Egemenlerin hazırladığı raporlar ile uluslararası sermaye lehine bir dizi yapısal önlemler alınırken, gelir dağılımındaki uçurumun artmasıyla da geniş halk kitlelerinin hızla yoksullaştırılmasının hedeflendiği görülmektedir. Bunun sonuçlarını, Uluslararası Barış ve Ekonomi Enstitüsü (Institute for Economics and Peace) tarafından, 17 Haziran 2015 tarihinde yayımlanan bir raporda izlemek mümkün. Geçen yıl tüm dünyada silahlı çatışmalarda ölen insanların sayısı 180 bindir. Bu, 5 yıl öncesine göre yüzde 267’lik bir artış anlamına gelmektedir. Yani içine girilen kriz döneminde çelişkilerin çatışmalara dönüşme ve sınıf mücadelesinin silahlı biçimler alma eğilimi hızla yükselmektedir.
Egemenlerin raporları, dünya emperyalist-kapitalist sisteminin yapısal bir kriz içinde olduğunu ve önümüzdeki elli yıl herhangi bir büyüme beklenmediğini gösteriyor. Kapitalist sistem bu krizden çıkmak için tüm dünyada kemer sıkma politikalarını devreye sokuyor, işsizlik sopasını göstererek halkı sefalet koşullarında yaşamaya mahkum ediyor. Uygulanan plan çerçevesinde Brezilya, Kolombiya, Vietnam, Güney Kore, Güney Afrika gibi ülkelerde görüldüğü gibi benzer olarak tüm dünyada sosyal güvenlik hakları tırpanlanırken, işçi ücretleri düşürülüyor. İşçiler sosyal güvenlik haklarına sahip olabilmek için daha uzun süre çalışmak zorunda bırakılıyor. Sosyal güvenlik, emeklilik ve asgari ücret temel bir mücadele alanı haline dönüşüyor.
Neoliberal Emperyalist-Kapitalist sistem sınıfsal ve ırksal eşitsizlikler üzerinden kendini var ederken, kent yoksullarının yaşadığı semtlerde sermaye denetiminde mülkiyet el değiştiriyor. Dünün gelişmiş sanayi kentlerinde yoksulluk kol geziyor. Ferguson ve Batı Baltimore’da (Freddie Gray’in öldürüldüğü bölge) yaşayan halkın hissettiği çaresizlik ve öfkeyi bastırıp ortadan kaldırmanın araçları olarak yasadışı uyuşturucu ticareti, mümkün olan en düşük maaşlar ve apaçık bir polis vahşeti kullanılıyor.
Egemenlerin işgal ettiği topraklarda yaşayan Papua, Kuzey ve Güney Amerika, Kanada ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin yerli halkları devletin ikiyüzlü politikalarına karşı top yekün savaş ilan ediyor, topraklarını ve yaşamı savunma mücadelesi veriyor.
Irksal sınıfsal eşitsizlikler derinleşirken devletler, neoliberal politikaları hayata geçirmeye devam ediyor. Sözde eğitim reformlarıyla yoksulların eğitim imkanını elinden alıyor. Şili, Fransa, İspanya ve Kanada’da öğrenciler ve araştırma görevlileri ‘Öfkeli’, ‘Rezalet’, “Güvenilmez” yazılı özgeçmişlerini bakanlığın kapısına bırakıyor, bütçe kesintilerine karşı “Eğitim pahalı mı? O halde cehaleti deneyin!” başlıklı dilekçeler yayınlıyor.
Ulus ötesi şirketlerin saldırılarıyla havasının, suyunun kirletilmesine karşı halklar direniyor. Peru’da olduğu gibi tarım için kullanılabilir suyun doğrudan etkilenerek Tambo nehri vadisindeki pirinç, şeker kamışı ve kırmızı biber üretimini tehdit edeceği ve su kirliliği riski oluşturacağını dile getiriyor ve 6 yıldır militan bir mücadele veriyor. Kuzey ve Güney Amerika yerlileri topraklarını kirleten petrol tekeli Chevron’a karşı birleşiyor, mücadeleyi ortaklaştırıyor.
Ulus ötesi firmaların ardındaki üst düzey işbirlikçilerden de birbiri ardına yolsuzluk haberleri geliyor. Halk bir yandan neoliberal emperyalist-kapitalist politikalara direnirken bir yandan da Honduras’ta, Guetamala’da olduğu gibi haftalardır sokaklara dökülüyor.
Sermaye akışını ve karlarını düşünen egemenler ulusal mücadele veren gruplarla barış görüşmelerine oturup halkın silahsızlanmasını ve sermayenin uygulayacağı politikalara uyum göstermesinin yollarını arıyor. Yeni tarihsel dönemde halkların direnişinin politik-askeri merkezleri olabilecek silahlı halk direnişleri tasfiye edilmeye çalışılıyor. Barış görüşmeleri bu politikanın bir parçası olarak sürdürülüyor. Filistin devriminin 1970’lerde dünya devrimci hareketi için nasıl bir işlev taşıdığını emperyalist-kapitalistler unutmuş değil. Tamil isyanının bastırılma yöntemi hepsinin gıptayla takip ettiği ve öğrendiği bir bastırma yöntemi olarak hafıza kazındı. Sri Lanka Ordusunun 2011 yılında düzenlediği “Savunma Semineri”ne ikisi Türk Ordusu’ndan olmak üzere 60 ülkeden 160 delege katıldı. Katılımın yüksekliği egemenlerin asıl olarak neye hazırlandıklarının başka bir kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kolombiya hükümeti ABD ile işbirliği içinde silahlı halk direnişini yok ederek, FARC’ı ABD üslerinin statüsünün değişmediği, uluslararası şirketlerle yapılmış kârlı kontratların geçerliliğini koruduğu ve ‘serbest ticaretin’ teşvik edildiği bir barış anlamasına zorluyor. ABD barış görüşmeleri kisvesi altında Kolombiya’ya politik ve askerî olarak müdahale ediyor. Filipinlerde Filipinler Komünist Partisi-Yeni Halk Ordusu, Türkiye’de Kürdistan İşçi Partisi-Halk Savunma Güçleri ile sürdürülen barış görüşmeleri de asıl olarak tasfiye amacı taşımaktadır. Barış Görüşmeleri sırasında FKP genel başkanı ve genel sekreteri tutuklandı. FARC’ın önemli komutanlarından biri hava bombardımanı sırasında öldürüldü.
İçinde bulunduğumuz yeni dönem gelir dağılımından pay alamayan milyonların öfke dolu isyanlarının kent merkezlerinde yankılanacağı bir dönem. Egemenler kentleri mega hapishanelere ve büyük denetim merkezlerine dönüştürerek, kitle isyanları bastırmaya, devlet zoruyla halkın yoksulluğa boyun eğmesi ve sistemin bir parçası haline gelmesine çalışıyorlar.
Pentagon önümüzdeki 100 yıl içinde yaşanacak kent savaşları raporunu hayata geçiriyor. Kurmuş olduğu “kent savaşı eğitim merkezi”, insansız hava aracı uydu merkezi Ramstei’a bağlı olarak çalışan 74 ülkedeki askeri üsleriyle ve militarize edilmiş özel polis birlikleriyle kent merkezli çıkacak halk isyanlarına müdahale etmeye başlıyor. Ukrayna’da olduğu gibi çok sayıda devrimci Ukraynalı yetkililer ve ABD destekli dünyanın çeşitli yerlerinden faşist hareketin saflarında savaşmak ve eğitimden geçmek üzere Ukrayna’ya gelen faşist paramiliter katiller tarafından alıkonuluyor, kaçırılıyor veya işkenceye uğruyor. Ortadoğu’da İŞİD örgütlenmesinin önünü açan ABD ve emperyalistler Müslüman kökenli faşist örgütlenme için İŞİD’i kullanırken, Hıristiyan kökenli faşistlerin eğitim merkezi olarak Ukrayna’yı kullanmaktadırlar. İki savaş bölgesi de faşistlerin eğitim alanı işlevini görmektedir.
Düzeni sağlayamayan egemenler isyanı ve öfkeyi Vandalizm olarak yaftalayıp kriminalleştiriyor. Devlet eliyle şiddet kullanımını meşrulaştırmaya çalışıyor, kitleler üzerine vahşice saldırıyor. Şiddetin yoğunlaştığı bu dönemde halkta kendi çözümlerini üretiyor, direnişi ortaklaştırıyor, mücadeleyi büyütüyor. Meksika’da olduğu gibi halkın oluşturduğu toplum polisi suç şebekeleriyle savaşıyor, Bolivya’da olduğu gibi su savaşları veriyor. Filistin’de, Şili’de olduğu gibi düzene teslim olmayıp hapishanelerde bedenini ölüme yatırıyor. Hindistan’da, Filipinler’de Kolombiya’da, Kürdistan’da, Filistin’de olduğu gibi politik ve psikolojik harbe karşı silahlı mücadele veriyor. Türkiye, Brezilya, Arjantin’de olduğu gibi kitlesel grevler düzenliyor.
2005’te Latin Amerika’da başlayan merkez-sol hükümetler dalgası Brezilya, Şili, Bolivya, Arjantin’de görüldüğü gibi toplumsal hareketlerin taleplerini bastırmaya ve emperyalist-kapitalist sistemle uzlaşmaya yöneldiler. Güney Avrupa’da İtalya’da 5 Yıldız, Yunanistan’a Siriza ve İspanya’da Podemos merkez siyasette gidilebilecek sınırları pratik olarak göstermektedirler.
Brezilya, Türkiye, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan ve Endonezya yeni tarihsel dönemde işçi sınıfının geleneksel kesimleri ile yeni kesimlerinin birlikte var olduğu çelişkilerin derinleşme potansiyeli taşıdığı bölgesel zayıf halkalar olma özelliği taşıyorlar.
Ekonomik, kültürel, siyasi, sosyal ve çevresel alanda devam eden tüm bu savaşların bize öğrettiği; Koreli işçiler için karakol işgal eden Tayvanlı işçiler gibi kapitalizme karşı topyekün savaş ilan etmeden, Türkiye’de greve çıkan metal işçilerine uluslararası destek veren diğer ülkelerdeki metal işçileri gibi davranmadan, Ukrayna ve Rojava’da olduğu gibi uluslarası taburlar kurmadan, mücadeleyi küreselleştirmeden, şiddet tekelini elinde bulunduranlara karşı militan bir direniş örgütlemeden dünyadaki hiçbir halk özgür olamaz!
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz!