İspanya: Katalonya’da Sıkı Önlemler, Podemos Milletvekili Manolo Monereo ile Röportaj

Podemos milletvekili Manolo Monereo, İspanya’nın Katalonya’nın bağımsızlık referandumu üzerine patlak veren politik krizden nasıl çıkabileceğini değerlendiriyor 

Röportaj: EOGHAN GILMARTIN

Katalonya parlamentosunun tek taraflı olarak bağımsızlık referandumu yasasını Eylül ayının başında onaylamasından beri İspanya anayasal bir krizin pençesinde kıvranıyor. Muhafazakar İspanyol hükümeti, İspanyol mahkemelerinin yasadışı ilan ettiği 1 Ekim oylamasını yaptırmama konusunda oldukça kararlıydı. Çok sıkı ve sert önlemler aldı ve  demokratik haklara ve Katalonya’nın özerkliğine yönelik eşi görülmedik bir saldırıda bulundu.

Sert önlemler geçtiğimiz Çarşamba günü 14 üst düzey Katalan hükümeti yetkilisinin tutuklanmasıyla en üst seviyeye çıktı. Tutuklananlar arasında Ekonomi Bakanı Josep Maria Jove de vardı ve hakkında kışkırtıcılık suçlamasıyla soruşturma yapılacak. Öncesinde de polis gazetelere, matbaalara, dağıtım şirketlerine ve bölgesel hükümetin ofislerine yönelik bir dizi baskın yapmış, 1,5 milyon afiş ve broşüre ve 10 milyon oy pusulasına el koymuştu… Cumhuriyet savcıları referandum hazırlıklarına katılan 700’den fazla belediye başkanı için de mahkeme celbi çıkardı ve oylamayla ilgili bütün politik etkinlikleri İspanya çapında birçok kentte yasakladılar.

Çarşamba günü yapılan tutuklamalar Barselona belediye başkanı Ada Colau tarafından “demokratik skandal” olarak nitelendi ve Katalonya’nın her yerinde kitlesel protestolara yol açtı. Madrid’te bağımsızlık yanlısı milletvekilleri İspanya parlamentosunu terketti, Podemos parlamento grubu da Kongre binasının merdivenlerinde protesto gösterisi yaptı. Bu protestonun hemen öncesinde Podemos milletvekili Manolo Monereo Jacobin dergisi gönüllü çalışanı Eoghan Gilmartin’le söyleyişinde krizi ve mevcut çatışmadan İspanya sağının nasıl yaralanabileceğini değerlendirdi.

EG:     Katalonya’nın bağımsızlığı için bugün bu denli ısrar edilmesinin ardında ne yatıyor?

MM: 2008’den beri Franco sonrası geçiş döneminin temel anayasal ilkelerinin çökmesiyle tanımlanabilecek bir rejim kriziyle karşı karşıyayız. Bu rejim krizi birbiriyle yakından ilgili üç sorunla açıklanabilir: İlki, politik sistemi tamamen itibarsızlaştıran bir dizi skandalın yaşandığı yolsuzluk sorunu; ikincisi işsizlik, eşitsizlik ve esas olarak genç kuşağı etkileyecek istikrarsızlık gibi sosyal sorunlar; ve üçüncüsü de ulusal kriz.

Ulusal kriz 2010 yılında  Anayasa Mahkemesi’nin  Katalonya’nın yeni Özerklik Statüsü’nü iptal etmesiyle patlak verdi. Katalonya’nın yeni statüsü Madrid’deki Zapatero’nun merkez sol hükümetiyle Barselona’daki bölgesel hükümet arasındaki görüşmelerin sonucunda belirlenmişti. Katalonya’da tarihsel olarak bağımsızlığa destek hep düşük olmuştu ancak Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra daha geniş özerklikten yana olanlar bağımsızlık talep edenlerin saflarına geçtiler. Bu da İspanya politik arenasında yeni bir dinamiği ortaya çıkardı.

Asıl zorluk, bu üç sorunun her zaman tek bir projede birleşemesinde yatıyor. Ulusal sorun sık sık sosyal sorunların karşısına konuyor ya da önüne geçiyor. Bu durum hükümetin elini güçlendirdiği gibi öncelikli sorunların böyle farklılaşması  halkın da birlik olmasını engelliyor.

EG:     Rajoy hükümetinin Katalonya krizine ilişkin tutumuna ne diyorsunuz?

MM:    Rajoy akıllı bir adam. İspanyol devletinin çıkarlarını kendi partisisinin politik stratejisiyle birleştirmeyi denedi. Halk partisi (PP) Katalonya’da hiç bir zaman büyük bir güç olamadı. Bu da politikasını kolaylaştıran bir faktör. Rajoy, yolsuzluk skandalının ardından yeniden partisine (PP) meşruiyet kazandırmak için krizi  kullandı. Kendi çıkarına -ve Ciudadanos Yurttaşlar Partisi,  parlamentoda 25 sandalyesi var. Kendisini merkez sol olarak tanımlasa da genel olarak merkez sağ bir parti olarak bilinmekte. Katalan ulusalcılığının en sert muhaliflerinden biridir- hizmet edecek anayasal milliyetçilik teorisini oluşturdu ancak bu devletin güvenlik güçleriyle Katalan halkı arasındaki çatışmayı kaçınılmaz kıldı. Bu da İspanyol demokrasisini çok ilginç, çok istisnai bir noktaya getirdi.

EG:     1 Ekim öncesinde bu olup bitenleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Referendumun yapılacağını düşünüyor musunuz?

MM:    Hayır.

EG:     Hiç bir oylama olmayacak mı?

MM:    Hayır, Katalonya’da bir direniş başlayacak: şehir meydanları işgal edilecek– Ukrayna’da yaşananlara benzer- ve belki de bir genel grev yapılacak. Bu eylemlere karşı muazzam bir polis gücü yığılacak. Orduyla ne olur bekleyip göreceğiz ama kamu güvenlik birimleri polis gücünün en saldırgan unsurlarıdır ve şimdiden sokakları doldurmuş durumdalar.

EG:     Bugünkü krizin başka ne gibi sonuçları olacaktır?

MM:    İlkin demokrasimizi tehlikeye atacaktır. Bu kriz, Polonya ve Macaristan’dakine benzer daha otoriter yeni bir düzen kurmak için kullanılabilir.

EG:     Ya uluslararası kamuoyu? Böyle bir kriz Avrupa’nın baskısına yol açmaz mı?

MM:    Avrupa hiç bir şey yapmayacak. AB esas olarak halk kesimlerini yenilgiye uğratmak amacıyla tasarlanmış bir aygıttır. Brexit (İngiltere’nin AB’den çıkması) sonrasında İspanya daha önemli hale geldi ve Rajoy yapısal uyum bağlamında Avrupa kurumlarının istediği herşeyi yerine getirdi. Bu yüzden AB onu destekleyecektir.

Ayrıca, AB ne Polonya’ya ne de Macaristan’a müdahale etti ve burada da etmeyecek. AB için önemli olan neoliberal reformların uygulanmasıdır; İfade özgürlüğü ve sosyal haklar tali sorunlardır.

Katalonya, Bask ve Galiçya milliyetçileri Avrupa’nın bütünleşmesini bağımsızlığa ulaşmanın yolu olarak gördüler, Özellikle de sağcı kesim. Onlar Avrupa yanlısıydı ve AB’nin İspanya’nın tarihsel sorunlarını çözeceğine inanıyorlardı. Şimdi anlıyorlar ki bu olmayacak. Avrupa, İspanya devletinin konumunu güçlendiriyor. Rajoy’un yönetimi altında İspanya aynı zamanda Merkel’in başlıca müttefikidir.

Bu nedenle sorunumuz – egemenliği ekonomik güçler tarafından ele geçirilmiş olan Katalonya’nın Alman devletinin hakimiyetindeki Avrupa’da bağımsızlığı ne ifade eder– giderek daha fazla, kesinlikle daha az değil, diğer meselelerle ilişkili hale geliyor.

EG:     Göründüğü kadarıyla Podemos, Halk Partisi ve bağımsızlık yanlısı güçler arasında orta bir yol bulmayı denedi. Sizce bu doğru bir tutum mu?

MM:    Evet, çünkü biz bağımsızlık yerine federal bir devlete taraftarız. Yeni tip bir devletin gerekliliği üzerine bir tartışma başlatarak üçüncü bir yol belirlemeye çalıştık. Bu gönüllü birliğe dayanan federal ve çokuluslu bir devlet olmalı. Ancak böyle bir birliğin önkoşulu halkoylaması yoluyla karar verme hakkını tanımaktır. Biz her zaman Katalonya halkının kendi kaderine karar verebileceği  tarafların mutabık olduğu bir referandumu savunduk

Dahası, üzerinde durmamız gereken şey krizin tarihsel kökleriyle yüzleşebilecek anayasal bir süreçle politik bir çözümün bulunmasının elzem olduğudur. Asıl zorluk, Katalonya sorununu bu sorunu derinleştiren diğer sorunlarla yani politik yolsuzluk ve sosyal eşitsizlikle nasıl birleştireceğimiz noktasında baş gösteriyor.

EG:     Bağımsızlık yanlısı güçler ispanyol milliyetçiliğinin gücünü hafife mi aldı?

MM:    Bağımsızlık yanlısı güçleri devletin ne yapabileceğinin yanı sıra milliyetçi duygunun gücünü de hafife aldı. Öncelikle İspanya’nın geri kalan büyük bölümü kabul etmedikçe bağımsızlığın mümkün olamayacağı bilinmelidir. Bir referandum yapmak için yasal bir yol ve İspanyol milliyetçiliğinin hegemonyasını tartışabilecek ülkenin diğer kesimlerinde yeterli politik güçler yoksa hedefinize nasıl ulaşabilirsiniz? Yalnızca gündemi değiştirerek yani ulusal sorunu sosyal sorunlarla ilişkilendirerek bunu yapabilirsiniz.

EG:     Geçtiğimiz günlerde yeniden seçilen merkez sol sosyalist partinin (PSOE, İspanya Sosyalist işçi Partisi) lideri Pedro Sanchez’in Katalonya krizine ilişkin tutumu nedir?

MM:    Bir ikilem içinde. Partisinin önemli bir kesimi bu sorunda Halk Partisi’nin (PP) çizgisine çok yakın ve bu nedenle bir iç kopuştan korkuyor. Aynı zamanda federal bir devletten söz ettiğinde de asla ne önerdiğini açıklamıyor. Eğer Rajoy’u desteklemeye son verirse milliyetçi saflar yeniden şekillenir.

EG:     Sanchez’in görece sol bir çizgide yeniden seçilmesi Podemos’un PSOE konusundaki tutumunda değişikliğe yol açtı mı?

MM:    Bir uzlaşma yolu arıyoruz ama bu da pek kolay olmayacak. Yalnızca ideolojik nedenlerle değil aynı zamanda politik nedenlerle de çok çetrefilli bir mesele. Sosyalist Parti içinde bir kesim katı biçimde her hangi bir anlaşmaya karşı.

Pedro Sanchez iki yolu izleyebilir. İlkin Unidos Podemos (Izquierda Unida ile Podemos’un ortak listesi) olmadan yönetemeyeceğini anlamalıdır ve bu nedenle gelecek seçimlerde PSOE ve Unidos Podemos  Kongre’nin iki kanadında da mutlak çoğunluğa ulaşabileceğimiz bir seçim ittifakı yapabiliriz. Hatta anayasada değişiklik yapabilecek yeterli çoğunluğa bile ulaşabiliriz.

Ikincisi, Unidos Podemos’u zayıflatmaya çalışırken solda hakim güç olarak PSOE’yi konumlandırmak ve ardından da yeniden merkeze yerleşmek. Doğal olarak bu iki seçenek birbiriyle içiçe geçmiş durumda. Şu an itibarıyla benim şahsi görüşüme göre PSOE ve Pedro Sanchez Unidos Podemos’u  politik olarak olsun, seçmen ve sosyal gücü bağlamında olsun zayıflatmayı hedefliyor ve  30-35 civarında zayıf bir milletvekili desteğimizle başbakanlık koltuğuna oturmayı umut ediyor.

Bu yılın her koşulda bu yasama meclisinin son yılı olacağı kanısındayım. Hükümet Katalonya sorununda politikasını destekleyen bir çoğunluğa ulaşamadığı zaman bu açığa çıktı. Şayet hükümet hakkında güvensizlik oylaması yapılmazsa, bu seçimlerin hükümet bütçeyi meclisten geçirdikten sonra gelecek sene yapılacağı anlamına gelir.

 Kaynak: https://www.jacobinmag.com/2017/09/catalonia-spain-independence-referendum-podemos

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.