Giriş
Kanada kapitalist, yerleşimci sömürgeci ve emperyalist bir devlettir. Bu nedenle Kanada toplumu, çıkarları birbirleriyle çatışan çeşitli sınıflara bölünmüş bir toplumdur. En üstte burjuvazi, yani üretim araçları olan ve doğrudan veya dolaylı proleter emekten topladıkları artık değere el koyan kapitalistler vardır. Bu sömürücülerin altında düzeni korumaya çalışan onların sadık temsilcileri vardır. En altta ise yalnızca alın teri dökerek yaşamayı sürdürebilen ezici çoğunluğu oluşturan proletarya vardır.
Kanada aynı zamanda, Yerli halka katliamlar düzenleyerek onların topraklarını sömürgeleştirerek ve yerinden ettiği Yerli Ulusları iç sömürgeye dönüştürerek oluşmuş, yerleşimci, sömürgeci bir devlet olduğu için onun sınıf yapısı, bu sömüren-sömürülen ilişkisi tarafından da belirleniyor. Kanada’da ki beyaz yerleşimci toplumunun üretici güçleri, sömürge hâkimiyetinin altında yaşayan Yerli toplulukların yaşadıkları deneyimlerinden farklı olan bir düzeyde gelişme ve toplumsallaşma yaşıyor.
Nihayetinde Kanada emperyalist bir devlettir. Proletaryayı sömürmesi ve sermaye ihracı ile Yerli halkların topraklarına sistemli, örgütlü ve yıkıcı el koyma sürecinin ardından Kanada, özünde ciddi bir, emperyalist güç haline gelmiştir. Bu da onun sınıf yapısını etkiler ki, işçi aristokrasisinin – çoğu kez proletaryayı toplu şekilde satmaya hazır olan, kendi çıkarlarını az çok üst sınıflara göre hizaladığı işçi seçkinler – varoluşuna ve devamlılığına neden olur.
Böylece Kanada’nın sınıf yapısı kapitalist, yerleşimci sömürgeci ve emperyalist mevcudiyetlerine göre aşağıdaki çelişkilerle açıklanabilir.
I) proletarya ve burjuvazi arasındaki çelişki;
II) sömürgeci ve sömürgeleştirilmiş arasındaki ilişki;
III) proletaryanın çelik çekirdeği ile işçi aristokrasisi arasındaki çelişki.
İlk iki çelişki uzlaşmazdır; üçüncüsü bazen uzlaşmaz bazen uzlaşır çelişkidir. Birinci çelişki, genel olarak kapitalizmi tanımlar; ikincisi genellikle sömürgeciliği tanımlar; üçüncüsü ise emperyalist kapitalist merkez ülkelerde proletaryanın özel ayrıcalıklı bir katmanı ile diğer katmanları arasındaki farkı tanımlar. Bu da Kanada örneğinde birinci ve ikinci çelişki arasındaki ilişkiler hakkında bize bir şeyler öğretebilir.
Kanada kapitalisttir
Kapitalizm, içsel mantığından dolayı insani olmayan bir sömürü ve sefalet sistemidir. Kapsayıcı sınıf yapısı, insani olmasına engel olur. Çünkü bir sınıf, Kanada’nın sürekliliğini sağlayan maddî temeli üretmek amacıyla bütün işi yapan diğer sınıfın varoluşuna karşı mutlaka asalakça davranır. Egemen sınıf burjuvazidir, ezilen sınıf proletaryadır. Kanada, aynı zamanda yerleşimci sömürgeci ve emperyalist varoluşundan miras kalmış ya da daha önceki dönemlerden elde tutulmuş olan başka baskı unsurlarına (örneğin ırkçılık, cinsiyetçilik, heteroseksizm vb.) sahip olduğundan dolayı toplum birçok çelişkiyi barındırır. Fakat biz, kapitalizmi üretim tarzı olarak tanımlayan sınıf çelişkisi yüzünden Kanada’nın sömürücü ve sefalet yaratan varoluşunu son tahlilde anlamlandırabiliriz.
Kanada’da nüfusun % 20’si kalıcı olarak yoksulluk sınırının altında yaşar. Milyonlarca insan, özellikle gençler, kadınlar, göçmenler ve Yerli Halklar evsiz veya düşük ücretle çalışmaktadır. Zengin ile yoksul arasındaki uçurum hiç durmadan artmaktadır. 1960’ta en zengin vatandaşlarımızın % 20’si, en yoksul % 20’den 30 kat fazla gelire sahipti. 1994’te bu oran 78,6 kat daha büyüdü. Sürekli olarak zenginler daha zenginleştikçe yoksullar daha da fakirleşti. Son on yılda tüm yaratılan zenginlik, en zengin vatandaşların % 5’i tarafından kapılmış; böylece 2014’e kadar en zengin 86 kişi, en yoksul 11,4 milyon insandan çok daha fazla varlığa sahip olmuştur.
Kapitalist fabrika, patronlarına kâr elde etmek amacıyla insanların sömürüldüğü bir hapishanedir. Bu iş yerleri, akıl hastalıklarına ve hasarlara neden olur. Proletaryanın çelik çekirdeği, en sömürücü iş yerlerinde kendini ifade edemeyen işçilerin haklarına sahip çıkacak bir sorumluluğu üstlenmelidir. Sermayedar için yaralı bir işçi masrafları artıran, yenisi ile değiştirilmesi gereken bir makina parçasıdır. İş cinayetinde ölen işçinin, sermayenin gözünde hiç bir değeri olmuyor, çünkü yüz binlerce işsiz ile yeri doldurulabilir.
Bu sefalet sisteminin yarattığı büyük ve ani değişiklikler, koskocaman bir yedek emek ordusu’nun mevcudiyetini anlamamızı sağlar. Bu tür değişiklikler, nüfusu tahliye edip kapitalist sömürüye hazırlanır. O halde artan otomasyon, çok daha fazla işçiyi sokağa atar. Sermayenin kâr elde etmesini makinalar değil sömürülen işgücü sağlar. Demek ki teknolojik gelişme ilerledikçe kâr oranı düşme eğilimi göstermektedir. Kar oranları düşen şirketler karlarını artırmak için otomasyona giderler buda işsizliği artırır. İşten çıkarılmayanlar ise çok daha fazla çalışmaya zorlanır. Bu arada diğer şirketler, piyasada rekabet avantajı elde etmek için benzer şekilde davranırlar.
İşçilerin sömürüsü kendi fiziksel sınırlarına sahiptir. O yüzden yeni makinalar hep üretilir. Böyle bir taktik, sermayedarların daha uzun süre ayakta kalmasına neden olur. Ürünlerini piyasada satamayan bir çok şirket için yeni yatırımlara yönelmek kâr getirmeyen bir süreç olmaktadır. İflaslar, daha çok merkezileşmeyi ve işsizliği ortaya çıkarır. Ekonomik bunalımdan sonra elinde yeterli sermaye olan şirketler bu krizden sağ çıkarlar.
Dahası çevre yönetimi sorunu, egemen kapitalist düzene bağlanmıştır. Her çevre felaketine, kâr elde etmek için girişilen ekonomik çıkarlar sebep olur. Burjuva çevrecilerin – çevre sorunları, sınıf çıkarlarından daha yüksek bir düzeyde olan, hepimizi eşit bir şekilde etkileyen ‘ortak neden’ ve her üretim şekli aynı ölçüde zararlı ve kirleticidir– iddialarına rağmen biz, çevresel sürdürülebilirlik sorununun asıl sorumlusunun kapitalist üretim biçimi olduğunu savunuyoruz. Kapitalizmin insan yaşamını ve çevreyi mahvetmesi şaşırtıcı bir konu olmamalı. Onun hararetli kâr arayışı, sınır tanımaz ve ekosistemi yok etmekten çekinmez. Binlerce dönüm orman tahrip edilir, nehirlerin akış yönleri değiştirilir, doğal kaynaklar madencilik ile tüketilir, daha fazla kâr getirmesi için okyanuslar kirletilir.
Kanada yerleşimci sömürgecidir
Avrupa sömürgeciliği vasıtasıyla kurulmuş olan öteki ülkeler gibi Kanada da, şiddet, sömürü ve Yerli halkların zulüm edilmesi üzerinde kurulmuştur. Beyaz yerleşimcinin Kanada’ya varmasından önce milyonlarca insan bu topraklarda yaşıyordu. Fransızların ve İngilizlerin getirdikleri hastalıklar ve savaşlar, İlk Ulusların ezici çoğunluğuna soykırım uygulamış ve topluluklara büyük zarar vermiştir. Bazı durumlarda Yerli toplulukların % 80, % 90, % 95’i mahvolmuş, üstelik onların toplumları ve toplumu üretme yetenekleri neredeyse tamamen yok edilmiştir.
Bunun sonucu, bu toprakların asıl nüfusu geleceği belirsiz bir varlığa dönüştürülmüştür. Onların yaşam koşulları, yoksulluk ve sefalet tarafından belirlenir. Ortalama yaşam süresi, olağan Kanadalınınkinden sekiz sene daha azdır. Beyaz Kanadalılara göre çocuk ölüm oranı iki kat daha fazladır. Gençlik içinde intihar oranı yedi kat daha fazladır. Bölgelerin çoğunda işsizlik oranı, Kanada’nın ortalamasından üç, dört kat daha fazladır. Rezervlerdeki yaşam koşulları serttir. Ayrıca Kanada devleti, bu problemi çözme konusunda isteksiz olduğunu ispat etmiştir. Yerli halkların mücadeleleri ve radikalleşmeleri, onların toprağa ait haklarına dair görüşmelerdeki anayasal açmaz, patlayıcı bir zirveye ulaşmıştır.
Sermayenin yaptığı çevrenin tahribatı sorununa geri dönersek Kanada gibi yerleşimci sömürgeci ülkelerde öncelikle Yerli Halkların toprakları, doğal kaynaklar yüzünden yağmalanır. Kanada devleti, Yerli halkların avcılık ve balıkçılık alanlarını petrol çıkarma tesisleri, uranyum madenleri, hidroelektrik barajları ile sık sık kirletmektedir.
Onların kendi bölgelerini geliştirmesine engel olduktan, çevresini imha ettikten sonra Kanada sömürge sermayesi, bu ulusları rezervlere tıkıştırmaktan ve çok daha fazla sefalete sürüklenmelerinden başka bir çözüm sunmaz.
Egemen sınıflar bu yüzden Kanada’daki sınıf mücadelesini etkiler. Beyaz yerleşimci ülkelerin durumunda üretici güçler toplumsallaştırılmış olduğu için sınıf mücadelesi proletarya ile bütün burjuvazi arasındadır. Üretici güçlerin hâlâ toplumsallaştırılmadığı yerlerde sınıf mücadelesi aynı değildir. Yerli Yasası (İndian Act)’na ve Kanada devletine ekonomik bağımlılık nedenleriyle büyük yerli proleter tabakaları ekonomik faaliyete katılırlar.
Yerli Yasası tarafından korunan rezerv sistemi gücünü, Yerli halkların iç ekonomik faaliyetinden değil, federal hükümetin yaptığı ödemelerden oluşan bürokratik bir burjuvaziden alır. Bu bürokratik burjuvazi, kabile önderlerinden, rezerv idaresindeki kadrolar ve memurlardan, bir de kabile meclisindekilerden ve/veya Kanada devletinden alışveriş eden bazı işadamlarından oluşmuştur.
Bu bürokratik burjuvazi, emperyalist ve kolonyalist bir düşünceyi benimsediğinden dolayı genel olarak işbirlikçi bir sınıftır. İlk Uluslar Meclisi, Kanada devletine baskı yapan lobi grubudur; Yerli Halkların bütünsel kurtuluşuna doğru devrimci bir yol, yeni ekonomik ve siyasî yerli kurumlar inşa etmekle uğraşmıyor.
Her nasılsa Yerli bürokratik burjuvazi arasında birkaç işbirlikçi olmayan bir kesimde vardır.
Bu kesim, 1990’de Kahnawake Kabile Konseyi Savaşçılarının öncülük ettiği silahlı direnişte olduğu gibi temelde devrimci olan mücadeleleri destekleyebiliyor. Bununla beraber Mohawk ulusunun durumunda, bu kesimin zaten Altı İrokua Uluslarından ibaret olan birliğin bir parçası olduğunun farkında olmak önemlidir. Böylece Mohawk kabilesi, Kanada devletinin dayatmalarının ötesine ve karşılarına geçen güç yapılarına (Haudenosaunee) katılarak yukarıda anlatılan muhafazakarlıktan ayrıldığını belirtiyor.
Kanada’nın yerleşimci sömürgeci olarak varlığını ortaya çıkarması kapitalizminin de bir sömürge kapitalizmi olduğunu göstermektedir. Kanada, ya tamamen sömürgeleştirilmiş toplumlarını imha ederek kendisinin insanlığa karşı işlediği suçları sürdürecektir yada geride kalan Yerli Halkların yaşadığı tüm toprakları ve doğal kaynakları onlara geri verecektir. Sömürgeciliğin ilk zamanlarında uygulanan tiksindirici nihai çözüm yani ilk seçenek, Kanada yurttaşlarının çoğunluğunu oluşturan Avrupalılar, 20. yüzyılda başka Avrupalılara soykırım uygulayan Nazilerden ilham alarak humanizmi liberal bir ideoloji olarak mahkum etmişlerdir. Bütün bunlar bugün, Kanada’nın sömürgeci kapitalizminin yerleşimin ilk günlerinde başlayan soykırımı tamamlamayacağı anlamına gelmez. Onlar, suya zehir katarak, entegrasyona zorlayarak, Yerli Halklar’ın kurumlarını ve Yerli toplulukların mücadeleci kesimlerini yok ederek tedricen uygulanan bir soykırım gerçekleştiriyorlar. İkinci seçenek, Yerli Halklar’ın koşulsuz Kendi Kaderini Tayin Hakkının tanınması ile, Yerli topraklarını, ulusal kaynaklarını sömürgeleştiren, sömürgeci kapitalist sistem engellenmiş olur. Buda Kanada yönetici sınıfının bağımlı olduğu doğal kaynakların büyük bir bölümünü kaybetmesi anlamına geldiği için Kanada’yı, sömürgeci yerleşimci Kanada olmaktan çıkaracaktır.
Bu nedenle biz, Yerli Halklar için Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nın koşulsuz bir hak olduğunu iddia ediyoruz. Başka komünistlerin, sadece Quebec’in bu hakka sahip olduğunu ileri sürme hatasına düşmüyoruz. Yerli Halklar’ın haklarının ‘daha önemli’ olduğu söylendiğinde hemen Quebec’in kendi kaderini tayin hakkı gündeme getirilmektedir. Bu argüman onların sömürgeci yerleşimci Kanada devletinin güncel ve somut gerçeklerinden kopuk köhne bir Kanada toplumu analizine sahip olduklarını göstermektedir. Köşe bucakta dil şovenizmi konusunda ısrar etse dahi Quebec, İngilizce konuşan burjuvazinin arkasına dizilerek, bağımsızlıkla ilgilenmeyen proletarya üzerinde hegemonya kurarak, tamamen Kanada devletiyle kaynaşmıştır. Parti Québécois’ın kültürel şovenizminin başarısızlıklarının da kanıtlamış olduğu gibi Quebec, bugünlerde ezilen bir ulus değil, en iyi ihtimalle kaybeden bir sömürgecidir.
Devam Edecek…