Modern anti-faşist hareketlerin kökenleri hakkında Tarihçi Mark Bray ile bir konuşma.
Anti-faşizm yüzyıllık bir tarihi olmasına rağmen bugün antifa hakkında konuşurken, 1970’li ve 1980’li yıllarda ağırlıklı olarak Birleşik Krallık ve Almanya’daki hareketlerden çıkan modern militan anti-faşizm hakkında konuşuyoruz.
Direniş Röportajlarına hoş geldiniz. Birkaç aydır Trump hükümetiyle meşgulüz ve bu birkaç ay içerisinde aktivistler bazı önemli zaferler kazandı. Ancak her zaman yapılması gereken daha çok şey var ve çoğu insan için, nereye odaklanılacağı ve nasıl yardımcı olunacağı sorusu devam etmekte. Bu seride, direnişin nasıl sürdürüleceği ve daha iyi bir dünya kurulacağı konusunda organizatörler, eylemciler ve eğitimcilerle konuşacağız.
Mark Bray: Adım Mark Bray. Dartmouth Üniversitesi’nde tarihçi ve öğretim üyesiyim. Antifa: Anti Faşist El Kitabı isimli kitabın yazarı ve siyasal aktivistim. Yıllar içerisinde pek çok farklı projede yer aldım.
Sarah Jaffe: Başlamak için kısaca antifayı nasıl tanımlarsınız?
Mark: Antifa anti-faşist ya da anti-faşizm için kullanılan bir kısaltmadır. Anti-faşizm yüzyıl geriye giden bir harekettir. Ancak bugünkü antifa hakkında konuşurken, 1970’li ve 1980’li yıllarda ağırlıklı olarak Birleşik Krallık ve Almanya’daki hareketlerden çıkan modern militan anti-faşizm hakkında konuşuyoruz. Bunlar solcu göçmenlerin, punkçıların ve neo-Nazilerin güçlü tepkisi tarafından ve bu ülkelerde ve diğerlerinde yayılan yabancı düşmanlığı dalgası tarafından hedef alınan tüm insanların hareketiydi. Esas olarak aşırı sağa karşı kolektif kendini savunma mekanizması olan radikal bir pan-sosyalist politikadır.
Sarah: Zannediyorum insanların bilmediği şeylerden biri de bu tarz bir kendini savunmanın oldukça uzun bir tarihe sahip olduğu. Bize anti-faşist mücadelenin tarihinden birkaç dikkate değer örnek verebilir misiniz?
Mark: Başlangıcına gidersek, 1921 yılında İtalya’da Mussolini’nin Kara Gömleklileri’ne karşı savaşmış çeşitli farklı solcular tarafından oluşturulan anti-faşist milis kuvvet olan Arditi del Popolo, Halkın Cesurları’na bakabiliriz. Bunlar tüfeklerini kapıp küçük köy ve kasabaları faşist saldırılara karşı savunan anarşistler, sosyalistler ve komünistlerdi. Hareketi oluşturdukları zaman çok geç olmuştu çünkü o noktaya gelindiğinde sol hareketin çoğu hali hazırda dağıtılmıştı. Ardından Sosyalist Parti ve sonra Komünist Parti bu hareketten çekildi. Bu nedenle çoğunlukla anarşistler ve sıradan solcularla son buldu. Mussolini’yi durdurma görevi için yeterli değildi.
1920’ler ve 1930’larda, Almanya’da birkaç farklı sol oluşum vardı. Kızıl Cephe Mücadele İttifakı önemli olanlarından bir tanesidir. Haklarındaki yaygın izlenim paramiliter oluşumlar oldukları yönünde olsa da sosyalistler tarafından oluşturulan Demir Cephe ve komünistler tarafından oluşturulan Anti-Faşist Hareket, anti-faşist cepheleşmeden ziyade seçim çalışmalarına odaklandı. 1920’lerde ve 1930’lara uzanan dönemde Almanya’da Nazi – sol kuvvetler arasında bir çatışma dalgası görürüz. Her taraftan pek çok insan öldürüldü.
Ancak Sosyalist ve Komünist Parti liderlikleri Hitler’i gerçekten ciddiye almadı, en azından geçmişe baktıklarında keşke alsaydık dedikleri kadar ciddiye almadılar. Bu Komünist Parti’nin “Önce Hitler, Sonra Biz” sloganından bellidir, Hitler’in iktidara geleceğine, berbat bir iş çıkaracağına ve hızlı bir şekilde ineceğine, sonra da kendilerinin hükümeti alacaklarına inanıyorlardı. Elbette bu hiç olmadı.
Avrupa Solu’nun faşist tehlikenin varoluşsal bir tehdit olduğunu fark ettiği çatışmanın ilk anı 1934 yılında Viyana’daki sosyalistlerin sağcı hükümete karşı ayaklanmasında oldu. Bu noktadan sonra Avrupa’daki anti-faşist mücadele sadece bir sokak kavgası olarak değil, Sol’un hayatta kalma savaşı olarak görüldü.
Bu 1936 yılından 1939 yılına kadar süren İspanya İç Savaşı’nın içini doldurdu. Enternasyonal Tugaylar muhtemelen tarihin en ikonik anti-faşist simgelerindendir. İspanyol Cumhuriyeti gerçekten de düştü. Ondan sonra da İkinci Dünya Savaşı var. Kitapta, faşist rejimler henüz iktidar olmadan önceki anti-faşizme odaklanıyorum. İkinci Dünya Savaşı boyunca İtalyan, Yugoslav partizanlar ve Fransa ve Hollanda’daki her türlü direnişe dair söylenecek çok şey var. Elbette İspanya’da Franco’ya karşı silahlı direniş vardı.
Ancak savaş sonrası dönemde militan antifa modeli kadar belki de prototip olan örnek, 1940’larda Londra’daki sokak köşelerindeki toplantıları ve faşist konuşmacıları durduran organize komando birlikleri olan 43 Grubu’ydu. Muhtemelen bundan sonraki en büyük hareket de 1977 yılında Ulusal Cephe bir göçmen mahallesine yönelik soygun yapmayı amaçlayan bir yürüyüş düzenlediğinde meydana gelen Lewisham Mücadelesidir. Her türden göçmen, solcu ve feminist grup önlerini kesmek için öne çıkmış ve başarılı bir şekilde durdurarak Ulusal Cephe’nin topluluğu korkutmasını engellemiştir. Eyleme katılanlardan bazıları bunu daha önce yapılan Cable Sokağı Mücadelesi ’ne benzetiyorlardı.
Diğer örnekler 1992 yılında Britanya’daki Anti-Faşist Hareket’in bazı dazlak gruplarla karşılaştığı ve bir tren istasyonunda çarpıştığı Waterloo Mücadelesi ’ni de içermektedir. Bundan sonra da farklı beyaz üstünlüğü savunucusu olan grupların yürüyüşlerine yapılan ablukalara bakabilirsiniz.
Sarah: Spesifik olarak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki örgütlü beyaz üstünlüğü ve antifa arasındaki bağlantıyı sormak istiyorum.
Mark: Beyaz üstünlüğüne ve Klan’a karşı direniş anti-faşizm bayrağıyla sarmalamanın yeterli olmayacağı kadar geniş bir konudur ve çok daha geriye gitmektedir. Açıkçası, beyaz üstünlüğüne karşı direniş 1492 yılına kadar gider. Köleliğe karşı direnişe kadar gider. John Brown’a, Ida B. Wells’e ve diğerlerine kadar geri gider. Aynı zamanda işçi hareketinin radikal unsurlarında bir geleneği vardır, 1920’lerde Klan’a karşı savaşmış olan Dünya Endüstriyel İşçileri. Bunun yanında beyaz üstünlüğü karşıtı Deacons for Defense, Kara Panterler ve diğer militan muhaliflere bakabilirsiniz.
Bir dereceye kadar, Klan ve neo-Nazi grupları arasında etkileşimlerin olduğu zamanlarda, 1970’lerden itibaren sınırların biraz daha bulanıklaştığını görüyoruz. Bu dönemde, bazılarının Nazileştirilmiş Klan olarak adlandırdıkları grubun ortaya çıkışını gördük. 1970’lerin sonlarında yaşanan Greensboro Katliamından bu iki unsurun birleşmesi sorumluydu. Bu tür bir politikanın Birleşik Devletlere “resmi” olarak getirilmesinden önce bir antifa perspektif benimseyen 1980’lerdeki John Brown Anti-Klan Komitesi’ne de kısaca değineyim. Onlar da Klan etkinliklerine ve ülkedeki diğer benzer oluşumlara karşı düzenlenen protestolar ile cepheleşmenin oluşmasına katkı verdiler.
Dolayısıyla bu daha geniş bir silsiledir. Bazen hangi noktada anti-faşizm ve daha geniş kapsamda ırkçılık karşıtı hareketleri ayrıştırmak gerektiği tam anlamıyla belirgin değildir. Bu grupların nasıl tanımladıkları ve kullandıkları mesajın nasıl olduğu üzerine düşünmek, farklılıkları ayırmak ama gri bir alanın olduğunu göremediğiniz noktalarda tanımlamalara saplanıp kalmamak önemlidir diye düşünüyorum.
Sarah: Kitabınızda açıkça belirttiğiniz şeylerden bir tanesi de antifa örgütleyicilerinin hiçbir faşist grubu çok küçük olarak görmemesi. Biraz bu tarihsel anlayış hakkında konuşabilir misiniz?
Mark: Bu perspektifin tarihsel kökeni orijinal faşist ve Nazi hareketlerinin, partilerinin ve rejimlerinin oldukça küçük çekirdeklerden büyüdüğü gerçeğidir. Örnekler Mussolini’nin baştaki faşist grubunun 100 kişiden oluştuğu gerçeğini de içermektedir. Hitler, sonradan Nazi Partisi’ne çevirdiği Alman İşçi Partisi’ndeki ilk toplantısına katıldığında sadece 54 üye vardı. Yunanistan’daki Altın Şafak, 2008 finansal krizinden birkaç on yıl önce mikro partiydi ve sonradan Yunanistan’daki üçüncü en büyük parti haline gelerek göçmenlere ve solculara karşı saldırılar başlattı.
Tarihsel argüman küçük faşist ve beyaz üstünlüğü gruplarının her zaman o şekilde kalmadığı yönündedir. Küçük ve marjinal oldukları, yaygın görüşün net bir şekilde onlara karşıt olduğu ve güç salonlarına ya da halk tabanından desteğe sahip olmadıkları zaman onlara karşı örgütlenmek daha kolaydır. Tarihsel olarak görüyoruz ki, sıklıkla olmasa bile, bazen gerçekten de büyürler.
Göçmen topluluklar, sol faaliyet alanı, ötekileştirilen ya da faşist yahut beyaz üstünlüğü yanlıları tarafından saldırıya uğramış herkes için, bir mahallede ya da şehirde küçücük bir grubun dahi bulunması, varlıklarını hissettiriyor. İtalya’da faşist bir sosyal merkezin, Londra’da beyaz kuvvet dazlakları için bir punk evinin ya da Danimarka’da bir Nazi evinin kurulması gibi pek çok belgelenmiş vaka mevcut. Bu tarz sosyal çevrelerin kolayca nefes almasına izin verildiği takdirde hemen ardından gelen kaçınılmaz bir şiddet ortaya çıkar. Bu şiddet sıklıkla ana akım toplumun önemsemesine yetecek kadar “önemli” olmayan insanları hedef alır.
Kasabanızda birkaç düzine kafatasçının bulunması büyük bir fark yaratır ve bu büyük bir mücadeledir. Bir tarihçinin savaş sonrası 1940’ların Londra’sında marjinal olarak tanımlanan bir faşist tehditten bahsettiğini okumuştum, ancak sinagogların yakılıp yıkıldığı ve Yahudilerin aşağılandığı pek çok vaka var. Toplum için marjinal olsa bile onlar için marjinal değildi. Siyasete bu şekilde bakma biçimi genellikle insanların “Sadece onları görmezden gel, zaten gidecekler” dediğini duyduğunuz zaman konuşmanın içerisinde yok olur. 5 yıl içerisinde gerçekten gitseler bile verdikleri zarar gerçekten önemlidir.
Sarah: “Sadece onları görmezden gelin” argümanındaki büyük problemlerden birine çok iyi işaret ettiniz. Ancak medya bu yıl Richard Spencer ve Milo Yiannopoulos gibi isimlere çok fazla ilgi gösterdi. Her ne kadar bunun örgütleyicilere değil medyaya yöneltilecek bir soru olduğunu düşünsem de, bu insanlara çok fazla ilgi gösterme ihtimali var. Sizin, insanların onların büyük ve tehlikeli olabilecekleri anlayışıyla onlarla mücadele etmeye çalışmalarına rağmen aşırı sağı büyük ve tehlikeli göstermeme isteği arasındaki gerilimi nasıl idare ettiklerine dair görüşlerinizi merak ediyorum.
Mark: Bir anlamda soruya soru içerisinde cevap verdiniz. Medya için olan şey örgüt içi olandan farklı. Aynı zamanda bunu yüzde yüz ikiye ayıramayacağınız konusunda da haklısınız. Demek istediğim, dikkat bazen sadece dikkattir. Yani, eğer faşist harekete karşı büyük bir karşıt protesto olacaksa bu ister istemez medyada da şekillenecektir. Tamamen birbirine uzak değil ama bir şekilde uzak.
Siyasal hareketlerin içinde ve siyasal hareketlere olan ilgi hareketin büyümesini tetiklemektedir. En yaygın argümanlardan biri, ne tarz olduğu fark etmez bir faşist grup dikkat çekerse bunun onların büyüme şekli olacağıdır. Bu nedenle aslında onları durdurmak üzere örgütlenerek ve medyanın dikkatini çekerek onların büyümesine yardımcı olursunuz.
Aşırı sağ sözcülerinin ve gruplarının dikkat çekmek istediği gerçeğinin bir çekirdeği var: Tabii ki insanların kendilerinin ne olduğunu bilmelerini istiyorlar. Ancak onlara dikkat çekecek şekilde örgütlenmek, onlar için, mesajlarını ileterek, topluluklarla bağ kurarak, aile dostu görünerek ve varlıklarını normalleştirerek bu ilgiyi kullanacakları kısa bir yol olabilir. Eğer bu yollar kapanırsa, onlar durdurulurken daha az dikkat çekerler, bu durumda örgütlenme için başarılı bir yol olacağına dair bir kanıt görmüyorum.
Gerçekten de gazetecilerin, beyaz üstünlüğü yanlısı figürlerden nasıl bahsedeceklerine ve bunu sadece onların kimliklerinin rezil doğasına sermaye sağlamaya çalışmadan ya da ne kadar karizmatik olduklarına dair şişirilmiş yazılar yazmamak üzerine düşünmeleri gerektiğini düşünüyorum. Buna katılıyorum. Ancak onlara dikkat çekmek elbette siyaset diyaloglarının tamamını açıklamayacaktır diye düşünüyorum.
Sarah: Birleşik Devletler ’de, Trump’ın seçilmesinden ve sonrasında gelen marangozluktan çıkma beyaz üstünlüğü yanlısı insanlara verdiği yetkiden bu yana antifa hareketinde bir büyüme görüyoruz. Biraz halkın kullandığı taktikler hakkında konuşabilir misiniz? Çünkü medya genellikle bu karşı gösterilere yer veriyor.
Mark: Kamuoyunun rolü tartışmak için en ilginç konulardan biri. Buraya odaklanmanın getirdiği dayanak anti-faşistlerin ve ırkçılık karşıtlarının sahip olduğu en güçlü silahlardan biri: en azından bir dereceye kadar toplumun çoğunluğu ırkçılığa, faşizme ve aleni bir şekilde yürütülen beyaz üstünlükçü politikalara karşıdır. Muhtemelen son dönemdeki anti-faşist örgütlenmenin en büyük başarılarından biri olan sanal ortamdaki bilgilerin ifşa edilmesinde de bu netleşmiştir. Örneğin, The Daily Shoah podcast’inin sunucularından biri olan Cooper Ward var. Belli ki bir süredir kendisi Nebraska’da radar altında yaşıyordu, Nebraska’da bulunan yerel anti-faşist grup tarafından ifşa edildi ve okulu bırakıp taşınmaya, hayatını başka bir yerde yeniden kurmaya zorlandı. Bu, biraz çevrimiçi araştırma yapılarak, el ilanları dağıtılarak benzeri organizasyonların nasıl altüst edilebileceğini gösteren bir örnek.
Faaliyetler bilgi incelemelerini, araştırmaları, ifşayı ve diğer gruplarla koalisyon oluşturmayı içerir. Bazı durumlarda, bazı anti-faşist oluşumlar birliklere üyedir, Dünya Endüstriyel İşçileri Genel Savunma Komitesi gibi. Emek, kapitalizm ve faşizm arasındaki ilişki düşünüldüğünde, burada yapılan pek çok önemli işin gözden kaçırıldığını düşünüyorum. Redneck Revolt’un kurucularından biriyle, ülkenin büyük çoğunlukla muhafazakâr olan bölgelerinde beyaz erkeklerle konuşmayı ve silah gösterilerine gitmeyi nasıl başardıkları üzerine bir görüşme yaptım, İtalyan-Amerikan atalarının bugünkü göçmenlere yapılan muameleye benzer bir muameleyle karşılaştıklarını ve ırkçılık karşıtı bakış açılarını tartıştık. Diğer tarafın karşısında oldukça fazla insan kazanıyorlar.
Elbette, American Legions’da ya da VFW’lerdeki beyaz gücü punk gösterilerini durdurmak için baskı yapan kampanya ve boykot yapan, otellerle bağlantıya geçerek soykırımı inkâr edenlerin ya da diğerlerinin düzenlediği konferans ve toplantıları engelleyen örgütlenmeler mevcut. Solcuların garanti altına aldıkları toplantı düzenleme gibi basit faaliyetleri faşist ya da beyaz üstünlüğü savunucu grupların yapabilmesi için çok uzun yollar gitmesi gerektiğini görürsünüz. Özel bir yerde olsa bile kimliklerini saklamak zorunda kalırlar. Etkinliklere katılmak için sahte bir isimle gelmeleri gerekir. İletişimlerini oldukça güvenli bir şekilde kurmaları gerekmektedir, aksi takdirde anti-faşistler bu durumdan haberdar olur ve engellerler. Bu siyaset yapmayı onlar için oldukça zor kılar.
Sol grupların bir parçası olan insanlar için taahhütleri yerine getirmenin oldukça zor olabileceğini biliyoruz. İnsanların mekân ayarlamak ya da etkinliklerin tanıtımını yapmak gibi görevleri takip ettiğinden emin olmak zor olabilir. Ancak bunları yapmanın on kat daha zor olduğu durumlarda, örgütlenme perspektifinden bakıldığında belli ki bu bütün olayı daha da zorlaştırır.
Sarah: Biraz feminist antifa üzerine konuşalım. Antifa eleştirilerinden biri “Bunlar sadece sokakta dövüşmek isteyen birkaç mankafa” şeklindedir. Biraz konuşmuş olduğunuz feminist antifacı insanlardan ve onların feminizmin antifadaki rolü hakkındaki düşünceleri ve taktiklerinden bahsedebilir misiniz?
Mark: Anti-faşizmde ataerkil davranışlar ve maçoluk gibi sorunlar yaşandı. Bu dinamikler üzerine yorum alabilmek için konuşmalar yaptım, pek çoğu “Evet, bu sorunlar yaşanıyor, ancak genel olarak konuşmak gerekirse bunlar Sol’da ve toplumda da yaşanıyor” dedi. Ne zaman yüzleşme repertuarın bir parçası olursa, bu ekstra bir kaygıdır. Kuzey Avrupa’daki, İskandinavya’daki, Almanya’daki örgütlenmelerin çoğu 1980’lerin sonlarından 1990’ların başına doğru gelişti. Bazıları punk sahnelerini belirli futbol fanatikliği kültüründen geri kazanmak üzere büyüdü. 1990’ların ortasında bu sorunlara işaret etmek üzere bazı girişimler oldu.
1990’larda Almanya’da antifa grupları vardı. Sadece bu konu üzerine yazılmış Almanca bir kitap var. Birleşik Devletler ‘de 1990’lı yıllarda Anti Faşist Hareket’in içerisinde toplumsal cinsiyet meselesine ilişkin oldukça zorlu bazı çekişmeler olduğunu biliyorum. Bazı ilk kurucularla konuşurken onlar da Avrupalılara benzer şeyler söylediler: “ Evet, sorunlarımız oldu, ancak bunların genel olarak Sol’dakinden daha kötü olduğunu söylemek yanıltıcı olacaktır.”
Bir dereceye kadar, toplumun kadının siyasal aktivitelerde bulmaya yeterli olmadığı düşüncesini de göz önünde bulundurursak, anti-faşist meydan okumayı özgürleştirici bulan pek çok kadınla konuştum. Sonra, Oregon’dan bazı anti-faşistlerle konuştum. Biri Rose City Antifa’dan birisi de Rose City Antifa’nın eski üyelerinden olan iki kadınla konuştum; anti-faşizmin maçoluğunun bir anlamda insanların çeşitliliğini ve çoğulculuğunu ve birlikte yaptıkları baskı karşıtı işleri tanımayacak şekilde harekete katılımlarını susturduğuna ve homojenleştirdiğine yönelik eleştirilerini vurguladılar.
Sarah: Buna bir şekilde bağlı olarak, bir diğer soru da faşistleri durdurmak kadar ortaya ileriye dönük olumlu bir program da koymakla ilgili. Bunun üzerine de biraz konuşabilir misiniz?
Mark: Anti-faşizm üzerine çeşitli bir dizi bakış açısı vardır. Bir tarafta savunma faaliyetlerine ve faşist grupların kapatılmasına odak noktasıdır. Diğer tarafta sol hareketlerin örgütlenmesi odak noktasıdır. Konuştuğum anti-faşistlerin pek çoğu faşizmi durdurmanın yolunun insanların ihtiyaçlarına hitap etme şekliniz olduğunu vurguladı. Onlara, sendikalaşmanın ve toplumsal hareketlerin ya da siyasal partilerin, şikâyetlerini dile getirmek ve gelecek için umutlarını temsil etmeleri için meşru araçlar olduğunu göstermeniz gerekir.
Sonra, bu spektrumun her iki tarafından da çeşitlilik gösteren gruplar var. Fransa ve İspanya’dayken öğrendiğim, sıklıkla toplumdan kimliklerini gizledikleri güçlü bir güvenlik kültürleri olan, araştırma odaklı, örgütlenme odaklı iş yapan küçük antifa gruplarının olabileceği örgütlenme modellerinden özellikle etkilenmiştim. Ancak bunun dışında bireysel olarak mahalli ve bölgesel anti-faşist topluluklara ve sendikalar ya da diğer siyasal hareketlere katılıyorlardı. Bu kapasiteyle, ırkçılık karşıtı hip hop festivallerinin organize edilmesine yardımcı oldular ve toplumla bir ara yüz oluşturdular. Konuştuğum İspanyollardan biri bunu, anti-faşizmin iki farklı yüzü olarak tanımladı ve açık bir şekilde kesişmese bile birbirlerine paralel çalıştıklarını gördüğünü söyledi.
Bir dizi bakış açısına ihtiyacınızın olduğu açıktır. Bazıları alternatif bir vizyon ortaya koymalı ve toplumu faşizmin çekiciliğine karşı aşılamak zorundadır. Bu çekicilik, elbette, her zaman ekonomik krizler ve toplumsal kargaşa dönemlerinde en parlak noktasındadır.
Yüzeysel olarak, antifayı bir çeşit yangın söndürme operasyonu olarak gören anti-faşistlere katılıyorum. Pek çok insandan duydum: Antifa yangın söndürmektir. Anlık yangınları söndürmek. Ancak kitlesel sıkışmalardaki ırkçılığa ya da daha geniş ekonomik trendlere yetecek bir şey değil. Bunu gerçekleştirmek için daha geniş bir toplumsal harekete, daha geniş bir direnişe ihtiyacınız var.
Direniş için Röportajlar, Sarah Jaffe’nin, Laura Feuillebois asistanlığı ve Ulusal Enstitü’nün desteğiyle devam eden projesidir.