelişerek, Doğu, Merkez ve Batı Ukrayna olarak şekillendi. Arapsaçına dönen ilişkiler sonucunda iç savaş patlak verdi.

Ardından Rusya bölgede yerel iş elitleri ve Kremlin yanlılarının yoğunlukta olduğu bir rejim inşa etmeye çalıştı. Bugün bu planın büyük oranda gerçekleştirilmiş olduğunu görüyoruz. Donbass’daki emekçileri örgütleyecek ve mücadelelerini doğru hedeflere yönlendirecek bir sol yapı oluşturulamadı. Hayalet Tugay isimli içinde komünistlerinde yer aldığı örgütün bu konuda girişimleri oldu, fakat bu yapıda artık dağılmış durumda. LHC ve DHC’lerine yönelik eleştiride bulunan tüm komutanlar bir şekilde tasfiye edildi. Sol yapılar bu savaşta kaybeden taraflardan biri oldu. Henüz resmi anlamda tanınmayan bu cumhuriyetlerin geleceğini şimdiden kestirmek güç, ancak görünen o ki yeni bir devrimci kalkışmaya kadar Rusya’ya bağımlı ve ayakları havada bir yapı olarak kalacak.

4. Rojava ve Suriye deki süreçle ilgili ne düşünüyorsunuz? 

Rojava Devrimi’ne karşı büyük bir sempati duyuyorum ve orada inşa edilmeye çalışılan toplumsal modeli destekliyorum. PYD’nin demokratik konfederalizm önerisinin Suriye’deki iç savaşın kesin bir biçimde sonlanmasını sağlayacak tek proje olduğunu düşünüyorum. Bu projenin ilk adımı Rojava’daki federatif yapıdır. Sonrasında ise ülkenin geri kalan kısımlarında benzer bir inşa sürecine gidileceğini düşünüyorum. Fakat bunu başta Esad olmak üzere, Baas rejiminin kabul edeceğini sanmıyorum. Sonuna kadar iktidarlarını korumak için çabalayacaklardır. Esad iktidarı politik olarak iflas etmiş durumda ve gelecekte sorunların çözümü için bir çözüm programına sahip değil. Suriye yakın doğuda üç farklı toplumsal modelin çatışma sahası durumundadır. Bu modellerden birincisi Sykes-Pickot anlaşması ardından inşa edilmiş olan üniter ulusal devlet modelidir. Günümüzde bu devletlerin kâğıttan kuleler gibi yıkıldıklarına tanık oluyoruz. İkinci model radikal selefiler tarafından inşa edilmeye çalışılan teokratik sunni devlet modelidir. Çok uluslu ve çok dinli bir yapıya sahip coğrafyada bunun felakete yol açacağından söz etmeye bile gerek yok. Bugün gözlerimizin önünde Palmira antik kentinde eserlere bile tahammül edemeyerek yok eden DAİŞ’in zafer kazanması durumunda bölgedeki diğer halkları ve dinsel inanışa mensup insanları tümden imha etmeden durmayacağı kesin. Şengal’de Ezidilere karşı giriştikleri jenosit bunun en açık göstergelerinden biri. Bölgede üçüncü ve bana göre en doğru perspektife sahip toplumsal model ise Abdullah Öcalan’ın önerisiyle inşa edilmeye çalışılan demokratik konfederalizmdir. Bu modelin özünde yakın doğudaki bütün etnik gruplara ve dinlere eşit haklar ve fırsatlar sunan bir yapı inşa etmek yatıyor. İlk örneği Rojavada atılan öz yönetim modeli bağımlı kapitalist ülkelerin tamamına ve yakın doğudaki kör düğüme gerçek bir çözüm sunuyor.

5 . Rojava ve Suriye’de Rusya’nın tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Rusya, ABD ve Arap monarşilerinin aksine Esad rejimini destekliyor. Günümüz Rusya’sı Suriye’yi bir müttefik olarak Sovyetler birliğinden devraldı. Soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği İsrail ve ABD karşısında Baas’cı rejimleri destekledi. Suriye’deki Baas rejimi de soğuk savaş kalıntısıdır ve bölgede Rusya’nın askeri koruması altındaki son müttefiktir. Bu nedenledir ki Rusya Esad’ı sonuna kadar destekleyecek ve her türlü yardımı sunacaktır. Fakat bu baştan kaybetmeye mahkum bir bahistir, Rusya bölgedeki Arap Baharı öncesi dengeleri bozan gelişmeleri doğru anlamış gözükmüyor. Rus diplomasisi olayları önceden okuyarak pozisyon alamadığı için başarısız olmuştur.

6. Rojava’da ki oluşum Rusya’da nasıl yorumlanıyor?

Rus medyasında Kürtlere dair olumlu haberler ve yorumlar var fakat esasta Rusya’nın amacı Rojava’yı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak. Sovyetler Birliği zamanında Kürtlerin yakın doğudaki yeri ve pozisyonunu anlamalarını ve buna göre tutum almalarını sağlayacak Kürtçe bilimsel bölümler vardı. Fakat Rusya’nın günümüzde bu tarz kurumlara sahip olduğu söylenemez. Bunun bir kanıtı da geçenlerde yapılan Astana görüşmeleri oldu. Bu arada görüşmelerde ilgi çeken başka bir şey de Suriye krizine dair yapılan toplantılara ilk defa beş yıldızlı otellerdeki temsilciler değil bizzat cephelerde savaşan askeri kişiliklerin davet edilmesi. Rusya yakın zamana kadar terörist olarak nitelendirdiği ve bombaladığı bu güçlerle aynı masaya oturdu. Astana’da temsilci bulunduran Ceyş El-İslam isimli örgütten söz ediyorum. Ahrar El-Şam’da Astana’ya çağrılmıştı fakat bu örgüt toplantıya temsilci göndermeyi reddetti. Rusya Selefiler ve terörist örgütlerle kapalı kapılar ardında görüşürken Kürtleri bunun dışında tutuyor. Sonrada Kürtleri dış işleri bakanlığına çağırarak, kendilerinin bulunmadığı masalarda alınan kararları onaylatmak istiyor. Bu arada Kürtler en az 30-40 bin arasında deneyimli savaşçıya sahip. Şu anda da Rakka’yı kuşatmış durumdalar. Fakat  toplantılar ılımlı denilerek Radikal İslamcılarla yapılıyor. Bu konuda ne söylenebilir ki. Görüşmeler gerçekte Suriye’nin parçalanması durumunda Rusya, Türkiye ve İran’ın rollerini belirlemek amacıyla yapılıyor. Suriye’de yaşayan halkların çıkarları ise hiçbir şekilde göz önünde bulundurulmuyor. Bu bağlamda Kürtleri kültürel özerklik avuntusuyla kapının dışında tutmak mümkün değil. Emperyalist ülkelerin ve Rusya’nın bu politika tarzı yeni bir şey değil.

7. Türkiye’deki siyasal süreç Rusya’dan nasıl görünüyor? 

Bu soruyu yanıtlarken, Suriye krizi öncesi ve sonrası olarak iki ayrı süreci ele almak gerekir. 2000’li yıllar boyunca Türkiye konusu Rus medyasında önemsenen ve ekonomik işbirliği, doğal gaz boru hattının inşası ve benzeri konular bağlamında sıkça işlenen bir konuydu. Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte ilişkiler hızla değişime uğradı. Rusya ve Türkiye karşıt kamplarda yer aldılar ve bu sebeple ilişkiler hızla kötüleşti. Bu anlamda en çok bilinen olay Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi oldu. Bunun üzerine Rus hükümeti Kürt Sorununu da kullanarak Türkiye karşıtlığını hızla yükseltmeye başladı. Türkiye’nin Kürtleri cezalandırma operasyonuyla birkaç kenti kuşatarak haritadan sildiği operasyonu hatırlatmak isterim. Bu konu o zaman Rus televizyonlarında geniş yer buldu. RT (Russia Today) kanalı yıkılan Cizre ile ilgili detaylı bir rapor hazırlayarak Erdoğan’ı sıklıkla faşist olarak lanse etti. Kürtler o zaman iyi müttefiklerdi fakat bu “ittifak” uzun sürmedi. Ağustos 2016’da Petersburg’da Putin ile Erdoğan arasında ilişkilerin iyileştirilmesi ve kriz öncesi döneme çekilmesine ilişkin bir toplantı düzenlendi. Anlaşma diplomatik dilden çevrildiğinde iki ülkenin Suriye krizinin ardından ekonomik ve ticari restorasyon da işbirliği yapmak için anlaşması anlamına geliyor. “Türk Akımı”  boru hattının inşasıyla Türkiye ve Güney Avrupa’ya gaz ihracatı yapılması onaylandı. Bu anlaşmanın ardından Kürt konusu ve Türkiye karşıtlığı gibi konular Rusya resmi haber ajanslarından bir anda kaldırıldı. Bu burjuva iktidarların medya araçlarıyla toplumu manipüle etmesinin klasik örneklerinden biri. Sanıyorum buna benzer bir süreç Türkiye’de de yaşandı.

8. Son olarak eklemek istediğiniz bir konu var mı?

Türkiye’ye dair birkaç şey söylemek istiyorum. Lenin bir yazısında kültürü egemenlerin ve ezilenlerin kültürü olarak iki bölümde ele alır. Benim için iki Türkiye var bir tarafta Erdoğan’ın Türkiye’si diğer tarafta ise Şeyh Bedrettin’lerin, Nazım Hikmet’lerin, Deniz Gezmiş’lerin ve Abdullah Öcalan’ların Türkiye’si. Bu bağlamda Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci hareketlerinin bugün dünyanın en umut verici devrimci hareketlerinden olduğunu düşünüyorum. Ancak Rusya’da ki sol hareketlerin bu durumun farkında olduğu söylenemez. Bu yüzden de bölgedeki gelişmelere çok ilgili oldukları söylenemez. Bu büyük ölçüde Sovyetler birliğinden kalan ve kendi ülkemizi dünya devriminin merkezi olarak görme alışkanlığımızdan kaynaklanıyor. Bu anlayışın nedenlerine ilişkin tartışma genişçe ele alınmayı gerektirdiğinden röportajın sınırlarını fazlasıyla aşıyor.

Hegel’in mutlak tinin, farklı tarihsel aşamalarda, farklı uluslarla somutlaştığı yönünde ilginç bir düşüncesi var. Esasta anti Marksist bir düşünce olarak görülmekle birlikte günümüzü anlamak açısından iyi bir kavram. Bugün devrimci inisiyatifin Yakın doğu ve Latin Amerika halklarına geçtiğini söyleyebiliriz. Şu an bu halklar kapitalist dünya düzenini parçalayacak yeteneğe ve girişkenliğe sahipler. Bu bizim açımızdan korkulacak ya da utanılacak bir durum olmamalı. Aksine bu durumu anlayıp kabul etmeliyiz ve bu bağlamda bu bölgelerdeki devrimci hareketlere nasıl destek sunabileceğimiz üzerinde kafa yormalıyız. Bana gelince Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da ki devrimci hareketlerin Rusya’da tanınması ve dayanışma içinde olunması için çalışıyorum. Açıkçası şu ana kadar yapabildiklerim mütevazı bir katkıdır fakat bu devrimci sürece daha büyük katkılar sunmaya çalışıyorum.

Röportaj: isyandan.org

Etiketler: ,

2 Yorum

  1. Pingback: RUSYA KAPİTALİZMİNİN GELİŞİMİ BAĞLAMINDA SOSYALİST HAREKETİN KRİZİ – abstrakt

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.