Karl Marx, Louis-Auguste Blanqui’yi “Fransa’daki Proleter Parti’nin beyni ve ilham kaynağı” olarak nitelemişti. Her ne kadar bugün büyük ölçüde unutulmuş olsa da, tüm dünyadan devrimciler, bu 19. yy. Fransız siyasi tutsağını, devrimci sosyalizmin kahramanı olarak görüyorlardı bir zamanlar. Bu kadar çok politik bozulma ve tavizin olduğu bir çağda, Blanqui’nin hayatına göz atmaya değer.
Çeviri: Bircan Polat
Blanqui elli yılı aşkın bir süre söylemleri ve yazıları ile Fransız radikallerine ilham kaynağı olmuştur. Cezaevine girmeden, yarım düzine ayaklanma başlatmış, devletle devrimciler arasında yaşanan şiddetli çatışmalarda ön saflarda yer almıştır. Hayatını kapitalizmi yıkmaya ve sosyalist bir cumhuriyete adamıştır. Bugün, giderek vahşileşen neoliberal rejimler ile karşı karşıyayken, Sol, Blanqui’nin sosyal dönüşüme olan tereddütsüz sadakatinden ilham almalıdır.
Erken Politik Başkaldırı
Ailesi, Auguste Blanqui’nin 1 Şubat 1805’teki doğumundan önce siyasi çalkantılardan payına düşeni almıştı bile. Eski bir Jironden olan babası Jean Dominique, terör döneminde sıkıntılar yaşamış ama Napolyon döneminde genel müfettiş (vali) olmuştu. Sevgi dolu annesi Sophie kendini oğluna adamıştı.
1815’te Birinci Fransız İmparatorluğu’nun devrilmesiyle ailenin dengesi bir anda sarsıldı. Evinde yabancı askerler görmek, Auguste’un ateşli milliyetçiliğini alevlendirdi.
Mali durumlarındaki değişikliğe rağmen, Blanqui ailesinin Auguste’u ve sonradan meşhur bir ekonomist olacak olan ağabeyi Jerome Adolphe’ü Paris’teki en iyi okullara gönderecek kadar parası vardı. Auguste, hukuk ve tıp öğrencisiyken Bourbon hanedanı karşıtı hareketin gizli örgütü olan Carbonari’nin 4 üyesinin halka açık infazına tanık oldu. Blanqui darağacındaki insanları izlerken, ayrıcalıklarını korumak için bu dört güzel adamı katleden toplumdan nefret etmeyi öğrendi. Hemen oracıkta devrim davasına bağlılık yemini etti—son nefesini verinceye dek tutacağı bir yemin.
Auguste, çalışmalarına devam ederken Carbonari’ye katıldı ancak gruptan sıkıldı ve öğrenci örgütleyicisi oldu. Gizli örgüt ücret ödemiyordu, bu yüzden gelirini özel öğretmenlik yaparak sağlıyordu.
1825’te, yetenekli bir ressam olan Amélie-Suzanne Serre’ye tutuldu. Ressamın muhafazakâr orta sınıf ailesi genç radikali tasvip etmese de çift 1834’te evlendi. İkili, Amélie-Suzanne’ın 1841 yılındaki ölümüne kadar birbirlerine tamamen bağlı kaldılar.
1827-1830 yılları arasında Blanqui tutkulu bir devrimci haline geldi. Esasen gazetecilik yaptığı o dönemde, meslektaşlarının çoğunun cumhuriyetçi sözlerini eyleme dönüştüremediğini keşfetmek onu dehşete düşürmüştü. Blanqui, monarşiyi devirmenin güç olacağını anlamaya başlamıştı.
1827’de, Paris’te ordu tarafından bastırılacak olan öğrenci gösterileri başlamıştı ve Blanqui çatışmalar sırasında ciddi şekilde yaralandı. Tüm bunlar, üzerinde kalıcı bir etki bıraktı: yalnızca halkın cesur ruhuna değil aynı zamanda liberallerin korkaklığına da şahit oldu.
Bourbonları tamamen deviren 1830 Temmuz Devrimi bu etkiyi sağlamlaştırdı. Sıradan insanların, zaferlerinin sosyal adaletin hüküm sürdüğü bir cumhuriyetle ödüllendirildiğini göreceği umuduyla, “Şanlı Üç Gün”ün barikat savaşlarında bir kez daha ön saflarda yerini aldı. Bir kez daha hayal kırıklığına uğradı: Çatışmalara bile katılmayan liberal burjuvazi, halkın zaferini çalmıştı.
Bir Jakoben tekerrürün korkusuyla, tahtı Louis-Philippe’e devrettiler. Temmuz Devrimi yalnızca bir hükümdarı bir başkasıyla değiştirmeye yaradı ve işçilerin yaşamı her zamanki acınacak halinde kaldı.
Blanqui bu ihanetin yanlarına kalmasına izin vermeyecekti. Tahtta oturan adamı değiştirmenin yeterli olmadığını anlamıştı; aristokratik imtiyazı sürdüren her şeyin kaldırılması gerekiyordu. O, “işçilerin kurtuluşunu… sömürü saltanatının sonunu… emeği sermayenin tiranlığından kurtaracak yeni bir düzeni” gerçekleştirecek hakiki bir cumhuriyet istiyordu.
Barikatlara
Blanqui, Cumhuriyetçi muhalifleri örgütlemeye devam etti ve kanunlarla başının belaya girmesi uzun sürmedi. 1832’deki duruşmasında, işçi sınıfına seslendi:
Benim gibi proleter olan otuz milyon Fransız’a, yaşamaya hakları olduğunu söylediğim için suçlanıyorum … Bizim rolümüz önceden yazılmıştır; iddia makamının rolü ise ezilene uygun olan tek roldür.
Blanqui, cezaevinde geçen bir yılın ardından, işçi sınıfından yüzlerce üyeden oluşan iki gizli dernek kurarak devrimci çalışmalarına geri döndü. Örgütlerinin siyasi iktidarı ele geçirmek için silaha başvurmaya istekli olması nedeniyle, birçok Cumhuriyetçi Blanqui’yi aşırı buluyordu. Bir kez iktidarı ele geçirdiklerinde, devrimcilerin iki amaca sahip bir diktatörlük kuracağına inanmıştı: yoksulları zenginlere karşı korumak ve yeni bir toplumun erdemleri hakkında halkı eğitmek. Çok geçmeden, bu diktatörlük komünizme dönüşecekti.
Blanqui’nin Mevsimler Derneği birçok yanıltmaca çıkıştan sonra, 12 Mayıs 1839 günü Paris’teki çeşitli binaları ele geçirerek ayaklanmalarını başlattı. Kısa bir süre, ufukta yeni bir cumhuriyet görünmüştü. Ne yazık ki, Blanqui’nin planında onulmaz bir kusur vardı: İktidarın ele geçirilmesinde geniş halk kitleleri rol almamıştı. Ayaklanmalar bastırıldı ve Blanqui gizlenmeye başladı. Bir ay sonra yakalandı ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Blanqui, tutsakların doğru düzgün ne oturabildiği ne de ayakta durabildiği, hücrelerini haşerelerin sardığı, yazın sıcaklıkların yükseldiği ve kışın düştüğü Mont-Saint-Michel kalesinde tutuldu. Şubat 1841’de Amélie-Suzanne’ın ölümünü öğrendi. Bu, cezaevinin fiziksel kısıtlamasından da kötüydü: günlerce kıpırdamadan durdu ve intihar üzerine düşündü. Hayatının geri kalanında mateminin simgesi olarak siyah eldivenler giydi.
Blanqui miti yayılmaya başladı ve Mont-Saint-Michel’in tutsaklarına reva gördüğü affedilemez muameleyi giderek daha çok insan öğrendi. 1844’e gelindiğinde Blanqui’nin sağlığı kötüleşmişti ve hücresinde ölmeye hazırlanıyordu. Bir şehit yaratmanın önüne geçmek için Louis-Philippe tarafından affedildi ancak Blanqui buna meydan okuyarak hapishanede yoldaşlarıyla kaldı.
Kral ona yine de müsamaha gösterdi ve Blanqui mucizevi bir şekilde hastalıktan kurtuldu. Nihayet 1848’de monarşinin devrilmesiyle serbest kaldı ve Paris işçi sınıfı, bir kez daha barikatlarda yerini aldı.
Ağzı kulaklarında, bir an evvel Paris’te olmak için can atıyordu ve bu defa işçilerin zaferlerinin iç edilmemesi için kararlıydı.
İkinci Cumhuriyet’ten İkinci İmparatorluğa
Blanqui Paris’in dört bir yanındaki mitinglerde sosyalizmi dile getiriyordu. Marx onu komünizmin Fransa’daki sembolü olarak kabul ederek şöyle diyordu: “Burjuvazinin ‘Blankizm’ adını verdiği Proletarya hareketi devrimci sosyalizmdir, komünizmdir.”1
Egemen sınıfın üyeleri Blanqui’nin konuşmalarını dinlediklerinde, sırf kontrol altında tutmaları gereken dizginsiz bir radikalizm gördüler. Alexis de Tocqueville, Blanqui’nin görünüşünün onu, “iğrenme ve nefret ile doldurduğunu” söylemişti. Devrimci lideri şöyle tasvir ediyordu:
Yanakları solgun ve cansızdı, dudakları beyazdı; hasta, kötü ve pis görünüyordu, kirli bir beniz ve çürüyen bir cesedin görüntüsü… Bir lağımda yaşayıp, oradan henüz çıkmış olabilirdi.
Cumhuriyet’e karşı muhafazakâr bir muhalefet ortaya çıktığında, Blanqui’nin destekçileri eyleme geçilmesi için yaygara kopardılar. İtirazlarına rağmen, 15 Mayıs’ta, Temsilciler Meclisi’ndeki bir gösteri iyi örgütlenmemiş bir darbeye dönüştü. Yeni bir radikal hükümet kurmak üzere teşebbüs edilen darbe, yalnızca örgütleyenlerinin tutuklanmasını getirdi. Asıl trajedi, on binlerce Parisli işçinin lidersiz ya da örgütsüz isyan başlattığı Haziran ayında gelip çattı. İşçiler kahramanca savaşıyordu ama ordu onları kırıp geçirdi.
Blanqui bu bozgundan sonra işçilerin, egemen sınıfa karşı savaşmak istemeyenlere güvenmemesini öğütleyen bir “Halka Uyarı” yazdı:
Gelecekteki devrimi nasıl görünmez tehlikeler bekliyor? Dünkü devrimi parçalayan o aynı görünmez engeller, sualtı taşları. Devrimi savunan hatip kılığındaki burjuvaların ağlamaklı nutuklarının etkisi.
Blanqui’nin tahmin ettiği gibi, Paris’teki esnaf ve tüccarlar savaşmadılar, hatta teslim oldular. 1851’de kendi kendini İmparator III. Napolyon olarak tahta geçiren Louis-Napolyon’u ağırladılar. İkinci Cumhuriyet yerini İkinci İmparatorluğa bıraktı ve Blanqui bir on yıllığına daha cezaevine gönderildi.
1859’da yine kraliyet affı getirildi ancak Blanqui’nin özgürlüğü buruk ve kısa ömürlüydü: önceki yıl annesi ölmüştü, polis tarafından yakından takip ediliyordu ve İmparator ona yeni suçlar isnat ediyordu.
Bir yıl sonra kendini yeniden mahkemede buldu. Savcıyla karşı karşıya geldiğinde, hala savaşta olduğunu beyan etti:
Savcı: Bu beyan, cezaevindeki 25 yıla rağmen hala aynı fikirleri savunduğunuzu kanıtlıyor?
Blanqui: Tamamen öyle.
Savcı: Sadece aynı fikirleri değil, bir de zaferlerini görmek için mi?
Blanqui: Ölene dek bunu isteyeceğim.
Blanqui’yi yine bir hapishane hücresi bekliyordu. Latin Mahallesindeki öğrenciler Blanqui’yi -“Tutuklu”yu- rol model alarak III. Napolyon’a karşı radikal bir muhalefet başlatmışlardı. Yaşlı adamın devrim ve ateizm konusundaki derslerini hevesle takip ediyorlardı ama demir parmaklıkların ardından devrime yol gösteremiyordu. Böyle olunca, 1865 yılında genç destekçileri cezaevinden bir firar tertiplediler ve Blanqui’yi sınırdan Belçika’ya kaçırdılar.
Komün
Blanqui hesap sorulacak günün geldiğini hissediyordu: işçiler grev çağrısı yapıyordu, muhalefetin sesi yankı buluyordu. Napolyon da duvar yazılamalarını görüyordu ve son bir çabayla imparatorluğunu kurtarmak için 1870 yazında Prusya’ya savaş ilan etti.
Hesaplaşma anı geldi. 14 Ağustos 1870’te, Blankistler Paris banliyölerinde, kısa bir çatışmadan sonra dağılacak olan sivil bir darbe başlattılar. Bir aydan az bir süre sonra, Prusya Sedan Savaşı’nda Fransa’yı kesin bir mağlubiyete uğrattı. 4 Eylül’de İkinci İmparatorluk utanç verici bir şekilde son buldu ve Üçüncü Cumhuriyet ilan edildi.
Blanqui, yalnızca zorunlu kitlesel askerlik görevinin ve devrimci bir rejimin Prusyalıları yenebileceğini savunarak, La Patrie en Danger (Ülke Tehlikede) gazetesinde savaşı destekleyen bir yazı yayımladı. Cumhuriyetin burjuva liderlerinin, evdeki işçi sınıfından işgal ordularından daha fazla korktuğunu biliyordu.
Blanqui, 21 Ekim 1870’te cumhuriyetin bir an evvel ihtiyaç duyduğu liderliği sağlamayı umut ederek başarısız bir darbe girişimine daha katıldı. Ölümle cezalandırıldı ve gizlenmeye başladı.
Bu sırada, beklediği gibi oldu. Fransa 1871 başlarında Prusya ile küçük düşürücü bir barış antlaşması imzaladı ve Paris’teki silahlı işçilerle karşı karşıya gelmek için hazırlıklara başladı. 18 Mart’ta Parisliler Komün’ü kurdu ve iç savaş başladı. Kaderin zalim cilvesi, Blanqui önceki gün yakalanmış ve hayatını adadığı devrimi kaçırmıştı.
Büyük sosyal gelişmelere rağmen, Komün etkileyici bir liderden ve olası bir karşıdevrimi bastırabilecek askeri güçten yoksundu. Blanqui’nin destekçileri, onun devrimcilere rehberlik edeceğini umarak bir kez daha serbest kalmasını sağlamaya uğraştılar. Belirlenen noktada, ellerindeki 74 rehineyi Blanqui ile takas etmek istiyorlardı. Adolphe Thiers, Üçüncü Cumhuriyet’in başkanı, bu öneriyi akıllıca reddetti. Marx’ın dediği gibi Thiers “biliyordu ki Blanqui Komün için başını verirdi.”
Blanqui, Mayıs ayında on binlerce komünarın katledilmesiyle kimsesiz kaldı. Cezaevindeki koşulları iyileştirilmedi ve her geçen gün ölümü bekliyordu. Blanqui bütün yaşamının boşa geçip geçmediğini merak etmeye başladı. 1872 yılında, astronomi üzerine kısmen bu soruyu cevaplamaya çalıştığı geniş çaplı bir eser yazdı: Eternity by the Stars (Yıldızlardan Ebediyete). Bu kitapta, uçsuz bucaksız evrene ve nesnel koşulların ağırlığına rağmen, yine de devrimci eylem için alan açılabileceğini öne sürdü.
Tereddütsüz Bağlılık
Karanlık zamanlara rağmen, Fransız sosyalist ve işçi hareketleri yeniden dirildi. Radikaller, cezaevindeki ve sürgündeki binlerce Komünar için af çağrısında bulundu. Bu kampanyayı, tutsak devrimin sembolü olan Blanqui üzerine yoğunlaştırdılar. Destekçiler ülke çapında kitlesel eylemler düzenledi ve Blanqui 1879’da milletvekili seçildi.
Cumhuriyet sonuçları tanımadı ama rüzgârın hangi yönden eseceğini görebiliyordu. Nihayet Blanqui’yi cezaevinden bıraktılar. Yaklaşık elli yıl önce Paris’e taşındığından beri, Blanqui otuz yedi yıl cezaevinde kalmıştı. Zaman hiç geçmemiş gibiydi; mitinglerde yaptığı konuşmaları, Ni Dieu Ni Maitre (Ne Tanrı Ne Devlet) kitabını yayıma hazırlamayı ve devrimci amaçları örgütlemeyi sürdürdü.
27 Aralık 1880’de Paris’teki konuşmasının ardından felç geçirdi ve beş gün sonra hayatını kaybetti. Cenazeye katılan 200.000’e yakın kişi Père Lachaise Mezarlığı’na kadar tabutunun arkasından yürüdü.
Blanqui ile aynı görüşte olmayan kişiler bile toplumsal dönüşüme olan bağlılığını inkâr edemezlerdi.
(1) Karl Marx –Fransa’da Sınıf Savaşımları- Sol Yayıncılık Çeviri: Sevim Belli