Burkina Faso’daki protestolardan bir kare | Foto: Ahmed Yempabou/EPA
11-13 Mayıs tarihleri arasında Kigali, Rwanda’da gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu – Afrika, madencilik sanayisini ve yüksek teknoloji mitlerini yüceltmeye yaradı. Zirve %1’lik elit kesimin hayal gücünü ortaya koyarken kıtanın geri kalanındaki çetin ekonomik gerçekliği açığa çıkartmaktan uzaktı. Zirveye cevaben bütün Afrika’da tabandan gelen muhalefet, en temel ihtiyaçlara cevap verecek politikalar yerine neden ithalata ve kemer sıkmaya dayalı bir büyüme programının izlenildiğini sorguluyor.
Ev sahibi Paul Kagame’nin diktatörlüğünü kutlaması nedeniyle etik açıdan sorunlu bir pozisyona düşen Tony Blair gibi Dünya Ekonomik Forumu (WEF)’ndaki elitler sürreal bir şekilde kendi retoriklerini olumluyorlar.
Yazılım sektöründe yönetici ve WEF lideri Brett Parker şöyle bir açıklamada bulundu: ‘Afrika en az önümüzdeki 20 yıl boyunca doğal kaynaklarına bağımlı kalacak. Altyapı, ulaşım ve lojistik alanındaki yatırımlar Afrika’nın yüksek ekonomik performansının yarısından fazlasının ana kaynağı ve sosyo-ekonomik gelişimin köşe taşı niteliğinde.’ Oysa ki gerçekte 2011 yılından beri, nakliyat ve lojistikteki tedbirlerle birlikte (şimdilerde dibe vuran Baltic Dry Index) emtia fiyatlarında rekor düşüşler yaşandı, bu da Nijerya gibi doğal kaynaklara bağımlı olan ülkeleri büyük bir krize itti.
Petrol fiyatının bu senenin başlarında varil başına 30 dolara düşmesine ve şimdilerde de 40 dolar civarında gezinmesine rağmen (2008’de 140 dolarla tavan yapmıştı), Cambridge Üniversitesi’nin Afrika ekonomilerinde lider analist olarak tanıttığı Standard Chartered Bankası’ndan Razia Khan, hala Uganda’nın kısıtlı olan yatırım fonlarını petrol işletmelerine akıtmasını savunuyor, üstelik de varil başına üretim bedeli 70 dolar iken.
Benzer bir şirket yanlısı tavsiye de Afrika’nın neredeyse tamamen çökmüş olan madencilik sektörüne uzun soluklu devlet yatırımları yapılmasını savunan, aynı zamanda Johannesburg madencilik devi Oppenheimer ailesine ait Brenthurst fonunun yöneticisi Greg Mills’den geldi. Geçen yüzyıl boyunca Afrika’nın en büyük firması konumunda olan Oppenheimer’in Anglo Amerikan Şirketi, Londra Borsası’nda 2008’de ulaştığı zirveden sonra 2015 yılına gelindiğinde %94 değer kaybetti.
Bu verileri görmezden gelen aynı ton Afrikan Liderlik Üniversitesi’nden Fred Swaneker’in konuşmasında da vardı: ‘Afrika Yükseliyor savı kıtanın refahı için en güçlü argümanı temsil ediyor.’
‘Afrika Yükseliyor’ pazarlamasının yeni unsurları bu seneki Dünya Ekonomik Forumunda, ‘Dördüncü Sanayi Devrimi ve siber-gerçeklik sistemleri’ne karşı duyulan çocuksu heyecanla birlikte alevlendi – bu sava göre ‘dünyanın en hızlı büyüyen dijital tüketim pazarı’ olması sebebiyle dördüncü sanayi devrimi Afrika’nın büyük bir sıçrama yapmasına hatta başı çekmesine yol açacaktı. Gerçeklik kontrolü: Her üç Afrikalı’dan birinin evinde elektrik bile yok ve sadece beş kişiden biri internet kullanıyor.
Bunlar hala canlı tüketim pazarlarının devamı için duyulan beyhude umutlardır. Cape Town 2011’de Dünya Ekonomi Forumu’na ev sahipliği yaptığında, Afrika Kalkınma Bankası ekonomisti Mthuli Ncube yeni orta sınıfla ilgili hayalci iddialarda bulunmuştu: ‘Biliyor musunuz, dünya lütfen uyanın, bu bizim Afrika’da üzerinde çok da fazla düşünmediğimiz bir olgudur(orta sınıf).’
Dünyanın en büyük iş dünyası yayınlarından The Wall Street Journal bile Ncube tarafından yanıltılmıştı: ‘Geçen sene, günlük 2 ile 20 dolar arasında harcama yapan kıtanın 313 milyonluk orta sınıfı, nüfusun yaklaşık %34’lük dilimini oluşturuyor. The Wall Street Journal tarafından yayımlanan çalışmaya göre bu rakam Çin ve Hindistan ile yarışıyor.’
Ancak tespit eksik. Devasa bir şekilde borçlanmış ve çoğu Afrika kentinde günlük 2 dolara en temel gıda ihtiyaçlarını dahi satın almaktan aciz olan bu orta sınıf buharlaştı. Orta sınıf yaşam standardının asgari günlük 20 dolar harcama gerektirdiği gerçeği daha doğru bir saptama olur. Bu tanıma uyan Afrikalıların nüfusa oranı, Ncube’un ortaya koyduğu verilere göre bile, 2010 emtia patlamasına rağmen 2000 yılındaki %6,5’tan %4,8’e düştü.
Daha yakın bir zamanda bir Reuters muhabiri şöyle bir açıklama yaptı: ‘İster emeklilik, ister pasta, isterseniz kürdan satın, Afrika’daki yatırımcılar orta sınıfı hedef alıyor. Ancak emtia fiyatlarının dalışa geçtiği sene gösterdi ki kıta ve tüketiciler hala ihraç edilen kaynaklara dayanıyor. Bu da Afrika orta sınıfının yükselişi fazla mı abartıldı sorusunu gündeme getiriyor: on senedir devam eden büyümenin yarattığı zenginlik genele dağıtıldı mı, yoksa sadece küçük kentli tüketici grupları mı bu emtia balonundan faydalandı?’
Gerçekler yavaş yavaş su yüzeyine çıkarken kıtanın en eski perakende bankası Barclays bile yakın zamanda Afrika operasyonlarını satacağını açıkladı.
Afrika’nın geleceği için en korku verici olan iklim değişikliği gerçeği ise geçen hafta Kigali Dünya Ekonomik forumunda tanınmaktan öte çarpıtıldı. 2015 Aralık ayında Paris’te gerçekleşen BM iklim zirvesine gönderme yaparak, Afrika Kalkınma Paneli (Blair tarafından 10 sene önce kurulmuştu) direktörü Caroline Kende-Robb, ‘Paris’teki COP 21’in tartışmasız bir başarı olduğunu çünkü Afrika uluslarının iklim sorununu bağımlılıktan bir fırsata ve değişime dönüştürme şansı yakaladığını’ açıkladı.
Ancak gerçekte Afrikalı aktivistler Paris zirvesini eleştiriyorlar çünkü:
Emisyon azaltım taahhütleri ne bağlayıcı ne de yeterli (taahhütler yerine getirilse bile, sıcaklık 3 derece aratacak, bu da yüzlerce milyon Afrikalının ölümüne yol açacak)
ABD müzakerecileri aslında çökmüş bir strateji olan karbon ticaretini tekrar gündeme getirdiler (havanın özelleştirilmesi)
Anlaşma emisyonun büyük bir kısmından sorumlu olan Kuzeye iklim borcu nedeniyle dava açılmasını engelliyor.
Afrikalı elitler Paris’te bu anlaşmayı imzaladıklarında yurttaşlarını iklime dayalı apartheid bir sistemin cehennemi geleceğine de mahkum etmiş oldular. Dünya Ekonomik Forumu için ise bu şüphesiz ki bir başarı. Ancak önde gelen iklim bilimcisi James Hansen, Paris anlaşmasını ‘sahtekarlık ve saçmalık’ olarak niteledi.
Dünya Ekonomik Forumu’ndaki yalancı ve şirket yandaşı eğilim geçen senelere kıyasla çok daha artmış gözüküyor çünkü aslında elit sınıfın sırt sıvazlamalarının ardında neoliberal güçlere ve ideolojiye karşı geniş bir Afrikalı direniş hareketi var. Afrika’da kamu politikaları zenginliği dağıtma konusunda başarısız oldu ve kıtanın kaynakları yağmalandı.
Küstah Robert Mugabe bile ülkesinin 15 milyar dolar değerindeki elmasının Beijing / Shanghai / HongKong, TelAviv, Dubai ve Harare (Zimbabwe ordusu) elmas satıcıları sayesinde kayıt dışı kaldığını kabul ediyor. Asıl yağmacı Sam Pa, geçen sene bilinmeyen sebeplerden ötürü Çin’de hapse mahkum edildi ancak çaldıklarını iade etmeyecek, Zimbabwe ise iflas etti, kendi parasını dahi basamıyor.
Tabandan yükselen hareket
Tam da IMF’in ödenemeyecek borçların mali konsolidasyona (harcamalarda kesintiye) gidilmesini gerektirecek kadar yükseldiğini fark ettiği bir dönemde, Afrikalı eylemciler 5 senelik bir direniş ivmesi kazanmış oldular.
Afrika Kalkınma Bankasının AFP ve Reuters ajanslarına dayandırdığı rapora göre 2011 senesinden beri protestolarda dramatik bir sıçrama yaşandı. Bu dalga henüz geri çekilmiş değil. Yine Afrika Kalkınma Bankası’nın 2015 yılında yayınladığı, ‘2011-14 Afrika Ekonomik Görünümü’ başlıklı değerlendirmesine göre protestolarda 2000 senesine kıyasla 5 kat artış gözlemlendi.
2011 yılında, özellikle Tunus, Mısır, Libya ve Fas’ta yoğunlaşan Kuzey Afrika kalkışmasının ardından ivme kaybetmek yerine, kıtadaki eylemciler Cezayir, Angola, Çad Cumhuriyeti, Gabon, Kenya, Güney Afrika, Uganda ve daha pek çok ülkede peş peşe bayrağı devraldılar.
AFP/Reuters raporları 2011’den beri gerçekleşen gösterilerin büyük çoğunluğunun yetersiz ücret ve çalışma koşullarından, kamu hizmetlerindeki yetersizlikten, sosyal adaletsizlikten, devlet baskısından ve politik reform boşluğundan kaynaklandığını ortaya koyuyor. Yarım düzine kadar örnek de son protestoların etkileyici sonuçları olduğunu gösteriyor.
Mozambik’te gıda ve su fiyatlarının 2010 Eylül’ünde fırlaması tüketicilerin kitlesel grev öneren mesajları paylaşmasına neden olmuş, bu da bir hafta sonu boyunca Maputo’yu felç etmiş ve sonuçta polis şiddeti yaşanmış olsa da fiyatların dondurulmasına ve devletin yeni hizmet sübvansiyonlarına gitmesine yol açmıştı.
2011 yılı başında Kuzey Afrika’daki kalkışmayı tetikleyen olayın, Tunus’ta Mohamed Bouazizi’nin kendini ateşe vermesinin sebebi polisin sebze arabasını bağlamasıydı. Ancak daha büyük çerçeveden bakıldığında asıl neden, Bin Ali diktatörlüğünün IMF tavsiyesine uyarak resmi olmayan tüccarlar üzerindeki katma değer vergi yükünü yükseltirken şirketlerinkini düşürmesiydi.
Senegal’da 2011-12 yılları arasında devam eden gösteriler baskıcı neoliberal başkan Abdoulawaye Wade’in üçüncü bir dönem daha iktidarda kalmasını engelledi.
Nijerya’da, Aralık 2011’de, IMF direktörü Christine Lagarde’ın emriyle petrol fiyatlarının iki katına çıkarılması üzerine tetiklenen isyan, iki haftanın sonunda eğer fiyatlar geri alınmasaydı neredeyse hükümetin devrilmesiyle son bulacaktı.
En büyük gösteri, 1980’lerin devrimci Thomas Sankara ruhuyla, 2014’te Burkina Faso’da gerçekleşti. Kitlesel gösteriler sonucunda Blaise Compaoré başkanlıktan indirildi. Burkina isyanı polis tarafından şiddetle bastırılan ve yarım düzineden fazla insanın ölümüyle sonuçlanan 2011 yılındaki güçlü gıda ayaklanmalarıyla başlamıştı. 2015 yılında Compaoré’nin tekrar iktidara gelme çabaları kitleler tarafından engellendi ve yokluğunda Sankara’nın ölümünden suçlu bulundu.
2015 Ekim’de Güney Afrika öğrencilerinin ve düşük ücretli üniversite çalışanlarının öğrenim harçlarının artışını ve taşeronlaşmayı engelleyen hareketi iktidar için çok daha tehlikeli olabilecek bir sosyo-ekonomik hareket biçimi ortaya koydu.
Londra menşeili Ekonomik Politikalar Araştırma Merkezi’nin Sussex Üniversitesi araştırmacılarının verilerine dayanarak oluşturduğu haritalamalarda ve Çevresel Adalet Örgütleri, Sorumluluklar ve Ticaret araştırma projesi ‘EJ Atlas’ içerisinde yer alan 200’den fazla çalışmada görüldüğü üzere, bu isyanlardan bazıları petrol ve maden kaynaklarının yakınlarında, yerel direnişler olarak yükseldi. Güney Afrika’da, Durban’a bir kaç saat uzaklıkta olan bölgede devam eden titanyum, demir ve kömür işletmelerine karşı verilen mücadele gibi bir çok maden direnişine tanık olundu.
Afrika’da işçi hareketi sürekli biçimde ivme kazanıyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun yayını olan Küresel Rekabet Raporunu hazırlayanlar, her sene 140 ülkede, işbirliği ve çatışma tanımları üzerinden, işletmelerden işçi-işveren ilişkisi hakkında veri topluyorlar. Afrika ülkeleri, diğer ülkelere kıyasla, dünyada sınıf mücadelesinin en militan olduğu 3’te 1’lik dilim içerisinde, %40’lık bir oranla öne çıkıyor.
2012’deki Marikana Katliamından beri Güney Afrika işçi sınıfı küresel sınıf mücadelesinde en öfkeli kesim olarak başı çekiyor. Dünya Ekonomik Forumu 2015 verilerine göre en militan sınıf mücadelelerinin yükseldiği ülkeler arasında Cezayir, Tunus, Mozambik, Gine, Çad, Liberya, Moritanya, Lesotho, Fas, Yeşil Burun Cumhuriyeti (Cape Verde), Zimbabwe, Tanzanya, Sierra Leone, Seyşel Adaları (Seychelles), Etiyopya, Kenya, Kamerun ve Gabon yer alıyor.
Afrika’daki halk isyanlarını tetikleyen nedenler arasında, 2011’den beri emtia fiyatlarının seyrine de yansımaları olan ve giderek ağırlaşan mali kesintilerin yanı sıra çok uluslu şirketlerin vergi kaçakçılığı ve diğer yasa dışı yollar üzerinden kıtadan kaçırdığı fonlar da yer alıyor. Eski Güney Afrika Başkanı Thabo Mbeki’nin Afrikan Birlik panelinin Yasadışı Finansal Akışlar üzerine çalışan birimi yıllık yasadışı fon akışına dair tahminini 80 milyar dolara yükseltti. Bunun yanı sıra yasal yollardan ülkeden çıkarılan bir sermaye akışı da söz konusu. Güney Afrika’da karın, temettülerin ve faizin yasal olarak ülke dışına akıtılması ciddi bütçe açıklarına ve sonunda da Güney Afrika’nın açığı kapatabilmek için dışarıdan borç almasına sebebiyet verdi: ülkenin dış borcu 2000 yılındaki 32 milyar dolardan bugün 140 milyar dolara fırlamış durumda.
Sahra Altı Afrika’nın borcu son on yıl içerisinde ikiye katlanarak 400 milyar doları buldu ve ödeme zamanı geldiğinde (ki çok yakın), tıpkı 1980 ve 90’larda olduğu gibi neoliberal IMF yıkıcı etkisi ile devreye girecek. Daha da kötüsü, Çin, Brezilya, Rusya ve Hindistan’ı destekleyen sermayedarların 2015 Aralık’taki yeniden yapılanmada ağırlık kazanmasıyla, IMF içerisindeki Afrika’yı savunan ses de cılızlaştı: Oy gücünün %41’ini kaybeden Nijerya’yı, %39’luk düşüşle Libya, %27 ile Fas, %26 ile Gabon, Cezayir ve Namibya ve ardından %21 ile Güney Afrika izledi.
Geçen ay, IMF Bölgesel Ekonomik Görünüm birimi Afrika’da köklü politika değişimlerine gidilmesini önerdi. Emtiadaki kırılganlığa ve borçlanmaya ilişkin henüz yeni bir ekonomik politika önermemiş olmasına karşın IMF şöyle bir öngörüde bulundu: ‘Maden ve petrol sektöründe devam edecek küçülme dolayısıyla bir çok ülkede mali açıklar büyüyecek ve bu nedenle de ekonominin geri kalanı için sürdürülebilir bir vergilendirme yapılandırmasına gidilmesi gerekecek’. Bunun meali çok açık: bütçe açıkları için kamu harcamalarının kısılması ve halk üzerindeki vergi yükünün arttırılması.
İşte tam da bu kombinasyon- aslında daha fazla neoliberalizmden başka bir şey olmayan politika değişikliği ile maden firmalarının daha küçük ama daha hızlı kar elde etmek uğruna üretimi arttırıp fiyatları düşürmeleri ve işçi haklarını, sosyal ve çevresel yükümlülüklerini görmezden gelmeleri- ABD’li akademisyenler Adam Branch ile Zachariah Mampilly’nin Afrika Kalkışması olarak tanımladıkları isyanın altında yatan maddi koşulları oluşturuyor.
Tıpkı 2011 senesinde Uganda’da gerçekleşen ‘İşe Yürü’ hareketi gibi, gösteriler baş gösterir göstermez devlet şiddetle bastırdığı ve eylemler ortak bir politik değişim vizyonundan yoksun olarak parçalı bir şekilde devam ettiği için, akademisyenlerin raporladıkları protestoların büyük çoğunluğu, Tunus hariç henüz çok da fark edilmedi.
Aynen Frantz Fanon’un ‘Afrika Devrimi İçin’ adlı kitabında uyardığı üzere: ‘Politik kültürleri ve çevreleri tanıdıkça daha da emin oluyorum ki Afrika’yı tehdit eden en büyük tehlike ideoloji eksikliğidir.’
Ancak en önemli mücadele bölgelerinden biri olan Güney Afrika’da 50’den fazla sendikanın katılımıyla ve kıtanın en militan sendikası (350 bin üyesi ile) Güney Afrika Ulusal Metal İşçileri Sendikası liderliğinde gerçekleşen 1 Mayıs eyleminde, birkaç yüz sosyal hareket ve sol örgütü şemsiyesi altında toplamış fakat çözünmekte olan Birleşik Cephe’yi de canlandırabilecek, sosyalist ideolojiyi temel alan bir işçi federasyonunun oluşturulacağı ilan edildi. 2019’da gerçekleşmesi planlanan seçimler öncesinde belki de Marxist-Leninist-Fanonist Ekonomik Özgürlük Savaşçıları ile de birleşebilecek bir işçi partisi sözü de verildi.
Kigali’deki protestolar bastırılsa ya da görmezden gelinse dahi, ‘Afrika Yükseliyor’ retoriğine karşı büyüyen halk direnişini fark etme konusunda geç bile kalındı, özellikle de protestoların potansiyeli ile bu retoriğin kati iflası göz önünde tutulduğunda.