15 Ocak 2007’de göreve gelen Ekvador Devlet Başkanı Rafael Correa ”Latin Amerika bir değişim döneminden geçmemektedir, dönemler arası bir değişim yaşamaktadır” demişti.
Correa’nın coşkusu birçokları tarafından önemli bir nedenden ötürü paylaşılmaktaydı; sağcı neoliberal hükümetlere karşı yıllarca sürdürülen toplumsal mücadelelerin sonucunda sol tüm Latin Amerika boyunca seçimleri kazanmaktaydı.
Hugo Chavez’in iktidarı halka teslim ederek yoksulluğu bitirme vaadiyle Venezuela devlet başkanı seçilmesiyle sol hükümetler dönemi başlamış oldu. ”Pembe Dalga” (tüm farklılıklarına rağmen sol hükümetlerin hepsini tek bir grup altında birleştiren ve sıkça kullanılan bir tabir) olarak da geçen bu sol rüzgar, on yıl boyunca Kolombiya ve Peru haricinde tüm Latin Amerika ülkelerinde sol hükümetlerin iktidara gelmesiyle sonuçlandı.
Daha da önemlisi, bir değişimin gerçekleştiği aşikardı. Toplumsal anlamda gerçekleşen bir dizi iyileşmenin yanı sıra, toplumsal hareketlerin en mühim talepleri kazanılmıştı. ABD’nin bir dayatması olan FTAA (Amerika Serbest Ticaret Bölgesi Anlaşması) yenilgiye uğratılmış, bazı ülkeler kendi ulusal kaynaklarının egemenliğini sağlamış ve toplumsal mücadelelerin başarısı ve kazanılan haklar yeni anayasalarda görülebilmekteydi.
Son Süreçteki Yenilgiler
Tüm bu geçmiş gelişmelere karşın, 2016’ya geldiğimizde bölgede koşullar oldukça değişmiştir. Geçen yılda sol bir dizi seçimi ve hatta bazı durumlarda iktidarı dahi kaybetmiştir. Diğer durumlarda ise sağ, oy sandığında yenemediği solu şaibeli yargı süreçlerinden faydalanarak iktidardan düşürmüştür.
Sağ, genel olarak siyasi inisiyatifi ve hatta bazı durumlarda solun geleneksel anlamda kalesi ve en önemli etki alanı olarak gördüğü sokağı eline geçirmiştir. Sol partilerin başında veba gibi gezinen yolsuzluk skandalları kendi toplumsal tabanlarını bu partilere karşı sokaklara dökmüştür. Sol yolundan kopmuş, ya da daha da kötüsü sağ partilerden ayırt edilemez bir görüntüye bürünmüş olarak gözükmektedir.
Bu durum birçok insanı şu soruları sormaya itmiştir: Pembe dalga, devresinin sonuna mı vardı? Eğer öyle ise, bu dönemden ne gibi dersler çıkarmak gerekmektedir?
Bu konuları tartışabilmek için öncelikle geçmiş yirmi yılın bir değerlendirmesini yapmak gerekiyor. Güney Amerika solunun neden bu ölçüde gerilediğini anlamamız açısından bu ”dönemler arası değişim” sürecinin incelenmesi önemlidir.
Solun sorunlarının en görünür olanlarından biri de seçimlerde yaşanılan yenilgilerdir (sol, geçen on yılın sonunda seçimlerde neredeyse yenilmez gözükmekteydi).
Ama bu yanılsamalı görüş, sağcı Mauricio Macri’nin geçen yılki Arjantin başkanlık seçimlerini kazanmasıyla ani bir darbe yedi. Birkaç hafta sonrasında ise, Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi, ulusal meclis seçimlerinde oyların %55’ini sağ muhalefete kaptırdı.
Sonrasında, Şubat ayında, en uzun süre Bolivya başkanlığı yapmış olan Evo Morales, başkanlık süresinin sınırsız uzatılması için gerçekleştirilen referandumu kaybetti ve 2020’de tekrar aday olma ihtimalini de yitirmiş oldu.
Toplumsal Mücadeleler
Tüm bunlara rağmen salt seçim sonuçlarına bakarak bu devrin kapandığını iddia etmek belli başlı sorunlar içerir. Solun seçimlerde yenilgiye uğramış olması durumunu bir son olarak nitelemek hatalı bir yaklaşım olur. Her şeyden önce bazı ülkelerdeki yaklaşan seçimlerde solun başarılı olma ihtimali devam etmektedir. Diğer ülkelerde ise sol halen dahi ana muhalefet olmanın yanı sıra sağın gündemine karşı yeniden örgütlenebilir ve mücadele edebilir konumdadır.
Dahası, bu devrin başlangıcını ve sonunu sol hükümetlerin yükselişi ya da düşüşüyle açıklamak bu hükümetlerin iktidara gelmesiyle sonuçlanan büyük bir mücadele sürecini saf dışı bırakmaya denk düşer.
Pembe dalga ne Chavez’in seçilmesiyle başladı ne de Macri’nin seçim yenilgisiyle sonlandı. Pembe dalgayı başlatan Venezuela’daki 1989 Caracazo ayaklanması ve 2000’de Bolivya’da, Koçabamba’daki su rezervlerinin özelleştirilmesine karşı gerçekleştirilen Koçabamba Su Savaşı’dır. Pembe dalganın akıbeti önce olduğu gibi yine sokaklarda belirlenecektir.
Fakat anti-neoliberal kitle mücadeleleri tek başına solun başarısını açıklamada yeterli değildir. Bölgenin yakın geçmişi incelendiği zaman, genellikle neoliberalizmin yol açtığı ekonomik etkinin tetiklediği toplumsal mücadelelere vurgu yapılmakta.
Neoliberalizm yalnızca bir ekonomi politikası olmaktan daha fazladır. Neoliberalizm, askeri rejimlerin artık bir yük haline gelmeye başladığı bir dönemde, bir yandan ana akım siyasetler arasında gerçekleştirilen güç paylaşımı süreçlerini gizleyen ve bir yandan da oy hakkını güvence altına alan bir parlamenter demokrasiye ihtiyaç duymaktaydı. Ana amaç, karar verme gücünün egemen sınıfın elinde kalmasını sağlamaktı.
Solun yükselişinin temeli, halkın sömürüye ve siyasetin bu şekilde egemenlerin elinde toplanmasına yönelik huzursuzluğunu değerlendirebilmesinde yatmaktadır. Yine de toplumsal hareket mücadeleleri ve hatta isyanlar dahi yetersizdi. Birçok insanın ulaştığı sonuca göre solun, neoliberalizmden başka bir alternatif olabileceğine halkı ikna etmek için bir siyasi mücadele hattı oluşturması gerekmekteydi.
Sol, neoliberalizme siyasi bir alternatif oluşturabildiği durumlarda başarı sağlayabildi. Başarısız olduğu durumlarda ise, solun bıraktığı boşluğu sol söylemler kullanan diğer adaylar doldurdu.
Solun ana taleplerinin hükümet tarafından uygulamaya geçirildiği pembe dalganın ilk yılları, bu stratejinin doğruluğunu kanıtladı. Sol ve toplumsal hareket arasındaki işbirliğini sağlamlaştıran bir diğer etmen ise sağın iktidardan edilmesinin hem solun hem de toplumsal hareketin çıkarına olmasıydı.
Toplumsal hareketler, sol hükümetlerin yasamaya ilişkin belli başlı engelleri aşması ve sağın yıkıcı eylemlerini engellemesine olanak sağlayan güçlü müttefiklerdi. Sol hükümetlerin varlığı da yıllar boyunca süren baskının ve mücadelenin ardından bu toplumsal hareketlere nefes alma imkanı tanımaktaydı.
Hükümet Dönemi
Yerel katılımcı bütçeleri, kurucu meclisler, Venezuela’nın mahalle komiteleri ve komünleri ve benzerleri, halkın yönetime katılmasını teşvik eden önemli halk inisiyatifleri pratikleridir.
Ancak yine de tüm bu deneyimlere rağmen parlamenter düzeni kökten dönüştüreceğini vadeden sol yine bu düzenin sınırları içine hapsolmuştur.
Halkın katılımını temel alan yeni demokrasi biçimlerini yerel düzeyde geliştirebilmede ise büyük zorluklarla karşılaşılmıştır. Solun, sağa ve kapitalizme hizmet eden parlamenter düzeni sürekli olarak kendi iktidarını sağlamlaştırmak için kullanmaya çabalaması ile yeni demokrasi biçimlerinin geliştirilmesini engellemiştir.
Sağın iktidarı yeniden ele geçirme çabasına karşın, halk desteği ile hükümet, sol tarafından aynı şey olarak görülmüş ve solun yeni ereği, ne pahasına olursa olsun hükümetin elde tutulması olmuştur.
Halktan gelen eleştiriler çoğunlukla ”sağa destek vermek” olarak algılanmıştır. Vurgu, demokrasinin yeni biçimlerinin kurulmasından bitmek tükenmez seçim kampanyalarının yürütülmesine kaymıştır.
Daha da kötüsü, sol, iktidarda kalmak için parlamenter oyunlara ve sağla gerçekleştireceği pazarlıklara bel bağlamıştır. Çok sayıda sol siyasetçi, eski bürokratik düzenin en temel özelliklerinden biri olan yolsuzluğa bulaşmıştır.
Ekonomi politikalarında da benzer bir durum geçerli olmuştur. Sol, anti-neoliberal politikalarını belli bir ölçüde uygulayabilmiş, bazı durumlarda anti-kapitalist yönde adımlar da atabilmiştir.
Sol böylelikle neoliberalizmin serbest ticaret ve pazar mitine büyük bir darbe indirebilmiş ve düzene alternatifin hem arzu edilebilir hem de mümkün olduğunu gösterebilmiştir. Toplumsal hareketlerin taleplerinin uygulamaya geçirilmesiyle, devletin müdahalesinde ve doğal kaynakların egemenliğinin sağlanmasında önemli adımlar atılmıştır. Yoksulluk azalmış, iç pazar canlanmıştır. Meta fiyatlarındaki artışla da birlikte, ekonominin büyüme oranı artmıştır.
Fakat on yıl sonra, önceden elverişli olan ihracat koşulları değişmiş, küresel bir durgunluk baş göstermiştir. Solun, bölgenin hammadde ihracatına bağımlı ekonomik yapısını değiştirmek adına bir ekonomik plan oluşturabileceği de ihtimal dahilindedir.
Sol hükümetlerin ekonomiye devlet müdahalesini artırmaya yönelik her hamlesi şiddetli karşılıklar aldı. Toplumsal bir ekonominin alttan kurulma çabası (kooperatifler ve işçilerin yönettiği fabrikalar benzeri) ise piyasa güçleri tarafından ya yalıtıldı ya da yutuldu.
Solun yaşadığı ekonomik sorunlar sonucunda sağ tekrar ekonominin ”yöneticisi” (vurgu çevirmene ait) rolünü üstlenmek üzere kampanyalar yürütmeye başladı.
Yaşanan tüm sorunlara rağmen, pembe dalganın sona erdiğini söylemek için biraz erken olduğunu anlamak gerekiyor. Son seçim sonuçları, neoliberalizme yönelik hoşnutsuzluğun devam ettiğine ilişkin bir kanıt olarak görülmelidir. Birçok durumda da görüldüğü üzere, solun seçimleri kaybetmesinin nedeni solun kendi seçmenlerinin sağa oy vermesi değil, daha ziyade o kitlenin önemli bir bölümünün sandığa gitmemesinden kaynaklanmaktadır.
Sağ ise bu yeni gerçekliğe kendi açısından uyum sağlamıştır. Kendiyle eski geleneksel partiler arasına mesafe koyan sağ, bazı sol söylem ve politikaları benimsemiştir. ”Yeni sağ”, yolsuzluğa son vererek herhangi bir acizlik göstermeden solun toplumsal politikalarını devam ettireceği vaadinde bulunmaktadır.
Yeni Bir Evre
Bu devrin sonundan ziyade, gerçekleşen durum solun aslen yeni bir evreye girdiği gerçeğidir. Sol bu evreye zayıflamış ve inisiyatifi kaybetmiş bir şekilde girmektedir. Sol bir geri çekilme sürecindedir, ama henüz yenilmemiştir.
Son dönemin kazanımlarından olduğu kadar hatalarından da ders çıkarabilmek, solun inisiyatifi tekrar ele alabilmesi için oldukça mühim.
Derslerden biri de hakimiyetin bir kerede ve kesin olarak kazanılamayan bir şey olduğunun farkına varılmasıdır. Sürekli bir değişim içerisinde olan bir bölgede halkın desteğini sağlayabilmek en temel ve kalıcı mücadeledir.
Egemenlik için mücadele etmenin önemini anlamak bir dizi toplumsal hareketin siyaset dünyası içine girmesine neden olmuştur. Ne yazık ki hükümet içine girince, bu toplumsal hareketlerden bir bölümü hakimiyetin iktidara sarılmakla aynı şey olduğu sonucuna varmıştır. Bu da sağın inisiyatifi tekrar eline geçirmesine neden olmuştur.
Sol, hem iktisadi anlamda hem de katılımcı demokrasi anlamında kapitalizme somut ve ciddi bir alternatif oluşturmalıdır.