WARNING: unbalanced footnote start tag short code found.
If this warning is irrelevant, please disable the syntax validation feature in the dashboard under General settings > Footnote start and end short codes > Check for balanced shortcodes.
Unbalanced start tag short code found before:
“Birincisi bütün ulusların ve insanlığın çoğunun doğrudan veya dolaylı biçimlerde entegre edildiği yeni bir küresel üretim ve finans sistemi ile ulusötesi sermayenin yükselişidir. Ülkelerin ve bölgelerin ticaret ve finans akışı ile birbirine bağlandığı bütünleşik bir ulu…”
Dünya kapitalist sistemi 500 yıllık tarihinin tartışmasız en kötü krizini yaşıyor. Dünya kapitalizmi son birkaç on yıl içinde küreselleşme ile derin bir yeniden yapılanma yaşadı ve önceki yeniden doğuşlarından temelde farklı yollarla değişime uğradı. Benzer şekilde, mevcut kriz sistemi, önceki krizlerinden farklı özellikler sergiler ve insanlık için tehlikeleri artırır.
Krizin korkunç sonuçlarının üstesinden gelmek için yeni küresel kapitalizmin ve onun krizinin doğasını anlamamız gerekir. Kapitalist küreselleşmenin analizi 21. yüzyılda sosyal, siyasal, kültürel ve ideolojik süreçlerin geniş bir yelpazede algılanması için bir şablon sağlar. Marx’ı izleyerek, krizi anlamak için kapitalizmin içsel dinamiklerine odaklanmak niyetindeyiz. Ve küresel kapitalizm perspektifini izleyerek, kapitalizmin son dönemde niteliksel olarak nasıl geliştiğini görmek istiyoruz.
Karşılaştığımız sistem genelindeki kriz, 1930’larda veya 1970’lerde gerçekleşen önceki krizlerin tekrarı değildir. Çünkü kapitalizm (sermaye) 21. yüzyılda temelde kesinlikle farklıdır. Küreselleşme, dünya kapitalizminin süregiden ve açık uçlu dönüşümünde bir dizi niteliksel değişimine, sosyal güçlerin alışılmışın dışında eklemlenmesi ile belirlenen niteliksel açıdan yeni bir dönem teşkil eder. Ben bu dönemin dört özgün yönüne dikkatinizi çekeceğim.**William I. Robinson (2004), A Theory of Global Capitalism: Production, Class, and State in a Transnational World, Baltimore: Johns Hopkins University Press; William I. Robinson, Latin America and Global Capitalism (2008), Baltimore: Johns Hopkins University Press, bkz. bölüm 1./**
Birincisi bütün ulusların ve insanlığın çoğunun doğrudan veya dolaylı biçimlerde entegre edildiği yeni bir küresel üretim ve finans sistemi ile ulusötesi sermayenin yükselişidir. Ülkelerin ve bölgelerin ticaret ve finans akışı ile birbirine bağlandığı bütünleşik bir uluslararası pazardan oluşan dünya ekonomisinden; üretim süreçlerinin, finansın ve sermaye birikim devrelerinin uluslararasılaşması ile ulusların birbirine daha organik bağlarla bağlandığı bir global ekonomiye geçtik. Tek başına hiç bir ulus-devlet, küresel ekonomiden yalıtılmış kalamaz ya da küresel kapitalizmin, sosyal, siyasal ve kültürel üst yapısının kendi içine nüfuz etmesini önleyemez.
İkincisi Kuzey ve Güney’de, dünyanın hemen tüm ülkelerinde bir birlik oluşturmaya çalışan ve kendisini küresel egemen sınıf olarak konumlandırmaya çalışan bir sınıf grubu, Ulusötesi Kapitalist Sınıf’ın (UKS) yükselişidir. UKS dünya ölçeğinde sermayenin baskın fraksiyonudur.
Üçüncüsü Ulusötesi Devlet Aygıtları’nın (UDA) yükselişidir. Ulusötesi Devlet Aygıtları ulusal devletlerle birlikte ulus üstü örgütlerden ve değişim için gevşek bir ağdan oluşur. İşlevi ulusötesi birikim koşullarını düzenlemektir. Ulusötesi Kapitalist Sınıf, Ulusötesi Devlet Aygıtları üzerinden kendi sınıf gücünü örgütlemeye ve bu aygıtları kurumsal olarak çalıştırmaya kalkışır.
Dördüncüsü Kuzey-Güney arasındaki eşitsizliğe göre önemi artmakta olan ulusötesi sosyal ve sınıfsal eşitsizliği de kapsayan karmaşık eşitsizlik ilişkileri, küresel toplumun baskılanması ve sömürülmesidir.
Döngüsel, Yapısal ve Sistemik Krizler
Çoğu yorumcu günümüz krizi için 2008 ve sonrasındaki ‘Büyük Durgunluk’a atıfta bulunur. Oysa global krizin asıl sebebi aşırı birikim ve devlet gücünün çelişkilerinde veya Marksistlerin söylediği gibi kapitalist sistemin içsel çelişkilerinde yatar. Üstelik, sistem artık küresel olduğundan, herhangi bir yerdeki kriz sistemin bir bütün olarak krizini temsil etme eğilimindedir. Gelirler arasındaki uçurum (kutuplaşma) nedeniyle dünya pazarının dünya üretimini emme yeteneği azaldığından ve insanlığın önemli parçasının doğrudan üretime katılmasının önemsizleştirilmesi, dünya ölçeğinde tüketimin ve maaşların azalacak biçimde baskılanması nedeniyle sistem genişleyemez. Aynı zamanda, halihazırda sosyal ve sınıfsal güçlerin belirli yapısı ve dünya ölçeğindeki güç ilişkileri, ulusal devletleri, ulusötesi birikim düzeneklerini düzenlemek ve sistemin üzerine kurulduğu patlayıcı çelişkileri dengelemek için baskı altına alır.
Bu kriz döngüsel, yapısal veya sistemik midir?
Döngüsel krizler her 10 yılda bir tekrar eder ve sistemin büyük çapta yeniden yapılanmasına gerek bırakmaksızın kendisini onarma mekanizması olan durgunluğa yol açar. 1980’lerin başındaki, 1990’ların başındaki ve 2001’deki krizler döngüsel krizlerdir. Yapısal krizler ise sistemin yalnızca önemli yeniden yapılandırmalar yoluyla çözülebilen daha derin çelişkilerini yansıtır. 1970’lerdeki yapısal kriz kapitalist küreselleşme yoluyla çözüldü.
Ondan önce 1930’lardaki yapısal kriz kapitalizmin yeniden dağıtım yapılabilen yeni modelinin kurulmasıyla çözülmüş ve daha önceki 1870’lerdeki yapısal kriz şirket kapitalizminin geliştirilmesi ile sonuçlanmıştı. Sistemik kriz sistemin tümüyle yeni bir sistem ile değiştirilmesine veya bütünüyle çökmesine yol açar. Yapısal bir kriz sistemik kriz olasılığına yol açabilir. Fakat eğer yapısal kriz gerçekten gitgide büyüyerek sistemik krize dönüşürse – bu durumda, eğer kapitalizmin başka bir sistemle değiştirilmesine veya küresel uygarlığın çökmesine yol açarsa- sonuç tümüyle sosyal ve politik güçlerin krize yanıtına ve tahmin edilmesi güç tarihsel olasılıklara bağlıdır ve öngörülmesi olanaksızdır. Bu an, farklı sosyal ve sınıfsal güçlerden krize verilen kollektif yanıtlar büyük dönüşüm içindeyken aşırı belirsizliğin tarihi anıdır.
Bu yüzden benim küresel kriz anlayışım finansal krizden daha geniş kapsamlıdır. Ekonomik, sosyal, politik, kültürel, ideolojik ve ekolojik, yanı sıra bilincimizin varoluşsal krizi gibi birden fazla ve karşılıklı yapıcı boyutları var. Toplumsal kutuplaşmanın krizi toplumsal yeniden üretimdir. Sistem milyonlarca insanın, hatta insanlığın çoğunluğunun hayatta kalmasını sağlayamaz ve ihtiyaçlarını karşılayamaz. Devlet meşruiyeti ve siyasi otorite ya da hegemonya ve egemenlik krizdedir. Ulusal devletler yerel çalışmanın sosyal mağduriyetlerini, halk sınıflarının karşılaştığı kayıpları, işsizlik, artan güvensizlik ve artan geçim sıkıntısını çözmekte başarısız oldukları için içiçe derinleşen meşruiyet kriziyle yüzyüzedir.
Sistemin meşruiyeti, dünya üzerinde milyonlarca hatta milyarlarca insan tarafından daha fazla sorgulanmakta ve genişleyen karşı egemenlik çıkışlarıyla yüzleşmektedir. Küresel seçkinler sistem otoritesinde ortaya çıkan küresel ahlaki ekonomi kurulması için dünya çapındaki baskıların oluşturduğu aşınmaya karşı koyamıyor. Ve tüm bu boyutları kapsayan bir örtü, halihazırda başlamış bulunan ekolojik soykırımdan kaynaklanan ve diğer göstergelerin yanı sıra, iklim değişikliği ve dünyanın çeşitli bölgelerinde merkezi tarımsal sistemlerin yaklaşan çöküşü ile ifade edilen bir sürdürülebilirlik krizidir. İnsanlık krizi derken sistemik ölçülere yaklaşan, milyarlarca insanın hayatta kalma olanağını tehdit eden, dünya uygarlığının çöküşü ve yeni “Karanlık Çağlar”da**Sing C. Chew (2007), The Recurring Dark Ages: Ecological Stress, Climate Changes, and System Transformation, Landham, MD: AltaMira Press./** yozlaşması kaygılarını oluşturan bir krizi kastediyorum.
Bu insanlık krizi daha önceki yapısal krizlerle türlü yönlerden ortaklıklar gösterir ama günümüze özgü birkaç özelliği de vardır:
- Sistem, yeniden üretiminin ekolojik sınırlarına hızlıca erişiyor. Küresel kapitalizm, insan ve doğa tarihini, bilindiği kadarıyla yaşamın altıncı kez kitlesel yok oluşunu getirecek tehdit edici bir yolda eşleştiriyor. **Elizabeth Kolbert (2014), The Sixth Extinction: An Unnatural History, New York: Henry Holt./**
Bu kitlesel yok oluş meteorların yol açtığı bir doğal felaketten veya buzul çağının sonu gibi evrimsel bir değişimden değil, ama kasıtlı insan eyleminden kaynaklanacak. Önde gelen çevre bilimcilere göre, insanın var olmasını sağlayan dünya sisteminin sürekliliği açısından 9 kritik ‘gezegensel sınır’ var; bunlardan dördü geri döndürülemez sınırın başlangıç noktasındalar ve üç tanesi (iklim değişikliği, azot çevrimi ve biyo-çeşitliliğin yitirilmesi) kritik noktada, yani artık gezegen sınırını geçmiş bulunuyor.
- Küresel iletişim, sembolik üretim ve dolaşım araçlarının birkaç güçlü grubun elinde yoğunlaşması, benzeri görülmemiş şiddet ve toplumsal denetim araçları oluşturdu. Bilgisayarlı savaşlar, insansız uçaklar, sığınak yıkıcı bombalar, yıldız savaşları, ve benzerleri savaşın yüzünü değiştirdi. Doğrudan silahlı saldırıya maruz kalmayanlar için savaş normalize ve sterilize edildi. Aynı zamanda iletişim, görüntü ve sembolik üretimin küresel akışını kontrol edenlerin (yönettiği) düşünce kontrolü ve panoptik gözetim toplumu çağına geldik. Edward Snowden’in dünyası George Orwell’ın dünyasıdır; 1984 gerçek oldu.
- Kapitalizmin uzatılmış genişlemesi görünür sınırlarına ulaşıyor. Artık dünya kapitalizmine eklemlenecek önemli yeni alanlar yok, kırsal alanların boşaltılması iyice ilerledi, kırsal bölgelerin, kapitalizm öncesinde olan ve kapitalist olmayan alanların metalaştırılması şiddetlendi, ev modasıyla kapitalist alanlara dönüştürüldüler, bu yüzden aşırı genişleme daha önce görülmemiş derinliklere ulaşıyor. Kapitalizm sürekli genişlemek veya çökmek zorundadır. Peki şimdi nasıl ya da nereye genişleyecek?
- ‘Gecekondu Gezegeni’nde**Bu ifade Mike Davis’in Planet of Slums (2007), London: Verso. adlı çalışmasından alıntıdır. (Gecekondu Gezegeni, Mike Davis, Metis Yayınları)/** yaşayan, üretken ekonomiden dışlanmış, sınırlara savrulmuş, karmaşık toplumsal kontrol sistemleri ve mülksüzleştirme-sömürme-dışlama şeklindeki ölümcül döngüde imhaya maruz kalan geniş bir artık nüfusun yükselişi söz konusu. Bu süreç hapishaneleri – endüstriyel ve göçmen – gözaltı komplekslerini, sürekli polislik, silahlı mutenalaştırma ve benzeri uygulamaları da kapsıyor.
- Küreselleşen ekonomi ve ulus-devlet temelli siyasi otorite sistemi arasında bir kopma var. Ulusötesi devlet aygıtları henüz başlangıç safhasındayken, sosyal bilimcilerin ‘hegemon’ diye tarif ettiği rolü veya sistemi düzenlemek ve dengelemek için yeterli güç ve yetkiye sahip bir lider ulus devlet rolünü oynamaları mümkün olmamıştır. Kitle imha silahlarının yayılması, toplumsal yaşamın eşi görülmemiş biçimde militarize edilmesi ve dünya geneline yayılan çatışma, sisteme yeniden üretimini sağlayacak herhangi bir istikrarlı siyasi otoritenin egemen olabilmesi düşüncesini zorlaştırmaktadır.
Küresel Polis Devleti
Dünya çapında toplumsal ve siyasal güçler krize nasıl yanıt verdi? Kriz küresel toplumda hızlı bir siyasi kutuplaşmaya yol açtı. Hem sağ hem de sol-kanat güçler etkinleşti. Üç yanıt üzerinde tartışma yürüyor.
İlkini ‘yukarıdan reform’ diye adlandırıyoruz. Bu seçkin reformizminin amacı sistemi kendisinden ve aşağıdan gelen daha radikal etkilerden koruyarak dengelemektir. Bununla birlikte 2008 küresel finans sisteminin çöküşü ve izleyen yıllarda bu reformcular ulusötesi finans sermayesine hakim olmakta başarısız (veya isteksiz) görünüyor.
İkincisi ise alttaki tabandan ve solcu direnişçilerden gelen kitlesel yanıttır. Sosyal ve politik çelişkilerin dünya üzerinde hızla artması küresel isyanın yükseldiğini gösteriyor. 2008 Sonrasında isyancılar düzensiz bir şekilde ülkeler ve bölgeler arasında yayıldıysa da türlü sorunlarla ve zorluklarla karşı karşıyalar.
Diğer yanıtı ben 21. yüzyıl faşizmi olarak adlandırıyorum.**Bakınız, William I. Robinson (2014, in press), Global Capitalism and the Crisis of Humanity, New York and Cambridge: Cambridge University Press./**
Aşırı sağ pek çok ülkede isyancı bir güç. Genel olarak bu proje, ulusötesi sermaye ile gerici siyasi iktidarı kaynaştırmak ve şimdi artan güvensizlik ve kaybetme korkusu yaşayan küresel işçi sınıfının tarihsel ayrıcalıklı kesimleri – Kuzey’de beyaz işçiler Güney’de orta sınıf- arasında bir kitle tabanı örgütlemek istiyor. Bu hareket göçmen işçiler ve Batı’da Müslümanlar gibi günah keçisi arayışı da dahil olmak üzere militarizm, aşırı maskülenleşme, homofobi, ırkçılık ve ırkçı eylemlilik unsurlarını içerir. Yirmi birinci yüzyıl faşizmi ırk / kültür üstünlüğünü ve yabancı düşmanlığını içeren, genellikle idealize edilmiş ve efsaneleştirilmiş geçmişi kucaklayan gizemli ideolojileri çağrıştırıyor. Neo-faşist kültür, savaş ve sosyal şiddeti normalleştirir ve çekici kılar, hatta savaş ve şiddete dair destansı tasvirlerin baskısıyla hayranlık oluşturur.
Dünya üzerindeki egemen grupların ihtiyacı genel güvenlik, dünya artıdeğer nüfusunun ve tabandan gelen isyancı güçlerin örgütlü kitlesel sosyal kontrolü, yirmi birinci yüzyıl faşizmi projesine güçlü bir itki verir. Basitçe söylemek gerekirse, küresel politik ekonominin muazzam yapısal eşitsizlikleri toplumsal denetimin uzlaşmacı mekanizmaları üzerinde kolayca yer alamaz. Dünya çapında sosyal refah devletinden sosyal kontrol devletine geçişe tanık olduk. Büyük ayaklanmalar, önemli değişiklikler ve belirsizlikler dönemine girdik. Küresel kapitalizmin krizine geçerli tek çözüm insanlığın kendisiyle ve doğayla artık savaş içinde olmadığı bir 21. yüzyıl demokratik sosyalizm çizgisinde varlık ve gücün aşağı doğru insanlığın yoksul çoğunluğuna kitlesel olarak yeniden dağıtılmasıdır.