Küresel Ekonomik, Siyasi ve Askeri Yapılanmalar – James Petras

James Petras

Gelişmekte olan küresel ekonomik, politik ve askeri yapılanmaların haritasını çıkarmak, dinamik haldeki bazı politika eksenleriyle birlikte ülkelerin ve bölgelerin de incelenmesini gerektiriyor:

Kapitaliste karşı anti-kapitalist, neo-liberale karşı anti-neo-liberal, kemer sıkma politikası karşıtı politika. Savaş komuta merkezleri ve savaş bölgeleri; siyasal değişimler ve sosyo-ekonomik devamlılık; Yeni Dünya Düzeni ve politik çürümüşlük.

Konunun bazı boyutlarında çakışmalar meydana gelirken, diğer yandan da küresel güç ilişkileri karşısında yerel ve ulusal güçlerin karmaşıklığı ve etkililiği üzerine vurgu yapılıyor. İlk önce, anılan her bir kategoriye giren, reel güçler korelasyonu temel alınarak mevcut eğilimleri ve geleceğe yönelik perspektifleri yaygınlaştıran rejimleri ve yükselişe geçen siyasal hareketleri tanımlayıp, sınıflandıracağız.

Kapitalizme karşı antikapitalizm

Kapitalizm dünyada geçerli yegâne etkin ekonomik sistemdir. Kapitalizm, bununla birlikte, ciddi boyutlarda ekonomik ve siyasal krizler geçirdi, piyasaların durgun  olduğu dönemleri yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor. Özel sektörün gelişmesini teşvik etmek amacıyla büyük ölçekte yabancı yatırımlara ev sahipliği yapmalarına, serbest ticaret bölgelerini kurmalarına rağmen, Çin, Venezuela ve Küba gibi bazı ülke rejimleri kendilerini “sosyalist” sistem olarak tanımlamaya devam ediyorlar.

Antikapitalist siyasal partiler, sendikal birlikler ve toplumsal hareketler meydanlara çıktılar. Bazıları kitlesel düzeyde sınıf savaşını sürdürmeye devam ediyorlar. Antikapitalist mücadeleden vazgeçen ve kapitalizmin neo-liberal varyantlarını benimseyen Yunanistan’daki Syriza hareketi, İtalya’daki RefundacionComunista hareketi gibi diğer bazı siyasal yapılanmalar kapitalizme karşı silah bıraktılar.

Antikapitalist mücadele Çin, Hindistan ve Güney Afrika’daki kitlesel işçi sınıfı grevlerinde üstü kapalı; Avrupa, Asya, Güney Amerika ve diğer bazı ülkelerdeki küçük çaplı partiler/siyasal yapılanmalar tarafından ise daha aleni sürdürülüyor. En büyük antikapitalist mücadele (yapısal) değişkenlik arz eden kapitalizm formları arasında yaşanan çatışma ve kavgalarda görülüyor: Neo-liberal ile Neo-liberal karşıtı rejim ve siyasal hareketler; kemer sıkma politikası izleyen rejim ve siyasal hareketler ile bu politikaya karşı bir program uygulayan rejim ve siyasal hareketler arasında. Konuya askeri açıdan bakıldığında ise, emperyalist ülkelerdeki savaş komuta merkezleri ile savaşların yaşandığı bölgeler arasında farklılaşma ortaya konularak yaşanan sınıfsal çatışma daha iyi anlaşılabilir.

Neo-liberal ve Neo-liberal karşıtı güç korelasyonları

Dünyadaki güç dengesi, geçen son iki yıldan beri, neo-liberalizm yanlısı rejimlere doğru kayma eğiliminde. Siyasal rejim değişimlerinin meydana geldiği ülkelerde bile neo-liberal karşıtı politikalar uygulamaya konulamıyor. Latin Amerika radikal sağ neo-liberal rejim ve politikalarına doğru en büyük kaymaların olduğu dönemi yaşıyor. Aşırı sağ kanat Arjantin’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve Venezuela’da ise genel seçimleri kazandı. Brezilya’da sözüm ona “İşçi Partisi” neo-liberal kemer sıkma programını uyguluyor. Bolivya’da Sosyalizm yanlısı Sosyal Demokrat Hareket, Cumhurbaşkanı Eva Morales’ın üçüncü dönem yeniden seçilmesinin önüne geçemeden referandumu kaybetti. Referandum sürecinden başarıyla çıkan organize güçler ağırlıklı olarak neo-liberal yapıdaki güçlerdi.

Latin Amerika’nın diğer bölgelerindeki siyasal yönetim değişimleri; radikal neo-liberal başkanlardan sözde sosyal demokrat (Şili ve Salvador) ve milliyetçi başkanlara kadar (Peru) siyasi aktörlerin izledikleri politika ile gayet açık bir şekilde serbest piyasa ekonomisinin yolu açılmış oldu. Hatta Küba gibi bazı sosyalist rejimler yabancı çok uluslu şirketlerin faaliyetlerde bulunmaları için serbest piyasa teşvik programları uyguladılar ve serbest ticaret bölgesi girişimlerinde bulundular.

Ortadoğu ve Güney Afrika ülkelerinde neo-liberal despot yönetimlere karşı yükselen halk isyanları şiddetle bastırıldı. Geri dönen askeri otokratik yönetimler ve siyasi aktörler Mısır, Tunus, Irak, Yemen ve İsrail’de yeniden iktidara geldiler. İran’da yeni seçilen “reformcu” Hasan Ruhani yönetimi ülkenin petrol ve doğalgaz işletme alanlarını yabancı sermayeye açtı ve Şubat 2016’da yapılan seçimlerde milletvekillerinin yaklaşık % 40’ını  kazandı.

Asya’da; Hindistan ve Endonezya’da kazandıkları seçimlerle iktidara gelen neo-liberal partiler kısıtlayıcı şartları kaldırmak (deregulate) ve yabancı çok uluslu şirketlerin ülkeye girişini teşvik etmek üzere harekete geçtiler. Rusya ve Çin yönetimleri milyarlarca dolar sermayenin ülkeden kaçışının yolunu açmış oldular ve yeni milyarder ailelerin Kanada, İngiltere, Amerika ve diğer Batı ülkelerine yerleşmesiyle sonuçlanan finansal sermaye akışını kolaylaştırıcı programları uygulamaya koydular.

Avrupa’da, İskandinav ülkelerinde, Hollanda’da Sosyal Demokrat yönetimler göçmen karşıtı politikalar izleyen sağ kanat partilerin desteğini kaybetmeyi göze alarak neo-liberal politikaları benimseyip, köklü hale getirdiler. Estonya, Letonya ve Litvanya gibi Baltık ülkelerinde radikal neo-liberal yönetimler, kitlesel protestoları tetikleyerek, muhalefetin de aynı vaatlerde bulunduğu, sert kemer sıkma politikalarını uygulamaya koyuldular. Putin Rusya’sı, Gorbaçov ve Yeltsin dönemlerinin yıkıcı politikalarından sonra devlet çarkı ve ülke ekonomisinde yeniden yapılanmada başarı sağladı. Ancak, gangster bir grubun başını çektiği oligarşi sınıfının çekip çevirdiği ekonominin aleni olarak talan edilmesine son verme konusu bir yana bırakılırsa, milyarder ailelerin kolaylıkla yatırım yaptığı veya yeniden yatırım yapmaya başladığı Rusya ekonomisi hala daha petrol ürünleri gelirlerine bağlı.

Yozlaşmış sağ kanat partilerin dönemlerinde müflis bir vasal devlet haline gelen Yunanistan, sözüm ona neo-liberal karşıtı sol bir partiyi iktidara getirmek suretiyle Ocak 2015’te bir seçim isyanı deneyimi geçirdi. Aleksi Çipras başkanlığında Syriza (koalisyon) hükümeti Yunanistan’ın yarası derin bir borca, ekonomik durgunluğa, yoksulluğa ve vasallığa/kulluğa saplanmasına neden olan Avrupa Birliği (AB) ve IMF’nin önerdiği sert kemer sıkma programını uygulamaya koydu.

Portekiz’de; kemer sıkma politikası karşıtı, sosyalistler (sosyal demokratlar) ve komünistlerden oluşan bir ittifak ve Sol Blok partileri yeni bir hükümet kurdular. Ancak, AB’den gelen baskı karşısında bu yeni hükümet vatandaşına vaat ettiği kemer sıkma politikası karşıtı tavizsiz politikasından vazgeçerek, esen neo-liberal cereyana teslim oldu. Kanada’da; muhalefetteki liberal parti, kozmetik bazı değişiklikler sunarak ve kemer sıkma politikasını izlemeyeceği yönündeki vaadini unutarak, muhafazakârları geride bıraktı.

Özet olarak, neo-liberal kemer sıkma politikası saldırısı siyasal değişikliklere gebe kitlesel seçim itirazlarına neden olup, hemen hemen aynı politikaları izleyen parti ve liderlerin iktidara gelmesine yol açtı. Bazı durumlarda meydana gelen değişiklerle kemer sıkma önlemleri genişletilerek neo-liberal politikalar derinleştirildi.

İrlanda’da Şubat ayında (2016) yapılan seçimler örnek niteliğinde: Hükümet koalisyonunda yer alan, neo-liberal kemer sıkma politikası heveslileri (FineGael Partisi/Liberal muhafazakâr ve İşçi Partisi) yenilgi yaşadılar. Fianna Fail Partisi, ekonomik kriz ve toplumsal sorunlara neden olmasına rağmen, lider parti olarak yeniden siyaset sahnesine çıktı. Bu döner kapı siyasetinde tek bir istisna nasyonal popülist, neo-liberalizm karşıtı ve sol partilerin karşımı bir parti olan Sinn Fein oldu. Nihayetinde, iki neo-liberal partinin koalisyon rejimi kurması olasıdır.

Avrupa’da ana akım neo-liberalizm ve kemer sıkma politikaları karşıtı partiler; Polonya’da, Macaristan’da seçim kazanan sağ kanat muhafazakâr partileri, Fransa’daki Milliyetçi Cephe gibi muhalif partilerdir. Önemli bir istisnai durum; neo-liberal Sosyalist Parti ile koalisyon hükümeti kurma önerisi almasına rağmen Sol Parti Podemos’un kemer sıkma politikalarına karşıt bir yol izlediği İspanya oldu. Ancak, koalisyon rejimi gerçekleşmedi. Giderek derinleşen ekonomik kriz ve halk muhalefetine rağmen neo-liberal, kemer sıkma programı izleyen parti ve politikaların devamı geldi.

Ortadoğu, Kuzey Afrika, Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerinde, Mısır, Tunus, Litvanya ve Polonya’da yapılan baskılar sol muhalefeti etkisiz hale getirdi. İkincisi, Fransa ve Macaristan’da olduğu gibi, milliyetçi partiler ve muhafazakâr rejimler kemer sıkma politikası karşıtı hareketlere önleyici saldırılar düzenlediler ve sol hareketi marjinal hale getirdiler. Üçüncü olarak da, Ukrayna, Suriye, Yemen, Türkiye ve Güney Asya ülkelerinde görülen askeri hareketlenmeler ve desteklenen darbe girişimleri, sürdürülmek istenen savaşlar ve uluslararası gerginlikler neo-liberal kemer sıkma politikalarına karşı yükselen halk muhalefetinin geçici olarak bastırılmasına neden oldu. Ukrayna’da ABD destekli neo-liberal rejim fiilen çökmüş ve yaygın olarak da çürümüş durumdadır. Esas sorun, en saldırgan muhalefetin Neo-Nazi sağ kanattan geliyor olmasıdır.

Uluslararası çatışmalarla, kalabalık halk kitlelerin dikkatinin geçici olarak neo-liberalizme çekilmesi sağlanıyor. Ancak, Avrupa’ya mülteci akınlarının başlaması ve Avrupa Birliği (AB) bütünselliğine tehdit oluşturmasıyla birlikte, savaşlar, darbeler ve askeri yıkımlar zamanla ülkelerdeki iç krizleri alevlendirecek nitelikte. Avrupa Birliğinin Ukrayna üzerinden Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar ekonomik krizi şiddetlendirdi. Sponsorluğunu Suudi Arabistan – Türkiye – ABD – AB’nin yaptığı Suriye ve müttefiklerine karşı yürütülen terör savaşı gerginliği tırmandırarak bölgeye yapılacak yatırımların önünü kesiyor.

Başka bir ifadeyle, neo-liberal/kemer sıkma politikası rejimleri, aslında etkin oldukları ülkelerdeki iç muhalefetten ziyade, “emperyalist savaş merkezlerinden” beslenen “savaş alanlarının” tehdidiyle karşı karşıyadır.

Savaş Merkezleri ve Savaş Alanları

Daha önce tanımladığımız ekonomik ve siyasal yapılanmalar (configurations) ve bölünmeler kapitalist rejimlerin muhtelif formlarına, neo-liberalizmin yükselmesine ve de kapitalistler arasında farklı varyasyonların tırmanışa geçmesine (kemer sıkma politikasına karşıt bir politikanın izlenmesi) vurgu yapar. ABD ve AB militarizmi yükselişe geçen Çin ve yeniden gelişme kaydeden Rusya kapitalist güçleri arasında yaşanan bölünmeyi derinleştirdi.

Politik-ekonomik haritanın durumu ve bölgede hüküm süren güçler korelasyonu askeri çatışmalardan ciddi şekilde etkilenmiştir. Savaşlar, darbeler ve isyanlar, yukarıda anılan ve belirtilen ikilemlerin ötesinde, sosyo-ekonomik sistemlerin kapsamını, derinliğini ve karakterini derinlemesine etkilemiştir. Esas itibariyle, küresel askeri bölünmeler savaşların, emperyalist komuta merkezlerinin ve savaş alanlarının aslında ne olduğuna dair bir tanımlama getirilmesiyle anlaşılabilir.

Savaş Merkezleri; başka ülkelerde askeri faaliyetlerin olmasını planlayan, organize eden, finansman sağlayan ve askeri harekatları icra eden ülke ve rejimlerdir. Savaş merkezleri genellikle başka ülkelerde faaliyet gösteren çok uluslu şirketleri mali açıdan teşvik etmek ve egemenlik kurulmasını sağlamak amacıyla askeri üsler marifetiyle dünyaya hâkim olmayı hedefleyen emperyalist rejimlerdir. Savaş merkezi ülke ve rejimler bir yandan aralarında ittifak kurarlarken, diğer yandan kendi aralarında rekabet de ederler: Bu savaş merkezlerinin, kendilerine askeri üs hizmeti veren, paralı asker temin eden ve siyasal destek veren, hâkim merkeze hizmet etmek üzere kendi ekonomik çıkarlarını bile feda etmekten çekinmeyen takipçi rejimleri de vardır. Takipçi konumundaki rejimler yalnızca, karar alıcı ülkenin periferisi coğrafyada meydana gelen olaylara katılırlar. Savaş merkezi ülkelerin küresel çıkarları (ABD, AB), bölgesel çıkarları (Suudi Arabistan, İsrail ve Ortadoğu) ve aynı zamanda yerel düzeyde çıkarları vardır (Ukrayna, Kırım).

Savaş merkezlerinin küresel düzeydeki çıkarları nedeniyle aşikar olan düşmanlıkları var: Bu merkezler Rusya ve Çin gibi ekonomik açıdan rekabet edebilen ve yükselişe geçen askeri güçleri; Venezuela, Suriye ve İran gibi milli rejimleri; emperyalizm karşıtı halk hareketleri (Lübnan’da Hizbullah); Batı karşıtı İslamcı hareketleri (Afganistan’da Taliban) hedef alıyorlar. Savaş merkezi ülkeler, aynı zamanda, savaş alanlarını daha yaygın hale getirmek, kazanç getiren pazarlarda, müreffeh bölgelerde/yerleşim yerlerinde yıkım yaratmak veya yok etmek üzere neo-liberal rejimler ile işbirliği yaparlar.

ABD ve AB’nin yaptığı tanımlama ile Savaş Alanları; Irak, Suriye, Libya, Afganistan, Somali, Ukrayna ve eski Yugoslavya coğrafyaları. Bu coğrafyalarda peş peşe patlak veren savaşlar bölge ülkelerinde iktidarda bulunan hükümetleri devirmede ve hedef seçilen ülkeleri dağıtmada başarılı da oldular. Ancak, her şeyden önce, yüz milyarlarca yatırım alanlarını, ticari faaliyetleri, finansal olanakları ve kaynak işletme fırsatlarını yok etmek suretiyle hedef seçtikleri ülkelerde siyasal kontrolü de kaybettiler.

Savaş Merkezleri üç düzeyde askeri angajmanı yerine getirirler: 1) Yüksek yoğunluklu askeri angajman; uzun vadeli, büyük ölçekli savaşları gerektiren masif harcamalar, Irak ve Afganistan’da olduğu gibi askeri birlik bulundurma taahhütleri; 2) Orta düzey yoğunluklu askeri angajman; ABD-AB hava saldırıları ve Suriye, Libya ve Ukrayna’da olduğu gibi paralı askerlerle sürdürülen vekâlet savaşları; 3) Düşük yoğunluklu askeri angajman; İsrail güçlerinin Filistinlilere karşı düzenledikleri acımasız saldırılar, Suudi Arabistan güçlerinin Yemenlilere karşı saldırıları ve Türkiye’nin Irak ve Suriye topraklarında bulunan Kürtlere ve de Türkiye coğrafyasında yaşayan Kürtlere karşı saldırıları.

ABD ve AB savaş merkezleri faaliyetlerinin Çin üzerinde farklı biçimlerde etkileri var; Avrupa Birliği ekonomik pazarların genişlemesini hedeflerken, ABD ise Çin yönetimini askeri açıdan kuşatma/çevreleme faaliyetlerine yoğunlaşıyor. ABD ve AB savaş merkezlerinin Rusya üzerinde de farklı yaptırımları oluyor: Rusya’da milyarlarca Avroluk yatırımları bulunan AB ekonomik elitleri arasında bölünme yaşanıyor. ABD yönetimi Rusya sınırlarında askeri operasyonları tırmandırmak üzere Polonya ve Baltık ülkeleri güçlerini harekete geçiriyor. Yükselen askeri tansiyon hem ekonomik rekabeti (Çin’e karşı ABD-AB) ve hem de askeri yayılmacılığı (Ukrayna’da ABD-AB destekli darbe) yansıtıyor.

Sonuç

Neo-liberal/kemer sıkma politikalarını izleyen rejimlerin büyümesi ve ilerleme kaydetmesi genellikle yerel ve sınıfsal iç çatışmaların yaşanması sonucunda meydana gelir. Bu çatışmaların siyaset sahnesine yansıması, emperyalist güçlerin, yerine göre, dolaylı olarak oynadıkları rol (çoğunlukla mali/propaganda faaliyetleri) söz konusu ülkedeki siyasi arenada, seçim kampanyalarında alınan sonuçlar şeklinde tezahür eder. Başka bir ifadeyle; neo-liberal kapitalizmin gelişme kaydetmesi özünde emperyalist savaşların doğrudan bir sonucu değildir. Neo-liberal kapitalizm yürütülen gelişkin seçim kampanyaları sonucunda, sendikal birliklerin ve sol siyasal partilerin yenilgi yaşamaları, siyaset sahnesinde silikleşmeleri ve de kapitülasyon uygulamaları nedeniyle zaferini ilan eder.

Neo-liberalizmin sınırları emperyalist askeri güç merkezlerince yürütülen yıkıcı savaşlarla açıkça belirlenmiştir: Bağımsız bir kapitalist devlete dayatılan yaptırımlar; bölgesel hegemonya heveslisi, yıkıcı ittifaklar (İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan). Uzun vadeye yayılan ekonomik savaşlarda emperyalist güç merkezlerinin izledikleri neo-liberal politikalar servetin belirli ellerde yoğunlaşmasını sağlamış, hedef ülkelerin ekonomik büyümesini baltalamış, sosyal hareketliliğin aşağıya doğru inişe geçmesine neden olmuş ve savaşın yaşandığı bölgelerde yoğun nüfus değişikliğine yol açmıştır.

Avrupa Birliğinin dağılması ve istikrarsızlaştırılması ihtimali ile karşı karşıya kalan Avrupalı seçmenler arasında tırmanan rahatsızlık duygusu, sermayenin acımasız bir şekilde belirli ellerde yoğunlaşması, ABD’de kullanılan güç ve ayrıcalıklar sosyal demokrat seçmenlerin ve sağ kanat milliyetçi hareketlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Yüksek yoğunluklu savaş ve uzun süreli kemer sıkma politikaları ile toplumsal kutuplaşma kaotik siyasal bir evrenin ve de kapitalist sistem içinde çok sayıda farklı çatışma alanlarının doğmasına neden oldu.

Antikapitalist sol güçler hiçbir yerde kapitalist sistemi alaşağı edecek düzeyde değilse, herkesin herkese karşı olduğu bu savaşta, kapitalist sistem kendi kendisini yok edebilir: kapitalist sistemin ektiği tohumu kemiren, kendi yapısından doğan büyük bir emek gücü.

Çeviren: Nizamettin Karabenk

Editör Notu: Bu çeviri http://ozguruniversite.org/2016/03/16/kuresel-ekonomik-siyasi-ve-askeri-yapilandirmalar-prof-james-petras/ adresinden alınıp anlamını koruyacak şekilde redaksiyondan geçirilmiştir. 

Etiketler:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.