Artık iyiden iyiye köşeye sıkışmış bulunan Başkan Zuma koltuğunu bırakacak (ve yerine Cyril Ramaphosa gelecek) bile olsaydı ülkenin politik krizden yakın zamanda çıkması yine mümkün olmazdı. Neden olmazdı? Çünkü sorun, esas olarak Güney Afrika devleti ve ekonomisinin ele geçirilmiş olmasında yatıyor ve bunun derin tarihsel ve yapısal kökleri var.
Temel tezin özeti
Başkan Jakob Zuma 9 Ağustos 2017’de parlamentoda yapılan gizli güvensizlik oylamasında ucu ucuna kurtardı. 177 milletvekili önerge lehinde oy kullanırken 198 milletvekili güven oyu verdi, 9 milletvekili de çekimser kaldı. Afrika Ulusal Kongresi (ANC) milletvekillerinin de bir kısmı açıkca güvensizlik oyu verdi.[1] Zuma güç bela bu oylamadan da yakayı kurtardı. Eğer güvensizlik oyu fazla çıksaydı Başkan ve kabinesi hemen istifa etmek zorunda kalırdı.[i]
Bu yazıda uzun bir tarihsel sürece dayalı değerlendirmelerde bulunacağım. Kısaca açıkladığım gibi bence asıl sorun ( ya da sorunun çözümü) ne parlamentoda ne de ANC içinde yatıyor. Diğer bir ifadeyle, Başkan Zuma koltuğunu bırakacak (ve yerine Cyril Ramaphosa[2] gelecek) bile olsaydı ülkenin politik krizden yakın zamanda çıkması yine mümkün olmazdı? Neden olmazdı? Çünkü sorun esas olarak Güney Afrika devleti ve ekonomisinin ele geçirilmiş olmasında yatıyor ve bunun derin tarihsel ve yapısal kökleri var ve bu yazıda bunları tahlil etmeye çalışacağım.
Kimin devleti?
Bazı sorular baki kalıyor. Kapitalizm hakim üretim biçimi olduğu sürece açıklığa kavuşturmamız gereken sorulardan biri sermayeye kimin sahip olduğudur. Sermeyanin sahipliği zaman zaman el değiştirebilir –örneğin özel şahıslardan devletin denetimine geçebilir. Ancak sahipliğin bazı görünümleri vardır ki esas olarak aynı kalır. Hatta devlet sermayeye el koysa bile hala geride yanıtlanması gereken bir soru kalır: O kimin devletidir?
Bu iki soruya –Kimin sermayesi ve kimin devleti?- kapitalizm ve emperyalizme karşı uzun soluklu mücadelede mutlaka yanıt verilmelidir.
Joe Slovo[3] ve Ruth First’le[4] sohbetlerimiz
1970’lerde Dar es Salaam’da kaldığımız günlerde Uganda’daki partimizle (o zamanlar hala gizliydi ve başında da merhum Dani Nabudere vardı) Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) arasında başlıca tartışma konumuz Güney Afrika’da sermayeye kimin sahip olduğu idi. Pek çok kişinin yanı sıra Joe Slovoe ve Ruth First’le de tartışmalarımız oldu. Ruth, bir süreliğine Durham Üniversitesi tarafından geçici bir görevle Dar es Salaam’a gönderilmişti. “Doğu Afrika Toplumu ve Çevre” adında bir kurs vermeme de destek olmuştu. Sosyal bilimler okuyan herkesin bu kursa katılımı zorunluydu. Ruth’la ve ne zaman yolu Dar es Salaam’dan geçerse Joe ile pek çok sorunu tartıştık. Joe Güney Afrika’daki sermayenin, küresel kapitalistlerin geçici olarak elinde tuttukları bir sermaye olduğunu iddia ediyordu. Apartheid rejimi yenilgiye uğratıldığında bu sermaye ulusallaştırılacaktı. Sermayenin ulusallaştırılması konusunda hem fikirdik, ancak bu, Joe’nun söylediği kadar da kolay bir iş değildi.
Şimdi biraz konuyu detaylandırayım.
Emperyalist sermayenin Güney Afrika ekonomisinde süren hakimiyeti
Joe ve Ruth’la sohbetlerimizde “Güney Afrika” sermayesine birkaç küçük banka, -örneğin First National Bank (FNB), Trust Bank, Sanlam ve Volkskas- ve tarım arazileri dışında Boerlerin sahip olmadığını söylüyorduk. “Güney Afrika” sermayesi küresel şirketlerin, örneğin Anglo-Amerikan şirketlerin elindeydi. Büyük ölçüde İngiliz ve Amerikan şirketlerine aitti. Diğer bankalar, madencilik şirketleri, gayrimenkuller, sigorta ve gemicilik şirketleri vb. hepsi onlara aitti.
ANC ( ve diğer partilerin) ilkin Boer milliyetçiliğine karşı savaşması gerektiğine inanıyorduk. Standart Bank of South Africa gibi emperyalist şirketlerin sahip olduğu bankaları ve varlıkları ulusallaştırmak için emperyalizme karşı başka bir savaş daha verilmeliydi. Bu, göründüğü kadar da kolay bir iş olmayacaktı. Ruth yavaş yavaş bizle aynı çizgiye geldi. Joe ise son derece inatçıydı. Ona göre, devlet Güney Afrika halkı tarafından ele geçirilir geçirilmez hükümetin yapacağı ilk işlerden biri, sosyalizmi inşa etme yolunda sermayenin denetimini ele geçirmek olacaktı.
Şimdi, bugüne kadar bu konuda ne olup bittiğine yakından bakalım.
Güney Afrika ilk “bağımsızlığını” İngiltere’den 1910 Mayıs’ında Boerler sayesinde kazandı. İkinci “bağımsızlığını” 1994 Nisan’ında kazandı. Bu süreçte emperyalistler ANC’ye göz yumdu. Şu ya da bu şekilde Boerlere artık dönemlerinin sona erdiği ve Afrikalılarla barış yapmaları gerektiği söylendi. Diğer bir ifadeyle emperyalistler Güney Afrika’daki eski müttefiklerine ihanet etmiş ve yüzlerini Boerlerden Afrikalılara çevirmişlerdi.
Bugün itibariyle, Boerler emperyalist sermayenin denetimini nasıl ele geçirememişlerse ırkçı Apartheid rejimi sonrasında kurulan hükümet de 23 yıldır Güney Afrika’daki emperyalist sermayeyi ele geçirmekte başarısız olmuştur.
Biliyoruz ki, hükümet Siyahların Ekonomik Güçlendirilmesi (BEE)[5] adı altında bir program başlattı ama bir noktaya kadar emperyalist sermaye örneğin Cyril Ramaphosa da dahil olmak üzere Afrikalılara ortaklık önererek ( ve hatta varlıklarının küçük bir kısmını satarak) top çevirdi. Ancak BEE “ulusal” bir sermaye yaratamadı. Değerlendirmeme göre aslında Güney Afrika’da gerçekten çok az “ulusal sermaye” var. Güney Afrika’nın ekonomisini ulusallaştırma mücadelesi esas itibariyle başarısız oldu. Aslında “bağımsız” ANC hükümeti bırakalım bankaları ulusallaştırmayı halkına toprakların geri verilmesi sözünü bile yerine getiremedi. (Sınır komşusu Zimbabve’de Robert Mugabe, yetersiz de olsa, en azından toprakları halka dağıtabildi)
Güney Afrika’nın 1994’te yapılan ilk makroekonomik planı, Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Programı (RDP), umut vericiydi. Ancak programın hiç yaptırım gücü yoktu ve hükümet tarafından da desteklenmedi. Peki, neden böyle oldu? Nedenlerini anlamak için bağımsızlığın kazanılmasının hemen ardından neler olduğuna bakmalıyız. Halk politik olarak mücadelenin dışına itildi. O yıllarda birkaç kez Güney Afrika’nın değişik yerlerini ziyaret ettim ve bu mücadeleye hayatlarını adamış insanların hayal kırıklığına uğradığını gördüm. Güney Afrika devleti hala sıkı sıkıya emperyalistlerin denetimi altındaydı – yeni sömürge bir devletti- ve ilk icraatı kitleleri mücadelenin dışına atmak olmuştu.
Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Programı’nın yerini 1996’da Büyüme, İstihdam ve Yeniden Dağıtım (GEAR) stratejisi aldı. Bu da 2005’te Güney Afrika Hızlandırılmış ve Müşterek Büyüme İnisiyatifi (ASGISA) ile değiştirildi. Thabo Mbeki’nin ardından Zuma ASGISA’nın yerine Yeni Büyüme Yolu (NGP) adında başka bir program koydu. Yeniden Yapılanma ve Büyüme Programı (yalnızca iki sene sürmüştü) dışında diğer bütün makroekonomik planlar tam anlamıyla emperyalistlerin neoliberal gündemiyle uyum içindeydi.
İşte, bugün itibariyle bulunduğumuz nokta burası – beğenelim ya da beğenmeyelim.
Ulusallaştırma yaygarası
30 Mart 2017’de Başkan Zuma Maliye bakanı Pravin Gordhan’ı azlederek yerine Malusi Gigaba’yı getirdi. O da danışmanlığına Chris Malikane’yi atadı. Hemen ardından Malikane’nin ulusallaştırma taraftarı olduğu açığa çıktı. Bu göreve atanmadan önce kaleme aldığı bir yazıda ülkenin ulusal kaynaklarının ulusallaştırılması gerektiğini yazmıştı. Atanmasıyla beraber yaygara koptu ve ANC içinde bile görüşleri panik yaratınca bakan Malikane’yi kendinden uzaklaştırdı ve yabancı şirketleri varlıklarını ulusallaştırmak gibi bir niyetlerinin olmadığı konusunda iknaya girişti.
İşte bu yazının da özü burada yatıyor. Güney Afrika’nın Boerlerden bağımsızlığını elde ettiği 23 yıl boyunca hükümet emperyalist sermayeye dokunmaya cesaret edemedi. Malikane’nin görüşlerinin herkesce bilinmeye başlamasının ardından Güney Afrika’nın kredi notunun “yatırım yapılamaz” düzeye ve ulusal borçlanma notunun da iki düzey aşağıya “çöp” düzeyine düşürülmesi şaşırtıcı değildir. Emperyalistler hükümetin sadakatsizliği nedeniyle burnundan soluyordu. Boerlerden kurtulmalarına yardım etmemişler miydi? Bu yüzden elbette Bakan Gigaba’nın telaş halinde emperyalist sermayeyi “lütfen panik yapmayın, doğal kaynaklarımıza yatırım yapmanızı memnuniyetle karşılarız, lütfen gelin ve yatırım yapın” gibi sözlerle güvence vermeye çalışması şaşırtıcı değildir.
Güney Afrika sorunu işte tam burada yatmaktadır.
Şimdi sorgulamamın ikinci bölümüne geçebilirim.
Kimin devleti?
Güney Afrika devletinin zaptedilmesi
Daha öncede belirttiğim gibi, sorunun özü ne parlamentoda ne de hatta ANC başkanı olarak başkan Zuma’dan kaynaklanıyor. Yineleyecek olursam “ … Başkan Zuma koltuğunu bırakacak (ve yerine Cyril Ramaphosa gelecek) bile olsaydı ülkenin politik krizden yakın zamanda çıkması yine mümkün olmazdı. Sorun esas olarak Güney Afrika devleti ve ekonomisinin zapturapt altına alınma politikasında yatıyor.
Daha önce, nasıl RDP’nin GEAR’a, GEAR’ın ASGISA’ya ve ASGISA’nın NGP’ye dönüştüğünü incelemiştik. RDP (daha bebekliğinde içi boşaltıldı) dışında bütün diğer makroekonomik programlar baştan sona emperyalistlerin neoliberal politikalarıyla uyum içindeydi. Güney Afrika kurtuluş projesini bir yana atarak neoliberal proje benimsemiş ve yeni sömürge bir devlet olarak ikinci evreye (ilki Boerler dönemidir) geçmişti.
Kvame Nukrumah’ı yeniden okumak
Yeni sömürgecilik olgusunu anlamak oldukça önemlidir. Çünkü bunu yapmadan Afrika’daki “sömürgecilik sonrası” devleti doğru tahlil edemeyiz. “Sömürgecilik sonrası” zamansal bir terimdir. Yalnızca politikacılar tarafından değil aynı zamanda akademisyenler ve medya tarafından da politik amaçlarla kullanılan zamana bağlı bir fikirdir.
Çoğu insan “sonra” (post) sözcüğünün emperyalizmin sonu anlamına geldiğini iddia eder. Afrika artık “bağımsızdır”; sömürgecilik ve emperyalizm günleri artık geride kalmıştır. Bu tümüyle yanlıştır. Görüşlerimiz bağlamında bağımsızlık önemli bir başarıdır ancak kendisini yalnızca politik düzlemde gösterir ve ayrıca yalnızca bir dereceye kadar söz konusudur. Ekonomi hala emperyalistlerin denetimindedir ve hatta bu yüzden politik olarak da uzlaşmaya gidilir. Bütün Afrika liderleri arasında yeni sömürgeciliği en iyi anlayan ve tanımlayan Kvame Nukrumah[ii] olmuştur.
Bu noktada yeri gelmişken yeni sömürgeciliğin beş ana özelliğini tanımlayacağım.
1.Yeni sömürge devlet uluslararası mali oligarşinin yönetimini ortadan kaldırmaz.
2. Bununla birlikte, yeni sömürge devlette emperyalizm ve halk arasındaki çelişki en üst seviyeye ulaşır ki bu oldukça önemlidir.
3. Emperyalizm, hala ülkenin ekonomisini elinde tutsa da, artık doğrudan politik ipler elinde değildir. Farklı bir politik düzlemde işler, yerel uzantılarını kullanmak zorundadır ve bu doğrudan politik yönetimi elinde bulundurduğu zamana göre politikayı yönlendirmesini daha da zorlaştırır.
4. Politik bağımsızlık, bir dereceye kadar söz konusu olsa bile, emperyalizme karşı savaşta önemli bir aşamadır. Halk doğrudan demokratik sürece dahil edilir. İktidara gelmek için birbiriyle yarışan politik partiler kurulur ve oy almak için halka ulaşmak zorundadırlar. Seçimler politik liderler ve emperyalistler tarafından düzenli olarak kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirilir. Ancak bununla birlikte halk “serbest ve adil” seçimlerin yapılması talebinde bulunmaya devam eder.
5. En önemlisi, politik partiler iç sınıf çelişkilerini ortaya çıkarır. Güney Afrika hala yeni sömürge bir devlettir. Ekonomisi, bütün niyet ve amaçlara rağmen, hala emperyalistlerin denetimi altındadır. Güney Afrika kendisini tam olarak henüz özgürleştirememiştir.
İşte bu yüzden mücadele hala sürüyor.
[1] Çevirmenin notu: ANC 2014 seçimlerinde 249 milletvekili çıkarmıştı.
[2] Çevirmenin notu: Cyril Ramaphosa Madenciler Sendikası eski başkanıdır. 2014’ten beri başkan yardımcılığı görevini sürdürmektedir. Aynı zamanda da uluslararası sermayeyle ortaklıkları olan bir işadamıdır.
[3] Çevirmenin notu: Joe Slovo (1926-1994) uzun süre Güney Afrika Komünist Partisi Merkez Komitesi üyeliğini ve genel sekreterliğini yaptı. Partinin teorisyenlerindendi. ANC’nin de önde gelen bir üyesi olarak ANC ve SACP’nin ortaklaşa kurduğu askeri kanadın da yöneticilerinden biri oldu. 1991’de barış görüşmelerine katılmak üzere Güney Afrika’ya geri döndü ve Nelson Mandela’nın hükümetinde Konut Bakanlığı yaptı.
[4] Çevirmenin notu: Ruth First (1925-1982) Güney Afrika Komünist Partisi’nin önde gelen üyelerindendi. Aynı zamanda akademisyen, gazeteci ve yazardı. 1982’de Mozambik’in Maputo şehrinde Güney Afrika polisinin gönderdiği bombalı mektubun patlaması sonucu hayatını kaybetti. Joe Slovo ile evliydi.
[5] Çevirmenin notu: Bu program kuşkusuz yalnızca siyahların ekonomik olarak güçlendirilmesini hedeflemiyordu, aynı zamanda beyaz azınlık dışında Hintli, Çinli ve diğer renkli insanlarında desteklenmesini öngörüyordu.
[i] Çok uzun süredir Güney Afrika’daki mücadeleyle kişisel ve politik bağlarım var, bütün bölgede halkımızın geleceğiyle olduğu gibi. Ugandalıyım ve Uganda, Kenya, Mozambik ve Zimbabve’nin yanı sıra Güney Afrika’daki yoldaşlarımızla birlikte 1970’lerde Tanzanya’da Mvalimu Nyerere’nin misafirleri (göçmen olarak) olduk. Aralarında ANC, PAC (Pan Africanist Congrees) ve Siyah Bilinç Hareketi’nden (Black Consciousness Movement, BCM) yoldaşlar da vardı. Hepimiz kendi mücadelemizi veriyorduk (Uganda’da biz İdi Amin’e karşı savaşıyorduk), aynı zamanda kıtanın emperyalizmden ve ırkçılıktan nasıl kurtulabileceği konusunda birbirimizle de tartışma halindeydik. O günlerde ve 1980’lerde Güney Afrika’ya oradaki yoldaşların örgütlediği yeraltı kanallarıyla ziyaret ediyordum. 1997’de sanal ofisi Güney Afrika’da olan Güney ve Doğu Afrika Ticari Bilişim ve Müzakere Enstitüsü adında hükümet dışı bir kuruluş kurdum.
[ii] Bkz: Kvame Nkrumah, (1966) Emperyalizmin Son aşaması Yeni Sömürgecilik, Gerçek Yayınevi.
ikinci bölüm için tıklayın.
Pingback: İsyandan – Yash Tandon: Güney Afrika Üzerine Düşünceler? Kimin Sermayesi? Kimin Devleti?-II