Tüm Meksika halkına,
Çokuluslu büyük şirketler artık yeryüzünde son kalan bölgeleri de ele geçirmek için savaş aşamasına geçtiler. Bu şirketler için savaş, stratejik öneme sahip ekonomik bölgeleri ele geçirmek anlamına geliyor. Onların savaşı, toprakları, suları, ormanları, yeşil alanları ve biyolojik çeşitliliği olan bölgeleri hâkimiyet altına alma savaşıdır. Bu savaş yerli halklara karşı yürütülen bir savaştır ve terör kullanarak onları topraklarından sürmeyi amaçlamaktadır; bu savaş göçmenlere karşı yürütülen bir savaştır onları çalışan kölelere dönüştürmek ve alınıp satılabilen meta haline getirebilmek için yürütülen bir savaştır; bu savaş direniş gösteren örgütlere ve direniş hareketlerine karşı yürütülen bir savaştır. Ama bizim için bu savaş bir ölüm kalım savaşıdır yani yaşam savaşıdır.
Su kaynaklarımızı, topraklarımızı, ormanlarımızı, enerji kaynaklarımızı, madenlerimizi, denizlerimizi ve yeşil alanlarımızı elimizden alarak karşılığında bize gelişme ve modernleşme teklif ediyorlar. Çünkü her şeyin satılabileceğini düşünüyorlar. Siyanür ve sülfrik asitle nehirlerimizin ve göllerimizin zehirlenmesi onlar için hiç bir önem taşımıyor; madenlerimizi ıskartaya çıkartmak ve berrak gökyüzümüzü kirletmek onlar için zerre kadar anlam ifade etmiyor. İklim değişikliği onları hiç rahatsız etmiyor. İnsanların yaşaması veya ölmesi onların umurunda bile değil. Sadece kazanacakları parayı hesaplıyorlar. Bizler, yani halk, hayatta kalabilmek için çevremizi korumak zorundayız. Bizler, işte bunun için direniyoruz. Bu bir ölüm kalım savaşıdır. Ya yok olmak ya da hayatta kalmak savaşıdır. Sömürülmek ya da bağımsızlığını koruyarak gelişmek savaşıdır. Satmak ya da ortaklaşa hakça paylaşmak savaşıdır. Onlar, harap ediyorlar, yıkıyorlar, yok ediyorlar, yerle bir ediyorlar. Bu durum karşısında daha eşitlikçi bir Meksika kurmaktan başka çaremiz kalmamıştır.
Serbest Ticaret Anlaşması’nın yürürlüğe girer girmez yabancı şirketlerin ve onların içerde ortaklık yaptığı işbirlikçi şirketlerin çıkarına hizmet edecek şekilde ulusal tarım ve endüstrimizin çökertilmesi hız kazanmıştır. Meksika Devleti bir mafya devletine dönüşmüştür; ekonomi yasadışı ticaret ile iç içe geçmiştir. Mafya kartelleri sürekli olarak kirli pazarlıklar etrafında birleşmekte ve en büyük sermaye payını aralarında paylaşmaktadır. Bu durumun en önemli 2 örneği gizli maden anlaşmaları ve kölelik şartlarında işçi çalıştırarak sömüren Zeta, Templario ve Rojo kartelleridir.
Milyonlarca Meksikalının yerinden yurdundan sürülmesi, ötekileştirilmesi ve potansiyel suçlu gözüyle bakılması büyük şirketlerin daha da fazla kar elde etmesini garanti altına almaktadır. Suç örgütlerinin ve ordunun, sahil koruma ve federal polislerin, eyalet yönetimlerinin ve belediyelerin yaptığı tek şey yabancı şirketler daha rahat işgal etsin diye bölgeleri halkın direniş hareketlerinden temizlemektir. Tlatlaya katliamı bunun açık bir örneğidir, ordu bu bölgede kendini ve topraklarını savunarak nefsi müdafa yapan halk güçlerine karşı açıkça insanlık suçu işlemiştir, Meksika’nın bu bölgesinde önemli derecede Uranyum ve çok değerli mineral yatakları bulunmaktadır.
Karteller arasındaki toprak kapma savaşı bölgelere ayırma maskesi atına gizlenmektedir. İşte bunun en açık örnekleri : Guerrero, Oaxaca, Michoacan ve Veracruz. Bu topraklar ülkemizin yarısını oluşturan sekiz eyaletinin en önemli beş eyaletidir ve bu topraklarda en büyük su rezervleri, mineral ve hidrokarbon kaynakları bulunmaktadır ayrıca bu topraklar uluslararası şirketlerin gözlerini diktiği en önemli ormanlar, yeşil alanlar ve bitki örtüsüne sahiptir. Bu bölgelerde büyük sermayeyi koruyan askeri kışlalar, askeri bölgeler ve askeri konuşlanmalar bulunmaktadır.
Çokuluslu şirketler petrol ve doğalgaz kaynaklarımızı zaten ele geçirdi. TV’de halka 2019 yılında ulaşım ve doğal gaz dağıtımı için boru hatlarının on binlerce kilometreye ulaşacağına dair mutlu masallar anlatılıyor ama uluslararası şirketlerin sömürerek elde ettiği büyük karlar halktan gizleniyor. Petrol ve gaz kaynakları Pemex adlı şirketin malı değildir, bunlar halkımıza ait kaynaklardır. Bu kaynaklar üzerine yapılan anlaşmalar kapalı kapılar arkasında gerçekleştirilen kirli ve özel anlaşmalardır. Neden petrokimya sektörüne yatırım yapılmıyor da boru hatları inşa ediliyor? Benzin, motorin ve diğer petrol ürünlerinin devlet tarafından üretimine neden son verildi ? Çünkü, yabancı sermaye tarafından ülkemize biçilen rol şudur : ucuz işgücü ve ucuz hammadde sağlayarak sermaye ihraç eden ülke olmak. Ayrıca, ülkemizin endüstrisi bize mal satan uluslararası şirketlere tam anlamıyla bağımlı haldedir.
Binlerce petrol işçisinin PEMEX şirketinde çalışmaya mecbur olması bunun en önemli sonucudur. İşten çıkarma, dayak atma ve protestocuların öldürülmesi şeklinde yapılan baskılar petrol sendikasında birlik olmayı parçalamak amacını gütmektedir. « Yapısal reformlar » adı altında icra edilenler iki büyük sonuca yol açmıştır : 1) Ekonomik düzenleme adı altında bazılarını daha fazla zenginleştirmek 2) Toplu sözleşme gücünün kan kaybetmesi ve işçileri sözleşmeli personel durumuna düşürmek. İşçiler için durumun giderek daha dezavantajlı hale gelmesi ve kazanılmış hakların kaybı, daha fazla mesai saati ve daha fazla çalışma, esnek çalışma saati adı altında işverenin istediği saatte, istediği yerde ve istediği koşulda çalışmak zorunda kalmak hatta bazı hallerde maaş kesintisi yani böylelikle daha fazla sayıda işçiyi daha az maaş vererek daha uzun saatler çalıştırmak. Bunların tümünü PEMEX, CFE, ISSSTE gibi çok uluslu şirketlerde ve eğitim sektöründe görmekteyiz.
Bu adaletsizliğe karşı başkaldırıları yerle bir etmek için uluslararası şirketler Meksika’da mafya haline dönüşmüş devletin olanaklarını kullanarak küresel sermayenin alınmasını istediği önlemleri özelleştirme reformları adı altında düzenlemelerle dayatmaktadır. Enerji reformu denilen uygulamalar ülkemizin petrol ve elektrik enerjisi kaynaklarını özel sektöre yok pahasına satmaktır. Meksika’yı yeniden inşa edeceğiz diyerek medya kanalıyla kampanya başlattılar ve modern çağa yeni bir adım attığımızı söylediler ama şimdi görüyoruz ki mineral kaynaklarımızın bulunduğu topraklar yabancı şirketlere satıldı; oralara maden ocakları kurarak halkımızın kendi su kaynaklarına ve topraklarına ulaşımını kapattılar artık halkımız kendi kaynaklarından mahrum ve ayrıca endemik bitki örtüsü ve hayvan neslinin kökünü kazıyorlar. Bu topraklara hidroelektrik santralleri, rüzgar tribünleri, petrol boru hatları ve petrol kuyuları açtılar. Bu toprakların sahiplerine şirketle görüşmeler yapmak için sadece 180 gün süre tanıdılar. Bu eğer toplumsal yararı gözeten bir proje olsaydı orada yaşayan insanlara “sosyal çalışma” kapsamında yaşayacakları başka araziler tahsis edilmesi gerekirdi ama bu insanlar kendi topraklarından kovuldular. Enerji tekellerinin çıkarlarını kamu yararının üzerinde tutularak o topraklarda yaşayan yerliler, çıkartılan yasalarla, maden ve elektrik enerjisinde pazarlık yapmaya zorlandılar ama zorlamalar bir sonuca ulaşamayınca uyuşturucu çeteleri ve develete bağlı halk içinden devşirilmiş katil güçler (paramiliter güçler) terör estirmeye başladılar. Kelimenin tam anlamıyla yeraltı sularını, kıyıları, ormanları ve yeşil alanları yağmalamak için katliamlara giriştiler. Her şeyi ama herşeyi yağmalamaya çalışıyorlar. İşte bu sebeple, Guerrero, Chiapas, Oaxaca, Michoacan, Estado de Mexico, Veracruz ve Tamaulipas’ta binlerce insanı yerlerinden yurtlarından sürdüler.
Böylesine terör estirerek elde ettikleri kar iki misli oldu çünkü yerinden yurdundan kovulan insanlar neredeyse kölelik şartlarında çalışmak zorunda kaldılar, seks sömürüsünde kendilerini satmak zorunda kaldılar, organ mafyası güçlendi, yaşayabilmek için orduya yazılmak zorunda kaldılar ya da uyuşturucu kaçakçısı paramiliter gruplara girdiler. Bütün bunların üstüne bir de Meksika sınırını aşıp ABD’ye insan taşıyan tüccarların ellerine düştüler, sonuçta kaçak göçmen olarak yaşayan insanlara katıldılar. Yoksul kesim için modernleşme ve küreselleşme milyonlarca insanın telef olması sonucunu doğurdu.
Kaynak ayırmamak için bütçe kısıtlamalarına gidildi. PEMEX şirketi çok sayıda işçi çıkardı ve böylelikle sanayi konsorsiyumların yolu üzerindeki engelleri temizlemek için Meksika Elektrikçiler Sendikası’na darbe vuruldu. Bunların tamamı Meksika kırsalında yaşayan yoksul köylülerin tarım emekçilerinin saflarına katılmasının önünü kesmek için yapıldı, şehirlere göç etmek zorunda bırakarak şehrin çeperinde oluşan gecekondu mahallelerinde sefalet içinde yaşamaya mahkum etmek için yapıldı, dünya gıda üretimini çok uluslu büyük şirketlerin tekeline bırakmak için yapıldı, dünya genelinde biyolojik çeşitlilik alanlarını ele geçirmek için yapıldı çünkü gıda ve kimya üretim tekelini ele geçiren çok uluslu büyük şirketler küresel gücü de tam anlamıyla eline geçirecektir. Bunlardan Monsanto-Bayer, Dupont, BASF, Chem-China en azılı biyoloji korsanlarıdır.
Köleleştirme planının içine Meksika halkının tamamının boyun eğdirilmesi dahil edilmiştir, bu plan karşısında ülkemiz son derece savunmasızdır ve tamamen bağımlıdır. Ülkemiz artık kendi ihtiyacını bile karşılayacak mısır, fasulye ve pirinç tarımı yapamamaktadır; dondurulmuş tavuk ve süt tozu ithalatına devlet tarafından teşvik verilmektedir gidişat böyle devam ettikçe son aşamada artık ülkemizde yetişen kendi ürünlerimizi bile üretemeyecek hale geleceğiz.
Bunların yanısıra, enerji reformları adı altında su kaynaklarımızı elimizden alan yasalar çıkarılmaktadır, çalışma ve emeklilik yasası reformları adı altında kazanılmış haklarımız elimizden alınmaktadır. Yürürlükte olan emeklilik yasasının ekonomik başarısızlığın nedeni olduğu söylenmekte ve paramızın değerini düşürmek gerektiği ileri sürülmektedir. Sağlık, eğitim, konut edindirme ve hatta turizme devlet bütçesinden ayrılan payın kısılması için öne sürülen en uyduruk dayanak büyüyen işsizliği önlemek için yapılan mücadeleye kaynak aktarmaktır. Küçük ve orta ölçekli ulusal sanayi ve tarımın çökertilmesini, yaygın işsizlikle mücadelede en önemli çözüm ve büyümeyi sağlayan en önemli hamle olarak bize yutturmaya çalışıyorlar.
Eğitim reformu adı altındaki uygulamalar onlar için sadece eğitimi özelleştirmek kanalıyla elde edecekleri parasal kazanç değil aynı zamanda bütçe kesintileri yoluyla « de facto » siyasi boyun eğdirme yaparak kendilerine biat eden öğretmenleri istihdam etmek ve bu şekilde stratejik ve politik fayda sağlamaktır. Eğitim reformu adı altında dayatılan bu uygulamanın kökünde yatan budur. Kendi amaçlarına uygun toplum yaratmak için eğitimi kullanıyorlar. Gözü dönmüş sermaye sahipleri için maniple edilebilecek bireyler ve tüketim zombileri gerekiyor. Halka inanan ve eleştiren ğğretmenler onlar için engel teşkil ediyor. Medya, daha önce hiç olmadığı kadar yeni uydurulmuş değerler ve rol modeller bombalayarak birkaç çok uluslu şirket etrafında yoğunlaşmaktadır ve eleştirmeyen, tıpkısının aynısı birbirine benzeyen, kontrol edilebilir kitle oluşturma görevini yerine getirmektedir. Özelleştirmeye karşı duran ker kesime ve kişiye karşı televizyon kanalları aracılığıyla saldırılar, yayıncılarını karartma, korku ve nefret pompalanıyor. Eğitim, felsefe ve tarih bilgisi artık hiç bir önem taşımıyor; ahlaklı bir insan olmanın artık hiç bir kıymeti yok, bunların yerine bizlere empoze edilen vandalizmdir ve kazanmak uğruna her yol meşrudur anlayışıdır. Sadece el emeğine indirgenen ve birbirinin tıpatıp aynısı teknik kapasite ile elele yürüyen bir eğitim uygulamaktadır. Onlar eleştirel, bilimsel ve destekleyici eğitime karşıdır. İnternet, televizyon ve radyo gibi kitle iletişim araçlarının büyük halk kitleleri üzerinde farkındalık yaratmak değil sadece karşı saldırı ve öfke körüklemek amacında olan niyetini iyice kavramak ve etrafımıza örülen bilgi kirliliği ablukasını kırmak çok önemlidir. Hitler’in yolundan giden bu ırkçı ve neo-nazi ideolojilerin boğulmamak için zaman zaman başını dışarı çıkarıp aldığı nefesle canlanmasına ve güçlenmesine engel olmak hayati önem taşımaktadır. Halk gücünün sahip olduğu potansiyeli büyütmek için kendisinden başka hiç kimseye ihtiyacı yoktur. İşte bu yüzden bizim mücadelemiz yaşamak için verilen mücadeledir.
Halk güçleri ekonomik, politik ve toplumsal gerçek dönüşümlere öncülük etme kapasitesine sahiptir, Meksika’da eşitliğin yolunu açmak için hepimiz bu varlığa ve güce sahibiz. Aşağıdan yukarıya doğru halk gücümüzü inşa etmeye devam etmemiz gerekiyor, topraklarımızı savunmalıyız, doğal kaynaklarımızı gerçek sahibi olan halka geri kazandırmalıyız, kendi kendine yeten ekonomi anlayışını ve adil paylaşım ilişkilerini geliştirmek zorundayız. Kültürümüzü sahiplenmek ve bize üst kültür olarak dayatılan bireyci ve vandal ideolojilerden yakamızı sıyırmamız gerekmektedir. Sermayenin uşaklığını yapan suç örgütlerine karşı koymak ve toplumsal dokumuzu yeniden örmek zorundayız. Bu bir ölüm kalım savaşıdır. Silahlı halk güçleri oluşturmak zorundayız. Bu adil sistem, zenginleşmeyi yeni türeyen sermaye gruplarına yeniden dağıtmakla olmaz. Askeri ve küresel sermayenin paramiliter odakları yerle bir edilmedikçe bu hak davası kapanmayacaktır.
Silahlı halk güçleri, silahlı özsavunma ve milis halk kuvvetleri gerçek halk iktidarını kurmak için anahtar önemdedir; öylesine önemlidir ki bu güçler adil ekonomik, demokratik ve kültürel yapının her bölgede inşa edilmesi için kilit önem taşımaktadır.
Küresel kapitalizm milyonlarca yoksul gence gelecekte sadece ölümün kapılarını açmaktadır. Ulusal endüstri ve tarımsal üretim yaparak nefes alacağımız hiç bir alan bırakmamaktadır; sağlık, eğitim ve turizm hizmetleri elimizden alınmıştır uluslararası sermaye artık bize sadece ne yapmamız gerektiğini emreden güç haline gelmiştir. Emrettikleri bu görev karşılığında onlara kara ve hava kuvvetlerinde asker olarak, polis kuvvetleri olarak ve uyuşturucu kaçakçısı (narko-paramiliter) çeteler olarak hizmet veriliyor. Bize ya bu kirli işleri yaparsınız ya da kölelik koşullarında çalışırsınız deniyor. Sefalet ve yoksulluk sınırı artık kölelik boyutuna ulaşmıştır. Bize dayatılan ölüm ve umutsuzluk yolunu reddediyoruz ve artık kaderimizi değiştirmekten başka yol kalmamıştır.
Hergün televizyon, gazete ve her türlü medya aracı kanalıyla yapılan algı operasyonlarıyla gün be gün iç savaşa sürükleniyoruz. Halkın büyük bir kesiminin görmediği insanlık dramları yaşıyoruz. Halkımızın büyük bir kısmı kafaları kesilmiş insanları, torbalara koyulmuş insan cesetlerini, ülkede işlenen katliam ve cinayetleri görmemek için televizyon ekranından başını çeviriyor ya da kanal değiştiriyor. Reklamların dayattığı kolektif arzu nesneleriyle halkımızın gerçek özlemleri törpüleniyor. Bu arada, askeri kontrol odakları ve suç örgütleri nüfusun geri kalanını terörize etme işini üstleniyorlar. Özellikle stratejik ve ekonomik önemi olan bölgelerde doğrudan mülksüzleştirme ve ekolojik yıkım ile daha fazla kâr elde etmek için uluslarüstü sermayeye gardiyanlık yapıyorlar.
Bu çete savaşları halkımıza sanki ordunun ve polisin uyuşturucu kaçakçılarına karşı yaptığı bir operasyonmuş gibi gösteriliyor ama perdenin arkasındaki gerçek şu ki: birbirine rakip uyuşturucu tacirleri bölgelerde daha fazla kar elde etmek için birbirleriyle çete savaşına girdiklerinde polis ve ordu güçleri bu paylaşımı organize ediyor. İşte bu “yasal” ekonomi adı altında halka yutturulan « yeraltı ekonomisinin » gerçek yüzüdür.
Direnen halka egemenler tarafından sindirme mesajı göndermek için aniden terör estirerek bulanık ve kirli bir savaş ortamı yaratılıyor. Tlatlaya, Tanhuato ve Apatzingan bölgelerinde neden katliamlar yapıldı? Nochixtlan ve Ayotzinapa’da yapılanlar münferit veya tesadüfi midir ? Hayır kesinlikle tesadüfi değildir, hepsi önceden planlanmış operasyonlardır. Küresel sermaye tarafından görevlendirilen polis devletinin istihbarat organları aracılığıyla doğrudan doğruya planlanmış operasyonlardır. Direnen halka ibret mesajı vermek için 23 yaşındaki bir gencin gözleri oyulmuş ve derisi yüzülmüştür. Bu mesajın özü şudur: Sisteme karşı gelenlere işte bunu yaparız.
Ama hiç hesaba katmadıkları bir şey oldu, bunca baskıya rağmen halkımızın sesi sadece bir kaç yıl içinde öfkeyle yükseldi. O gencin oyulan gözleri ve yüzülen derisi ile verilmek istenen mesaj birçok Meksikalı nezdinde teröre karşı savaşmak için haklı bir nedene dönüştü. Kötü yönetilen bir ülke ve uyuşturucu kaçakçılarının paramiliter müttefikleri suçlarını ört-bas edemeyecekler ve tarihi gerçekliklerin halkın bilgisine ulaşmasını engelleyemeyecekler.
Küresel stratejinin kontrgerilla yapıları kitleleri yanıltma yoluyla halk ayaklanmalarını önlemeye çalışıyor, bir şeyleri değiştirmek için direnmeye çalışmanın yararsız olduğunu aşılıyor, bu düzenin bozulamaz bir düzen olduğunu zihinlere kazımaya çalışıyor, ekonomik baskıyı ödül veya ceza olarak kullanıyor, halkı açlık ile dize getirmeye çalışarak bireysel sigorta ve bireysel refah programlarını kabul etmeye zorluyor. Bu yetmezmiş gibi bir de bu yağmaya karşı çıkanlara yasal takip başlatıyor eğer yine sesini susturamazsa kiraladığı yasadışı örgütler tarafından öldürtüyor. Gündelik yaşamın her bir aktivitesinin askeri ve polisiye baskılarla korku düzenine göre denetlenmesi kendi halinde yaşayan sıradan yurttaşları bile birer ihbarcı haline dönüştürerek halk düşmanları üretmektedir.
Halk gücünü bölmek ve parçalamak kuşkusuz yeni icat edilmiş bir şey değildir ama emekçi tabanda yapay çelişkiler yaratarak bölünmeyi teşvik etmekte önemli rol oynamaktadır. Net bir örnek : Hükümet, Texcoco’da inşa edeceğini iddia ettiği yeni uluslararası havaalanı yakınında iki milyon m2 lik bir federal araziyi sosyalist bir sivil toplum hareketi olan Antorcha Campesina’ya sözde « tahsis » etmek istiyor. Görünüşte arazi hediye etmek gibi olan bu planın asıl amacı şudur: kurtuluşun aslında bireysel çıkarını korumak ve gemisini kurtaran kaptan formülünde yattığını pompalayıp böyle düşünenleri tek meşale altında toplayarak kontrol etmektir, geri dönüşü olmayan ekolojik ve toplusal zarar veren projelere karşı Atenco halkı gibi tek yumruk olup direnen hareketleri parçalama tuzağıdır. Kültürünü, yaşamını ve hayat tarzını oluşturan toprağı elinden alıp başka yerde iskan etmek küçük çiftçileri ortadan kaldırma tuzağıdır; « modernizasyon » adı altında sunulan arazi takası halkımıza asla ve asla refah getirmemiştir. Bize getirdiği tek şey fuhuş, büyük alışveriş merkezleri, ticari ilişkilerin tek elde toplanmsı ve rekabete yenik düşmüş küçük esnafın bit pazarlarıında ekmek kavgasıdır.
Siyasi partiler ve mevcut sistemin savunucuları halkın isyan etmesinin ya da şiddete başvurmasının artık geçerli olmadığını çünkü halkın oy kullanma gücü olduğunu iddia ediyorlar. Eğer öyleyse halkın temsilcisi olduğunu söyleyen bu partiler kimin için çalışıyor ? Özellikle 2012 seçimlerinde, kokuşmuş bu mevcut sistemi köhnemiş bir tuzak olarak seçim sandıklarında oy deposu olarak kullanan kimlerdi? Atlıkarıncaya binmiş nerede duracağı belli olan döngüye sokan ya da « bul maçayı al parayı » der gibi halkın önüne üç kağıt açanlar kimlerdi? Uluslararası sermayenin, mafya kartellerinin ve onların içerideki işbirlikçileri tarafından kurulan üç köşeli sömürüye onay veren onlar değil mi? Bu suça ve yolsuzluğa bulaşmış kesimlerin ortak çıkarları için klik yaratarak ele geçirdiği devleti onların elinden geri almaktan başka çare yoktur. Mevcut bu kirli koşullarda seçim yolu ile Meksika’yı kurtarmak mümkün değildir. Seçim Kurulu, bu aşağılık seçim sirkinde aldatmacanın ve sözde halkın temsilcileri olduğunu söyleyen bu kokuşmuş sistemin bir parçasıdır. Milletvekilleri ve senatörlerin rezidansları dikenli teller ve polis kuvvetleri ile korunmaktadır. Onlar, halklarımızın yokedilmesi, yağmalanması ve yıkımını yasallaştırmaya kendini adamış gebeş takımıdır.
Seçim safsataları, seçim ile işbaşına geldik palavraları, halkın iradesiyiz martavalları tabandaki halkın hoşnutsuzluğunu ve başkaldırısını önlemek için uluslararası sermayenin ve mafya kartellerinin ardına sığındığı bahanedir. İşsizliği çözeceğiz, biz çevrecinin daniskasıyız, asla doğaya zarar vermeyeceğiz, kimse yerinden yurdundan göç etmek zorunda kalmayacak, kan dökülmesini istemiyoruz, mafya faaliyetlerinin sebep olduğu acılara son vereceğiz söylemleriyle seçimlerde oy isteyen bunlar değil miydi? Geldiğimiz durum ortadadır ama bizler yani toplumun alt katmanlarındaki dinamik güçler ülkemiz için farklı bir kaderi inşa edebiliriz.
Devlet istihbarat örgütünün onca çalışmaları ve hükümetin algı operasyonlarına rağmen, Tlatlaya, Tanhuato, Apatzingán, Ayotzinapa y Nochixtlan’da yaptıkları katliamlara rağmen bu kanalla vermeye çalıştıkları sindirme mesajı yerine ulaşmadı, halkın gücünü engellemeye muvaffak olamadılar. Başkaldıran ve muhalefet eden hareketlere sızmayı başaramadılar.
Halk kitlelerinin doğrudan mücadesine karşı yapılacak şey nispeten kolaydır: direniş hareketinin içine sızmak ve başkaldıran elebaşı unsurları ortadan kaldırmak ya da isyancı örgütle işbirliği yaparak örgütsel kararlarını etkileyen seviyelerde onları kışkırtarak yanlış yöne sevketmek. Ancak, direniş, yeraltına indiğinde ve direniş mücadelesi yeraltından sürdürüldüğünde prokovatif karşı eylem hiç de o kadar kolay olmaz, bu sebeple, aynı amaç için mücadele veren güçler arasındaki iç çelişkileri azdıran ve gömülü hırsları harekete geçiren ajanlar kanalıyla bölünme ve parçalanma yapılır.
Halk direniş örgütleri, bütün bu insan olmaya bağlı zayıflıklara rağmen ilerleyişini sürdürmektedir. Bizler her ortamda koşullar her ne olursa olsun halk ve emekçiler olarak yüzümüzü direniş mücadelesine döndürmek zorundayız.
Bizler, anayasal haklarımızı istiyoruz. Her ne şekil altında olursa olsun hiçbir surette devletin halkımızın haklarını gaspetmesine ve ahlak dışı kullanmasına rıza göstermiyoruz. Bizler sistematik şiddet ve baskıya silahlı ve silahsız halk güçleri olarak karşı koyuyoruz.
Halkın silahlı güçleri! Yetti artık bıçak kemiğe dayandı! Askeri ve siyasi eylemi gerçekleştirmek için tarihte daha önce de yaptığımız gibi sesimizi yükseltiyoruz, patlamaya hazır dinamit gibi kararlıyız, Tepeapulco ve Hidalgo’da gösterdiğimiz gibi ülkemizin tüm kanallarını saran boru hatlarıyız. Bu nasıl hareket edeceğini bilen bilinçli bir başkaldırıdır ve şimdi sessizlik içinde ilerleme zamanıdır. Bu bilinçli öfke, kardeşlerimize mücadele çağrısının sadece ufak bir çığlığıdır.
Bu bir eylem çağrısıdır : Bu çağrı Gerçeklere ve Adalete çağrıdır!
Ayotzinapa’da katledilen 43 eğitimci yoldaşımız için gerçeğin ve adaletin çağrısıdır. Onları alçakça katledenlerin bulunması ve azmettiricilerin ortaya çıkarılması çağrısıdır. 26 Eylül 2014 gecesi Iguala’da işlenen katliamın failleri ve bundan yarar sağlayanların ortaya çıkarılması çağrısıdır!
Tlatlaya, Tanhuato, Apatzingán y Nochixtlán’da yapılan katliamların çıplak gerçeği ve adalet arayışıdır!
Gazeteci ve topluluk önderlerinin cinayetleri ve kayıplar adına gerçeğin ve adaletin arayışıdır!
150.000 faili meçhul, kemikleri bile bulunamayan, toplu ölüm çukurlarında nereye gömüldüğü bilinmeyen cinayetlerin adalet arayışıdır!
Gözaltında kaybedilen 30.000 insanın adalet arayışıdır!
Guerrero Özgür Üniversitesinin öğrencileri Aidé Fuentes Nava ve Emanuel Juárez Flores’in katillerinin bulunması için adalet arayışıdır!
Yerinden yurdundan sürgün edilmiş kardeşlerimizin adalet arayışıdır!
Bu şer devletinin koruması altındaki mafya örgütleri tarafından kaçırılan, fuhuşa zorlanan, insan ticaretine kurban gidenlerin adalet arayışıdır!
Tüm siyasi tutsakları salıverin, uyuşturucu kaçakçılarına ve toprağını elinden almaya kalkışan çetelere karşı direndiği için hapse atılan tüm tutsakları serbest bırakın!
Hiçbir gece sonsuza kadar sürmez mutlaka ama mutlaka güneş doğar, unutmayın ki gündoğumu kaçınılmazdır!
Artık Yeter! Halk Milisleri (AYHM)
Hidalgo, Meksika, 1 Ekim 2016
Not : Teknik engellemelerden dolayı 30 Eylül gece yarısı yayınlayacağımız bildiriyi 1 Ekim sabaha karşı yayımlamak zorunda kaldık. Ama taleplerimiz son derece açıktır ve taleplerimizi bir kere daha net biçimde ifade ediyoruz. Eylemlerimizi sürdürmeye ve yaptığımız eylemleri halkımıza bildiriler yoluyla iletmeye devam edeceğiz.