Yash Tandon: Güney Afrika Üzerine Düşünceler? Kimin Sermayesi? Kimin Devleti?-II

Kavga sürüyor

Kurtuluş mücadelesinin sonraki aşaması üç cephede savaş verilecektir: ideolojik; devlet ve ekonomi; ve küresel. Bu üç cephe birbiriyle ilişkili ve çatışan alanlardır. Aynı zamanda bu üç cephede de mücadeleler Afrika’nın tarihsel ve günümüz koşullarının somut bir ifadesi olacaktır. Ayrıca diğer deneyimlerden –özellikle kapitalizm ve emperyalizme karşı savaşan küresel güneydeki ülkelerin deneyimlerinden- öğrenmek gerekiyor. Çapraşık olan bu üç cephedeki mücadeleleri genelleştirmek tehlikelidir; bu yüzden bu yazıda yalnızca genel ifadelerde bulunuyorum. Asıl strateji ve taktikler yalnızca sürekli değişen koşullarda Güney Afrika halkı tarafından belirlenip hayata geçirilebilir.

İdeolojik cephede

İdeolojik mücadele, her büyük aktörün bir ideolojisinin olması ve diğerleriyle çatışma halinde olması nedeniyle “karmaşık bir alanda” yapılır – dahası bu çatışmaların grupların kendi içinde de yaşanması nedeniyle durum daha da içinden çıkılmaz hale gelir.  Örneğin kapitalist kamp içinde ekonomi teorisi üzerine ideolojik mücadeleler –esas olarak- Dünya Bankası ve IMF’nin temsil ettiği ortodoks neoklasik bağnazlarla buna karşı çıkan neo-keynesci sosyal demokrat reformistler arasında olur.[i] Bu ideolojilerin de Güney Afrika’da değişik düzeylerde temsilcileri vardır – devlette, akademisyenler arasında, medyada, politik partiler içinde ve hatta sendikalar içinde bile.

Emperyalist ideolojilerin işçi sınıfının ve küçük burjuvazinin saflarına nüfuz etmesinin yanı sıra etnik, dinsel, bölgesel, cinsiyet ve başka temellerde parçalanmış taban hareketlerinde rol oynayan başka güçler de vardır. Her bir grubun arasında ve içinde yaşanan bu tartışmalar aşırı derecede karmaşık hale gelebiliyor ve genellikle sıradan insanların uzağında gerçekleşiyor. Daha önce bunun Maliye Bakanı Gordhan’ın azledilmesi ve Malikane’yi danışman olarak atayan Gigaba’nın göreve getirilmesiyle patlak veren sol arasındaki söylemde nasıl yaşandığına değinmiştik. Malikane’nin ulusallaştırma üzerine görüşlerinin SACP’den Jeremy Cronin’in başını çektiği sol kesim tarafından nasıl yaylım ateşine tutulduğuna atıfta bulunmuştuk. Malikane daha sonra Oupa Lehulere tarafından ustalıkla savunuldu.[ii]

Bunlar önemli tartışmalar, ancak bence tartışma üslubu konu üzerinde dikkatleri dağıtan ve bozucu bir rol oynuyor. 1970’li yıllarda Uganda’da biz de benzer bir tartışma yapmıştık, açtığı yaralar oldukça uzun bir süre kapanmamıştı. Daha önemlisi, tartışmamızın sonucunda Uganda halkının baş düşmanı kim sorusu öne çıkmıştı. Dönüp geriye 1970’lere ve Uganda’daki deneyimimize bakarsak emperyalistlerin (ABD; Avrupa Birliği ve Japonya) başlıca düşman olduğunu söylerim. Halkımız arasında pek çok ayrılık ve çelişki vardı, ancak Mao’yu izleyerek bu çelişkilerin emperyalizmle olan “baş” çelişkiye göre “tali” olduğunu tespit etmiştik.

Bunun ardından, Uganda Ulusal Kurtuluş Cephesi (UNLF) hükümeti liderleri birleşik bir cephe olarak baş düşmanla savaşmak için önce halkın arasındaki tali çelişkilerin çözülmesi gerektiği sonucuna varmıştı. UNLF hükümeti yalnızca bir yıl sürdü ve 1980 Mayıs’ında askeri darbeyle devrildi. O zamandan beri, 37 yıldır, Uganda tali çelişkilerle paramparça oldu ve emperyalistler milyonların yoksulluk ve sefalet içinde yaşaması pahasına Uganda’nın kaynaklarını sonuna kadar yağmalarken halimize gülüyorlar.

Yukarda yaptığım tahlilden hareketle bunun Güney Afrika’nın durumu içinde geçerli olduğu sonucuna varıyorum. Çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir halk, sol – politik partiler ve sendikalar arasında ve içindeki – arasındaki ideolojik ayrışmaların bedelini ödüyor. Çünkü Güney Afrika’da halkı neoliberal “kalkınma” paradigmasının ideolojik kuşatmasından “ikinci” kurtuluş hedefiyle birleştirebilecek öncü parti ya da liderlik yok.

Artık Güney Afrika politik liderliği her düzlemde (devlet, parlamento, politik partiler, sendikalar, medya ve akademide) aralarındaki çelişkileri bir yana bırakmalı ve bütün demokratik güçleri tek bir düşmana karşı savaşmak için bir araya getirmelidir. Tam da Boerlere karşı mücadelenin ilk evresinde yaptıkları gibi. Bu çok daha zorlu bir iştir ve öncü partinin yokluğu bunu daha da zorlaştırmaktadır.

Devlet ve ekonomi cephesinde

Güney Afrika devleti ve ekonomisinin emperyalistlerin zaptıraptı altında bulunduğu göz önünde bulundurulursa emperyalistlerin çıkarlarına hizmet eden ve belli bir dereceye kadar politik denetimi elinde tutan devlet ve ekonomi içindeki komprador unsurların belirlenmesi bu noktada önem arz etmektedir. Tahminlerime göre bunların sayısı iki bini aşmaz.

Daha önce de değindiğimiz gibi, bağımsızlığın kazanılmasıyla emperyalistler Siyahların Ekonomik Güçlendirilmesi (BEE) programının ardından Afrika şirketlerinin çok küçük bir bölümünü yemlediler. Bu, ekonominin hala emperyalist sermayenin elinde olduğu gerçeğini değiştirmedi. Bir örnek verecek olursak, hatta başlangıçta işçilerin tasarruflarından oluşturulan Eski Yardımlaşma Sandığı bağımsızlık sonrasında lağvedildi ve ardından sandıkta birikmiş para İngiltere’ye akarak orada emperyalist sermayenin parasına dönüştü. Gerçekten Johannesburg ve diğer şehirlerdeki büyük mülklerin çoğu, bankalar, sigorta ve gemicilik şirketleri, ithalat ve ihracat şirketleri, madencilik ve emlak şirketleri hala küresel mali sermayenin elindedir.

Bunları ayrıntılı olarak somut biçimde tahlil etmek yerine Güney Afrika’da sol, devletin “tekelci” beyaz, “genellikle beyaz”, “ezici çoğunlukla beyaz”, “mutlak çoğunlukla beyaz” ya da “yerleşik tekelci sermaye” tarafından mı ele geçirildiği üzerine gereksiz olarak nitelediğim bir tartışmayla meşgul oldu. Bu yersiz tartışma Cronin’in Malikane’ye (Malikane yalnızca kendi kişisel fikrini beyan ediyordu) saldırısıyla çığrından çıktı. Elbette ki, Malikane’nin Güney Afrika’nın kaynaklarını ulusallaştırma reçetesinin emperyalist sermayenin büyük bir karşı saldırısı olmadan, küresel kredi ve yatırım piyasalarının tepkisinden de görülebileceği gibi, resmi olarak uygulanabileceğini düşünmüyorum. Malikane ülkenin kaynaklarına Güney Afrika’nın sahip olması gerektiği konusunda kuşkusuz haklıdır ancak bunun yapılabilmesi için halka yol gösterecek somut bir stratejiye gerek vardır –incelikli taktiklerin izleneceği aşamalı bir strateji-, GEAR, ASGISA ve şimdi de NGP hepsi yeni sömürgeci makroekonomik planlardır, ulusun kurtuluş planları değildir.

Artık üçüncü cepheye geçebiliriz – küresel cephe. Politik bağımsızlık, yetersizliklerine rağmen, Güney Afrika liderliği için emperyalizmin denetimi dışındaki güçlerle karşılıklı birbirlerini etkileyebilecekleri bir alan yarattı.

Küresel cephede

Bu tümüyle ayrı ele alınması gereken çok kapsamlı bir konu. Ancak bununla birlikte bazı güncel gelişmelere daha başka tartışmalar için burada vurguda bulunabiliriz.

Küresel jeopolitik sahnenin tarafsız her gözlemcisi öncelikle küresel ekonomilerde ve güç politikalarında temel bir kayış olduğu gerçeğini kabul etmelidir.

Her şeyden önce, Batı 1930’lardaki krizden daha derin bir krizin içindedir. Bu kriz, ana akım ekonomistlerin ekonominin “döngüsel” yükseliş ve düşüş kavramıyla açıklanamaz. Bu kriz yapısaldır ve sisteme özgüdür. Birleşik Devletler’de “derin devlet” Başkan Trump’ın saldırısı altında hareket alanını elinde tutmak için canla başla savaşıyor. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar kuşatma altındalar ve birlikte medya da dahil olmak üzere “Teşkilat”ın yardımıyla Trump’a karşı savaşıyorlar.

Avrupa, İngiltere’nin Birlik’ten çıkma sürecinin başlamasıyla dağılıyor. Avrupa’nın geri kalan bölgelerinde de Brüksel’de konuşlanmış demokratik olmayan kurumların meşruiyetine karşı çıkan başka kökleri geçmişe dayanan (Proto) milliyetçi hareketler de sözkonusu. Batı’yı bir arada tutan tek şey NATO’dur. Ancak, NATO’nun varlığını sürdürmesi için Batı düşmanlar –Kuzey Kore, İran, Yemen, Rusya, Çin vb – “icat etmeye” ihtiyaç duyuyor. Bütün dünya Amerika ve NATO’nun kuşatması altında olmasına rağmen Batı hükümetleri halklarının sanki kuşatma altında olan kendileriymiş gibi algılamalarını sağlıyor. Tek kelimeyle bu gülünçtür.

Bir grup ülke, küresel sistemin göstermelik olarak istikrara kavuşturulması amacıyla G7 (Gelişmiş Yediler) (ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Kanada’dan oluşan) olarak adlandırılmıştı.  Onu G8 yapmak için daha sonra Rusya da davet edildi. Ancak bu işe yaramadı. G7’nin yerini şimdi G20 aldı – kendilerini yeni gerçekliğe uydurması gerektiğini Rusya ve küresel güneyin gelişmekte olan ülkelerinin kabul etmesi için Batı’nın bir uydurması. Almanya 2017 boyunca G20’nin başkanlığını yapacak. G20’nin göstermelik hedefi Afrika ülkelerinde özel yatırımları, altyapının geliştirilmesini ve istihdamı desteklemek  ve aynı zamanda Afrika Biriği 2063 Hedefleri’ne katkıda bulunmaktır – Almanya’nın öncülüğünde bu “Afrika’yla Yakınlaşmak” olarak adlandırıldı. Gerçek amacı ise Avrupa ve Amerika’nın Afrika’da yitirdiği ekonomik ve politik güce yeniden ulaşmasını sağlamaktır.[iii]

Çin emin adımlarla küresel ekonominin komutasını ele geçiriyor. “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi iki “yollu” cesur ve iddialı bir projedir –kara bağlantılı “Yeni İpek Yolu” ve “Deniz İpek Yolu”. Rotalar Orta ve Batı Avrupa’nın büyük bölümünün yanı sıra Asya ve Afrika’yı da kapsayacak ve Çin’in ticaret ve yatırımlarına kapıları açacak. Çin kapitalist yolu benimsedi ancak 3.000 yıllık tarihi ve Mao’nun devriminden öğrenerek onu kendi ihtiyaçları ve koşullarına uyarladı. Çin artık malların ve sermayenin serbest dolaşımını savunuyor ancak hızla Batı’nın düzeyine ulaşan kendi sanayi ve teknolojisi konusunda oldukça koruyucu bir politika izliyor. Çin “ekonomik küreselleşmeden” söz ediyor, “neoliberal küreselleşmeden” değil. 2017 Davos Toplantısı’nda Başkan Xi Jinping iyi düşünülmüş akıllı bir konuşma yaptı ve esas olarak Çin’in dünya liderliğini üstlenmeye henüz hazır olmadığını ancak Birleşik Devletler ve Avrupa artık liderlik edebilecek maddi ve manevi kapasiteye sahip olmadığından üstlenmek zorunda kalabileceğini söyledi.[iv]

Devam edersem, Güney Afrika (ve Afrika’nın diğer ülkeleri) Çin (ve Rusya’nın) 500 yıllık Batı hegemonyasına karşı koymasından yararlandı. Güney Afrika, Çin’le güçlü müzakereci konumunu korurken Çin’den de öğrenmelidir, özellikle yatırımlar konusunda. Güney Afrika G20’nin tek Afrikalı üyesidir ancak bununla birlikte Batı’nın egemenliği karşısında hala kölece bir tutum sergiliyor. Çin de G20’nin bir üyesi ama sınrlarını biliyor ve ondan bağımsız olarak kendi yolunda ilerliyor.

Sonuç-çıkarımlar

Fikirlerimin ana hatlarını toparlayıp özetlersem,

  1. Güney Afrika hala yeni sömürge bir ülkedir – ancak, şimdi ikinci evresindedir. Güney Afrika’nın ilk bağımsızlık mücadelesini Boerler verdi. Birinci yeni sömürge devlet 1910’dan 1994’e kadar varlığını sürdürdü.
  2. Güney Afrika ikinci kurtuluş mücadelesinin ortasındadır – bu kez emperyalizmden. Boerlerden politik bağımsızlığın kazanılması emperyalizme karşı savaşta önemli bir aşamaydı. Halk doğrudan demokratik sürece dahil edildi. Politik bağımsızlık, bir dereceye kadar söz konusu olsa da, emperyalizm ve halk arasındaki çelişkileri keskinleştirdi. İktidara gelmek için birbiriyle yarışan politik partiler kuruldu ve bunlar oy almak için halka ulaşmak zorundalar. Seçimler politik liderler ve emperyalistler tarafından sürekli kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiriliyor. Bununla birlikte halk yine de “serbest ve adil” seçimlerin yapılmasını talebini sürdürüyor. Bu da iyi bir şey.
  3. Güney Afrika’da sermayenin sahibi kimler? Hala esas olarak emperyalist küresel şirketlerin elinde. Siyahların Ekonomik Güçlendirilmesi (BEE) programı “ulusal” sermaye yaratma konusunda başarısız oldu (ve yaratamazdı da). Bu nedenle, emperyalizm hala halkın baş düşmanıdır. Emperyalistler hala ekonomiyi denetimleri altında tutsalar da, doğrudan politik denetime sahip değiller. Devlet ve ekonomideki yerel uzantılarını kullanmak zorundalar. Bunlar kompradorlardır –yaklaşık olarak sayıları 2000 civarındadır.[v] Onlar aracılığıyla emperyalistler ülkenin emeğini ve doğal kaynaklarını sömürmektedir.
  4. 1994’de Boerlerden bağımsızlığın kazanılmasının hemen ardından kitleler politik olarak etksizleştirildi. Kitleler şimdi yeniden hareketlenmeye başladı. Bu yeni hareketlenme Lulius Malema’nın[vi] gençliğin ve kitlelerin hayal kırıklığını ifade etmesiyle başladı diyebiliriz.
  5. Yönetici politik elit ideolojik netlikten yoksun. Hala neoliberal “kalkınma” paradigmasının ideolojik kuşatması altındalar. Bu ekonomi ve halkı kapana sıkıştırıyor.
  6. Bununla birlikte küresel jeopolitik düzlemde olumlu gelişmeler var. Batı derin bir ekonomik, politik ve ahlaki krizin içinde. Çin ve Rusya’nın yükselişi Güney Afrika (ve aynı zamanda küresel güneyin diğer ülkeleri için) hareket alanı açtı. G20 emperyalist gündemin bir parçasıdır. Güney Afrika tek Afrikalı üyesi olarak Afrika halkının taleplerini öne çıkarmalı ve Batı’ya kölece tabi olmamalıdır.
  7. Öncü parti ve liderlik henüz yoktur ve bu bugünkü politik elitin halkın arasındaki ikincil çelişkilerle “politikalarla oynamasını” mümkün kılıyor. Öncü partinin yokluğu emperyalizme karşı mücadelede bu ikinci evrede ulusu birleştirmeyi daha zorlu bir görev haline getiriyor. Öncü partisiz bunun uzun mu uzun bir mücadele olacağından korkuyorum.

 

Dipnotlar

[i] Bkz: Erik Reinert, Jayati Ghosh and Rainer Kattel (eds.), Handbook of Alternative Theories of Economic Development, Edward Elgar, 2016

[ii] Bkz: Oupa Lehulere, “Cronin & Company Harness Marxism to the Service of White Monopoly   Capital”, Khanya College journal, No 36, Özel baskı, Nisan-Mayıs 2017

http://khanyajournal.org.za/cronin-company-harness-marxism-to-the-servic…

[iii] Daha ayrıntılı bir incelemesi için, bkz: “G20: the second Berlin War against Africa”, 13 Temmuz 2017 . http://yashtandon.com/g20-the-second-berlin-war-against-africa/

[iv] Başkan Xi’nin Davos’daki konuşmasının tam metni için bkz. : https://www.weforum.org/agenda/2017/01/full-text-of-xi-jinping-keynote-a…

[v] .”Komprador” ilk kez Çin Komünist Partisi tarafından emperyalizmin uzantıları olarak ticaret, yatırım ve politik alanda faaliyet yürüten insanları tanımlamak için kullanılan bir terimdir.

[vi] Julius Malema 2008 ila 2012 yılları arasında ANC Gençlik Birliği’nin başkanlığını yaptı. 2013’te seçimlerinde ANC’ye karşı Ekonomik Özgürlük Savaşçıları partisini kurdu.

Birinci bölüm için tıklayın.

Kaynak: https://www.pambazuka.org/democracy-governance/reflections-south-africa-whose-capital-whose-state
Etiketler:

Bir Yorum

  1. Pingback: İsyandan – Yash Tandon: Güney Afrika Üzerine Düşünceler? Kimin Sermayesi? Kimin Devleti?-I

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.