Brezilya ve Güney Afrika’da ki hareketlerin sosyoekonomik beklentilerinin karşılanmaması ve Hindistan’daki patlayıcı büyümeye yakıt olsa da bu hareketlerin ortak özellikleri paranın demokrasisine boyun eğdirmeleridir.
Son zamanlardaki sosyal hareket dalgasının büyük kısmı neo-liberalizm ve güvencesizliğe karşı gerçekleşti. Arap Baharı’ndan, İşgal Et hareketlerinden, Şili’deki eğitim sistemi karşıtı öğrenci protestolarını, değerlendiren yorumcular Polanyi-vari bir neoliberal küreselleşme karşıtı hareketler dalgası tespit ettiler.
O halde eğer insanları, ekonomik koşullar kötüleştiğinde protesto etmeye yönelten mekanik bir mantık apaçık yoksa; küresel bir neoliberalizm karşıtı hareketten söz edebilir miyiz? Evet ancak bir şartla; hareketlerin politikalarıyla karşılık verdikleri siyasal koşullar ve özellikle mücadeleci hareketleri yönlendiren meşruiyet krizleri arasındaki bağlantıları tanımlarsak.
Karşıt güç hareketleri
Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika’daki güncel protesto dalgaları karşıt güç hareketleri olarak adlandırılabilecek, politik gücün araçsallaştırılmasına bariz bir şekilde meydan okuyan hareketlerin net bir şablonunu açığa çıkarıyor.
Brezilya’da Dünya Kupası öncesi patlak veren protestolar dalgası, Hindistan’da yolsuzluk karşıtı hareketler ve Güney Afrika’da “kamu hizmeti protestoları”nın yayılması, çeşitli formlar aldılar ve farklı yollar izlediler ama üç tanımlayıcı karakteristiğe sahiptiler.
Birincisi, bu üç hareket de demokrasinin prosedür boyutlarının geniş bir şekilde desteklendiği hayli sağlamlaştırılmış demokrasilerde patlak verdi. Bu hareketler otoriter rejimlere karşı hareketlerle karıştırılamaz. İkincisi, üçü de algılanan adaletsizliklere, özellikle devletin egemenlerce yağmalanmasına karşı duruştu. Üçüncü olarak, üç hareket de kurumsallaşmış siyasal toplum eleştirisini açık bir şekilde ifade ettiler ve sivil toplumu karşıt gücün bir formu olarak harekete geçirmeye uğraştılar.
Gücün Bir Elde Toplanması
Bu hareketler neo-liberalizmden çok demokratik koşullar altında gücün bir elde toplanmasına karşı çıkan hareketler. Gücün gasp edilmesine karşı koyan bu hareketler, kamusal alanı yeniden canlandırdı, hesap verebilirlik, müzakere, onay ve kamu yararı gibi temel demokratik değerleri yeniden gündeme getirdi ve demokrasinin gücü siyasal toplumdan sivil topluma kaydıracak daha katılımcı formlarında ısrar etti.
Güney Afrika
Son on yılda Güney Afrika’da “kamu hizmeti protestoları” isimli bir dalga egemen oldu. 2005 (ırkçı apartayd rejiminin sona ermesinden sonra ilk kez) öncesinde yerel protestolar nadirdi ancak 2005 başından itibaren her yıl binlerce protesto gerçekleşti. 2014’te 1907’si şiddete dönüşen 13.000 protesto gerçekleşti.
Hayli dağınık ve çokça yerelleşmiş bu protestolar genellikle yoksul kentlilerin gecekondu yerleşimlerinde ve kentsel bölgelerdeki kasabalarda verilen kamu hizmetinin yetersiz olmasına karşı yapılan protestolardı.
Protestoların apaçık, kendiliğinden ve yerelleşmiş doğasından dolayı çoğu kişi bunların popülist öfke tepkisi olmadığını öne sürdü ve Afrika Ulusal Meclisi (ANC) yetkilileri protestoları devrim karşıtlarının ya da ANC karşıtı yerel oportünistlerin işi olarak görüp sürekli yoksaydı.
Öte yandan bu eylemler aslında gelişmemiş ve dağınık olmasına ve şu ana kadar daha büyük politik güçlerle bağlantı kurmamış olmasına rağmen, bu yerel karışıklıklar sistem karşıtı bir mantık taşıyor.
Kentsel bölgelerdeki kamu hizmeti aslında hızlıca genişledi ama sosyal dışlanma algısı da yükseldi. Eylemlerin bölgesel meclis üyelerini hedef aldığını ve yerel hükümetlerdeki yolsuzlukların eylemleri arttırdığını neredeyse herkes dile getiriyor. Von Holdt’un yol açtığı protestolar yerel hükümetteki ANC’ye karşı alt eylemler olarak tanımlanıyor. Pithouse (2007) da iktisadi bir yorumu reddediyor ve onun yerine “vatandaşlık” hakkındaki protestoları “tam sosyal katılımın maddi faydaları… Toplumsal organizasyon üzerine konuşup düşündüğümüzde ciddiye almamız gereken protestolar” (Peter Alexander “Yoksulun isyanı: Güney Afrika’nın kamu hizmeti protestoları- Bir başlangıç analizi”nden alıntılama) olarak görüyor.
Daha yakın bir zamanda, bu protestoların daha büyük bir proje kurucu nitelikle olabileceğinin sinyalleri geldi. Vish Satgar eylemlerin eğitim reformundan çevre ve istihdama uzanan geniş bir yelpazede mücadele veren iç içe geçmiş eylemci ağlarının birlikteliğinden oluşan bir zeminde gerçekleştiğini kaydediyor.
Örgütlerle iktidardaki ANC arasında yükselen tansiyon sinyalini en sert şekilde metal işçileri sendikasının ANC ile yollarını ayırmasında vererek -ANC ile örgütlü emek arasındaki ittifakta ilk büyük çatlak- sendikal harekete de sıçradı.
Satgar ayrıca hareketin çoğulcu karakterine, yaratıcı ve esnek taktiksel repertuarına ve demokratik pratiklerine dikkat çekiyor ve bunun Güney Afrika’da yeni bir mücadeleci hareketler dalgasını temsil ettiğini iddia ediyor, ANC güdümlü ittifakın öncülüğünü açıkça zorlayan bir dalgadır.
Hindistan
Hindistan’a dönecek olursak, son on yılın en görünür hareketinin yolsuzlukla mücadele hareketi olduğunu gözlemleriz. Eski bir memur ve ünlü bir Gandhi eylemcisi tarafından örgütlenen hareket, 2011’den bu yana, yaratıcı sosyal medya kampanyalarını, başkentte başlatılan açlık grevlerini ve eski moda hareket taktikleri ile büyük ölçekli protestoların sahneye yeniden döndüğünü görebiliriz.
Siyasi yolsuzluğun kökünü kazıma gücüne sahip bağımsız bir organ oluşturulması talebiyle örgütlenen hareket, öğrenciler ve Hindistan’ın yeni, kentli orta sınıfı arasında muazzam bir halk desteği kazandı. Hareketin büyük ölçü de gelişimi, bilinen içi boş olguları ve hükümetlerin endemik problemleri üzerinden hareketlendi fakat aynı zamanda hızla büyümekte olan Hindistan’ın sahtekâr devlet yapısının ekonomik elitler tarafından korunuyor olmasını, yükselen hayal kırıklığının bir ürünü olarak da ifşa ediyor.
Hareket, Hindistan’ın tüm siyasi partilerini karşısına alarak, politik rant siyasetini güçlü bir anti-politik hareket mesajıyla işaret ediyor.
Var olan hareket yasama açısından bir miktar ilerleme yaptı ve hareket içinde bir fraksiyon yaratarak “Aam Aadmi Partisi” adında bir siyasi parti oluşturmak mümkün olabildi. – AAP ( Sıradan İnsanın Partisi manasına geliyor). Fakat bazı kaprisli ve hareketin anti-parti mesajına ihanet eden yapılar, gözardı edilmişti ve AAP kendi politik görüntüsünü 2013 Delhi Eyalet seçimlerinde gedikler açarak, Şubat 2015’te çok daha çarpıcı bir zaferle siyasi bir canlılık göstererek, 70 sandalyenin 67 sini elde etmeyi başardı. Seçimle gelen bu zafer bir yıl bile sürmeden, Hindistan Nasyonalist Partisi BJP’nin iktidara gelmesiyle genel seçimlerde yara aldı. Fakat iç demokrasi yollarını ciddi şekilde aşındırıyor olduğu bir gerçektir. Bu nedenle de AAP’nin kurulu siyasi rejim karşısında, kamusal alanda bir ön sorun yaratacak yeni tartışmaların yaratılmasına enerji kaynağı olmuştur.
Öncelikle;
APP bir sosyal hareketten sisteme kenetlenebilmiş bir parti ve Hint partileri arasında uzun süredir devam eden, ekmek ve tereyağı ilişkisi içindeki kast yapısı ve dini koalisyonlar içinde yegane kırılma noktası olmuştur. Yolsuzluğun kökeninden ve siyasette para üzerinden topluma karşı yapılan şiddet saldırılarının bir sonucu olan hareket, AAP ile giderek kendi başına bir siyaset izlemek durumunda kalmış, izlenen bu politikaları gören siyasi sınıf ise hayal kırıklığını büyük harflerle ifade etmiştir.
İkincil olarak, parti seçim üssü olarak belirlenen yapı, Brezilya İşçi Partisinin kent yoksullarını ve ilerici orta sınıf bileşenlerini (öğrenciler ve profesyonel çalışanlar) birleştiren bir yapı oluşturduğu hatırlatılarak örnek alınmıştır.
Üçüncüsü, AAP Hindistan’da kuruluşundan bu yana süregelmiş merkeziyetçilikten kurtulmuş ve katılımcı demokrasi yanlısı bir ilk olmuştur. Parti özünde Delhi’de, Delhi gecekondu gönüllülerince oluşturulan, yoksulları kasıp- kavuran politik malzemeleri reddeden ve bizzat yerelde oluşturulmuş manifestolarla bunu haykıran, klasik patron düzenine karşı kurulmuştur. Kent yoksulları olarak, patron düzenini topluca reddedişin kendisi zaten başlı başına dramatik bir değişimdir.
Brezilya
Son olarak Brezilya’ya dönelim. Dünyada başka hiçbir yer Brezilya’dan daha demokratik politikalar zemininde böylesine büyük bir karşı güç oluşturmamıştır. Brezilya İşçi Partisi PT (Partido dos Trabalhadores) 1980’lerin etkili para-demokratik hareketlerinden doğmuş, kendisi bir klasik sosyal hareket partisidir ve üç dönem yönetimde kaldı. Demokratik geçişin bir parçası olarak, 1988 anayasası kurulumunun bir parçası, katılımcı demokrasinin daha geniş ve etkili bir bileşeni olarak tüm dünya demokrasilerinden üstündür.
Doğrudan sivil örgütlülüğe katılımın politik arenada yükselişi kadar, eğitim, sağlık ve yoksulluk programlarının sektörel temsiliyette elle tutulur desteği son derece dikkat çekici ve kutlanan bir yükseliş olmuştur. Kitlesel, iyi organize olmuş sosyal hareketler ve sivil toplum organizasyonları, kendilerini yerelde, çevresel konulara, emek, yoksulluk ve sosyal politikalara yönelik kendini şekillendirmiştir. Brezilya İşçi Partisi (PT) hükümetlerin yarattığı eşitsizliklerin azaltılması, sosyal gelişimin sağlanması çalışmalarına rağmen, iki dönem sonra, 2013’te yapılan protestolarla hükümet çok büyük darbe almıştır. Geniş karşıt kitlelerden oluşan Brezilyalılar, sokakları teslim almış, protestolarıyla sivil halk hizmetlerinin yapılmasını engelleyerek, 2014 Futbol Dünya Kupasının kirli endüstriyel yapısını deşifre etmiş ve aşırı yozlaşmaya karşı durmuşlardır. Bu denli büyük protestolar, sıkışmış ve sadece polisin özel taktikleriyle kontrol altına alınabilir şekilde sokaklara taşmıştır. Protestolar duruma ciddiyetle hakim, her türlü parti politikalarını reddeder yapısına rağmen, sayısız yerel organizasyonların ışığında sol eğilimli çok politize bir yapıya dönüşmüştür. Birçok katılımcının Brezilya İşçi Partili olduğu tespit edilmiş olsa da, Breno Bringel gibilerin kritik politik kararları ve bunların sınıfsal konsensüsler içerdiği bilinmektedir. Hareketin ana aktörleri katılımcılık kadar daha fazla diyalogla, sıkça kurumsal katılım konusunda etkisi olmayan çabalar da ortaya koymuşlardır. Halka ait hizmetlerin üstünden yapılan yatırımlardaki iyileştirmeler, (toplu taşıma, eğitim ve sosyal hizmetler) sol bileşenlerinin ajandalarına yeniden girmekle kalmayıp, uzun süreli bir Brezilya İşçi Partisi hükümetinin bu tür hizmet ve iyileştirmeleri hayata geçirmekten uzak olan haline karşı bir güç oluşturmuştur.
Yerel belediye yönetiminin hızlıca göreve gelişiyle toplu taşıma ücretlerinde indirim yapılmasına rağmen protestolar “Sadece 20 sent için değil, tüm haklar için” sloganıyla yeniden sokağa dönmüştür. Bu kez hareket politik güçle ve sivil toplumla ilişkisini yeniden yapılandırarak, başarılı bir şekilde PEC 37 adıyla bilinen mevzuatın kongre yetkilerinin kısıtlanması ve mevzuatın tamamen iptalini hedefleyerek yerel yönetim gücüyle rüşvet skandallarının soruşturulmasını dayatır hale gelmiştir.
Demokrasinin yapılandırılması
Bu üç farklı protesto hareketlerinden nasıl dersler çıkarılabilir? Öncelikle şunu söylemek gerekir ki; neo-liberalizmin içini oyduğu demokrasi ve sivil halkların pasifize edilmesi, her zaman bize bu hareketlerin ışığında, temel demokratik özgürlüklere erişilebilirliğin karşı-hegemonik politikalarla yok edebileceğini göstermiştir.
İkincisi, Latin Amerika’da, merkez sol partilerin programlarında olabilecek seçim başarıları bazı sosyal kazanımlar sağlamış olsa da, hiçbir biçimde yeterli kazanıma erişilmesi mümkün olamamaktadır. Güney Afrika’daki ANC olağandışı sosyal arenada bir hayal kırıklığı olmuş ve yapısal varlığı demokratik ilkelerden ödün veren bir yapıyı tutmuştur. Brezilya İşçi Partisi ise, ticari yapılanma politikalarına daha yakın olmuş, görev süresince partinin organizasyon kanadının örgütlenmesine yönelmiştir.
Hindistan’da, rüşvet karşıtı hareket çok daha büyük yığınları harekete geçirebilir, ki bir seçim dönemini 2014 ulusal seçimlerinde geçirebilecekken bir kongre partisine, hem de uzun süreli temsiliyete kavuşurken, parti bileşenleri yerleşik, dejenere, komplo arayışlarına yönelmiştir. Hareketlerin politik yıpratıcılıktan, politik formasyona dönüşümü olsa da, bu durum kalıcı seçime ait bir değişim yaratabilir. Fakat hareket, sivil iradenin politik tekil iradeye karşı durmasının bir ön denemesine rağmen, daha ileride Hindistan’da demokratik bir hayatın kurulumunu devre dışı bırakacak biçimde şekillenmektedir.
Üçüncü olarak, her üç hareketin de gerçekçi olmayan sosyo-ekonomik umutlar üzerinden yakıtını aldığı, Brezilya ve Güney Afrika’daki gibi ve Hindistan’da ki aşırı büyüme patlamasındaki gibi, ortak öznede politik ve ekonomik gücün hatta para bağlantılı demokrasi ürününün reddinin söz konusu olduğu bir gerçektir.
Demokrasi her zaman karmaşık, daima akıcı ve hep elenebilirdir. Fakat ekonomik gücün, politik güce aktarımı söz konusu olduğunda eğer durdurucu olamazsa, mana taşımayacaktır. Bu durumda, kalıcı bir gücün oluşumu ve demokrasinin yeniden bir zemine oturtulmasının zamanı geldi demektir.