Veli Mbele: Cecil Rhodes’un Düşüşü ve Afrika’da Siyah Gücünün Yükselişi

WARNING: unbalanced footnote start tag short code found.

If this warning is irrelevant, please disable the syntax validation feature in the dashboard under General settings > Footnote start and end short codes > Check for balanced shortcodes.

Unbalanced start tag short code found before:

“akım, siyahlara yönelen insan-dışılaştırmanın”

Michael Jeffries:

Gün geçtikçe anti-siyahî**ing. Anti-Blackness/** akım, siyahlara yönelen insan-dışılaştırmanın**dehümanizasyon/** ve fiziksel şiddetin bir odağı durumuna gelmektedir. “Anti-siyahî” ifadesinde yer alan ‘anti’, siyah halkın yaşama hakkının reddi anlamını taşımaktadır.

Frank B. Wilderson, III:

Mazlûmiyeti anlayış ve kavrayış şeklimiz ve onun özünün ekonomik sömürüde mi yoksa anti-siyahîlikte mi yattığını görmemiz, özgürlüğü nasıl düşlediğimiz ve devrimi nasıl gerçekleştireceğimiz üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir.

Warren Phaahla:

Güney Afrika’da beyazlık kimliği, doğal kaynakları elinde bulundurma hakkını, ırklar üzerinden süregelen adaletsizliğe olan öğrenilmiş kayıtsızlığı, gayrı resmî otoritenin kabulünü ve de beyazlığın belirlediği ekonomik, siyasi ve toplumsal düzenin en güzel meyvelerini yemeyi olanaklı hale getirmektedir. Irksal adaletsizlik düzeni, toplum içerisindeki bireyler arası ırkçılığı içerdiği gibi beyazlığa tanınan ayrıcalıkları işlevselleştiren siyah kimliğinin inkârı politikasını da içermektedir.

Bu makale, ölümünden 113 yıl sonra Cecil John Rhodes isminin ne ifade ettiğini inceleyip kavramak amacıyla şu konulara değinmektedir:

[button link=”https://isyandan.org/makaleler/veli-mbele-cecil-rhodesun-dususu-ve-afrikada-siyah-gucunun-yukselisi/#1″ size=”small” icon=”arrow-circle-o-down” color=”red”]1[/button]Cecil Rhodes’un, Avrupa’nın Siyah karşıtı beyaz egemen projesindeki tarihsel yeri.

[button link=”https://isyandan.org/makaleler/veli-mbele-cecil-rhodesun-dususu-ve-afrikada-siyah-gucunun-yukselisi/#2″ size=”small” icon=”arrow-circle-o-down” color=”red”]2[/button]Cecil Rhodes’un ailesinin geçmişi ve Cecil Rhodes’un talihini**Machiavelli’nin kullanımıyla, “Fortuna”/** nasıl elde ettiği.

[button link=”https://isyandan.org/makaleler/veli-mbele-cecil-rhodesun-dususu-ve-afrikada-siyah-gucunun-yukselisi/#3″ size=”small” icon=”arrow-circle-o-down” color=”red”]3[/button]Cecil Rhodes’un oluşturduğu kuruluşların yarattıkları etki ve Glen Grey Yasası.

[button link=”https://isyandan.org/makaleler/veli-mbele-cecil-rhodesun-dususu-ve-afrikada-siyah-gucunun-yukselisi/#4″ size=”small” icon=”arrow-circle-o-down” color=”red”]4[/button]Cecil Rhodes’un Siyah halk için tarihsel ve güncel olarak ne anlama geldiği.

[button link=”https://isyandan.org/makaleler/veli-mbele-cecil-rhodesun-dususu-ve-afrikada-siyah-gucunun-yukselisi/#5″ size=”small” icon=”arrow-circle-o-down” color=”red”]5[/button]“Rhodes Düşmeli”**“Rhodes Must Fall”/** projesinin, topraklarını geri alma arayışındaki Siyah halkın mücadelesinde neye karşılık geldiği.

rhodes

 

[button link=”https://isyandan.org/makaleler/veli-mbele-cecil-rhodesun-dususu-ve-afrikada-siyah-gucunun-yukselisi/#0″ size=”small” icon=”arrow-circle-o-up” color=”red”]1[/button]Tarihsel Bağlamda Cecil Rhodes

“İnancın İkrarı” adı verilen bir belgede şöyle diyor Cecil John Rhodes:

Bizim dünyadaki en üstün ırk olduğumuzu söylüyorum ve bu dünyada ne kadar fazla alana yerleşirsek, bu durum insan ırkı için o kadar hayırlı olacaktır. Şu anda aşağılık insan türlerinin mevcut olduğu onca yerin, hele bir Anglo-Sakson etkisi altına girdiğini bir tahayyül edin. Egemenliğimiz altına giren yeni bir ülkenin getireceği fazladan işgücünü düşünün. Diyorum ki sınırlarımıza katılan her metrekare toprak gelecekte yeni bir İngiliz ırkının doğumunu sağlayacaktır…

Ve şöyle de devam ediyor:

Neden yalnızca şu tek amacı olan gizli bir topluluk kurmayalım ki: Birleşik Devletler’in iyileşmesi ve tüm Anglo-Sakson ırkının bir imparatorluk altında birleşmesi adına Britanya İmparatorluğu’nun bekası ve dünyanın medeniyetten nasibini almamış toprakların İngiliz egemenliği altına alınması amacı… Afrika hala bizim için hazır bir durumda bekliyor, bizim görevimiz ise onu elde etmektir. Yeni topraklar elde etmek için her türlü fırsattan yararlanmak bizim görevimizdir ve şu yegâne düşünceyi hep aklımızda tutmamız gerekmektedir: her yeni toprak daha fazla Anglo-Sakson ırkı demektir ki bu ırk dünyada mevcut olan en iyi, en insan, en onurlu ırktır…

Rhodes’un düşüncelerini en doğru şekilde kavrayabilmek için onları tarihsel bir evrim sürecinden geçmiş olan Avrupa’nın beyaz egemenliği projesinin bağlamı içerisinde ele almamız gereklidir. Arapların yaptığı gibi, İngilizler de uzun zamandır kendi emperyalist planları için Afrika’nın doğal kaynaklarını ve Afrikalıların bedenlerini kendilerince tanımlamışlardır.

Columbus 1500 yılı civarında, Amerika kıtalarına açılmadan 80 yıl kadar önce, transatlantik köle ticareti başlamıştı. Portekiz İmparatorluğu Afrika’dan 700 ton altın çıkarıp gemilerle Portekiz’e getirmişti ve 80.000 kadar insanımızı köleleştirmişti. Zincire vurulmuş Afrikalı kadın, erkek ve çocuklar insan dışkısıyla dolup taşan gemi ambarlarındaki samanların üstünde balık istifi taşınıyordu.

Nadiren belirtilen konulardan biri de, bu gemiler Batı’daki çeşitli köle plantasyonlarına yolculuk ederken yüz binlerce insanımızın hastalıktan ya da açlıktan öldüğü ya da sömürgecilere karşı direnirken katledilip denize atıldığıdır. Atlantik Okyanusu’nun ekolojisi dahi bu köle ticareti döneminde değişmiştir.

Öldükten ya da katledildikten sonra denize atılan insanlarımızın etleriyle beslenmeye gelen köpek balıkları gemilerin peşlerinde sıralar oluşturuyordu. Afrikalıların vücutları üç köşeli ticaretin de ana “malzemesini” oluşturuyordu (Afrika’dan toplanan tutsaklar Amerika kıtalarındaki plantasyonlarda köle olarak çalıştırılırken pamuk, şeker, tütün ve rom gibi ürünler de Kuzey Amerika’ya ve İngiltere’ye taşınmaktaydı).

Bütün bu saldırıların, vahşiliklerin yanında yerlilere uygulanan soykırım ve yerlilerin topraklarının, kaynaklarının gaspı da söz konusuydu. Afrika’nın halklarına uygulanan bu katliam, soykırım, tecavüz ve yağma Avrupa’ya eşi benzeri görülmemiş bir zenginlik götürmüştür. Bize sık sık bahsedildiği üzere Avrupalıların deha ve buluşları değil; sanayi devrimine muazzam katkıda bulunan bu yağma Avrupa’daki üretim biçimini feodalizmden kapitalizme dönüştürmüştür.

Bundan dolayıdır ki günümüzün “Birinci Dünya”sının ekonomik zenginliğinin büyük bir bölümü, Afrikalıların vücutlarıyla yapılan kanlı ticaretin ya da bazen de köle ekonomisi diye geçen vahşetin doğrudan bir sonucu olarak oluşmuştur. Aslında ABD’nin çokça saygı duyulan kurucuları, vahşi birer köle sahibi olmanın yanı sıra Birleşik Devletler içerisindeki yerlilere karşı soykırım yasalarını çıkaranlardır. Gaddarlığıyla bilinen George Washington’ın artıklarla beslediği aç acına yaşayan 300’den fazla kölesi vardı.

Rhodes İsmi Bu Anlatının Hangi Kısmıyla Örtüşüyor?

21. yüzyıla hızlı bir dönüş yapalım. Bu yılın Mart ayıyla beraber Rhodes’un ölümü üzerinden 113 yıl geçmiş olacak. Rhodes’un ölümünden sonra oluşan ünü de hayatı gibi karmaşık ve ihtilaflı bir konu. Bu karmaşıklık ve ihtilaf, Siyah öğrencilerin Cape Town Üniversitesi (UCT) ile Rhodes Üniversitesi’ndeki isyanıyla alevlenen tartışmalarda da belirgindir.

Siyah öğrencilerin bu isyanı, doğal olarak, birçok tepki yaratmıştır. Bu tepkilerden bir bölümü şu soruları içermekteydi: Bu öğrenciler, huzurlu bir renk cümbüşü görünümündeki ulusumuzun tadını kaçırmak ve ilgi çekmek derdindeki cahil bir grup muydu?  Yoksa bu öğrenciler tüm dünya genelinde yaşayan Siyahların ontolojisi hakkında derin bir kavrama kabiliyetine sahip entelektüel bir kolektif miydi? Bir diğer soru ise: Güney Afrika’lı bir Siyahın neden bir asır önce ölmüş Avrupalı beyaz bir adamın heykelinden rahatsız olması gerektiğiydi.

Bense bu sorulara bir de şu soruyu eklemek istiyorum: Güney Afrika’daki beyaz egemenliğinin türlü sembollerine bugün dahi kayıtsız kalmayı seçen Siyahları ne gibi bir akıbet beklemektedir?

Yukarıda sözü edilenlere ve benzeri sorulara tepkilerimiz ne olursa olsun, kamusal ve özel alanlarımızda beyaz egemenlikçi sembollerin mevcudiyeti, (Siyahlar olarak) bizlerin hayatlarında tahminimizden çok daha derinden işleyen etkiler yaratmaktadır.

 

[button link=”https://isyandan.org/makaleler/veli-mbele-cecil-rhodesun-dususu-ve-afrikada-siyah-gucunun-yukselisi/#0″ size=”small” icon=”arrow-circle-o-up” color=”red”]2[/button]Cecil John Rhodes Kimdi(r)?

Günümüzde Cecil John Rhodes ismi daha ziyade burslarla, hayırseverlikle, akademi ve liderlik alanlarında mükemmeliyetle ilişkilendirilen bir isimdir. Peki Rhodes gerçekten de bu şekilde ifade edilebilecek biri midir? Rhodes gerçekte kimdir? 1853 yılında İngiltere’nin Bishop’s Stortford kasabasında doğan Rhodes gençliğinde astım hastasıydı ve okul tatillerinde (şehrin hava şartlarının Rhodes’un astımı için sorun teşkil etmemesinden dolayı) sık sık abisinin Natal’daki pamuk plantasyonuna gönderilmekteydi.

Rhodes ve abisi daha sonraları, Güney Afrika’nın altın ve elmas kaynaklarını ele geçirmeye yönelik yağmaya katıldılar. Rhodes, meşhur DeBeers elmas kartelinin kurulmasında rol oynadı. 18 yaşındayken onun ve emperyalist tayfasının Kimberley adını verdikleri bölgedeki elmas madenlerinin yönetimini devraldı. Daha yirmili yaşlarındayken bir milyoner olmuştu ama bu durum onun kıtamız üzerindeki emperyalist emellerine dizgin vurmaya yetmezdi. Otuzlarına geldiğinde milyarder olmuştu ve 1891 yılında DeBeers madenlerini kendi kontrolü altında birleştirdi. Böylelikle tüm dünya çapındaki elmas madenlerinin yüzde 90’ından fazlasının hâkimiyeti Rhodes’un eline geçmişti.

Bunun dışında iki önemli mevki daha edinmişti. Birincisi Britanya İmparatorluğu’nun Cape’teki sömürgesinin başbakanlığıydı. Rhodes, Cape Town’da 1887 yılında meclise seslenirken şöyle diyordu:

Yerlilere çocuk muamelesi yapılmalı ve de çeşitli hak ve imtiyazlar onlara tanınmamalıdır. Afrika’nın bu barbarlarıyla olan ilişkilerimizde despotik bir tür düzen benimsemeliyiz.

Rhodes’un şöyle bir sözü daha var:

Zenciler yerine toprağı tercih ederim.

Sahip olduğu diğer mevki ise 1889 yılında kurulan İngiliz Güney Afrika Şirketi’nin (BSAC) başkanlığıydı. Bu şirket; köle ticareti yapan ve Doğu ülkelerinin topraklarını gasp eden Doğu Hindistan şirketlerinin çizgisinden gelmekteydi. BSAC “Cape’ten Kahire’ye” sloganı altında Nyasaland (şimdi Malavi), Kuzey Rodezya (şimdi Zambiya) ve Güney Rodezya’da (şimdi Zimbabve) birçok toprağı talan etmek adına bölge halklarını katletmiştir. Rhodes’un emperyalist “fetihleri” bu bahsi geçen ülkelerdeki Siyahların yürüttüğü sömürge karşıtı mücadelelerin doğrudan nedeni olmuştur.

Rhodes, şeytani olduğu kadar öngörülüydü de. Sistematik olarak, çalıp çırptığı servetini kullanarak bazısı günümüzde de faaliyet gösteren çok sayıda beyaz egemenlikçi kurum kurmuş ya da bu tarz yapılara ilham vermiştir. Bu kurumlardan biri de Yuvarlak Masa Hareketi’dir. Bu hareket günümüzde Rhodes Vakfı olarak bilinen organizasyonu kurmak için kullanılmıştır. Bu yapılara Siyahlar gözünde meşruiyet sağlamak için Nelson Mandela ismi Rhodes’un kurduğu vakıflarla bir arada kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca Cape Town’da şehir merkezindeki bir binaya Rhodes’un ve Mandela’nın ismi birlikte verilmiştir.

Rhodes Vakfı’nın asıl amacı Birleşik Devletler ve Britanya İmparatorluğu’ndaki Anglo-severleri Afrika’daki emperyalist projelerine dahil edebilmekti. Yuvarlak Masa Hareketi daha sonraları hammadde sektörüyle uğraşan Rio Tinto Zinc, Anglo-American, Lonrho (ve tabii ki) DeBeers gibi çok uluslu dev şirketler yaratmıştır. Bu dev şirketler arasında herhalde en ilgi çekici olanı Lonrho’dur.

Londra’da, Mayıs 1909’da, Londra ve Rodezya Madencilik ve Toprak Limited Şirketi (“[Lon]don and [Rho]desian Mining and Land Company Limited” – Lonrho) isimli bir maden holdingi kuruldu. Bu şirketin isminin içinde geçen Toprak ve (“Rhodes”dan gelen) Rodezya  kelimeleri oldukça manidardır. Yıllar sonra 1999’da Lonrho ismini Lonmin olarak değiştirecektir. Lonmin isimli şirket bildiğimiz üzere Ağustos 2012’de Afrika Ulusal Konseyi liderleriyle birlikte çevirdiği dolaplarla, yabancı-beyaz sermayeyi korumak uğruna 34 Siyah işçinin öldürüldüğü katliamın sorumlusudur.

Rhodes’un Siyah halkları sömürerek elde ettiği servetle Rhodes, Witwatersrand, Pretoria ve Cape Town üniversiteleri açılmıştır. Rhodes Üniversitesi, Rhodes Vakfı’nın gerçekleştirdiği bir bağışla kurulmuştur. Bunun yanı sıra UCT de Rhodes’un “bağışladığı” toprakların üzerine kurulmuştur. Rhodes’un mimarlarından biri olan Herbert Baker’ın dediğine göre Rhodes, üniversitenin DeBeers Madencilik’in Kaffir sistemi**Göçmen işçilerin emeğinin sömürüldüğü sistem. Güney Afrika’da yaşayan Siyahlar göçmen kategorisinde sayılıyorlardı/** sayesinde elde edilen kârlardan faydalanarak kurulmasını teklif etmiştir. Baker, bu konuyla ilgili şöyle bir de espri yapmıştır:

Rhodes, üniversitenin kaffir’lerin**”Kaffir” kelimesi aynı zamanda Güney Afrika’da zencileri aşağılamak için kullanılan bir kelime haline gelmiştir/** midesinden alınanlarla kurulmasını istemişti.

Güney Afrika’daki çoğu “önde gelen” beyaz üniversitesinin yaradılış hikâyesi Kimberley’deki Güney Afrika Madencilik Okulu’nda (1896) yatar ve bu okul Rhodes, Bernato, Southey, Lord Kimberley gibi Güney Afrika’nın elmas ve altın zengini bölgelerindeki katliamlara liderlik etmiş sömürgecilerin çizgisini takip etmiştir.

Bundan dolayı UCT, Wits, Rhodes, Pretoria, Stellenbosch ya da Free State gibi üniversiteleri finanse eden yapıların; Rhodes gibi beyaz egemenlikçi sembollerin kamu alanlarımızdan kaldırılmaya çalışılmasına ekonomik olarak engel olması hiç şaşırtıcı değildir. Onlar da çok iyi bilmektedir ki bu üniversiteler Siyah halkın kanıyla ve ondan çalınanlarla kurulmuştur ve bu üniversitelerin varlık amacı Güney Afrika’daki beyaz egemenliği desteklemektir. Ve yine bilmektedirler ki eğer Rhodes düşerse, diğer üniversitelere bağlı beyaz egemenlikçilerin düşmesi de oldukça muhtemeldir.

 

[button link=”https://isyandan.org/makaleler/veli-mbele-cecil-rhodesun-dususu-ve-afrikada-siyah-gucunun-yukselisi/#0″ size=”small” icon=”arrow-circle-o-up” color=”red”]3[/button]Cecil John Rhodes’un Bıraktığı Miras Nedir?

Rhodes, 20. yüzyılda Afrika’da küresel kapitalizme ve emperyalist yayılmaya zemin hazırlamıştır. Rhodes, günümüzde ısrarla varlığını sürdüren (Rhodes’un bizzat yarattığı) birkaç sömürgeci kurum ağından başka bir şey değildir. Onun ölümünden sonra kurulan kurumlar, onun Afrika halklarını sömürürken çizdiği yolu takip etmektedir.

İsmini Diederik Arnoldus ve Johannes Nicolaas DeBeer’den almış olan DeBeers işte bu kurumlardan biridir. Rhodes’un ölümünden sonra Oppenheimer ailesi tarafından devralınan elmas karteli DeBeers, günümüzde elmas ekonomisinin her alanını kontrol eden bir tekeldir. DeBeers elmasın yalnızca kazılıp çıkarılmasını değil, kesimini, cilasını, mücevher hale getirilişindeki her aşamasını, fiyatlandırılmasını ve hatta satışını kontrol etmektedir.

DeBeers, elmas ticaretini masum ve romantik gösterebilmek için halkla ilişkiler kampanyalarına milyonlarca dolar harcamıştır. Bu kampanyaların asıl amacı ise, DeBeers ve benzeri çok uluslu şirketlerin Afrika’nın maden açısından zengin yerlerinde uyguladığı soykırımların, köleciliğin, çocuk işçiliğinin ve ölümlerinin örtbas edilmesidir.

Bazı kaliteli, büyük elmas taşları Sierra Leone, Angola, Namibya ve Kongo’dan getirilmektedir. 1990’larda Sierra Leone’de ve Batı Afrika’da gerçekleştirilen vahşetlerde DeBeers’in de parmağı vardır. Kanlı, kirli elmas (ya da savaş elması) kavramları gözlerini kan bürümüş emperyalistlerin 1990’larda Sierra Leone’de ve Batı Afrika’da çıkardıkları (ya da çeşitli şekillerde destekledikleri) savaşların sonucunda ortaya çıkmıştır. DeBeers elmas karteli, bu bölgelerdeki varlığını sürdürme (ve meşru kılma) amacıyla bir elmasın kanlı mı temiz mi olduğuna karar veren Kimberley İşlem Belgelendirme Dükümü’nü oluşturmuştur.

Gerçekteyse DeBeers, kanlı elmas meselesinde en önde gelen aktör konumundadır. Sierra Leone’deki (De Beers ve diğer emperyalistlerin sahip olduğu) “yasal çerçeveler içerisinde” kurulmuş olan madenlerde, Afrikalı madenciler yok pahasına çalışmaya mecbur bırakılmaktadır. Sadece bir avuç işçi günlük 30 sent ila 2 dolar arası bir yevmiye alabilecek kadar şanslıdır. Buna rağmen Forbes’un açıklamasına göre DeBeers’in geçmiş yönetim kurulu başkanı ve Harry Oppenheimer’ın oğlu Nicky Oppenheimer, 6,6 milyar dolarlık servetiyle Afrika’nın en zengin üçüncü şahsıdır.

Sierra Leone (Afrika’nın belli başlı yerleri gibi) doğal zenginlikler açısından zengin bir ülke olmasının yanı sıra, dünyanın en yoksullaşmış ülkelerinden biridir. İnsanların çoğu günlüğü 1 dolardan az ücretlerle hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Dünyada bebek ölümünün en yüksek olduğu yerlerden biri olan Sierra Leone’de erkekler için ortalama yaşam süresi 38 yıldır. Toprakları çeşitli doğal zenginliklerle dolu olmasına rağmen Sierra Leone halkı büyük bir yoksulluk çekmektedir. Afrika’nın diğer bölgelerinde olduğu gibi, Sierra Leone’nin doğal zenginliklerinden elde edilen kârlar Avrupa’ya ve Kuzey Amerika’ya gitmektedir.

1990’lı yıllarda Foday Sankoh’un kurduğu Devrimci Birleşik Cephe (DBC) ortaya çıktığında, Sierra Leone halkı kendi çıkarları uğruna savaştıkları yanılgısına düşmüşlerdi. Devrimci Birleşik Cephe, emperyalist talandan kırıntılar toplamaya çalışan Batı destekli bir silahlı gruptan başka bir şey değildi. Kendi halklarına karşı vahşi bir iç savaş yürüttüler ve 50.000 insanı katlederken on binlercesini de uzuvlarını keserek sakat bıraktılar. DBC’nin emperyalistleri temsilen yürüttüğü bu savaşın en büyük bağışçılarının DeBeers ve İsrail Devleti olduğu düşünülmektedir.

Aslına bakılırsa elmas ticareti, Siyahlara yönelik şiddet aracılığıyla Afrika’da yeni sömürgeciliğin güçlendirilmesinde uzundur önemli bir rol oynamaktadır. DeBeers ile Batı’nın istihbarat teşkilatları, Jonas Savimbi ve Mobutu Seseko gibi hainleri kullanarak Afrika’da beyaz egemenliği ve kapitalizmi muhafaza etmişlerdir. Birleşik Devletler başkanları Kennedy ve Eisenhower’ın da suç ortaklığıyla ve DeBeers ile CIA işbirliği sonucunda Patrice Lumumba’nın suikaste uğramasına neden olacak uygun ortam yaratılmıştır.

1894 Glen Grey Yasası

Rhodes’un mirası sadece Güney Afrika ve Afrika’nın ekonomik yapısında ve işleyişinde hissedilir olmakla kalmayarak, Siyahların topraksızlık halinin devamlılığını da sağlamaktadır. Güney Afrika Hükümeti’nin, siyahların yasal olarak topraksızlaştırılmaya başlayışını 1913’e dayandırması büyük bir kandırmacadır; 1913 Yerli Toprakları Yasası aslında sıklıkla göz ardı edilen 1894 Glen Grey Yasası’nın pekiştirilmesinden başka bir şey değildir.

Rhodes ve sekreteri William Milton tarafından kaleme alınan Glen Grey Yasası, sömürge hükümetinin kurduğu iki komisyondan esinlenerek hazırlanmıştır. Bu komisyonlardan biri, yerlilerle alakalı yasaları düzenlemek ve izlemek üzerine 1883 yılında kurulmuştur. Diğeri ise 1893 yılında kurulan Glen Grey Komisyonu’dur. Glen Grey Yasası temel olarak toprak, işgücü ve imtiyaz konularına odaklanmaktaydı.

Pratikte bu yasa temlik edilmemiş toprağın bölgelere ayrılmasına olanak sağlamaktaydı. Bölgeler, incelemeden geçirildikten sonra vali tarafından onaylanan her hak veya toprak sahibine, yasa uyarınca 4 morgen**Güney Afrika ve Tayvan da dahil olmak üzere Hollanda sömürgelerinde kullanılan bir ölçü birimi/** toprak verilmekteydi. Yine yasa uyarınca toprak ipoteklenememekteydi; arta kalan topraklar ise müşterek mal sahipleri arasında bölüştürülecekti. Toprağın temliki ve devri vali tarafından onaylanacaktı.

Toprak, devren kiraya verilemeyecek ya da parsellenemeyecek, kişi başı bir arsa uygulaması geçerli olacaktı. Glen Grey Yasası’nın temelinin biçimlenişinde Transkei Bölgeleri ve Afrikaner Birliği’ndeki çeşitli sömürge yöneticilerinden de etkilenilmiştir. Özü itibariyle, Rhodes’un fikirleri yerlilerin Avrupalıların gördüklerinden farklı muamele görmeleri gerektiğini söylemekteydi. Rhodes bu yasayla birlikte maksadının, “yerlilere topraktan pay verilmesini; yerliler arasından zekâsıyla sıyrılan bazılarının, diğer yerlilerin yereli ilgilendiren istekleriyle ilgilenmesine izin verilmesini ve kışla kantinlerinin kapatılarak yerlilerin çalışmaya teşvik edilmesini” sağlamak olduğunu iddia etmiştir.

Rhodes bu yasayı “Afrika Bildirgesi“**ing. “Bill of Africa”/** diye adlandırmaktaydı çünkü Glen Grey Yasası’nın yalnızca Transkei bölgelerine ve Cape Kolonisi’nde yerlilerin bulunduğu herhangi bir bölgeye yayılmakla kalmayıp, hırsla diğer İngiliz sömürgelerine değin uzanacağını öngörmekteydi.

Glen Grey Yasası’yla, kendi toprağına sahip olup onun üzerinde yaşayan Afrikalı sayısı sistematik bir şekilde sınırlandırılmaktaydı. Yasa aynı zamanda toprak sahibi olmak için gerekli niteliklere sahip olmayanları, Glen Grey Bölgesi dışındaki çiftliklerde veya başka yerlerde iş aramaya itiyordu. Ayrıca Glen Grey Yasası’nda imtiyaz sahibi olabilecek Afrikalı sayısını sınırlandıran belli hükümler mevcuttu.

Tüm bunlara rağmen Khoikhoi, San, amaXhosa ve amaZulu’da birçok özgürlük savaşçısı Glen Grey Yasası’na karşı kahramanca mücadele vermiştir. Bu direniş, “Cape” denen yerdeki yerlilerin geçmişte Hollandalılara karşı verdikleri koloni karşıtı savaşlardan güç ve ilham almaktaydı. Bunun yanında, çeşitli yerli kabilelerin birlikte direniş yürüttükleri zamanların da olduğuna dair birçok kanıt vardır. Autshumato ve Makana önderliğindeki Khoi ve amaXhosaların yürüttüğü mücadele, bu ortak direniş süreçlerinden yalnızca biridir.

Ayrıca ciddi bir şekilde üzerinde durulması gereken bir konu da kurtuluş mücadelemizin korkunç bir şekilde çarpıtılarak anlatıldığıdır. Bu anlatı özellikle de kurtuluş hareketinin (ANC) belli bir bölümüne yönelik oldukça taraflı bir yaklaşıma sahiptir ve Khoi ile San’ın gösterdiği direnişlerin daha az üzerinde durulmaktadır. Gerçek şudur ki Khoi ile San, Avrupa’nın ilk mülksüzleştirdiği yerlerden olduğu gibi Avrupalı sömürgecilere karşı ilk silahlı mücadeleyi başlatan yerlerdir de.

1659-1660 ve 1673-1677 Khoi-Hollanda Savaşları’nın ve 1799’dan 1803’e dek sürmüş olan Khoi İsyanı’nın gerçekleşmesini sağlayan işte bu direniştir. Ve bu direniş savaşlarıdır ki, Aushumato önderliğindeki Strandloperlar**Cape Kolonisi’nden İskelet Kıyısı’na kadar olan bölgedeki San halkına verilen isim, Afrikaans dilinde “kumda yürüyen” anlamına gelmektedir/** ile Gogosa, Doman ve sonrasında David Stuurman önderliğindeki Goringhaiqualardan oluşan efsanevi Khoi Özgürlük Savaşçıları’nı yaratmıştır.

 

[button link=”https://isyandan.org/makaleler/veli-mbele-cecil-rhodesun-dususu-ve-afrikada-siyah-gucunun-yukselisi/#0″ size=”small” icon=”arrow-circle-o-up” color=”red”]4[/button]Glen Grey Yasası’nın Daha Derin Sonuçları

Bir asrı aşkın bir süre öncesinde çıkarılmış olsa da Glen Grey Yasası, Güney Afrika toplumunda Siyahlar üzerindeki etkisini hala hissettirmektedir. Bu yasa birinci olarak Siyahların mülksüzleştirilmesinin, tehcir edilmesinin, Hollandalı ve İngiliz yerleşimciler arasında (Mayıs 1910’da beyaz egemenlikçi Güney Afrika Birliği’nin kurulmasını kolaylaştıracak olan) bir işbirliği yaratılmasının hukuki temelini hazırlamıştır.

İkinci olarak ise beyaz egemenlikçi Güney Afrika Birliği 1913 yılında Yerli Toprakları Yasası’nı geçirdiği zaman, Siyah topraklarının büyük bir bölümü hâlihazırda beyazların ellerindeydi. Kısacası Glen Grey Yasası zaten Siyahların 20. yüzyılda çeşitli şekillerde mülksüzleştirilmesi projesinin temellerini evvelden atmıştı.

Üçüncü olarak, Yerli Toprakları Yasası birbirinin ardılı olan İngiliz ve Hollandalı beyaz egemenlikçi hükümetler tarafından 1923 Kentsel Alanlar Yasası; 1936 Toprak Tröstü Yasası ve 1950 Topluluk Alanları Yasası gibi birbirini tamamlayan Siyah karşıtı yasaları geçirmek için kullanılmıştır. Bu yasalar Jan Van Reebieck, John Cecil Rhodes ve diğerlerinin tohumlarını attığı Siyahların topraksızlaştırılması ve köleleştirilmesi sürecini pekiştirmiştir.

Dördüncü olarak, Glen Grey Yasası ağırlıklı olarak İngiltere’de Yerlilerle İlişkilerden Sorumlu Bakan Theophilus Shepstone’un düşüncelerinden faydalanmıştır. Theophilus Shepstone’un yerliler için oluşturulan “koruma alanları” hakkındaki tavsiyeleri günümüz ilçe ve kasabalarına model olmuştur.

Beşinci olarak, 1996 Güney Afrika Cumhuriyeti Anayasası’nın 25. Madde’si ile 1994 Toprak Haklarının Tazmini Yasası’nın 1. Maddesi kullanılarak daha önce bahsettiğimiz “1913 sonrası anlatı”nın destekleniyor oluşu yalnızca tarihsel gerçeklerin bir tahrifatı olmakla kalmayıp, 1994 sonrası oluşturulan toprak reformu yasalarının beyaz toprak sahiplerini tatmin etmek için tasarlandığını da kanıtlar niteliktedir.

Dahası, 1894 Glen Grey Yasası ve 1913 Yerli Toprakları Yasası’nın birbirlerini tamamlayıcı doğası, Güney Afrika’daki Siyah kurtuluşunun salt anti-apartheid bir mücadeleye indirgenmesinin ne denli yanıltıcı olduğunu gözler önüne sermektedir.

Altıncı ve belki de en mühimi ise, ölümünün üzerinden yüzyıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen Rhodes’un ırkçı ve Siyah düşmanı politikalarının, Güney Afrikalı Siyahların özgürlüklerini resmi olarak elde etmiş gözüken fakat işin özünde oy verebilen, ama hala topraksız ve ekonomik olarak güçsüz bir çoğunluk olarak kalmasını sağlamış olmasıdır.

 

[button link=”https://isyandan.org/makaleler/veli-mbele-cecil-rhodesun-dususu-ve-afrikada-siyah-gucunun-yukselisi/#0″ size=”small” icon=”arrow-circle-o-up” color=”red”]5[/button]Son Gözlemler

Afrika kıtasındaki Siyahlara yönelik soykırıma öncülük eden Cecil John Rhodes özünde acımasız, gözünü kan bürümüş, Siyah düşmanı bir beyaz egemenlikçidir. Rhodes’un hayatı, Omali Yeshitela’nın yaptığı şu gözlemin eksiksiz bir misalidir:

Afrika halkının köleliği üstünde yükselen kürsüde oturan beyazlar, tüm dünyadaki halkları sömürgeleştirmektedir.

Rhodes, İngiliz İmparatorluğu adına gerçekleştirilen toplu katliamların, tecavüzlerin ve Güney Afrika ve Avrupa’daki beyazların çıkarları uğruna milyonlarca Siyah’ın mülksüzleştirilmesinin sorumlusudur. Ölümünün üzerinden yüz yıl geçmiş olsa dahi Rhodes ve onun gibilerin Siyahların varlığı açısından ne anlam ifade ettiklerini sorgulamak önemlidir. Önceden bahsettiğimiz üzere Rhodes’un beyaz egemenlikçi projelerinin bugün dahi Güney Afrika ve Afrika’nın diğer yerlerinde Siyah olmanın ne anlama geldiğini belirler nitelikte olması bu sorgulamanın gerekliliğini de açıkça göstermektedir.

Bunun yanında, Siyahları uyuşturan Siyah-beyaz liberal çevreler, Güney Afrika’daki beyaz egemenlikçiliği ve neoliberalizmi desteklemek dışında bir göreve hizmet etmemektedir.

Liberal oluşumlar Siyahları, Rhodes’un zararsız bir figür olduğuna ve varlığının Siyahlar açısından bir tehdit oluşturmadığına inandırmaya çalışmaktadır. Rhodes’un heykelinin Siyahlar için bir sorun teşkil edip etmediği beyazların verebileceği bir karar değildir. Bu mesele bir Siyah sorunudur. Beyazların dünyasından akan şiddete nasıl bir tepki vereceğine yalnızca Siyah halk bizzat karar verebilir. Bundan dolayıdır ki beyazlar, özellikle de beyaz liberaller bu konu üzerine konuşmayı, salık vermeyi kesmelidirler!

Steve Biko da bu durumu şu şekilde ifade ediyor:

Bu sorun Siyahlarla alakalı bir sorun değil. Bu sorun BEYAZ IRKÇILIĞIDIR ve de açık bir şekilde beyazların mesuliyetindeki bir sorundur. Liberaller bunu ne kadar erken anlayabilirlerse biz siyahlar için de o kadar iyi olacaktır. Bizim içimizdeki varlıkları son derece can sıkıcıdır ve mücadelemizi ana hatlarından bir siyah için anlam ifade etmeyen, kafa karışıklığı yaratan, yetersiz ve sığ felsefi kavramlara kaydırmaktadırlar. Beyaz liberaller, siyahları kendi hallerine bırakmalı ve toplumumuzun asıl büyük belası olan beyaz ırkçılığıyla uğraşmalıdırlar.

Rhodes’un heykeli beyaz egemenliğin bir sembolü olmaktan daha da ötedir. Her şeyden önce, Siyahlara atalarının ülkelerinde yabancılar tarafından nasıl da her gün aşağılandıklarını hatırlatan bir figürdür. Bundan ötürü beyaz dünyası için büyük bir gurur kaynağı, beyaz kimliğiyle bütünleşmiş bir semboldür. Zaten beyazlar da Rhodes’un heykeline ya da benzeri sembollere tepki gösterilmesine gerek duymamaktadırlar.

Rhodes’un heykelini (sözde) insan dışkısına bulayan Cape Town Üniversitesi’ndeki cesur Siyah savaşçılar duyarlımasum ve saf beyazların damarına basmıştır. Bundan dolayı da Siyah dünyası Cape Town Üniversitesi ve Rhodes Üniversitesi’ndeki Siyah savaşçıların cesaretini takdir etmeyi bilmelidir.

Siyah politik önderliğin daha eski kesimlerinin beyaz sermayesiyle ilişkiye girdiği dönemde yeni neslin cesur savaşçıları Siyah bilincine uygun bir eylem gerçekleştirmiştir. Bu eylem 1994 sonrası ortaya çıkan ve hegemonyacı, Siyah düşmanı neoliberal söylemlerden radikal bir uzaklaşma ve kırılma arayışında olan Siyahların başlattığı diğer taban isyanlarıyla birçok ortak nokta taşımaktadır.

Tıpkı Andries Tatane, Mgcineni Noki, Ayanda Mabulu and Dookom gibi “Rhodes Düşmeli” projesi de beyaz egemenlik adına keyif kaçırıcı bir etkiye sahiptir. Çünkü 1994’te sağlanan uzlaşı sürecinin yarattığı aldatıcı dinginliği bozma niyetindedir. Bu projenin görüngüsel düzeydeki arayışı ise Siyahların, özünde yabancı yerleşimci olan bir azınlığın kötü muamelesinden yakınan yerli çoğunluk oluşunun ne denli bayağı bir paradoks teşkil ettiğini anlamasını sağlamaktır. Buradan hareketle Siyahların ontolojik olarak gaip oluşu sorunsalını da ön plana taşımaktadır.

Rhodes Düşmeli” projesinin daha derin sonuçları ise Güney Afrika’nın beyaz kökenli sömürgelik ismi ve karakteri gibi bazılarının işine gelir şekilde göz ardı edilen konuları tekrar gündeme getirmesidir. Bu proje daha temel bir seviyede, Siyah politik önderliğinin eski kesimlerinin açıkça sormaya korktuğu bir soru üzerine olan tartışmaları da kasıtsız olarak tekrar başlatmıştır: 27 Nisan 1994, Ulusal Sorun’u ve Toprak Sorunu’nu çözmüş müdür? “Rhodes Düşmeli” projesi temelinde, Siyah halka isyan etmeleri ve topraklarını geri almaları üzerine yapılan acil bir çağrıdır. Evet, Rhodes düşmeli ama onun ardından (beyaz ve Siyah) diğerleri de düşmeli.

Kaynak: http://www.counterpunch.org/2015/04/03/the-fall-of-cecil-rhodes-and-the-rise-of-black-power-in-africa/

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.