Gündemdeki bir diğer konu da, Küba, Venezüella ve ALBA’yı savunan, Honduras, Ekvador veya Paraguay gibi ülkelerde darbeci hareketlere karşı çıkan rutin kampanyalar yürüten dünyanın her yerinden ve geniş bir ideolojik yelpazeden, eğer binlerce değilse, yüzlerce entelektüelin oluşturduğu İnsanlığın Savunmasında Entelektüeller Ağı’nın varlığıdır. Değişik politik hareketler arasındaki farklılıkları reddetmeden vurgulamak gerekir ki, karşı karşıya olduğumuz problem ve itirazlar gittikçe artan bir şekilde ortak kavranmaktadır.
Nazemroaya kolay genellemelerle ilgili uyarılarda bulunsa da aşağıdaki gibi geniş kapsamlı olanlarını yapmaya devam etmektedir:
“Latin Amerika’nın komprador elitleri Latin Amerika’yı yüzyıllardır sömüren yabancı şirketlerin, hükümetlerin ve ekonomik hayata hakim grupların yerel temsilcileridir. Bu komprador elitler açık yüreklilikle, bölgeyi kontrol eden dünyanın değişik parçalarındaki değişen güç merkezleri adına Latin Amerika’yı tarihsel olarak yöneten ve onun zenginliğini ve kaynaklarını idare eden “Ev Köleleri” (kölecilik döneminde köle sahibinin evinde kalan ve görece iyi konumundan dolayı bu güç ilişkilerinin devamını arzulayan tarla kölelerinin zıddı durumundaki köleler. çn) ya da ırkçı üst sınıf olarak tanımlanabilirler. Bugün, bölgesel komprador elitler çoğunlukla ABD ile hizaya girmiş olup Miami veya New York’u Karakas ve Quito’ya tercih etmekledir.”
Bu tanımlama hakkındaki ilk yorum bellidir: Eğer Latin Amerika’daki “komprador elitler çoğunlukla ABD ile hizaya girmiş olup Miami veya New York’u Karakas ve Quito’ya tercih etmek”teyseler onlar ABD, NATO ve Avrupa’ya meyletmeyen bir bölgesel entegrasyon sürecinin ardındaki itici gücü nasıl oluşturabilirler. Onlar gerçekten, Nazemroaya’nın ima ettiği gibi bu sürecin arkasındaki itici güç müdürler?
Bunlar bölgenin koşullarını ve bölgedeki değişik ülkelerin belirli özelliklerini anlamayı olanaksız kılan çok genel ve aşırı basitleştirici genellemelerdir. Bu, yeri gelmişken belirtmek gerekirse, bir biriyle işbirliği yapmada şaşırtıcı bir kapasiteye sahip olan ve anahtar meseleler üzerinde ortak uzlaşmalara varabilen bu kadar çok “sol” un neden bulunduğunu açıklamaktadır. Böylesi aşırı basitleştirici genellemeler aynı zamanda, örnek olarak Kolombiya ve Venezüella arasındaki ilişkileri ve FARC-EP ile Santos arasında gerçekleşen Barış Süreci gibi bölge ülkeleri arasındaki uluslar arası ilişkilerin karmaşıklığını anlamayı imkansız hale getirmektedir.
Latin Amerika ve Karayipler’i oluşturan 33 ulus emperyalizme bağımlılıkta ortak bir vaziyet göstermektedir. Fakat onlar aynı zamanda çarpıcı farklılıklar da içermektedir. Bolivya ve Guetemala gibi diğerleri büyük yerli çoğunluklara sahipken Şili, Arjantin ve Uruguay gibi ülkeler Avrupa’nın güçlü kültürel etkisi altındadır. Bazı oligarşiler diğerlerinden daha zengindirler, bazıları ithal ikameci politikaları uygulamak için daha fazla özgürlüğe sahiptirler.
Honduras ve Paraguay gibi bazı ülkeler baskıcı diktatörler tarafından onlarca yıl kaba bir şekilde en üst seviyeden politik az gelişmişliğe maruz bırakılırken, Ekvador veya Uruguay gibi diğerleri göreceli olarak uzun dönemli başarılı reformizm süreçlerinden yararlanmıştır. Latin Amerika dünyanın en eşitsiz bölgesi olsa da bütün ülkeler ve halklar eşit bir şekilde yoksul ve az gelişmiş değildir. Dünya pazarına bağımlı ekonomik eklemlenmenin değişik formları, değişik politik kültürler, değişik sosyal gerçeklikler politik özneler arasındaki farklılıkları açıklamaktadır.
Nazemroaya’nın iddia ettiği gibi “Latin Amerika’nın komprador elitleri Latin Amerika’yı yüzyıllardır sömüren yabancı şirketlerin, hükümetlerin ve ekonomik hayata hakim grupların yerel temsilcileri”midir? Bunun yanında onlar diğer birçok şeydir. Onlar Batının çok uluslu çıkar grupları ile yerel pazarlar arasında aracıdırlar, fakat birçok durumda kendi çıkarlarının oyuncularıdırlar. Dünyanın en zengin adamı Meksikalı Carlos Slim örneğini bir düşünün bakalım. Santos tarafından temsil edilen Kolombiyalı finans kapitalistlerini veya Brezilya oligarşisinin sektörlerini de düşünün. Sosyalizmden ve en ilerici politikalardan endişe duymaktadırlar, fakat aynı zamanda karlarının havada uçup yok olmasına yol açacak sosyopolitik çöküş olasılıklarından da korkmaktadırlar. Birçok durumda, gazeteleri rutin bir şekilde bu hükümetler üzerine öfkelerini boşaltsa da ilericilerin ve radikallerin politikalarını istemeyerek kabullenmek zorunda kalmaktadırlar.
Daha iyi bir politik referans çerçevesinin yokluğunda Nazemroaya Latin Amerika solu hakkında James Petras’ın tipolojisine el atmaktadır –ABD-Amerikan toplum bilimcisinin en zayıf entelektüel ürünlerinden biri. Bu tipoloji ile Petras gibi başka türden bir keskin analist, mücadelelerinin somut koşullarından bağımsız olarak, devrimci değerlerin küçük yıldızlarının diğerlerinden daha fazla sevdiği hareketlere Batılı bir cazibe ile dağıtılmasına karşı koyamaz. Gerçek dünyadaki sosyal dönüşümlerin çok sayıdaki gerçek meydan okumalarını ve politik iktidarın fiili sınırlarını anlama kapasitesine sahip olmayan Petras romantize edilmiş devrimci ideallerini değişik hareketler ve konular üzerinde tasarlamaktadır. Bu hareketler gerçek yaşamda Petras’ın istediği gibi davranmayınca, ya terk edilmekte ya da “satıldı” şeklindeki küçük düşürücü yorumlarla aşağılanarak tekmelenmektedir. Her türden bir sosyalist projenin hayat bulması için ulus yaratma sürecinin değerini anlamaktan açıkça aciz olan Petras, işçi sınıfı yığınları ne kadar azimle desteklerse desteklesin Peronizm gibi hareketleri reddetmektedir.
Petras’ın “radikal sol”, “pragmatik sol”, “pragmatik neo-liberaller” ve “doktriner neo-liberal rejimler” arasındaki şematik ayrımları gerçekle yüzleştiğinde ciddi derecede kusurlu olmaktadır. Eğer FARC Venezüella’daki PSUV ile aynı koşullarda olsaydı kesinlikle aynı biçimde davranırdı. Gerçekte FARC, Venezüella’da Bolivarcı Devrimi desteklemekte ve onun ilham kaynağı gücünü, yani Simon Bolivar’ın mirasını paylaşmaktadır.
Brezilya’da Topraksız İşçiler Hareketi İşçi Partisi’ne (PT) kritik bir destekte bulunmaktadır. Topraksız İşçiler Hareketi Lula’nın ve Dilma Roussef’in partisinin tarıma dayalı kalkınma stratejisini haklı olarak eleştirirken, bir yandan da oligarşinin her düzlemde hatırı sayılır bir gücü elinde bulundurduğu uçsuz bucaksız bir ülkede PT hükümetinin, diğer politik güçlerle olan ittifakı nedeniyle karşılaştığı değişik kısıtlılıkları da anlamaktadır. Onlar aynı zamanda neo-liberal sağın iktidara tekrar gelmesi durumunda neler olabileceğini de çok iyi bilmektedir.
Arjantin’de Cristina Fernández’i “pragmatik neo-liberal” olarak adlandırmanın, oligarşinin en saldırgan ve ahlaksız destabilize edici politikalarına her gün maruz kalan ilerici bir hükümetle sorumsuz bir dayanışma eksikliği anlamına geleceğinden bahsetmesek bile dosdoğru bir hakaret olduğunu teslim etmek gerekmektedir. Herhangi bir neo-liberal rejim asgari ücreti ve emekli aylıklarını yükseltmez, eğitim koşullarını geliştirmez veya yoksullukla mücadele etmez ya da Arjantin’in yaptığı gibi IMF’ye “Güle güle” demez.
FMLN gelecek seçimleri kendi adayıyla kazanma yolundayken aynı durum El Salvador’daki Mauricio Funes hükümeti için de geçerlidir. Süreçleri ve güçlerin toplanmasını ayırt etme kabiliyetinden yoksun Petras/Nazemroaya gibi dogmatik analistler her yerde sadece hainleri, ihanetleri ve kapitalistleri görmektedir. Petras’ın analizlerinin yüzeyselliği, kolaya kaçarak adını anmadığı, kooperatiflerin ülkenin milli gelirinin % 40’ını ve iş gücünün de % 70’ini oluşturduğu Nikaragua gibi ülkelere geldiğinde düpedüz kötü bir inanç halini almaktadır.
2008’in ortalarına dönecek olursak, en başta Noam Chomsky olmak üzere sol kanattan önde gelen bir grup, FSLN’nin eski lideri Dora Maria Tellez’in gerçekleştirdiği açlık grevini destekleyen bir mektup kaleme aldılar. Tellez, içinde bulunduğu MRS ittifakının seçim yasasına uygun davranmadığı gerekçesiyle o yılın kasım ayında gerçekleştirilecek belediye seçimlerine alınmamasını protesto ediyordu. Bu nedenle Noam Chomsky ve saygı duyulan diğer entelektüeller kendi entelektüel yönetici sınıflarının vefa ve dayanışmasını göstererek onun adına konuştular.
Gerçekte, ortaya çıktığı gibi, MRS, vakit kaybetmeksizin Nikaragua’nın yolsuzluğa bulaşmış aşırı sağ kanat partisi PLC ile seçim ittifakına girdi. Parlamenter dokunulmazlığını bugüne kadar milyonlarca dolarlık banka dolandırıcılığı suçlamasından kaçınmak için kullanan gerici bankacı Eduardo Montealegre’yi desteklemek için birlikte kampanya yürüttüler. Açıkça MRS, Noam Chomsky ve arkadaşları entelektüelleri, 2008 pandomiminde Tellez’i desteklemelerini sağlayarak aldatmış oldu, zira bu entelektüeller Nikaragu’daki politik gerçeklikler hakkında hiçbir fikre sahip değildiler. MRS’nin Managua’daki ABD elçiliğine sadakatinden şüphe duyanlar, yakın zamanda WikiLeaks tarafından ifşa edilen bazı diplomatik yazışmaları okumalıdırlar.
Bu özel vaka tek başına, Kuzey Amerika ve Avrupa’da entelektüel üretimi belirleyen yönetici sınıfın zarif projelerine dayanmanın tuzaklarını ortaya koymaktadır. Bu nedenle Nazemroaya Latin Amerika ile ilgili yakın zamanda yazdığı makalesinde James Petras’ı teorik referans noktası olarak gösterdiğinde gerçeği ayırt etmek için onun iddialarına aşırı bir kuşku içinde bakmak gerekmektedir. James Petras ve arkadaşlarının tipik ihmalleri arasında Nikaragua, yokluğuyla anlaşılabilir bir şekilde öne çıkmaktadır.
Onlar hala IMF borçlarının kıskacı altında bulunan bir ülkeyi görmekte, fakat bu ülkenin bu borçlara daha az bağımlı hale geldiğini görmemektedir. Onlar belirli bir ülkenin tarım ihracına dayandığını görmekte, fakat bu ülkenin ekonomisini nasıl dönüştürdüğünü ve bu ihracata nasıl daha az bağımlı hale geldiğini görememektedirler. Kapitalistleri ve Devlet Kapitalizmini görüp “Neoliberalizm! Ekstraktivizm (“Kazıp çıkarmacılık”, “hafriyatçılık” olarak çevirisi yapılabiliyor. Doğal çevreden ağaç, maden gibi ham maddelerin çıkarılmasına dayalı ekonomik gelişme yöntemi ç.n.)” diye ağlamakta, ama bir ülkenin üretici güçlerini geliştirebilecek işleyen bir alternatif dahi sunmamaktadırlar. Ya da bu alternatiflerin söz konusu hükümetler tarafından fiilen uygulandığını gördüklerinde “Yeterli değil” diye bağırmaktadırlar.
Devrimlere uyarlanan eski bir Latin Amerika deyişi vardır: “Bir kadına uzaktan bakmak kolaydır, fakat ileri gidip onunla konuşmak oldukça farklı bir hikayedir”.
Latin Amerika’daki gelişmelerin yüzeysel ve saygısızca ele alınışları iki grup sorun oluşturmaktadır. Birincisi, Washington, özellikle bu dönemde Latin Amerika’ya karşı kıtasal boyutta faşist bir haçlı seferi ile angaje olmuşken pratik dayanışmayı daha zor kılmasıdır. İkinci grup problemler ise dünyanın herhangi bir yerinde Kapitalizmin ötesindeki yeni projeler için önemli olan Latin Amerika deneyimi ile ilgili hayati önem taşımaktadır.