Ölümünden 80 yıl sonra da, Marksist teorisyen Antoni Gramsci’nin Latin Amerika Solu ve toplumsal hareketler için geçerliliği sürüyor.
27 Nisan 1937 yılında ölen İtalyan devrimci Antonio Gramsci, ölümünün 80. yıl dönümünde Buenos Aires’te bir hafta süren konferanslar ve kültürel etkinliklerle anıldı. Önümüzdeki konferanslar geleneklere uygun olarak Simon Bolivar ve Jose de San Martin gibi bağımsızlık mücadelesi liderlerininin anısına olacak. Gerçekten de, Latin Amerika bağlamında iktidar ve devlet oluşumlarına dair sorunları ele alan birkaç entelektüel figür, Gramsci kadar önemli olduklarını ispatlamış durumda. Peter Thomas’ın 2013 yılında yaptığı çalışmanın başlığını ödünç almak gerekirse, Arjantin ve Latin Amerika son yüzyılın yarısında kendi “Gramsci’ci zamanlarını” yaşamakta.
Gramsci’nin düşünceleri Latin Amerika’da nasıl ve neden bu kadar geçerli oldu? Tarih birçok ipucu sağlıyor. Bunların arasında Quaderni del Carcere ( Hapishane Defterleri) isimli kitabının ilk İtalyanca olmayan baskısının 1950 yılında Buenos Aires’de İspanyolca basılmış olması gerçeği de var.
Quaderni, ulusal tarihi merkezi referans alarak geleneksel Marksizmin yeniden icat edilmiş halini sunar. Gramsci’ den önce, Latin Amerika komünist partileri, ulusal ve bölgesel tarihlerinin özgüllüğünü görmezden gelerek, Komünist Enternasyonal’in (Komüntern) tarih perspektifi ile her bir ulus devletin özelliklerinin analiz edilmesinin önemini göremedi. Gramsci’nin yazıları, pek çok Marksistin, yerel komünist partilerin programlı bir şekilde yok saydığı köylü temelli ve alt tabaka toplulukları, ulusal liderlik için çok az eğilimi olan çelimsiz burjuvazi ve kemikleşmiş otoriter devlet yapıları gibi bir dizi bölgesel gerçekle meşgul olması için cesaret verdi. Bu faktörler Latin Amerika’ya özgü bir Marksist analiz çizgisinin temelini oluşturdu.
Gramsci’nin Latin Amerika ile bağları 1921 gibi erken bir tarihte, neredeyse bir yüzyıl geriye gider. Samimi bir Perulu Marksist olan ve pek çok açıdan Gramsci’nin entelektüel çağdaşı olan Jose Carlos Mariategui’nin eserleri vasıtasıyla İtalyan teorisyenin çalışmaları Güney Amerika kıtası ile tanışmış oldu. O zamandan beri Gramsci, Ortodoks Marksizmin geniş çapta yok saydığı bölgesel gerçekliğe Marksist teoriyi uyarlamak isteyen pek çok entelektüel tasarı için destek niteliğindedir.
Bu uyarlama başka hiçbir yerde Gramsci’nin “organik entelektüel” kavramı kadar görünür değildi. Latin Amerika sahnesine aktarıldığında organik entelektüel, doğrudan emperyalizm ve kapitalizm karşıtı siyasal ve toplumsal mücadelelere dâhil olan, entelektüel bir rehberlik sağlayan ve en az bunlar kadar önemlisi ahlaki bir örnekti. Diğer bir deyişle: bir Che Guevara, bir Camilo Torres, bir Luis de la Puente, bir Miguel Enriquez’di.
Latin Amerikalı Gramsci’ciler başta, devrimci potansiyelle dolu bir dönemde çeşitlenen siyasal kesimlerde – siyasal partiler, toplumsal hareketler, sendikalar ve yeri gelince gerilla grupları- ortak bir mücadele zemini yaratmaya çalıştılar. Fırtınalı 60’lar ve 70’lerden sonra 1988 yılına bakıldığında Arjantinli akademisyen Jose Maria Arico La cola del Diablo (Şeytanın Kuyruğu) isimli eserinde “Gramsci bize, budala ve kaypak olmaktan öte proletaryanın “yoldaş gezginleri” olabileceğimiz siyasal açıklığı hayal etme imkânı sağladı,” der. Arico’nun ortaya koyduğu gibi “Bugün saçma bir fikir olarak görülebilir ancak Latin Amerika’nın 60’lı ve 70’li yıllardaki gerilla mücadelesiyle yaşadığı tecrübeyi sol görüşlü, radikal entelektüellerin siyasetin gidişatını yönlendiren iradeli teşebbüsünden başka nasıl anlamlandırabileceğiz?”
Arico’nun sözleri Latin Amerika’daki Gramsci’ci entelektüelin son yarım yüzyıla çeşitli şekillerde uygulayabileceği ve onu yorumlayabileceği belli bir anlayışla konuşuyor. Her tarihsel an, hızlıca bölgenin değişen siyasetine tahsis edilebilir. 60’lı ve 70’li yıllarda, Arico’nun Pasado y Presente (Geçmiş ve Gelecek) grubu Gramsci’yi iktidarın nasıl ele geçirileceği konusunda bir rehber olarak Leninist-Guevarist bir ruhla okudu. 1980’lerdeki demokratik dönüşümde, önde gelen Marksistler, Brezilya, Arjantin ve diğer ülkelerde Gramsci’nin “ahlaki ve entelektüel liderlik” dediği şeyleri uygulamanın kendilerinin görevi olduğunu hayal ederek Gramsci’nin reformist bir versiyonunu kullandılar.
1990’lardan başlayarak bugüne kadar devam eden bu süreçte, bir taraftan Venezuelalı başkan Hugo Chavez ve Bolivyalı başkan yardımcısı Alvaro Garcia Linera gibi devlet liderleri Gramsci’nin fikirlerini adapte ederken ve halka açık olarak bunlara başvururken, Gramsci’ci teori Bolivya ve Meksika’da otonom ve yerli siyasal hareketler tarafından yayıldı. Her iki figür için de Gramsci, sadece devlet iktidarını ele geçirmek için uygulanan bir süreç değil, bununla beraber Garcia Linera’ nın “ aidiyet algısının ve temsil edilmenin devletin yönetim yapısında da mevcut olduğu bir sosyal, siyasal ve ahlaki liderlik var, […] insanları ortak bir tasavvur etrafında bir araya getirebilecek bir ittifak” sözleriyle ifade ettiği bir hegemonik blok inşa etmek üzere “21. Yüzyılın sosyalizminin” yapısını oluşturmak için anlamlı gelen bir anahtar niteliğindedir.
1950’lerden 1970’lere: İtalya’dan Arjantin’e Gramsci’yi Yerel Bağlama Uyarlamak
“Arjantinli Gramsci’ciler” diyebileceğimiz önemli çizginin ilk isimlerinden olan Hector Agosti, Gramsci’nin Arjantin’in komünist aydınları arasında yeni karşılandığı erken dönemlerde harekete geçirici bir güç olarak rol aldı. Agosti’nin ilk sistematik Gramsci yayılması, 1951 yılı Arjantin’in Avrupalı yerleşimcilerin soyundan gelen liberal elitlerin tarihinde, İtalya ve Arjantin arasında bir paralellik çizmesiyle oldu. Her iki topluluğun da etkili bir şekilde başarısız burjuva devrimlerinden doğduğunu ve bunun eklem yerlerinden ayrılmış sınıf yapısı ve artık bir oligarşiyle sonuçlandığını savundu. Agosti’ye göre, bu faşizmin yükselmesini ve Juan Domingo Peron’un popülist projesinin ortaya çıkışını açıklamaya yardımcı olabilirdi.
Jose Maria “Pancho” Arico, Gramsci’nin kıtadaki karşılanmasının sadece Latin Amerika Marksizm’i için değil, genel olarak Marksizm için önemli çıkarımlar sağlayabileceğini anlayan ilk isimdi. Arjantin Komünist Partisi’nden atıldıktan sonra, kendisini Guevarist devrimciler, sol Peronistler, Maoistler ve diğer radikal siyasetçilerin yanına koyacak olan bağımsız bir siyasi rota çizdi. En önemlisi, Arico 1960’ların başında, Pasado y Presente yayınları vasıtasıyla Gramsci’yi ve diğer eleştirel Marksistlerin düşüncelerini yaymak üzere hayat boyu sürecek olan bir çalışmaya başlamış oldu.
Çalışmaları kendilerinin çevirmesinin ötesinde Arico ve beraberindekiler Gramsci’yi yerel şartlara uydurarak ulusal siyasi bilince aşılamaya çalıştılar. Bu “çevirilerin” en öne çıkan örneklerinden biri, Arico’nun yoldaşı Juan Carlos Portantiero’nun, Gramsci’nin öncelikli olarak İtalya’nın Avrupa’yla karşılıklı olarak (vis a vis) jeopolitik durumundan bahsettiği “çevresel koşul” fikrini almaya karar vererek onu Arjantin, Brezilya, Meksika ve diğer Latin Amerika uluslarına uygulanabilir bir evrensel kategoriye dönüştürmesidir. Klasiklerinden biri olan Los Usos de Gramsci (The Uses of Gramsci) eserinde Portantiero Avrupa’nın çevresiyle küresel çevre arasındaki analojinin altını çizerek “ Latin Amerika sadece üstü kapalı bir şekilde “üçüncü dünya”dır, bu göz önünde tutulursa “yüz yıl ve yarım siyasal otonomiye sahip toplumlar, karmaşık sosyal yapılar, büyük milliyetçi ve popülist siyasal hareketler ve eskiden beri süregelen bir hayli organize edilmiş alt sınıflar geleneğinden” ibarettir” diye yazar.
Böylelikle, hegemonya ve egemenlik, zorlama ve uzlaşma gibi Gramsci’ci terimler teoriden indirgenerek maddi üretimine ve Latin Amerikalı toplumlarda sosyal hayatın yeniden üretimine yönelik yeni çağrışımlar olarak varsayılmıştır.
1980’ler: Gramsci ve Demokratik Restorasyon
Şili’de Salvador Allende’nin sosyalist projesinin yenilmesi ve Güney Konisi boyunca askeri diktatörlüklerin yükselişi – kısa sürede Orta Amerika’nın takip ettiği- bölgede karşı hegemonya hırslarının yeniden değerlendirilmesini dayattı. 1980’ler boyunca süren demokratik restorasyon, Gramsci’ci düşüncede Avrupa’nın Avrokomünizmle olan tecrübesine benzer yeni bir sayfanın açıldığını gördü. Gramsci’yi sosyal reformcu ideoloji olarak yeniden şekillendirmeye ve düşüncelerinin Marksist yönündeki vurguyu kaldırmaya yönelik eğilimin üstün gelmesine rağmen bu dönem, sosyalizm ve demokrasi ilişkisiyle ilgili açık teorik tartışmaları barındırdı.
1983 yılında Pasado y Presente grubu, Meksika’daki sürgünlerinden Arjantin’e geri döndü. Üyeler Arjantin’deki politik iklimin 60’lı ve 70’li yıllarda yapmaya niyetlendikleri ancak Peronist tekelin işçi sınıfı siyaseti tarafından sönümlendirilen ve ardından da askeri diktatörlük tarafından yarıda kesilen müdahale benzeri bir harekete daha anlayışlı yaklaşılabileceğini umdular. Bu yenilenmiş umudun yerini kaybettiği kanıtlandı. Raul Alfonsin hükümeti, otoriter istikrarsızlaştırmanın hakim olduğu yüzyıl nedeniyle kuyusu kazılan bir ulusun siyasal kültürünü en basit anlamıyla yeniden inşa etmek ve Arjantin toplumunun geniş kapsamlı demokratizasyonunu gerçekleştirmek üzere manda rejimi ile başladı.
Brezilya, Arjantin’deki bu genel tarihsel gidişata ilginç bir karşı nokta oluşturur. Brezilya’da 1985 yılında demokratik restorasyondan birkaç yıl önceden beri Gramsci tarzı mevzi savaşları alttan alta zaten devam ediyordu. 1980’den beri İşçi Partisi, kafasında, Sao Paulo’nun “ABC” endüstriyel sektörüne yoğunlaşarak işçi hareketinin yanı sıra Kurtuluş Teolojisinden etkilenen gruplarla da birleşmeyi planlıyordu. Gramsci hali hazırda Brezilya solunda yüceltilmişti, bu da Luiz Ignacio Lula da Silva önderliğindeki sendikadal hareketin siyasal bir parti oluşturarak yeni bir hegemonya yaratma girişimine olanak sağladı.
Brezilya’nın öncü Gramsci’cilerinden Carlos Nelson Coutinho, yakın tarihteki en geniş sol görüşlü partilerinden birinin kayda değer başarısını ve nihai düşüşünü anlamamızda yardımcı olur. Brezilya’nın önde gelen solcularıyla beraber Coutinho, Gramsci’yi Brezilya’nın burjuva devletinin özgün özelliklerini anlamak için kullanan İşçi Partisi’ni başından itibaren destekledi. “Pasif devrim” Coutinho’nun, burjuvazinin liderlik rolünü Brezilya toplumuna empoze etmeye çalışırkenki başarısızlığını tanımlamak için “hegemonyasız diktatörlükle” birlikte kısmen alternatifli olarak kullandığı bir terimdir. Hegemonyasını oluşturmakta başarısız olan burjuvazi, farklı sektörler üzerinden uzlaşı sağlama yeteneği olmadığı için baskıcı ölçütler üzerinden yönetmeye çalışan devletin yaşam desteğiyle devam eder.
Brezilya’nın askeri hükümetinin (1964-1985), bir “yukarıdan devrim” olarak, bir yandan tüm muhalifleri pasifize ederken, bir yandan da Brezilya ekonomisinin sektörlerini modernize etmeyi başarması böyle bir süreç için örnek oluşturur. Mantığa aykırı görünebilir ancak Brezilya’nın halk sınıfları arasındaki hegemonya eksikliğiyle beraber yönetici elitin beceriksizliği, İşçi Partisi’nin 2002 yılında Lula’nın başkanlığı ile sona eren 20 yıllık uzun iktidar yolunda işe koyulması için verimli zemin olmuştur.
21. Yüzyılda Gramsci: Toplumsal Hareketler ve “Sola Dönüş” (Pink Tide)
Coutinho ve diğer yüksek profilli entelektüeller zamanla Lula’nın ilk döneminde İşçi Partisi’yle olan bağlarını kopardı. Reform yanlısı Coutinho öncelikle partinin artan siyasi ılımlığını desteklediğini, sosyalizm işiyle demokrasi güvence altına alındıktan sonra uğraşılabileceğini söyledi. Buna rağmen Lula’nın başkanlığından kısa bir süre sonra geriye dönerek sosyalizm gündeme alınmadan Brezilya’da herhangi bir demokrasinin mümkün olmadığını dile getirdi.
Lula hükümeti altında “pasif devrim” dinmek bilmeden ilerlemeci bir kisve altında yine devam etti. İşçi Partisi tarafından galvanize edilen halkın enerjisi, sivil toplumla devlet arasındaki ilişkileri dönüştürmekten ziyade devlet vasıtasıyla pasifize ve asimile edildi.
Bolivya, 1990’ların ve özellikle 2006’da Evo Morales’in seçilmesinden bu yana Gramsci’nin devlet oluşumuna ışık tutan düşünceleri için ilginç bir örnek sergiledi. Bolivyalı akademisyen Rene Zavaleta, Bolivya toplumunun özgün dinamiklerini izole etmek amacıyla “alacalı toplum” [sociedad abigarrada] terimini önerir: Batılı kapitalist devletlerden daha karmaşık, karakterize edilmiş bir sosyal bütün diyen Zavaleta, modern kapitalist yapıların yanı sıra düzensiz toplumsal dönüşümler ve gizli sömürgeci biçimlerin bir arada olduğunu savunur.
Gramsci’nin eleştirel bir şekilde yeniden ele alınmasının, Evo Morales’i nihayetinde iktidara taşıyacak olan yerli ve halk ayaklanmasını yorumlamaya ve etkilemeye çalışanlar için kaçınılmaz bir öncelik olduğu süreçte, Bolivya’nın 2000 yılındaki Su Savaşı ve 2003 yılındaki Gaz Savaşı önemli eşiklerdi. Bu siyasal döngüye dair çeşitlenen ve sıklıkla yapılan yorumlamalar Gramsci’ ye yaklaştırmıştır. Şimdiki başkan yardımcısı Garcia Linera, Morales ve Sosyalizme Doğru Hareket Partisi’nin yönetiminde olan Bolivya’nın, sadece halkın temsilcisi iddiasında olan “görünüşte devletin” karşısında gerçek bir “bütünleyici devlet” haline geldiğini savundu. Diğer yandan, Marksist entelektüel Luis Tapia, Bolivya’da kendisinin “negatif hegemonya” olarak adlandırdığı, yerel ve alt hareketlerin parçalara ayrılıp kafeslendiği bir “pasif devrim” tanımlar.
Bugün Gramsci: İlgi Devam Ediyor Mu?
Geçtiğimiz ay Buenos Aires’te düzenlenen onursal Gramsci konferansına başkanlık etmek bir aciliyet duygusuydu: Kıta boyunca yükselişte olan gericiliğin telafisi için Gramsci’nin düşüncelerinin belirli yönlerine olan ihtiyaç. Sağ görüşlü hareketlerin ilerici hükümetler karşısında kitlesel gösterileri mobilize edebilme yeteneği, birkaç yorumcuyu Gramsci’nin faşizm üzerine yazılarını tekrar okumaya yöneltti. Gerçekten de, yeni “darbenin” [golpismo] unsurları, devlet odaklı otoriter eğilimlere ek olarak, sivil toplumda sağ görüşlü enerjinin yeri olmaya başladığını gösterdi.
Arjantin mevcut durumda gelişmekte olan “sağa dönüşün” keşif kolunda durmaktadır. Son dönem Arjantinli entelektüellerden Ernesto Laclau, ülkenin başkanlık seçimlerinden önceki konuşmasında, kendisinin Japonya’nın imparatoru olma şansının şu andaki başkan Mauricio Macri’nin hükümete gelmesinden daha yüksek olduğunu söylerken hata yapmıştır. Dilma Rousseff’in görevden alınmasından önce başlayan, Brezilya’nın her tarafındaki işçilerin hoşnutsuz çoğunluğu sol gündemde çok az yer aldı. Kısaca sol, yolunu kaybetti. Bunlar çözümü kolay olmayan klasik Gramsci’ci ikilemlerdir.
Gelecekte yapılacak analizlerin, bölgedeki halkın desteğini alan ilerici hükümetlerin temelini aşındıran yapısal zayıflıklar ve politikalara yönelik olması gerektiğine dair fikir birliğinin olduğu görülüyor. Yine burada da Gramsci’ci “pasif devrim” kavramı tekrar ele alınıyor: Büyüyen tartışmalar son on beş yılda üretim sektöründe sağlam dönüşümler yapılıp yapılmadığı üzerine. Cevap hayır gibi görünüyor; sözde “sola dönüş” [Pink tide] esnasında, egemen birikim modeli hiç sarsılmadan devam etmekle kalmadı, madencilik ve petrol endüstrileri gibi kilit alanlarda daha da katmerlendi.
Tarihi bir düşüşün ortasında bile Latin Amerika solu hala bir geri dönüşün işaretlerini taşıyor. Bir yandan ilerici hükümetler yer değişikliklerine alışmaya çalışırken, bölgenin toplumsal hareketleri Gramsci’nin önerdiği ”kolektif entelektüelin” rolünü üstlenmekte ve yeni bir kültür ve dünya görüşü yaratmanın peşinde olan yerel mücadeleleri sürdürmektedir. Gramsci’nin neredeyse aziz statüsüne sahip olduğu hareketlerin başlıca örneklerinden olan Topraksız Kır İşçileri Hareketi (MST), Brezilya’nın sağa dönüşüne karşı direnişte önde gelen bir rol oynamayı umut ediyor. Toplumsal hareketler, yerli, feminist, sendikalist, öğrenci ya da köylü temelli olsun, Gramsci’nin sosyalizme doğru devrimci süreci inşa etmenin ayrılmaz parçası olarak gördüğü sosyal mücadeleleri ve özgül koşulları harmanladığı temeller üzerinde direnmeye devam edecek.