Yunanistan: Nikos Romanos’la Röportaj

Kasım-Aralık 2014’teki açık grevinizin ardından yeni adli çerçevede talep ettiğiniz akademik izne ilişkin olarak neler yaşadığınızı bize biraz anlatabilir misiniz?

Hikaye şöyle: Yeni düzenlemede gerekli kılındığı gibi derslerin 1/3’ünü tamamladım ve eğitim izni talebinde bulundum. O noktadan itibaren de absürdlük tiyatrosu başladı. Hapishane kurulu yeni düzenlemenin bir ortak bakanlık kararı gerektirdiğini ve uygulamaya konulamayacağına karar verdi ve önceki yasa uyarınca talebimi özel temyiz hakimi E. Nikopoulos’a gönderdi. Nikopoulos ise ortada bakanlık kararı olmadığından uygulamanın yerine getirilemeyeceğini ve iptal edilen yasal çerçevenin yerini bir öncekinin alacağını belirten olumsuz bir yanıt yayınladı. Nikopoulos’un olumsuz kanaatine istinaden Kurul, duruşma hakiminin kararı bağlayıcı olduğu için izin talebini reddetti.

Bu oldu bitti ışığında, – açlık grevi süresince seçim kampanyası ile çok biçimli bir dayanışma hareketi yaratmış insanların sırtından sağladıkları vahşi siyasal sömürüye odaklanmış bulunan -SYRIZA tıpkı selefleri gibi Pontius Pilate rolünü oynadı. Ancak siyasetçilerden- başka bir ifadeyle belirli siyasal amaçlar adına kısa bir süre için hümanist kostümü kuşanmış bütünüyle alçaklardan, siyasal üçkağıtçılardan, oportünistler, ikiyüzlüler ve profesyonel bukalemunlardan – bahsettiğimiz için elbette bu durum bir sürpriz teşkil etmemektedir. Kuşkusuz bu gelişimin daha önemli sebepleri de söz konusudur, lâkin bu açıklamayı daha sonraki bir soruya saklayacağım. Kendi durumuma ilişkin sürece dair, teorik olarak, yeni düzenlemenin uygulanması için  bakanlığın bir kararname çıkarması gerekiyor, ne var ki ben bunun gerçekleşmesine pek ihtimal vermiyorum.

Elektronik gözetim bilekliğine ilişkin “gecikmelerin” ardında size yönelik siyasal düşünceler ya da kindar tavırlar olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu sefer ortada gerçekten varolan bir elektronik gözetim bilekliği olduğuna inanmıyorum, çünkü Adalet Bakanlığı’nın iddialarının aksine hapishanelerde olan bizler Yunanistan’da herhangi bir hapishanede bulunan hiçbir tutsağın bu yolla salıverilmediğini biliyoruz. Hergün pek çok tutsak ziyaretime gelip bana bu konuyu soruyorlar ve herbirinin merak ettiği de neden Yargıtay’ın hiçbir başvuruya cevap vermediğidir.  Mahkumlar hapishanelerde birbirleriyle iletişim içerisinde oldukları ve kendilerini ilgilendiren konularda sürekli bilgi alışverişi yaptıkları için bu yolla herhangi bir mahkumun hapishanenin dışına adım atmadığını bütün içtenliğimle söyleyebilirim. Bu tür haberler böylesi iyi bilinen bir vakada kesinlikle bir skandal yaratacağı için görünürde yüzü olmayan bir canavar olan bürokrasi bu soruna bir çözüm önermektedir.

Bürokrasinin gayri şahsi bir şey olmadığını biliyoruz; gayri şahsi olduğu otorite konumlarında olan kişilerin sorumluluklarından muaf olmak için kullandıkları bir bahanedir- yasama komitelerinin, teknik danışmanların, kağıt yığınlarının, karmaşık tefsirler ile sahte umutların ardına gizlenen bir görünmez müttefik. Söylemek istediğim, anlayacağınız ortada şu an mevcut durumda bir elektronik gözetim bilekliği yok ve Adalet Bakanlığı’nın muhtemel bir skandaldan sakınmak için mahkumlarla alay ettiği hiçbir şüpheye yer bırakmayan, herhangi birinin ya da herhangi bir delilin çürütemeyeceği bir gerçektir. Çünkü ortada bu yolla salıverilmiş veya maaşlı izin almış bulunan hiç bir tutsak yok. Pek lüzumlu olmamakla birlikte kişisel bir gözleme sahip olduğum Korydallos Hapishanesi’nden bir örnekten bahsetmek istiyorum. Orada çeşitli teknik üniversitelerde okuyan kimi tutsaklar yeni hukuki çerçeve dahilinde sınav zamanlarında eğitim izni talep etmek istiyorlardı.

Konseyin arkasına sığınarak herkes kişisel sorumluluktan kaçtığı  Adli Konsey’in kararları gerçekten gülünçtü. Okul sekreteryaları ile ilişki kuramazlarsa eylülde okulların açıldığı tarihte yeniden yeniden talep edebilirler.

Bu gerçek Hapishane Yönetimi’nin Adalet Bakanlığı’ndan meselenin üstünü örtmek ve bu hamlelerin gerçek sebeplerinin ortaya çıkmasına imkan vermemek için kesin talimatlar aldığı anlamına geliyor.

Yeni SYRIZA hükümetinin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Meseleleri başlangıcından ele almak adına, Syriza daha hükümet olmasının çok öncesinde bir düşman ittifaktı. Rolleri toplumsal gerilimleri azaltmak, orta derece toplumsal mücadelelere katılarak kendisini bunların kurumsal kolu olarak yansıtarak bir siyasal sermaye devşirmek ve meydan okuma alanını sokaklardan burjuva-demokratik siyasete taşıyarak isyan-karşıtı bir işlev görmekti. Bir kaç sözcükle Syriza, reformizmin önemli siyasal rolünün mümkün olan en iyi çeşidi olarak somutlaştı. Dahası bizzat Aleksis Çipras başbakan olmasının öncesinde, Syriza’nın olmadığı bir Yunanistan’da hükümet karşıtı gösteriler döneminde çok daha fazla sayıda huzursuzluk ve isyanın gerçekleşmiş olacağını açıklamıştı. Tüm bunların gösterdiği, muhalefet içerisinde bir sol siyasal gündemin uygulanmasının, diğer şeylerin yanında, toplumsal barışın temin edilmesi ve zarar görmüş toplumsal sözleşmenin yeni zeminlerde tekrar inşa edilmesi için bilinçli olarak seçilmiş bir siyasal strateji olmasıdır.

Demokrasi sosyal bütünlüğü sürdürmek için cebinde pek çok önemli kart saklar ve cephaneliğinde bulundurduğu bu silahlardan biri de siyasi sahnedeki rollerin seri bir biçimde değiştirilmesi, bir nevi kartların karıştırılması, ile böylelikle kendisine karşı yönelebilecek radikal öneri ve yaklaşımların asimile edilmesidir. Syriza’nın iktidara ulaşmasının ardından, günümüze dönecek olursak retoriğe ilişkin yapısal değişimlerden ve muazzam içsel çelişkilerden bahsedebiliriz. Elbette sahip olduğu tüm çelişkilere rağmen dayattıkları gerçeklik; halen C-tipi hapishanelerin varolmayı sürdürdüğü, Domokos’un dışında özel polis araçlarının bulunduğu, tecrit hücrelerinin yoldaşları hapsettiği ve göçmenlerin çalışma kamplarına gönderilmeden önce sayılarla damgalanmayı sürdürdüğü bir gerçekliktir. Üstelik bunların yanı sıra işgal edilen mahallerin istila edilmesi ile açlık grevindeki yoldaşlara yapılan işkenceler de sürüyor. Ateş Hücreleri İttifakı (CCF) yoldaşları ile dostlarının kindarca rehin tutulmasından -demokrasi devrinin ilk sürgün yeri olan Salamina’daki gibi- ve Filistinlilerin katilleriyle ticaret ortaklıkları imzalamaktan sorumlu olan ve kısa bir süre içerisinde muhalefetteyken karşı çıktığı tüm neoliberal politikaları uygulayacak olan Syriza kısaca, kapitalist çepere ait bir devletin tüm bu jeopolitik, ekonomik ve askeri yükümlülüklerini tamamıyla sürdürüyor. Ancak bir yandan da solcu bir söylemi sürdüren kimi eski püskü bürokratik yetkilileri açıkça destekleyerek solcu seçmenlerinin gözlerini boyuyor ki; Syriza’nın siyasal dönüşümü açısından vakit geldiğinde bu unsurlar da kapı dışarı edilecekler.

Olaylara bizim açımızdan bakmak, bizlerin anarşistler olduğu gerçeği; Syriza gerçekten radikal siyasete sahip bir sol hükümet olsaydı dahi, bu iyi eğitim görmüş ilüzyonistler ve örgütlü zulmün sihirbazları ile bir ateşkes imzalamaya yönelik herhangi bir niyete yer bırakmaksızın bizleri karşısında bulacağı anlamına gelir. Ki kimi anarşist çevrelere bulaşan neo-komünist kangrene karşı olarak bizler, anarşi ile sol arasındaki göbek bağını uzun bir süre önce kestik. Ancak yüzleşmekte olduğumuz gerçekliği analiz etmek için sınıflandırmalarımızda hassas olmak önemlidir.

Bu nedenlerden dolayı, Syriza, potansiyel olarak kendilerine karşı da dönebilecek hareketler ile yıkıcı projelerde kontrol ile nüfuz sağlamak için sol siyasal profili istismar eden görünüşte radikal bir söyleme sahip bir sosyal demokrat hükümettir. Ve bizler tarihsel olarak kapitalizmin sosyalist formlarla temsilinin toplumsal çoğunluğun kusurlu ve sonsuz uykusundan faydalanarak en ağır ekonomik ve baskılayıcı politikaları uygulamış olduğunu unutmamalıyız.

Kendi yapılanmalarımız açısından en çileden çıkarıcı şey ortada anarşist rolü oynayan kimi soytarıların varlığıdır; ki bunlar Syriza üyelerini “sosyal merkezlere” [burada çevirilemez bir kelime oyunu bulunmaktadır: ibare ‘syriza topluluğu için merkezler’ olarak da okunabilir] davet edip onlarla – halihazırda devletin yönetiminde bulunan- Syriza’yı aklayan bir algılayışa katkıda bulunacak derinlemesine ideolojik meseleler tartışmak cüretine sahipler. Altın Şafak faşistlerini eğitmek isteyenlere benzer ve üzücü bir düşünce süreci bu- sanki faşistlerle veya devlet aygıtının yöneticileriyle olan mesele aramızdaki anlaşmazlıkları tartışıp bunları bulduğumuz noktalarda kavga etmemekmiş gibi. Tüm bunlar demokrasiye ve ideallerine inananlar, pembe bulutların üzerinde uyuyarak kapitalizm sonrası toplum düşleri kuranlar için kuşkusuz hoş edebi sohbetler olacaktır- ne var ki anarşistler demokrasi ve misalleriyle bir savaş içerisindedir. Sonuç olarak kendimizi bulduğumuz her yerde, Syriza’yı aklamak için işlev gören hiçkimsenin bir bahanesi söz konusu olamaz.

Ayrıca, devlete sağladıkları yasallık sertifikaları için kimi “başkahramanlara” Stavros Theodorakis’in övgüler düzmesinin üzerinden pek de fazla vakit geçmedi. Bu bayat muhalefet hükümeti ve kripto-Syriza, görünürde ideolojik anarşistler ile birlikte diğer asalaklar için çözüm gayet basit: bir sağlam ağaç ile direngen bir ip. Bizler anarşist başkaldırıya dost kalan herkesin, Exarchia’daki polisleri molotoflamakta hala ısrar edenlerin ve eylemlere hakimiyetin temsillerini yıkmak için gidenlerin, zihinlerini yıkıcı planlarla ve ellerini de yeni düzenin yapılarını yakmak için ateşle silahlandıranların safında duruyoruz. Eylemlerini enformel anarşist doğrudan eylem ağları üzerinden örgütleyen herkesin yanında, yıkıcı amaçların yatay ve enformel olarak bizleri çevreleyen bu hasta dünyayı yöneten ve savunan kişiler ile altyapıyı hedef alan bir saldırıya yönelen bir kaos cephesinde birleştiği her yerdeyiz.

Sizce anarşist hareket içerisinde şiddetin konumu nedir?

Yakın zamanlarda bizler bir kez daha modern tarihsel süreç içerisinde bir kırılma noktasına vardık. Bir batık Yunan kapitalizmi, tutarsız bir şekilde bile olsa, Avrupa Birliği ile küresel ekonominin ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Ve gerçeklik de onun siyasal yöneticileri her kim olursa olsun bunu yapmayı sürdüreceği yönündedir. Savaş bölgelerinden göçe ilk evsahipliği yapan ülkeler olarak İtalya ile Yunanistan sınırı göçmenlerin bedenlerinden gelen kanla sırılsıklamdır. Güçlü devletlerin ulusötesi rekabeti artıyor ve jeopolitik çıkarlar çatışması dünyanın pek çok yerinde huzursuzluk patlamalarını tetikliyor. Anarşistler için istikrarsızlık ve sömürücü toplumsal ilişkilerin dağınık yelpazaesi boyunca kötüleşen sistematik şiddet, normalliğin kuvvetli bir denge bozucu faktörü olmak için etkin biçimde örgütlenmeye bir meydan okumadır. Otoritenin dünyasına, iktisatçıların dünyasına, siyasetçilerin dünyasına, polisler, faşistler, gazeteciler, bilimadamları, memurlar, yöneticiler ile çokuluslu şirket yöneticilerinin, yargı memurlarının, hapishane yöneticilerinin, bankacılar ile şürekasının, düzen sağlayıcılar ile onların gücünün gönüllü kullarının dünyalarına karşı bir anarşist karşı saldırı. Kapitalist aygıtın toplumsal çoğunluk için atan kalbinde bulunan tüm bu alçaklarla yüzyüze olarak, (duyarsızlıktan, korkudan veya yardakçılıktan ötürü canavarın kalbinin korunmasına katkıda bulunan her kim varsa) anarşistler bunlara mutlak şiddetin, ateşin, patlamaların, silahlı ayaklanmaların dilinden cevap verir. Bizler stratejilerimizi formüle etmeye bu kilit varsayım üzerinden başlarız: ayaklanmaya ve mutlak özgürleşme için savaşmaya katılmaya karar vererek. Günümüzde bir başkaldırı her şeyini ortaya koyarak olur; bu, devrimci topluluk dahilinde gerçek insan ilişkilerini serbest bırakacaktır ve devrimciler saldırılarını nasıl örgütlemesi gerektiğini böylelikle öğreneceklerdir. Bizlerin talimatlar almaksızın ve vermeksizin, boyun eğmeksizin, sürünmeksizin varolmamıza ve yaşamamıza imkan verecek, ancak özgün bir yolla kapitalist metropollerde yeni bir gerçekliği yaratacak, özgürlüğün keşfedilmemiş rotalarına yolculuğun bir vasıtası olacaktır- yönetenler ve yardakçıları için bir korku mevsimi, çağımızın şafağı, bugün ve ilelebet, sona dek. Böylelikle anarşist hareket dahilinde örgütlü devrimci şiddetin konumu Alfa ve Omega’dır, otorite ile patronları dehşete düşürecek bir iç düşmanın niceliksel evriminin devindirici gücüdür.

Bir siyasal tutsak için hapishanenin bir mücadele alanı olduğunu düşünüyor musunuz?

İlk olarak bizlerin böylesi mekanların üzerine yerleşen mitleri çürütmemiz gerekiyor, örneğin bir tutsağın toplumsal kimliğinin bir potansiyel devrimci özne olmasını isteyen kolektif fantazi. Toplumsal kimlikler- göçmenler, tutsaklar, işçiler, öğrenciler- kapitalist dünyaya bağımlı ve bu dünyanın işleyişinden kendi özgül yollarıyla beslenen toplumsal altkategorilerdir. Benim görüşüme göre özgür insanlık, toplumsal kimlikler ile onların niteliklerinin çöktüğü yerde ortaya çıkar, özgürlük için bireysel kararın yeni bir özgün ve ayrık kimlik yarattığı noktada: bu özgürlük düşmanlarına her türlü yola başvurarak saldıran bir isyancı ve putkırandır. Anarşist başkaldırı macerasına aktif olarak katılmaya karar veren bir anarşist için hapishane ya da ölüm bile lafsalatası ile fantezilerin yaygın olduğu bir sanal dünyada değil, gerçek dünyada yapılan seçimlerin muhtemel sonuçlarıdır. Hapishane, baskının vurduğu kimseler için geçici bir ara istasyondur. Kendi iç cevherimizin pratikte sınandığı yer, büyük kararlar ile önemli içsel değişimlerin nihai noktasıdır. Hapishane vahşet ile boyun eğdirmenin içerisinde hüküm sürdüğü çürümüş bir toplumsal yapı, gücün karanlık dünyası, bir ihanet alanı ve özgürlüğün yalnızca alıkonulmadığı ama pek çokları için uyuşturucu, disiplin ve pis koridorlar arasında aşağılanıp sürüklendiği, insanların kendilerinden nefret etmeyi öğrendikleri bir yerdir. Hapishanelere ve barındırdığı kimselere dahil binlerce analiz mevcutken ben yalnızca bir Doğrudan Eylem şehir gerillası olan Jean Marc Rouillan’ın sözlerini yinelemek istiyorum: hapishanelerle ilgili konuşulacak en uygun kişi yaşamının küçük bir bölümünü içeride geçirmiş olanlardır.

Açıkçası bir insan yaşamını burada ne kadar uzun süre geçirirse, bu gerçekten aşağılık mekanın işlevi ile yapısını betimlemek o denli zorlaşıyor. Bundan dolayı özetle hapishaneler yavaş bir ölüm, toplumsal yamyamlık, zayıflığa teslimiyet, psikosomatik yıkım, ağır uyuşturucular, psikiyatrik haplar, devlet atık sahasına yığılmış atık insanlar, disiplin, hiyerarşi, dini fanatizm, kabile kümelenmeleri, kuşatıcı ırkçılık, her telden milliyetçilik, hapsedilmiş bir bekleyiş, özyıkım, kilitlenme, öldürücü duygular, örtülü zorlama, genel devinimsizlik ve saplanıp kalma anlamına geliyor. Tutsakların toplumunun, kapitalist toplumun piç çocuğu olduğunu söylemek hiç de abartı sayılmaz- içerisinde modern dünyanın tüm pisliğinin yattığı iyi yağlanmış buzdan bir ölüm makinesi olduğunu. Ancak bu demek değildir ki hapishanelerde, birlikte arkadaşça ilişkileri hatta yoldaşlığı geliştirebildiğimiz, yaşamlarını yüceliğe yöneltmiş insanlar bulunmuyor. Sorunun aslına dönersek bu sınavda ortak davanın nihai amacına ve fedakarlığına yönelik sorumluluk asla unutulmaması gereken şeydir. Asla pişman olmayarak, asla başını eğmeden, sonuna kadar bu gönüllü kölelik ve itaat medeniyeti açısından tehlikeli kalarak. Bundan dolayı hapishanelerdeki anarşist mücadeleler düşman açısından bir tehdit olmak için fırsatlar yaratmanın yolunu hep bulabilirler. Metinler ve analizlerle, küçük ve büyük reddiyelerle, açlık grevleriyle, anarşist başkaldırı ağı, kalplerimizde yıkım ateşi yanmayı sürdürdükçe örülmeye devam edecektir. Bu anlayışla birlikte hapishane yıkıcı bir mücadele ile anarşinin tesis edilmesi için bir mücadele alanı haline gelecektir.

Kaynak: http://thebarbariantimes.espivblogs.net/a-new-translated-interview-with-nikos-romanos/

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.