Bolivya’da Suyun Toplum Tarafından Kontrolünün Onbeşinci Yılı

2010'da Su savaşlarının onuncu yıldonümünde Cochabamba'da yürüyüş (Mona Caron).

2010’da Su savaşlarının onuncu yıldonümünde Cochabamba’da yürüyüş (Mona Caron).

Bu yıl Bolivya topluluklarının özel su şirketlerine karşı kazandığı zaferin on beşinci yıl dönümü. Bu zaferle halk güçleri yalnızca suyu özelleştirme planını tersine çevirmedi aynı zamanda Cochabamba’yı çevreleyen yüzlerce topluluk kendi sularını toplumsal ortak kaynak (müşterek) olarak tutmayı, suyu toplum olarak doğrudan ve demokratik yollarla yönetmeyi ve kontrol etmeyi de başardı.

Son birkaç on yıl içinde Latin Amerika genelinde doğal kaynakları metalaştırma girişimlerinde büyük bir artışa tanık olduk. Hemen hemen bu girişimlerin tümü, güçlü toplumsal seferberlikler ve direnişlerle karşılandı. Birçok zaferle birlikte yenilgiler de oldu. Arjantin’de Monsanto’nun,  La Rioja’daki üç madencilik şirketinin ve Uruguay sınırında bir kağıt fabrikasının engellenmesi başarılara örnek olarak gösterilebilir.

Selanik’te  özelleştirmeleri geriletmek ve madencilik alanlarında ve Yunanistan’ın Halkidiki bölgesinde suyun toplumsallığını koruma mücadelelerinde olduğu gibi dünyadaki diğer yerlerde de başarılar kazanılmıştır. Ötekiler gibi bu örneklerde de, mücadeleler halk güçlerinin belirli bir biçimde örgütlenmesine dayandı. Cochabamba deneyiminde olduğu gibi, sıradan insanlar ve topluluklar (sendikalar, partiler ve başka birimler değil) doğrudan eylem ve doğrudan demokratik meclisleri kullanarak karar vermek için sokaklarda bir araya geldiler.

Bolivya’da ülkeyi ve ortak olanları (müşterekleri) savunmak için yürütülen ve hala süren mücadelelerden önemli dersler öğrenilebilir ve öğrenilmeli. Bolivya’daki mücadele Su Savaşları olarak adlandırılıyor ama bu tüm olanları anlatmakta yetersiz kalır: Aşağıda izah edileceği gibi, bu mücadele yalnızca kaynakların özelleştirilmesine karşı bir savaş değil, bazı yerlerde yüzlerce yıl geriye giden  özerklik ve öz-örgütlenme deneyimlerini korumak için çabalamak ve mücadeleyi sürdürmektir. Cochabambinos (Cochabamba’lılar) özel su şirketlerini kovup kendi ortak kaynaklarını (bienes comunes) korurken kendi öz örgütlenmelerini kurup geliştirmede de başarılı oldu.

Mayıs 2015’te Marcela Olivera ile özerklik ve özyönetim için sürekli mücadele içinde geçen bu on beş yıl üzerine konuştum. Marcela su sorunu ile tesadüfen değil on beş yıldır uğraşıyor. Konuşmamıza Cochabamba’da Su Savaşlarının Nisan 2010’daki ilk günlerini anımsayarak başladık.


Marina Sitrin (MA) : Su ve doğal kaynakları koruma sorunuyla nasıl ilgilenmeye başladığını anlatabilir misin biraz?

Marcela Olivera (MO) : Binlerce Cochabambo’lu gibi ben de bu sorunla ilgilenmeye 15 yıl önce suyumuzu korumak için başladım. Ben bu sorunla ilgilenmeye başlamadan önce bazı örgütlülükler oluşmaya başlamıştı. Konuyla ilgili ilk olarak köylülerin (campesinos), kadınların ve çocukların caddelerde polis tarafından dövüldüğünü televizyonda gördüğümü ve büyük bir öfke duyduğumu hatırlıyorum. Bunun üzerine kız kardeşimle birlikte biz de sokağa çıktık ki sanırım başka binlerce insan da bu yüzden sokağa döküldüler.

En başta sorunu tam olarak anlamamıştım – ailemle birlikte yaşıyordum ve faturaları ben ödemiyordum. Fakat benim gibi pek çok insan adaletsizliği gördü ve sokağa döküldü. Böyle bir durumu daha önce hayatımda hiç görmedim ve bir daha görebileceğimi de sanmıyorum.

MS : Demokrasiden söz ettin ve ona gerçek demokrasi diyorsun. Bize bunun pratikte neye benzediğini anlatabilir misin?

MO : Demokrasi ve tüm bu terimlerden söz ettiğimizde, bazen gerçekten onların ne anlama geldiğini görmüyoruz. Ama ben demokrasinin gerçekten nasıl olduğuna ve nasıl çalışması gerektiğine ve bu tür bir demokrasinin günlük hayatımızda nasıl olup da var olmadığına tanık olduğumu düşünüyorum. Seçimlerde birilerini seçmenin demokrasi olduğunu düşünmemizi istiyorlar, ama öyle değil. Su Savaşları sırasında gördüğüm, insanların bir araya gelip kararlar aldığı gerçek demokrasi, doğrudan demokrasiydi.

Sözlerim duyuluyor gibiydi. Bir sendika lideri değildim ve bir örgüte bağlı değildim ama sesim duyuldu. İnsanların beni dinlediğini hissettim ve ben de diğer insanları dinliyordum ve ardından birlikte kararlar aldık. Bazen bazı konularda uzlaşamadık ve bazı insanların stratejiler hakkında farklı görüşleri vardı, ama gerçekten önemli olan birlikte nasıl karar verdiğimiz ve hep birlikte karar almamız oldu. Bunu birlikte yapmanın yollarını bulduk. İşte gerçek demokrasi budur.

Sokaktakiler benim gibi bir örgüte bağlı olmayan insanlardı. Neoliberal model yaygınlaşmaya başlayınca emek hareketi görünmez oldu, böylece geleneksel işçi sınıfı yok olmuştu, ama artık  işçi sınıfında belli bir sektör olmadan,  örgütlenme geleneği olmadan çoğunlukla kendi başına çalışan benim gibi insanlar vardı… Ama biz bir araya geldik ve birbirimizi bulduk ve diğer taraftaki insanları gördük ve daha sonra orada cocaleros (koka yetiştiren köylüler), çiftçiler ve fabrika işçileri gibi örgütlü olanlar ile buluştuk.

Aramızda hiçbir fark yoktu, belli bir bölgeye veya iş koluna dayalı farklılıklardan gelen bir hiyerarşi yoktu. Hepimizin ortak bir hedefi vardı ve önemli olan da buydu.

MS : Sen ve arkadaşların 2006’da “La Coordinadora por la Defensa del Agua y la Vida” (Su ve Yaşam Savunma Koordinasyon Komitesi) hakkında hikayeler anlatıyordunuz. Yeniden anlatabilir misin? İnsanlar hala bir lider görmekte ısrar ederken siz yatay ve katılımcı bir hareket tanımladığınız için bunu özellikle merak ediyorum.

MO : (Gülüyor) İnsanların Koordinatörün (Coordinadora) kadın olduğunu sandıklarını söylüyorsun, değil mi? O sırada pek çok reform yapılmıştı ve devlet pek çok insanı üstlendikleri rollere göre isimlendiriyordu. Mesela Soruşturmacı (Defensora del Pueblo) gibi, bu yüzden koalisyon böyle bir isim aldı. “La Coordinadora por la Defensa del Agua y la Vida” (Su ve Yaşam Savunma Koordinasyon Komitesi) adını almaya karar verdiler. Zamanla insanlar ismi kısaltmaya çalışınca da İspanyolca’da kadın koordinatör için kullanılan ‘La Coordinadora‘ ortaya çıktı, bu yüzden insanlar ortada bir kadın olduğunu düşünerek konuşmaya çalışıyordu.

Harekete derinlemesine dahil olmayan pek çok kişi “Defensora del Pueblo” adlı bir kadın olduğunu düşündü – aynı zamanda medyada ve siyasi karikatürlerde bir kadın olarak gösterildi. Her zaman geleneksel yerli bir kadın olarak tasvir edilmişti. İnsanlar ‘polise ve devlete karşı koyan bu cesur kadın kim’ diye soruyorlardı. Bir keresinde bir eylemden sonra ‘Coordinadora’yı arayan yaşlı bir adam gelmişti, ona ‘Coordinadora’nın tek bir kişi olmadığını  hepimizin koordinatör olduğumuzu anlatmaya çalıştık, (ama ikna edemedik) sonunda arkadaşlar onunla konuşması için bir kadın gönderdiler. Sonra adam bir kez daha geri geldi ve ‘Señora Coordinadora del Agua’ (Su Koordinatörü Hanımefendi)’yı görmek istedi ve hepimiz gülmeye başladık. Adam utandı ve ‘ah, üzgünüm, yoksa o Señorita (bekar bir kadın) mı?” dedi. Her zaman insanlar için mücadele eden bir kadın hayal edildi.

Bu çok komik bir durumdu, çünkü tüm sözcüler erkekti, bu yüzden çelişkili bir durum oldu. Ama biz her zaman mücadelelerin çoğunlukla kadınlar tarafından yürütüldüğünü düşünüyoruz, görüntülere bakarsanız mücadelenin en önünde hep kadınların olduğunu göreceksiniz. Oysa erkekler ancak konuşurlar… Sanırım erkekler konuşmayı seviyor ve biz hareketten, yapmaktan hoşlanıyoruz.

MS : Geçmişte ortak mallar (müşterekler) fikrinden ve bu konuda hareketten öğrendiklerinden söz etmiştin. Suyun nasıl sağlandığını ve dağıtıldığını açıklayabilir misin? Kısaca, müşterekler, toplumsal mallar ve özel kontrol arasındaki farklardan söz edebilir misin?

MO : Olaylar iki düzeyde ilerliyordu. Önce Cochabamba su sisteminden taviz almak istediler; suyu ve su sistemini özelleştirerek suyu bir mal yapacak ulusal mevzuatı çıkardılar. Bolivya halkı suyu, suyun nasıl kullanıldığı (Usos y costumbres – kullanım ve gümrük) ve suyu kimin kullandığına (custumbres) dayalı geleneksel yöntemlere göre yönetiyordu. Suyun kullanımına yönelik topluluklar arası anlaşmalar da buna göre düzenlenirdi. Su Savaşı ile birlikte özelleştirme için yapılan değişiklikler durduruldu ve su ile ilgili mevzuat halkın taleplerine dayalı olarak değiştirildi.

On beş yıl sonra durumun çok fazla değiştiğini düşünmüyorum. Hala mücadele etmek zorundayız. Su Savaşından hemen sonra, su sistemini kurtardığımızda, ne yapacağımızı sorguluyor ve aramızda düşünüyorduk. Kendimize şunu sorduk: “Ne istiyoruz? Suyun toplumsal ellerde ki o zaman devlet eli anlamına geliyor kontrol edilmesini mi istiyoruz, yoksa başka bir yöntem mi?” Çoğunlukla bu iki yöntem üzerinde düşündük: kamu ve özel ve üçüncü bir yol düşünmedik.

Ama Su Savaşından sonra toplulukların suyu kendilerinin yönetmesi alternatifi görünür hale geldi ki bu halihazırda var olan ve mümkün olan üçüncü yoldu. Bizim görünür hale getirmeye çalıştığımız, devletin suyu kendileri adına yönetmesini beklemeksizin toplulukların kendi su kaynağını yönetmesi zaten yıllardır olan bir yöntemdi.

Sokaklarda gördüğümüz demokrasi şimdi su yönetimi sistemi ile gün be gün yeniden üretiliyor. Topluluklar örgütlenip bir araya geliyor ve suyu ne yapacaklarına ve nasıl yapacaklarına beraber karar veriyor. Bu 2000’lerde bilmediğimiz ama sonra öğrendiğimiz bir gerçeklik. Sadece Cochabamba civarında 600 – 700 su sistemi, topluluklar tarafından yönetiliyor. Bu nüfusun yarısının suyunu bu sistemle kullandığı anlamına gelir. Bazıları 500 bazıları 50 aileden oluşan farklı büyüklük ve biçimlerde demokrasiler. Bazıları her şeyi ortaklaşa yapıyor bazıları ayrı ayrı, her biri kendileri için en uygun yönteme kendileri karar veriyor.

Ayrıca bu on beş yıl boyunca benzer şeylerin tüm dünyada gerçekleştiğini öğrendim. İnsanlar devletin onlar için yapmasını beklemeksizin kendi sularını ve kaynaklarını kendileri yönetiyorlar. Örneğin Kolombiya, Peru ve Ekvador’da da bu gerçekleşiyor. Bizim yapmaya çalıştığımız halihazırda olanları görünür kılmak. İnsanlar suyun nasıl yönetileceğini sorgulamıyor; devlet mi yapsın, özel sektör mü yapsın diye bakınıyor. Burada gerçekten görülmesi gereken bir şey var; özelleştirmenin, kamulaştırmanın, pazar ve devletin ötesinde insanlar kendi suyunu kendisi yönetiyor.

MS : Suyun yerel yönetimlere (belediyeler) devri konusunda ne düşünüyorsun? Müşterekleştirme ile benzer mi?

MO : Son zamanlarda su kaynaklarının belediyelere devrinin olumlu karşılandığını görüyoruz. Bunu genel olarak su hareketlerinde gözlemliyorum, örneğin Paris’te, Buenos Aires ve dünyanın başka yerlerinde belediyeler su kaynaklarını özel şirketlerden aldı. Bizim durumumuzda ise durum tam tersi: biz bunu bazı yerlerde yüzlerce yıldır kendi kendimize yönettiğimiz su kaynaklarına devletin müdahalesi, su kaynaklarının bir tür özelleştirilmesi olarak görüyoruz.

Bu yüzden suyun belediyelere verilmesi kuzey yarı kürede sevinçle karşılanırken burada başka anlamlara geliyor. Su kaynaklarının özel sektöre devredilmesi anlamına gelmese de karar verme hakkını bizim elimizden alıyor, biz de bunun yalnızca suyla ilgili olmadığını daha başka şeylerle de ilgili olduğunu düşünüyoruz.

Su hayatımızın birçok başka yönleri için etrafında bir araya gelebileceğimiz bir konudur. Örneğin Cochabamba su komisyonlarında bir bütün olarak topluma ilişkin birçok başka konular üzerine konuşulur: insanların ne durumda olduğu, desteğe ihtiyaçları olup olmadığı, topluluk içinde birisi vefat etmiş ise aileye nasıl yardımcı olabileceğimiz ve buna benzer konular… Bu insanların sosyal hayatlarının pek çok yönünü düzenleyen bir yerdir – bu başka bir şey.

Marina Sitrin / Halk Direnişi – 9 Haziran Salı, 2015
Kaynak: http://earthfirstjournal.org/newswire/2015/06/09/fifteen-years-of-community-controlled-water-in-bolivia/

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.