Makale, ormansızlaştırma ve bunun toprak erozyonu, hava kirliliği üzerindeki etkilerini, tarım ve hayvancılığa yönelik tehditlerini değerlendirmek için Eko Marksist perspektiften yararlanmaktadır.
1. Giriş
Dünya değişmektedir. Birçok ülke 21. yy’da modernleşmekte ve yeni yaşam biçimlerine adapte olmaktadır. Nüfus artışı had safhadadır ve moderniteyle gelen bütün sosyal, ekonomik ihtiyaçları karşılamak için sürekli bir endüstrileşme ve şehirleşme gerekliliği bulunmaktadır. Hızlı demografik ve teknolojik değişimler çevre üzerinde birçok deformasyona neden olmakta ve bu da birçok bitki ve hayvan türünü yok olmanın eşiğine getirmektedir. Esas olarak, ne pahasına olursa olsun kar peşinde koşanların neden olduğu bu değişimler doğanın ekosistemini bozmuştur.
Çevre sorunları, modern toplumun günlük yaşamının yeni normali haline gelmiştir. Küresel ısınma, çamur kayması, kuraklık, ormansızlaşma, seller – liste bitmez tükenmezdir. Her yıl çevreci kurumlar süregiden çevre bozulmasına ilişkin yeni bulgular ve istatistikler yayınlamaktadır. Bu çevre problemleri asit yağmurları, ormansızlaşma, iklim değişikliği, ozon tabakasının zarar görmesi veya su kirliliği arasında değişim göstermektedir. Bu problemlerin nedeni, kaynakların sahibi gezegeni çok az dikkate alarak (o da eğer gerçekten varsa), endüstrileşme ve insan hayatını geliştirme amacıyla Dünyanın doğal kaynaklarının devam edegelen yağmasıdır. Bu koşullar, bundan kar sağlamaya çalışan kapitalistler nedeniyle çevreyi ve toplumları aşındırmakta, toplum içinde çatışmalara neden olmaktadır. Küresel ya da yerel ölçekteki bu ekolojik çatışmaların meydana gelmesinin nedeni, ekonomik refahın, daha çok, çevrenin sürdürülemez istismarı ile bağlantılı olmasındadır. Bunun bir örneği, kereste elde etmek veya insanlara yerleşim alanı açmak amacıyla hektarlar büyüklüğündeki toprakların ormansızlaştırılmasıdır.
Bu çevre sorunları ve ekolojik çatışmalar, ekonomik gelişmenin çevre ve toplum üzerindeki fiziksel ve sosyal etkisini ölçmek amacıyla, çevre sosyologları dahil değişik sosyal bilimciler tarafından incelenmektedir. Bu araştırmaların yapılmasının nedeni, çevresel etkilerin dünyanın her tarafında hissedilmesi ve koşulların değişmemesi halinde gelecek nesiller için hayatın zor olacak olmasıdır. Bu bakış açısıyla bu makale, Eko Marksist perspektifi, onun temel görüşlerini, çevre konusundaki yaklaşımlarını ve bu konuların toplumun değişik sınıfları üzerindeki etkilerini açıklamaktadır. Eko Marksist bakış açısıyla bu yazı, ormansızlaştırmaya, bunun toprak erozyonu bağlamında dünyaya ve hava kirliliğine olan etkisine ve bitki ve hayvan yaşamı üzerindeki tehditlerine göz atacaktır.
2. Eko Marksist perspektif
Eko Marksizm, anti kapitalist Marksist doktrini ekoloji, anti küreselleşme ve değişik çevre yanlısı politikalarla kaynaştıran politik bir ideolojidir. Eko Marksizm’in doğuşu büyük olasılıkla, ekolojinin sosyal analizlerde kullanılmadığı bilimsel diskurdaki boşluktan kaynaklanmış görünmektedir. Ekoloji tek başına, dünyada daima bir değişim içinde bulunan ekonomik ve sosyal iklimi tamamen anlama ve ortaya dökme kapasitesine sahip değildir. Eko Marksistler, küreselleşme aracılığıyla genişleyen kapitalizmi çevresel yıkım, savaş, eşitsizlik ve yoksullukta temel nedenlerden biri olarak görmektedir (Kovel ve Lowy, 2001). Eko Marksistler, Karl Marks ve onun sermaye eleştirisinden esinlenmiş olsalar da birçok sosyalist politikaya kimi zaman karşı çıkmakta, hareketlerinin dayanağı olarak Yeşil politika programlarını sürdürmektedirler.
a. Kapitalizmin eleştirisi
Ekolojik araştırmanın Marksist düşünce ve eylemle birleşimi olmasından dolayı Eko Marksizm, süregiden çevresel bozulmayı daha çok, yıkıcı ekonomik ve politik sistemin -kapitalizm- bir sonucu olarak görmektedir (Foster ve arkadaşları, 2010). Eko Marksizm’in temel dayanağı, sosyal adaletsizlik ve çevresel yıkımın temel nedenlerinin, her ne pahasına olursa olsun kâra ulaşmanın kutsal bir söz olarak kabul edildiği kapitalist dünya olduğu varsayımıdır. Marks’a göre “emek maddi servetin babası, toprak ise anasıdır”. Marksist düşüncede insan ve doğa servetin yaratılmasında iki temel unsurdur, bu nedenle bu ikisinin de kontrolüne ihtiyaç duyulmaktadır. Eko Marksist görüşe göre proletaryayı hükmü altına alan güçle (kapitalizm) dünyayı hükmü altına alan ve yok eden güç aynıdır ve onun imhası her ikisinin de kurtuluşuna öncülük edecektir.
Bu perspektifle kapitalizmin bir diğer önemli çözümlemesi de onun, doğayı, “diğer”, yani insan varlığının dışında bir varlık olarak ele alması ve kar getiren girişimlerini gerçekleştirmek için istediği gibi harcayabileceği bir promosyon olarak kabul etmesidir. Burkett ve Foster (2006), “kapitalizmin değer hesabındaki hatasının ve değer ile serveti karıştırma eğiliminin, sermaye rejimindeki temel çelişkiler” olduğunu belirtmektedir. Bu bağlamda, Karl Marks, kapitalizmin, doğanın zararına da olsa, değer birikimine dayanan bir sistem olduğunu görmüştür. Foster ve arkadaşları (2010) ürpertici bir şekilde sermayenin doğayla parazitsel bir ilişki kurduğunu ve dünyanın kanının emen bir vampir gibi davrandığını belirtmişlerdir. Kovel ve Lowy (2001) küreselleşmeden kaynaklı olarak kapitalizmin genişlemesinin “şahlanmış endüstrileşme ve sosyal çöküntü ile birlikte” çevresel yıkıma yol açtığını ifade etmişlerdir.
Bu habitatın yıkımına yol açmakta, çevreyi kirletmekte ve toplumları kendi gıdalarını üretme kabiliyetinden alıkoymaktadır. Porritt’e göre (2007) tüm ülkelerde insanlar, “kârı hedefleyen dönüşüm politikaları aracılığıyla her türden doğal habitatı yıkıma uğratmaya devam etmektedirler”. Yakın zamanda eko-kapitalistler veya sürdürülebilir gelişimcilerin sayısında bir artış görülmektedir. Onların amacı aşırılıklarından ve fazlalıklarından arınmış kapitalizmin, devam eden genişlemesiyle birlikte “gezegeni, yine kapitalist genişleme ile oluşan ekolojik yıkımdan” korumaktır (Foster ve arkadaşları, 2010). Bu gibi kişiler -liberal toplumun özünde bulunan- sermayenin süregiden ve sınırsız birikimiyle doğanın korunması arasında bir çelişki görmemektedirler. Bu korumayı, doğayı ve onun yeniden üretimini dikkate alan, yeni bir sürdürülebilir ve genişleyen kapitalizm modeli yaratarak gerçekleştirmeyi amaçlamaktadırlar.
Eko-Marksist John Bellamy Foster‘a göre (2010) “Gerçekte bu bakış açısı, gezegenin kâr için tahribi stratejisinin yenilenmiş bir halinden az fazlasına denk gelmektedir”. Kapitalizmin doğaya olan bu aldırışsızlığı, ticaret analisti Victor Lebow’un, modern zamanları özetleyen şu alıntısında yankısını bulmaktadır: “muazzam derecede büyük, üretken ekonomimiz yaşam biçimi olarak tüketim yapmamızı gerektirmektedir. Bizler giderek artan bir şekilde şeylerin tüketilmesine, yok olmasına, eskimesine, yerine başkasının konmasına ve ıskartaya çıkarılmasına ihtiyaç duymaktayız” (Porritt, 2007).
b. Doğaya yabancılaşma, kendisi ve diğerleri
Eko-Marksist düşüncede, yabancılaşma, mağdur oldukları kapitalizm altında yaşayan insanların birbirlerinden ayrılmasına işaret etmektedir. Bu yabancılaşma, insanların kendi emeklerinin ürünlerinden, doğadan, kendilerinden ve diğer insanlardan uzaklaşması biçiminde gözükmekte (Bottomore ve arkadaşları, 1983) ve bütün bunların kökeninde de kendine yabancılaşma bulunmaktadır. Esas olarak insanlar doğanın, ürettikleri şeylerin parçasıdır (üretilecek maddeler doğadan gelmektedir), diğer insanlar da doğanın parçasıdır, bu nedenle bunlardan ayrı düşmek insan doğamıza ve bir bütün olarak doğaya yabancılaşmadır. Kapitalist bakış açısından işçi sınıfının yabancılaşması bireysel bir problemken, Eko-Marksistler bunu sosyal bir mesele olarak görmektedir. Pepper (2010) şöyle yazmaktadır, “biz şeyleri emek aracılığıyla ürettiğimizden ve şeyleri üretirken kendi doğamızı değiştirdiğimizden emek bu durumda kendimizin yaratılmasının -kendi kendini yaratmanın- aracıdır.” Kapitalizmde işçiler, emekleri aracılığıyla kendi kendilerini ve doğayı değiştiren şeyleri üretirler.
Bununla birlikte düşük ücretler nedeniyle, büyük ihtimalle ürettikleri şeyleri satın alamayacak bir durumdadırlar. Buna bir örnek gökdelenler yapan işçilerin bunlardan birinin içinde yaşayabilecek maddi olanağa sahip olamamalarıdır. İşverenlerin refah içindeki evlerine kıyasla işçi sınıfı, şehirlerin dış eteklerinde ya da tıkış tıkış gecekondu mahallerinde yaşamaya mecbur bırakılmışlardır. Bu bölgeler sıklıkla kötü bir şekilde idare edilmekte, az ya da hiç seviyesinde sağlık hizmetlerine sahip bulunmakta ve düşük gelirli işçilerin büyüyen harcamalarına bir de ulaşım masraflarının eklenmesine neden olacak şekilde şehirlerden uzak bir konumda yer almaktadırlar. Aynı zamanda proletarya sağlıklı bir doğal çevreden de uzaktır (doğaya yabancılaşma). Çünkü onlar işlerine yakın olmak istemekte, zahmet gerektiren doğaya ve sermaye hareketlerine tabi bulunmaktadır. Hayatını sürdürebilme mücadelesinde sermaye, zenginliğinin temel kaynağını -toprak ve işçi- yiyip bitirmektedir (Pepper; 1993).
- Ormansızlaştırma
Ormansızlaştırma, toprağın ormansız kullanıma açılması için dünya ormanlarının ya da ağaçlarının yaygın tasfiyesini ifade etmektedir. Bu alanlar insanların yerleşimi, tarım, hayvancılık veya madencilik için düzenlenmektedir. Ormansızlaştırma birkaç nedenden kaynaklanmaktadır. Birincisi, sürekli olarak vatandaşlarını yerleştirmek için toprak arayan ve mekânsal planlarını yeniden düzenleyen hükümetler üzerinde devam eden nüfus artışının yarattığı baskıdır (Holdgate, 1992). İkincisi ticari çıkarlardır. Bunun çoğunluğu daha fazla ürün almak uğruna birkaç dekarlık alana daha ihtiyaç duyan çiftçilerin tarımsal ihtiyaçları veya besi hayvanların otlatılmasıdır. Diğerleri mobilya ve kâğıt gibi şeylerin yapımı için gerekli keresteyi elde etme amaçlı ağaç kesimi olabilir. Bu süreç içinde ulaşım için yolların yapılması daha fazla ormansızlaşmaya ve çevresel yıkıma yol açmaktadır. Üçüncüsü, ormansızlaştırmanın, karşıt güçler tarafından, savaş sırasında askeri stratejinin bir parçası olarak kullanılmasıdır ve toprağın kurutulması olarak adlandırılmaktadır. Bu doğal yaşam alanlarının tahribi ve ormanları gizlenmek ve kaynaklara ulaşmak için kullanan düşmanın açığa çıkarılması için yapılmaktadır.
a. Tropikal Ormansızlaştırma
İnsanlar ormanları, esas olarak tarım ve hayvancılık için yüzyıllardır tahrip etmektedir. Bu, toplumların göç etmesi veya ormanların büyümesine imkân tanımasıyla, doğanın yeniden kendisini toparlayabildiği şekilde gerçekleştirilmiştir. Fakat modern zamanlarda yağmur ormanları eskiden olduğundan çok daha hızlı biçimde değişime uğratılmakta ya da ortadan kaldırılmaktadır. Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü’ne göre 1980 ve 2000 yılları arasında yok edilen tropikal ormanların büyüklüğü “15.000 x 100 kilometrekareye ya da 1980’deki büyüklüğün %12,5’ine” ulaşmış durumdadır. Fiji, Brunei, Laos gibi ülkelerin büyüklüklerini düşündüğümüzde şoke edicidir. Tropikal ormanların kaybı toprak erozyonu ve toprakta hidrolojik dengesizlikler, bölgenin atmosferik su dengesinin değişimi gibi hava düzenlerini etkileyebilen yıkıcı sonuçlara yol açabilir (Whitmore ve Sayer, 1992). Atmosferik su dengesinin değişimi, küresel ısınmaya katkı sunan atmosfere karbondioksit salınımına yol açabilmektedir. Tropikal alanların ormansızlaştırması uzun zamandır buralarda bulunan değişik bitki ve hayvan türlerini yok etmektedir. Myers’ın (1983) belirttiği gibi “tropikal ormanların yok olmasındaki en büyük sorun bunun, tahmin edilemeyecek boyutta biyolojik çeşitliliğin ortadan kalkmasına yol açtığını söyleyebilmek için hatırı sayılı derecede delil olmasıdır.” Bu, yaşamaya devam eden türlerin, genetik çeşitliklerinin çoğunu kaybederken, yaşamlarını sürdürmede güçlüklere maruz kalması anlamına gelmektedir (Whitmore ve Sayer, 1992).
b.Eko-Marksizm ve Ormansızlaştırma
Kapitalizmin materyalist tarihsel analizini yaptığımızda bireysel tüketicinin mevcut durum nedeniyle suçlanamayacağını söyleyebiliriz. Eko Marksistler üretim biçiminin kendisini, yani “kapitalizmi oluşturan, üretim ilişkileri tarafından belirlenen üretici güçler piramidini” dikkate almaktadır (Pepper, 1993). Basitçe söylersek, kapitalizm altında, doğayla birlikte insanların başkalaşımı çevresel yıkımın temel nedenidir. Kapitalistler doğayı çok az önemseyerek, tarımsal üretimi ve besi hayvancılığını büyütmek ve mobilya ve kereste elde etmek için eşi benzeri görülmemiş boyutlarda ağaç kesmeye devam etmektedir. Bu, doğanın, insanlığa bedava verilen “promosyon” olduğu (Foster ve arkadaşları, 2010) ve bu nedenle ona istediği gibi davranabileceği yönündeki Aydınlanma İdealinden kaynaklanmaktadır.
Bu kafa yapısı bir zamanlar yemyeşil orman olan bölgelerin çölleşmesine ve toz çanakları haline gelmesine yol açtı. Yukarıda belirtildiği gibi ormansızlaştırmanın çoğu tarımsal amaçlarla gerçekleştirilmektedir. Eko-Marksistler, sürekli olarak kısa yoldan voliyi vurmayı amaçlayan ve sonuçta toprağı çorak bir hale getiren kapitalist tarımı irrasyonel bulmaktadırlar (Pepper, 1993). Eko-Marksizm, sermayenin gelecek nesilleri düşünmeksizin ağaçlarla dolu ülkesini sömürdüğü için ormansızlaştırmayı çevresel emperyalizm olarak görmektedir. Zarar gerçekleştiğinde bir sonraki bölgeye geçmektedirler. Eko-Marksistlere göre, iş sözü vererek gelen şirketler, tutumları, “sadece işçileri soymada değil, fakat toprağı soymada da bir ilerleme” anlamına geldiğinden insanları yanlış yönlendirmektedir (Marks, 1976).
İnsanlar evlerini terk etmeye zorlanmakta, işçilere köleler gibi ücret ödenmekte, muazzam büyüklükteki gür ormanlar ve eko sistemler tahrip edilmektedir. Sermayenin birikim ve kazanmak için yeniden yatırıma olan sürekli ihtiyacından dolayı Eko-Marksistler birdenbire türeyen ve kâr için yeniden ormanlaştırmaya yatırım yapmak isteyen eko-kapitalistlere karşı eleştireldir. Eko-kapitalistleri hedef aldığı söylenebilecek bir alıntısında Karl Marks (1976) “toprağın verimliliğindeki belirli süreliğine bir ilerleme, bu verimliliğin kalıcı kaynaklarının imhasına yönelik bir ilerlemedir” demektedir.
4. Sonuç
Doğa insan faaliyetlerinin elinde yok olmaktadır. Ormanlar bertaraf edilmekte, hayvan türleri acı çekmekte ve biyolojik çeşitlilik tükenme tehlikesi altında bulunmaktadır. Sadece kereste değil yanı sıra mineral kaynağı olan tropikal yağmur ormanları en yüksek ormansızlaştırma oranları ile karşı karşıyadır. Bu makale, bir Eko-Marksist’in objektifinden, kapitalist üretimin dünya, işçi sınıfı ve ormansızlaştırma bölgelerinin çevresinde oturan insanlar üzerindeki etkilerini belirlemek için, özelde yağmur ormanlarıyla ilgili olarak, ormansızlaştırmanın sonuçlarını ele almaktadır. Yukarıda belirtilenlerin ışığı altında söylenebilir ki, kapitalizm, temelde birikimle ilgilenen, geleceğini garanti altına almak için elde ettiği bütün kazanımları kullanan bir sistemdir. O, her şeyden önce kâr güdüsüyle yönlendirilen ve emeğe, daha da önemlisi beslendiği Dünyaya zarar verme pahasına bu yolu devam ettirecek olan bir sistemdir. Aynı zamanda ortaya konulmuştur ki, kapitalizm, bir yandan da işçileri Dünyaya, kendilerini yeniden üretmeye ve diğer insanlara yabancılaştırmaktadır. Bütün bunlar işçileri, işverenlerin emirlerini yerine getiren bir alete dönüştürmek gayesiyle yapılmaktadır. Son olarak Eko-Marksizm insanların doğanın, doğanın da insanların bir parçası olduğunu, bu nedenle bunlardan birinin sömürülmesinin, birbirleriyle bağlı olduklarından diğerinin de sömürülmesi anlamına geldiğini vurgulamaya çalışmaktadır.
* Muzomuhle Ntuli. Güney Afrika.
Kaynak: http://www.pambazuka.org/land-environment/eco-marxism-and-deforestation
- Yararlanılan Kaynaklar
Kovel, J; Lowy, M. (2001). An Eco Socialist Manifesto [online]. Available at: https://en.m.wikipedia.org/wiki/Eco-Socialism, 24 Mayıs 2018
Foster, J.B; Clark, B; York, R. (2010). The Ecological Rift-Capitalisms war on the Earth. Monthly Review Press. New York, NY 100001
Porritt, J. (2007). Capitalism-As if the world matters. Earthscan. 8-12 Camden high Street. London
Marx, K. (1976). Capital Vol 1. Penguin Publishers. London
Burkett, P; Foster, J.B. (2006). Metabolism, Energy and Entropy in Marx’s Critique of Political Economy. Monthly Review Press. New York
Bottomore, T; Harris, L; Kiernan, V; Miliband, R. (1983). A dictionary of Marxist thought. Oxford. Blackwell.
Pepper, D. (1993). Eco-Socialism- From deep ecology to social justice. Routledge, London.
Whitmore, T.C; Sayer, J.A. (1992). Tropical deforestation and species extinction. Chapman and Hall. London.
Myers, N. (1983). A wealth of wild species. Westview. Boulder