İspanya: Katalonya’yı Tartışmak – Alberto Garzón / Pau Llonch ile Bir Diyalog

Birleşik Sol parlamenteri Alberto Garzón Katalan bağımsızlık referandumunu Halk Birliği Adaylığı’ndan Pau Llonch ile tartışıyor.

Katalonya’daki 1 Ekim referandumu İspanya solunda çokça tartışma yarattı. Uluslararası tanınma durumu ve anayasaya göre yasal bir zemini olmayan oylama Mariano Rajoy’un muhafazakar merkezi hükümeti karşısında kitlesel bir sivil itaatsizlik eylemi olacak. Ancak İspanya solunun önde gelen güçleri Podemos (Yapabiliriz) ve Birleşik Sol (Izquierda Unida), İspanya Devleti’nin baskısına karşı muhalefetlerine ve Katalan halkının kendi kaderini tayin hakkını savunmalarına rağmen oylamaya katılmayacak.

Bunun yerine bu partiler ve birlikte oluşturdukları Unidos-Podemos (Birlikte Yapabiliriz) listesi bu karşılaşmada orta yol oluşturmaya kalktılar. Bunu, oylamayı meşru bir siyasal mobilizasyon olarak ancak hakiki bir referandumdan ziyade bağımsızlık yanlısı güçlerin kendi kuvvetlerini göstermek için tasarlanmış bir mobilizasyon biçimi olarak görerek yapıyorlar.

Pablo Iglesias ve Podemos’un bölgesel müttefiki Catalunya en Comú’nun lideri Xavier Domènech yakın dönemde yazdıkları makalede, 1 Ekim oylamasından farklı olarak, daha geniş bir anayasal sürecin parçası şeklinde yasal olarak bağlayıcı bir referandum taahhütlerini tekrar ettiler. Bu tarz bir girişim, basit bir içeride-dışarıda referandumunun dışarıda bıraktığı bir seçenek olan çok uluslu, federal bir İspanya’yı hedefleyecek.

Ancak önerilen değişiklikler, özellikle İspanya anayasasının herhangi bir şekilde değiştirilmesi parlamentonun her iki meclisinde de üçte iki çoğunluk gereksindiğinden çok uzakta görünüyor. İspanyol Devleti’nin suçlamalarıyla ve ülkenin siyasal müesses nizamının kınamasıyla karşılaşan bağımsızlık yanlısı Katalan solu, tantanalı bir şekilde referandumu destekledi.

Bağımsızlığa verilen desteğin yükselişinin izi 2006’da İspanya parlamentosu tarafından yumuşatıldıktan sonra nihai olarak Anayasa Mahkemesi tarafından 2010’da reddedilen Katalonya Özerklik Statüsü’ne kadar sürülebilir. Bu tartışmanın ardından ve kemer sıkmanın etkisi altında bağımsızlığı destekleyenlerin oranı öncekinin iki katını geçerken (yüzde 20’nin altından yüzde 45’in üzerine) iki sol kanat bağımsızlıkçı parti, sosyal demokratik Katalonya Cumhuriyetçi Sol (Esquera Republicana, ERC) ve radikal Halk Birliği Adaylığı (Candidatura d’Unitat Popular, CUP) seçmen desteği kazandı. Sağ kanat Katalan Avrupa Demokratik Partisi (Partit Demòcrata Europeu, PDeCAT) önderliğindeki geniş ve ayrılıkçı bölgesel hükümeti destekleyen ERC ve CUP Ekim ayında evet oyu çıkarsa onsekiz ayda bağımsızlık taahhütünde bulundular.

Oylama öncesinde gerginlik artarken iktisatçı ve CUP aktivisti Pau Llonch ve Birleşik Sol vekili Alberto Garzón, Solun Katalanların kendi kaderini tayin hakkına nasıl yaklaşması gerektiğini tartışıyorlar:

Bir Somut Gerçeklik Kıymığı

PL / Başka bir ulusu ezen bir ulusun kendisi özgür olamaz – Karl Marx

Sayın Alberto Garzón

Kendimi sizin çok sayıdaki hayranınız arasında gördüğümü belirterek başlamama izin verin. Kuramsal parlaklığınızı ilkin, 2014 tarihli olan, kapitalist krizleri heterodoks bir perspektiften alan makalenizde keşfettim ve sadece bir 15M-sonrası [15 Mayıs Hareketi sonrasındaki, ç.n.] medya kişiliği olmadığınızı fark ettim; kendisine komünist demekten çekinmeyen bir Marksist ve maddeci idiniz. Bu nedenle, bu hafta Katalonya’daki demokratik sürece dair konumunuzu okumak benim için büyük bir hayal kırıklığıydı.

1 Ekim referandumuna ilişkin yakın tarihli yazışmamızda, kutsal metin değil “somut durumun somut tahlili”ni isteyerek, Lenin’in kendi kaderini tayin hakkını savunusu alıntıma yanıt vermiştiniz. Talebinize yanıt vermekten mutlu olurum:

  1. Sınıf sorunuyla başlarsak. Pratikte bütün Katalan burjuvazisi kendi kaderini tayinin uygulanmasına, Ekim’de referanduma ve bağımsızlığa karşıdır. Kendi çalışmanız karmaşık bir sınıf analizi önermenin gerekliliğini göstermişti ve ben de modern kapitalist toplumlarda yedi sınıfa dair tasnifinizi kendi çalışmalarımda kullandım. Ancak referandumu Pujoles’le (yani Katalan seçkinleriyle) aynı hat üzerinde gördüğünüzde bütün bu karmaşıklık nereye kayboluyor?

Somut gerçeklik, büyük iş dünyası lobilerinin, Caixa ve Sabadell bankaları, La Vanguardia gazetesinin hepsinin referanduma karşı olmasıdır. Kendi makalenizde burjuvazinin üç önde gelen kesimi (asalak, hayali ve yatırımcı sermaye) olarak tasvir ettikleriniz arasında hiçbir aktör oylamayı desteklemiyor ve sadece küçük ve orta burjuvazinin bir kısmı destekçi.

Açık biçimde, bütün demokratik devrimlerde olduğu gibi destek tabanı sınıfları kesen ulusal-halk hareketi ile karşı kaşıyayız. Siyasal alanda sadece, düşüşteki PDeCAT’ın içindeki Katalan sağının bir kısmı referandumu çekince olmaksızın destekliyor. Ancak Embat gibi özgürlükçü örgütlerden Revolta Global’a ve CUP’a oradan Cumhuriyetçi Sol’un sosyal demokrasisine, bağımsızlık yanlısı sol referandumu çekince belirtmeksizin destekliyor.

  1. Sizin soyut alternatifleriniz karşısında somut olasılıkları savunuyoruz. Somut tahlil talep ettiğiniz için, kurumsal düzlemde Katalan Cumhuriyeti’nde hegemonik olma potansiyeli bulunan bir alternatiften bahsediyorum: Catalunya en Comú, Cumhuriyetçi Sol ve CUP birleşiminden. İspanyol devleti düzeyinde bir ittifaktan farklı olarak merkez sol Sosyalist Parti’yi kenarda dahi bırakabiliyoruz. Bu, her zaman olduğu gibi, kurumlardansa sokaklarda ne olacağına bağlı olan Katalonya’da sosyalizmin nihai inşasını garantilemez, ancak kriz sonrasındaki kapitalist yeniden örgütlenmenin mevcut evresinde muhtemel alternatifler için mücadele etme fırsatı sunar.

Şimdi Barcelona’da yerel yönetimde bulunan Jaume Asens’in hareketin kurumlara taarruzu şeklindeki stratejisinin diğer Avrupa şehirleri için muhtemel bir örnek görevi üstlenebileceğini savunduğunu hatırlıyorum. Gelecekteki bu muhtemel ittifak benzer bir işlev üstlenemez mi: Zenofobi ve faşizmin istila ettiği Avrupa’ya bir alternatif sunma işlevini?

Buna karşın sizin pozisyonunuz sadece soyut bir kendi kaderini tayin savunusu temin ediyor. İspanya anayasasının reforme edilmesini gereksindiğini ve [İspanya’da Katalan referandumu ile ilgili] olumsuz kamuoyunu göz önünde bulundurursak böyle bir senaryo sadece on yıllar sonra düşünülebilir. En önemlisi bizim kendi kaderini tayin yolumuz ne Rajoy’un ya da İspanyol Devleti’nin iznine ne de sizin ya da Pablo Iglesias’ın rızasına tabidir. Hangisi daha somut, hangisi daha soyut?

  1. Bağımsızlık hareketimizin merkezinde toplumsal ve siyasal hakları güvence altına almak bulunuyor; şovenist ve kimlikçi unsurlar tamamen artıktır. Bunu anlamakta zorluk çekseniz de, bağımsızlık itkisinden sonra bu ülkede hegemonya sola kaydı. Ancak bunu görmek için İspanyol solunun önyargılarına değil, sokaklardakilerin ve Katalan parlamentosundakilerin eylemlerine ve söylemine bakmak gerekir. Katalan başbakan Puigdemont, selefinden farklı olarak, “İspanya bizi soyuyor” ifadesini hiç kullanmamış olduğunu ve toplumsal çoğunluğun sözlüğünden bunun çıkarılması gerektiğini söyledi. Mevcut durumda ise bağımsızlık hareketi, CUP’tan David Fernandez’in (koltuğu bıraktığı 2015’te en yüksek halk desteğine sahip başka bir anti-kapitalist – seçkinlerin kandırdığı düşünülen bir ülkede başka bir anomali) önderlik ettiği yakın dönemli kampanyalardan (örn. Özgürlükler [dışlanma, yoksulluk ve eşitsizlikten kurtulmak]) feyz alıyor.

Madrid’deki Yüksek Mahkeme tarafından etkisizleştirilse de Katalan Parlamentosu ülkemizdeki mevcut sağduyu göz önünde bulundurulduğunda tahliyeleri yasaklayan bir kanun onayladı. Ayrıca garanti temel gelir için yasa geçirdi ve göçmen toplama merkezlerinde uygulamalara ve polisin plastik mermi kullanımına dair yasaklar getirdi. Bunların yapılması için İspanyol devletinde siyasal bir çoğunluk tahayyül edebiliyor musunuz? Evet, ben de edemiyorum.

  1. Bu çatışmanın demokratik bir şekilde çözülmesi dışında bir seçenek yok, ancak böyle bir çözüm İspanya Krallığı’nda mümkün değil. 78 anayasası üç ayak üstüne kuruldu: bir üretim tarzı olarak kapitalizm, monarşi ve kendi kaderini tayin hakkının inkarı. Bu referandumu gerçekleştirmek için ondört formel dilekçe ve yedi yıllık kitle hareketi sonrasında, devredilemez kendi kaderini tayin hakkımızı direnme ve mücadele etme yeteneğimiz ölçüsünde kullanmak dışında bir alternatif bulunmuyor.

İspanyol devletinin otoriter doğası göz önünde bulundurulduğunda öncelikle bağımsız olmayı ima etmeyen bir federalizm için hiçbir yol yok. David Fernandez’in ifadesiyle, bağımsızlık için demokratik bir yolumuz yoksa, devletin bütün halkları için demokrasiye giden bağımsızlıkçı bir yola ihtiyacımız var. Çoğu milliyetçiyi bu referandum için mücadeleye sevk eden bu maddeci analizdir. Halkoylamasında hayır oyu çıkarsa, yoz İspanyol devletini reforme etmek için sizler gibilerin çabalarını desteklemeye devam edeceğimizden şüpheniz olmasın. Sadece mütekabiliyet talep ediyoruz.

  1. Sol garantiler talep etmeli… ancak devletten. Birleşik Sol’un konumu savunulabilir değil. Yasal garantileri olan ve geniş bir siyasal uzlaşıya dayanan bir referandum talep ediyorsunuz ancak bu talepler Katalan hükümetine yöneltiliyor, bunları bloke eden anti-demokratik İspanyol devletine değil. Bu konum ayrıca her demokratik devrimin kanunla uyum içinde olmaktansa ona karşı çıkarak gerçekleştiğini unutuyor.
  1. Referandum toplumsal bölünmeleri netleştirme kapasitesine sahip. Bu, yoldaşınız Katalan komünist Manuel Delgado’nun argümanı. Kendi kaderini tayin hakkını tanımamak halk sınıfları arasında doğal olmayan bölünmeler yarattı ve referandum bunları ortadan kaldırabilir. Kurucu bir süreç yaratmada umudumuz, bunun burjuvazinin hegemonyasına, böyle bölünmeler olmaksızın karşı koymaya devam etmemize yardımcı olacak olmasıdır.

Kevin B. Anderson Marx at the Margins kitabında Marx’ın enternasyonalizminin asla soyut kalmadığını, İrlanda ve Polonya özgürleşme sürecine desteğinde görüldüğü gibi oldukça somut biçimler aldığını ileri sürer. Umulur ki ulusal sorunu analiz ederken siyasal iktisat üzerine çalışmanızdaki özeni sergilemeye başlarsınız, çünkü Jordi Pujol [Katalan merkez sağının tarihsel lideri] ismini hatırlatmaya devam ederken demokratik devrimimizin somut tarihsel gerçekliğini soyutlamaların ötesinde anlamayı umamazsınız.

Katalonya’nın Soyut Bağımsızlığı

AG / “Neden” diye sordu Bay K., “o an için milliyetçi oldum? Bir milliyetçiye rastladığım için.” – Bertolt Brecht

Kısa süre önce CUP aktivisti ve Taifa Eleştirel Ekonomi Semieri üyesi Pau Llonch, Katalan sorununa dair bana hitap eden açık bir mektup yazdı. Bu tartışmanın arka planında Llonch’un “büyük hayal kırıklığı” olarak değerlendirdiği, Birleşik Sol’un 1 Ekim referandumuna katılmama kararı bulunuyor. Kendisinin argümanlarını aşağıda ele alıyorum:

  1. Yetkin referanslar hakkında. Sosyal medyadaki ilk tartışmada Llonch kendi kaderini tayin hakkına dair, görünürde Marksistlerin her halkın bağımsızlık arzusunu destekleme zorunluluğunu ima eden Lenin’i alıntıladı. İki ön koşul karşılanırsa böyle bir durum geçerli olacaktır: homojen bir Marksist okul gibi bir şeyin mevcut olması ve Lenin’in yorumunun burada kabul edilmiş olması. Ben her daim, klasik Marksistleri ebedi hakikatin taşıyıcılarıymış ve metinlerini de kutsal metinlermiş gibi okumaya isteksiz olmuşumdur. Bu bağlamda biraz paradoksal biçimde Lenin’in Marksizmi “somut durumun somut tahlili” olarak tanımladığını belirttim.

Burada görüşüm bizim çıkardığımız en iyi Marksistlerden olan; klasikleri yetkin bir şekilde alıntılanacak kaynaklar olarak değil de, her daim tarihsel ana dikkat eden, çoğul ve heterojen bir geleneğin ilham kaynağı olarak okumayı tavsiye eden Francisco Fernández Buey’le örtüşüyor. Aksi takdirde Lloch’ın yazısının başındaki Marx alıntısı kadar, İskoçya veya İrlanda üzerine konumunu da tekil tarihsel bağlamlarına bakmaksızın yorumlama tehlikesiyle karşılaşırız.

Dahası, klasiklerimiz çok sayıda çelişki barındırır. Marx’ın Hindistan’ın acımasız sömürgeleştirilmesine dair İngiltere’nin rolünü “tarihin bilinçsiz aracı” olarak tanımladığı konumunu kim unutabilir? Engels de “Kaliforniya ile ne yapacağını bilmeyen tembel Meksikalılardan buranın alınmış olması” gerçekten talihsizlik midir diye merak ederek ABD’nin Meksikalılara karşı “fetih savaşı”nı haklı görmüştü. Peki İkinci Enternasyonal? Beşinci Kongresi’nde “medeni ülkelerden olanların nüfusu daha düşük bir gelişme düzeyinde olan ülkelere yerleşmesi hakkı”nı tanıdı. Kısacası, ihtiyacımız olan şey Marksizmin skolastik bir okumasındansa somut durumun somut tahlili.

  1. Ulus kategorisine dair. Dogmatik olmayan bir maddeci olarak, Benedict Anderson’un belirttiği üzere ulusların toplumsal inşalar oldukları zemininde hareket ederim. İspanyol, Katalan ya da Fransız olmak tarihsel koşullar ve kişisel gelişmeler tarafından pekiştirilen ya da parçalanan inanç sistemlerimizin parçalarıdır. Bu bilimin değil siyasetin meselesidir. Kişinin İspanyol ya da Katalan kimliğine olan inancının nesnel geçerliliğini tartışmayacağım ancak bunun ister sosyalizm ister yaşam koşullarını iyileştirmek olsun, siyasal hedefler bağlamında bir dolayım biçimi olarak işlev görme sıfatını tartışacağım.

Bütün milliyetçilikleri bir araya toplamanın absürtlüğünün gerekçesi budur. 1914’teki  Alman milliyetçiliği ya da Franco İspanya’sının Ulusal Katolisizmi yirminci yüzyılın ortasındaki sömürge karşıtı mücadelenin milliyetçiliğiyle ya da Latin Amerika halklarının ulusal kurtuluş mücadeleleriyle karşılaştırılamaz. Buradan ilk sonucumuzu çıkarabiliriz: kendi kaderini tayin hakkı kendinde bir amaç değildir, bana göre, bağımsızlık hakkı da böyle değildir. Somut duruma göre değişir.

  1. Bir halk aynı zamanda toplumsal bir inşadır ki bunun anlamı varlığının tanınmasının da siyasal bir eylem olduğudur. Örneğin ben, kurumları (dil, kültür, normlar vb.) 1713’ün [İspanyol Veraset Savaşının sonunun] gerisine giden Katalan halkını tanıyorum. Şüphesiz, İspanya’nın çok uzun bir süre Bourbonlar tarafından değil Avusturya hanedanlığı tarafından yönetilmesi Katalan halkının gelişimini etkiledi. Ancak aynı zamanda devlet inşasından sorumlu olanın burjuvazi olduğu, bir halk olmadığı hatırlanmalıdır. Bu nedenle aşağıdan oluşan Katalan halkı kadar yukarıdan yaratılan bir halk da vardır. İlkinin ruhunun izi 1909 genel grevinin trajik haftasına ve iç savaşta Barcelona’nın savunulmasına kadar sürülebilir.
  1. Kendi kaderini tayin hakkı Marksistler için temel bir ilkedir. Manuel Sacristán’ın dediği gibi “hiçbir ulusal sorunun, kendi kaderini tayin hakkı dışında bir çözümü bulunmamaktadır.” Halklar ve uluslar toplumsal inşalar olsa da, eylemleri gerçek etkiler üreten nesnel varlıklarmış gibi gerçeklik içinde işlerler. Bir halk başkasıyla çatışmaya girdiğinde, nedenler ne olursa olsun, tek çözüm diyalog ve müzakeredir. Aynı soyut koşulu hem İspanyol hem de Katalan milliyetçiliğine atfederek birisi pahasına diğerinin tarafını tutamayız. Bunun yerine, her şeyin ötesinde halklar arasındaki herhangi bir diyalog sürecinde zımni olarak bulunan kendi kaderini tayin hakkını tanıyarak çatışmayı çözüme kavuşturmak üzere kurumsal kanalları açmak mümkündür.
  1. Kendi kaderini tayin hakkını savunmak federal bir modelle uyumludur. Bu hak, her halkın bağımsız olması zorunluluğuna dair inanca dayanmadığı için, federal bir devleti savunmakla uyumludur. Böyle bir savunu, ortak kurumlar çerçevesinde, ideal olarak kardeşlik ve kendi kendini yönetme ilkelerine dayanarak halkların bir arada yaşamasını savunmaktan daha fazla bir anlama gelmemektedir. Bu kardeşlik, Antoni Domenech’in açıkladığı üzere cumhuriyetçi-sosyalist gelenekten gelir ve başka şeyler yanısıra enternasyonalizme ilham vermiştir. İspanya halkarını ve uluslarını birbirine karşı getirmektense, halkları tanıyan federal bir devlet güzel bir umuttur. Ve aynı zamanda ulaşılması mümkündür.
  1. Öncelikle independista (bağımsızlıkçı) olmamak mümkün müdür? Llonch’un önerisi, İspanyol devletinin otoriter doğası göz önüne alındığında, önce independista olmadan federalist olunmayacağıdır. Burada bir gerçeklik payı var, yani devletin ve onun iki partisinin otoriter doğasına ilişkin bir gerçeklik. Örneğin referanduma giderek çatışmayla başa çıkacak kurumsal kanalları geliştirmeyi birlikte engelleyenler PP (Halk Partisi, Partido Popular) ve PSOE’dir (İspanyol Sosyalist İşçi Partisi, Partido Socialista Obrero Español).

Ancak bağımsızlık desteğinin son yıllarda artışı sadece bu çıkmazla ilişkili değil. Bunun yerine ulusal sorun, kriz ve kapitalizmin yarattığı düş kırıklığının sevk edileceği bir popülist kanal olarak da kullanıldı. Bağımsızlık, Katalan halkının demokratik hakkı olarak değil ekonomik ve toplumsal kötülüklerin çözümü olarak sunuldu. Katalan sağı kriz zamanlarında bayrak sallamanın etkili bir örtü temin edebileceğini fark etti. “İspanya bizi soyuyor” argümanı artık dillendirilmese de, kesinlikle Katalan sağından mülhem, İspanyol devletinin daha az gelişmiş bölgeleriyle bağlı olmanın bir yük olduğuna dönük ekonomik bir ima mevcut.

Sorun ortada: Katalonya’da federalist olmak mümkün mü? 9 Kasım 2014’teki sembolik danışmadan farklılaşan 1 Ekim referandumu sorusuna göre açıktır ki değil. Independistaolmayan ya da İspanyol ve Katalan milliyetçisi olmayan birisi 1 Ekim’de nasıl oy verebilir? Aslında 1 Ekim referandumunun destekçilerinin oluşturduğu çerçeve, Katalan toplumunun kendisini bütünüyle ifade etmesini imkansız kılıyor.

  1. Garantilere ihtiyaç yasallık sorununun ötesine gidiyor. Sürecin hiçbir garantisi yok derken, sanki önceliğimiz 1978 rejimini korumakmış gibi bunun yasallığına atıfta bulunmuyoruz, ama çatışmayı çözmek için bir mekanizma olarak sürecin faydasına bakıyoruz. Sadece federalist seçeneğin etkisiz kılınması değil, oylamanın çatışmayı yönlendirecek bir araçtan ziyade siyasal bir silah olarak kullanılması da sorun. Katalan hükümetinde referandumu nasıl yürütmek gerektiğine dönük tartışmalar çok az sayıda kişinin bunun önemli olduğuna inandığını gösteriyor. Referandum bir güç gösterisi olacak; meşru ancak hiçbir pratik faydası olmayan bir güç gösterisi.

Garanti edilmesi gereken şey Katalan halkına danışıldığı zaman, ciddi ve özenli bir tartışma sonrasında fikirlerin beyanıyla, halkın kendisini açıkça ifade edebilmesidir. Kendi kaderini tayin hakkı gerçekten toplumsal bölünmeleri netleştirebilir ancak bu, Ekim’de ileri sürüldüğü gibi gerçekleşmeyebilir. Bağımsızlık için oy vermeden 78 rejiminden kesin bir şekilde kopmak üzere oy vermek isteyenlerin bunun için imkanı olmalıdır.

  1. Katalan burjuvazisinin gücünü hafife almak iyi bir fikir değil. Katalan burjuvazisinin hatırı sayılır kısmının bağımsızlığı desteklemediği doğrudur, eski merkez sağ Convergencia ve yeni PDCat içinde gerilimlerin arttığı da doğrudur. Ancak Katalan burjuvazisinin süreci daha önemsiz güçlere bırakacak kadar beceriksiz olduğuna inanmakta zorlanıyorum. Son beş yılda halen yönetenlerin Katalan seçkinler olduğunu gördük ve önümüzdeki yol açısından kimin kimi yönettiği konusunda emin değilim. Açıkça tahliye karşıtı yasalar çıkartabilecek bir koalisyon Katalonya’da mevcut ve bu son derece olumlu. Ancak bunun bağımsızlığı nasıl haklı gösterdiğini anlamıyorum. Navarra ve Endülüs’te de tahliye karşıtı yasalar geçti ve her durumda 1978 rejimi, Anayasa Mahkemesi yoluyla bunları geri çevirdi. Ancak bu olanlar beni parçaların bağımsızlığı hakkında değil ortak düşman hakkında düşünmeye itiyor.
  1. Referandum rejimden kopmanın en iyi yolu mı? Llonch ve Solda çok sayıda başkasının ileri sürdüğü şey bu gibi görünüyor. Sorun şu ki, bağımsızlığın rejimden kopmak için en iyi yol olduğunu varsaysak dahi (rejim, sadece daha fazla devletin mevcudiyetiyle değiştirilebilir olmayan bir üretim tarzını ve bir iktidar yapıları bütününü savunmak için oluşturulduğundan bunu da kabul etmiyorum) bu bizim sürecimiz değil.

Bu kopuşun hiçbir parametresini denetlemiyoruz. Önceden hiçbir şeyin kararlaştırılmadığı bu senaryoda her şey olabilir. CUP’taki compañeras bağımsızlık sonrası bir ortamda hükümet mi olur, yoksa denetim Katalan sağında mı olur? Bağımsızlık devletin geri kalanında kopuş güçlerini yeniden harekete mi geçirir yoksa yükselen bir İspanyol milliyetçiliği karşısında geri çekilmelerine mi yol açar?

Bu yazıya başlarken kullandığım Brecht alıntısının bir gerekçesi var. İspanyol milliyetçiliğinin binlerce Katalan milliyetçisi yarattığına ikna olmuş durumdayım, ancak Katalan milliyetçiliği de İspanya’da daha fazla milliyetçi hissiyat ortaya çıkarıyor. Bu ikileme kıstırılınca, akla kendi uluslarını savunmak adına Alman ve Fransız Sosyal Demokratlar sınıflarına ihanet ettiğinde ortaya çıkan 1914’ün kaçınılmaz olayları geliyor. Tersine, halklarımız arasında aşağıdan gelenlerin birlikte çalışabileceği demokratik ve toplumsal kopuş hakkında konuşmamıza olanak tanıyan formüller üzerine düşünmeyi tercih ediyorum.

Sonuç olarak kapitalizm, halk sınıflarını üretken alanda olduğu gibi başka alanlarda da birbirlerine karşı rekabete itiyor. İş, hizmetlere erişim ve toplumsal statü için rekabet ediyoruz. Geleneğimizdeki büyük yazarlar (Marx, Engels, Luxemburg, Lenin, Gramsci vb.) bunu iyi biliyordu ve toplumsal sınıfın hem – üretim alanında işgal ettiğimiz konuma dayalı olarak – bir nesnel olgu hem de toplumsal olarak inşa edilen bir şey olduğunu anlamışlardı. Bu nedenle örneğin “sınıf oluşumu”, partiler ve sendikalar gibi örgütleri oluşturma süreciyle ilgiliydi.

Örgütlendiğimizde koordine olmaktan daha fazlasını yapıyoruz: bizi bölen bir sistem karşısında ortak sahip olduklarımızı beyan ediyoruz. Kapitalizm altında standart bir durum olan “yoksullar arasında savaş”ı engellemeyi başaran “biz”in inşa edilme yöntemi budur. “Dünyanın işçileri, birleşin” muazzam bir onur sloganı değildi sadece, ayrıca özgül bir durumda evrensel olanı ifade etmekteydi – dünyanın her köşesinde zorunluluklar alanından kendisini kurtamak için mücadele veren insanlığın mülksüz ve mazlum kısmının durumunu. Bu benim odak noktam, somut tahlilde billurlaşan dünya görüşümün soyut kısmı. Katalan sorunu bağlamında konumum açık: kendi kaderini tayin hakkı ve federal bir cumhuriyet. Ve elbette sınırsız bir sosyalizm.

Salud y República

Alberto Garzón

Alberto Garzón, aynı zamanda parlamenteri olduğu Birleşik Sol’un Federal Koordinatörüdür

Pau Llnoch Katalan iktisatçı, hip-hop sanatçısı ve Halk Birliği Adaylığı içinde aktivisttir

[Jacobin’deki İngilizce orijinalinden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]

Kaynak: www.politikyol.com

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.