Son günlerde özellikle iki konu yayın organlarını meşgul etmiş durumda. İlki, Nauru’daki sürgün tesislerindeki mültecilerin akıbetinin ABC Four Corners adlı programda tartışılmasıdır. Nauru’daki bu sürgün tesisleri, aynı zamanda Avustralyalıların vergilerinin yılda 35,3 milyon dolarının harcandığı ”işlem merkezleri” olarak (örtülü bir şekilde) biliniyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarından biri olan ”Umutsuzluğun Adası”, ABC’nin Four Corners adlı programı tarafından Pazartesi akşamı yayımlanmıştı. Bu rapor, Avustralya devletinin Naurulu egemenlerle birlikte, bu işlem merkezlerinde gerçekleştirdiği iğrenç eylemleri incelemekteydi.
Raporun açığa çıkardığı üzere, Avustralya devleti, teknelerle getirilen mültecileri ”hizaya getirme” (vurgu çevirmene ait) politikası olarak aralarında birçok çocuğun bulunduğu binlerce insana fiziksel ve zihinsel olarak eziyet etmiş ve etmektedir.
Af Örgütü raporunun yazarı ve araştırma direktörü Anna Neistat, mülteci çocukların yerel okullara katılımının aşağıdaki nedenden ötürü oldukça düşük bir seviyede olduğunu belirtiyor: ”Sürgün koşulları her ne kadar kötü olsa da topluma katılan birçok aile ve çocuk, yerel nüfusun saldırılarından dolayı kendilerini daha az güvende hissettiklerini dile getirdiler.”
Avustralya senatosu tarafından seçilmiş bir komiteye verilen bir rapora göre 67 çocuk tacizi iddiası olurken bunlardan 12’si daha önce Nauru polisine bildirilmiş olsa da polis meseleyi ağırdan almakta sakınca görmemiştir.
Avustralya’nın ”su geçirmez” (vurgu çevirmene ait) başbakanı Malcolm Turnbul, kamplarda ve toplum içerisinde yaşayan mülteciler için Nauru’nun bir işkencehaneye dönüştüğünü halen dahi kesin bir biçimde reddetmektedir. Başbakan iyi prova edilmiş olduğu belli olan konuşmasında ”Bu iddiaları tamamen reddediyorum, bu kesinlikle doğru değil. Avustralya hükümeti bu konuda muazzam bir özveriye ve kararlılığa sahiptir,” demişti.
Turnbull ve parlamentodaki mevkidaşlarının Avustralya sahillerindeki mülteci meselesine karşı bağışıklık kazanmış durumda olduğu şüphe götürmezdir. Dehşet verici raporlar ve göz önüne serilen gerçekler, belli ki bu dokunulmazlığa işlememektedir. Maksat; insanların hayatlarını kurtarmak değil, yaşayanların hayatlarını sadece daha da çekilmez hale getirmektir.
Bu yatırımın satılık suç ortağı Nauru Cumhuriyeti ise araştırma raporlarına saldırmayı seçmiştir. Basın gücünü kullanarak mülteci çocukların araştırmacılar tarafından röportajlar için ”çalıştırıldığını” ve ”hazırlandığını” iddia etmiştir.
Bu basın organlarının inatla direttiği şey şuydu: ”İzleyicilerin açıkça görebildiği üzere mülteciler oldukça iyi giyinimli, bakımlı ve sağlıklı. O zaman bu sözü geçen sefalet, aşağılanma, düşmanlık nerede?”
Nauru’daki işlem merkezlerine daha yakından baktığımız zaman sorunlarla ilgili yaşatılan illüzyonlar göze çarpıyor. Bilgiç biri, bu tesislerdeki insanların gözaltında olmadığını, daha ziyade kapalı bir safari parkındaki vahşi hayvanlar gibi gezmelerine izin verildiği iddiasında bulunabilir.
Nauru’lu yetkililer çocukların tesiste alıkonulduğunu reddetmekte ve Nauru toplumuna uyum sağlamaya uygun koşullar altında, dükkanlara, diğer tesislere, yeni yapılan bir okula ve ”devletin sanat eseri benzeri, mültecilerin parasız yararlanabildikleri bir sağlık tesisine” aileleriyle birlikte yakın olduklarını iddia etmekteler. Bu yetkililere göre mültecilerin bulundukları bölgeler şiddetin olmadığı, hatta şiddetin Avustralya’dan bile daha az olduğu cennetvari yerlerdir.
Bu kendini beğenmiş söylem, Avustralya’daki sosyolojik durumu eleştirerek kendini aklamaya çalışmakta. ”Avustralya’daki okullarda hep kavga, dövüş var, Avustralya’da şiddet ve suç oranı yüksek. Avustralya televizyonlarında her gün gösterilen suç haberleri Nauru toplumunun deneyimlediğinden çok daha fazla şiddet içeriyor.”
Nauru basını, Nauru’yu mültecileri büyük bir sevecenlikle karşılayan bir ütopyaya çevirdikten sonra, Four Corners programını hedef alıyor: ”Avustralya gibi şiddet yüklü bir toplumda mültecilerin bulunmaması için kampanya yürütmeliler.”
Yoksul ve yarı sömürge Nauru, bu dehşet dolu projeye, fon sağlayıcısı Avustralya hükümetinden çok daha uygun. Nauru bu ağır yükü kabullenmişken Naurulu yetkililer ise ABC’yi ”taraflı siyasi propaganda ve yalanlar” yürütmekle suçlamakta, raporların ise ”Başından sonuna dek iftiracı, ırkçı, yanlış ve saf politik aktivizmle dolu olduğunu” belirtmekteler.
Bu absürd komedi Avustralya’da muhakkak bazı hassas, duyarlı kesimlerin dikkatini çekmeye devam edecektir ama bu meselenin netleştirdiği bir şey var: Nauru’da işkence tesisi var ve olmaya devam edecek. Mültecilere yönelik hümanizm, bu sorunu bir yandan bağırıp çağıran, ondan yakınan, ve bir yandan da onu yaratan ve inkar edenler tarafından kurgulanan bir durumdur.