Savaş sonrasında çok farklı çevrelerde yapılmış değerlendirmelerden seçtiklerimizi bu bölümde yayımlıyoruz. Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları’nın değerlendirmelerine ulaşamadık.
BİRİNCİ MAKALE:
SRİ LANKA : KATLİAMIN ARDINDAN
ABD’de yayınlanan Against the Current (Akıntıya Karşı) dergisinin Ashok Kumar’la yaptığı söyleşi. Dergi Troçkist kökenli, halen de IV: Enternasyonal’e sempati duyan Solidarity (Dayanışma) grubu tarafından çıkartılmaktadır. Ashok Kumar Fulbright Araştırma Programı kapsamında 2008–2009 yıllarında Sri Lanka’da çalışmış olan bir profesördür. Bu söyleşi, Against The Current’tan Diana Feeley ve David Finkel tarafından Sri Lanka’nın askeri saldırısı sonucu Tamil Kaplanları’nın yenilgiye uğramasının hemen sonrasında elektronik postayla yapıldı.
– Sri Lanka’da Tamil halkının şikayetçi olduğu temel sorunlar nelerdir?
Tamil taleplerinin genişlemesi Tamil halkı üzerindeki devletin baskı ve terörünün şiddetlenmesinin bir sonucudur. Sri Lanka’da insanların kendilerini etnik olarak tanımlamaları tarihsel olarak Sri Lankalı olarak tanımlamalarından çok daha eski zamanlara dayanır.
Singala (Budist, Singala dilini konuşan çoğunluk) ve Tamil (Hindu ve Hıristiyan, Tamil dilini konuşan azınlık) çatışmanın baş aktörleridir. Tamil dilini konuşan Müslümanlar ve İngilizce konuşan Burgherler[1] Sri Lanka İç Savaşı’nda üçüncü derece bir rol oynadılar. Etnik-dilsel temellere dayalı bu ayrımlar sınıfsal yapıların tarihsel oluşumuyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Portekiz, Hollanda ve son olarak İngiliz işgali altında geçen 400 yıl boyunca bu ayrımlardan yararlanıldı ve bunlar kurumsallaştırıldı.
Bugünkü çatışma, Sri Lanka’nın bağımsızlığını kazandığı 1948 sonrasında izlenen politikaların bir sonucudur. Singala hükümetinin ilk çıkardığı yasalardan biri, İngilizler’in çay ve kahve çiftliklerinde çalıştırmak amacıyla Güney Hindistan’dan getirdiği “anlaşmalı köleler”in torunları olan ve artık sayıları 1 milyonu aşan Tamil tarım işçilerini yurttaşlık haklarından yoksun bırakan yasaydı.
Hala, bugün bile, çok sayıda tarım işçisi yurttaşlık haklarından yoksundur ve ülkedeki en düşük ücretle çalıştırılan işçiler de yine onlardır. Bu sektörde sendikalaşma oranı oldukça yüksek de olsa, bu sendikalar ya işveren sendikası ya da hükümetin denetimi altındaki “sarı sendikalar”dır.
Bu yasa, Hindistan kökenli Tamilleri yurttaşlık haklarından yoksun bırakmak amacıyla çıkarılan yasaların ilkiydi. Bazı yasalar da binlerce yıl önce Sri Lanka’ya gelen ve ülkenin Kuzey ve Doğusunda yaşayan “Seylan[2]” Tamilleri için çıkarıldı.
1956’da yürürlüğe giren “Yalnızca Singala Yasası” Tamillerin, Müslümanların ve Burgherlerin devlet kapısında iş bulmasını engelleyerek onlara ikinci sınıf yurttaş konumuna indiren bir yasaydı.
1971’de hükümet, üniversiteler için bölgesel eğitim kotaları getiren ve Tamil halkının öğrenim hakkını kısıtlayan “standardizasyon politikası”nı uygulamaya koydu.
Tamiller, Singala polisi ve ordusunun vahşi saldırılarına rağmen, bu politikalara onlarca yıl barışçıl sivil itaatsizlik eylemleriyle karşı koydular. Hükümet destekli çeteler 1956, 1958, 1977’de ve en az üç bin sivil Tamilin hayatını yitirdiği ve 800.000 Tamilin ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı 1983 “Kara Temmuzu” gibi pogromları örgütleyerek Tamilleri pervasızca katlettiler.
Nihayetinde bu baskı Tamil gençliğini başka direniş biçimleri aramaya sevk etti. 1972’de Budizm devlet dini ilan edildiğinde militan bir Tamil mücadelesi de doğuyordu. Yeni militan mücadeleyle, 1950’li yıllarda Tamillerin asgari temel hakları için başlayan mücadele, ardından kendi kaderini tayin hakkı ve en nihayetinde 70’lerin ortalarında da bağımsız bir devlet, Elam mücadelesine dönüştü.
Tamiller, bugün de, Singala devletinin idaresi altında insanların zorla kaçırılması, keyfi gözaltı, işkence, hareket özgürlüğünün yokluğu, kalitesiz eğitim ve dil haklarının ihlali gibi bir dizi nedenle acı çekmeye devam ediyor.
–Singala ve Tamil işçi sınıflarının karşı karşıya olduğu sorunlarda ortak bir noktada buluşması mümkün mü?
Singala devleti, abartılı bir Tamil tehdidi söylemiyle, Singala işçileri arasında, yaşayabilmelerinin devletin varlığına bağlı olduğu yanılsamasını yaratarak halkçılığı ve ulusalcılığı besledi. Tamil’in hayati bir tehdit olduğunu yayarak Tamillerin özgürlüklerin önündeki ana engel olduğuna dair Singala işçi sınıfı içinde bir fikir birliği sağladı. Aslında durum her zaman böyle değildi. İlk Singala komünist ve sosyalist partileri 1950’lerde bölgesel iktidar paylaşım biçimlerini savunmuşlardı. Ancak birbirini izleyen koalisyon hükümetleriyle o duruşlarını terk ettiler.
Gerici solcu partiler bağımsızlık sonrasındaki yirmi yıl boyunca aşırı ulusalcı Sri Lanka Özgürlük Partisi (SLFP)’yle işbirliği yaptılar ve 1968’de “Birleşik Cephe” bayrağı altında koalisyon hükümetinde yer alarak Tamil hakları konusunda ulusalcı bir konuma kaydılar.
İngiliz hükümetinin böl–yönet politikası, iş ve eğitim alanında Tamillere öncelik sağlayarak onları destekledi. Singala solu da sömürgecilikten asıl yararlananların Tamiller olduğu iddiasındaydı; bu yüzden Tamillerin eşit haklarının reddi Singalalar için bir tazminat demekti.
Böyle yaparak, emperyalistlerce eşit biçimde ezilen Tamil işçi sınıfının deneyimlerini ellerinin tersiyle ittiler. Singala sol ideolojisine eklemlenmiş solcu sloganlaştırma ve ucuz söylemler her iki etnik gruptan işçilerle bağ kurmalarını engelledi.
Tamil solunun büyük bölümü, nüfusun yüzde 18’ini oluşturan etnik bir azınlığın Singala işçi sınıfının desteği olmadan özgürleşemeyeceğine inanıyordu. Başlangıçta, Tamil militan örgütleri EPRLE (Tamil Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi), PLOTE (Tamil Elam Halk Kurtuluş Örgütü) ve EROS (Elam Devrimci Öğrenciler Örgütü)’un hepsi devrimci sol örgütlenmelerdi. Müslüman ve Singala işçi sınıfıyla birleşmenin daha etkin ve daha güçlü bir mücadele için elzem olduğunu savunuyorlardı.
Zaman içinde, bu örgütlerin üyeleri ya TEKK saflarına katıldılar ya da TEKK tarafından öldürüldüler. TEKK Tamil gruplarının içinde en az ideolojik ve en çok şiddet yanlısı olan gruptu. Sonraki yıllarda TEKK Singala işçi sınıfı ve Müslümanlarla ilişki geliştirmeye karşı çıktığı gibi Kuzey–Doğu Tamil hiyerarşisi içinde ikinci sınıf statüsü reva görülen Doğu Tamillerini de dışladı.
TEKK’in yenilgisi Tamil ulusal özerklik mücadelesinin sonu mu demektir? Değilse, mücadele bundan sonra hangi biçimlere bürünebilir?
Bu aşamada mücadelenin yeni biçimlerinin neler olacağını kestirmek oldukça zor. Ancak Tamil mücadelesinin sürekliliğinin TEKK’e bağlı olduğunu da düşünmüyorum. Tamil kurtuluş mücadelesi TEKK’ten önce olduğu gibi sonrasında da olacaktır. Yeni hareketin neye benzeyeceğini henüz bilemeyiz ama süreçte etkili olacak kimi faktörleri sıralayabiliriz: mücadeleyi yeniden canlandıracak harekete sadık Tamil diasporası (özellikle ikinci kuşak Tamil gençliği), mülteci kamplarında tutuklu yüzbinlerce Tamilin kolektif anıları ve soruna yönelik artan uluslararası ilgi.
Katliam, Güney Hindistanlıları ve uluslararası toplum içinde çoğu insanı öfkelendirdi ve belki de, bu nedenle bu insanlar Tamil’in özerklik mücadelesine destek sunabilirler. “Sri Lanka”nın “soykırımla” anılması uluslararası toplum nezdinde Tamil’in kendi kaderini tayin hakkı mücadelesini daha da meşrulaştırabilir ki, bunun iyimser bir yaklaşım olduğunun da farkındayım.
Tamil topluluğundan konuştuğum çoğu insan, Batı ülkelerinin, Sri Lanka hükümetini artık Tamil’in özerkliğini tanımaya zorlayacağına inanıyor. Şimdiki Başkan Mahinda Rajapaksa, Hindistan başbakanı Rajiv Gandi’nin aracılık ettiği 1987 barış antlaşmasına uyulacağını yakın zamanlarda açıkladı.
Oysa bu antlaşma isyancı gruplarla görüşülmeden yapılmıştı. Bu nedenle TEKK ve Hindistan güçleri arasında binden fazla Hint askerinin ölümü ve Rajiv Gandi’nin TEKK tarafından öldürülmesiyle sonuçlanan bir savaşa yol açtı. Antlaşma, Anayasadaki 13. düzenlemede yer alan eyaletlere iktidar devrini, Kuzey ve Doğu eyaletlerinin birleştirilmesini ve Tamil dilinin resmi dil olarak kabul edilmesini kapsıyordu. Sözlerin yerine getirilip getirilmeyeceğini zaman gösterecektir.
Tamil topluluğundan insanları duygularına bakarsak, çoğu Tamil, düşük yoğunluklu bir gerilla savaşının eşlik ettiği 1983 öncesi barışçıl mücadele yöntemlerine dönüş yapabilir.
Hükümet, Tamillerin Sri Lanka hükümetinden küçük tavizler kopartabilmek için seçmen gücünü asgari düzeyde kullanacağını umut ediyor. Ancak, bununla birlikte hükümet TEKK’in politik sürece katılma önerisini kısa süre önce reddetti. Yenilginin hemen ardından TEKK sözcüsü silahları susturacaklarını ve Tamil halkının talepleri için barışçıl araçlarla mücadele vereceklerini açıklamıştı.
Her şeye rağmen, öngörülebilir bir gelecekte, iktidar paylaşımı için müzakere yapılacak bile olsa Tamiller müzakere masasında oldukça zayıf bir konumda yer alacaktır.
Yıkımın boyutları
-Sivil kayıpların sayısı söylendiği kadar yüksek mi (son aylarda on bin, 27 yılda 70.000 civarında)?
Verilen rakamlar konusunda hemen hemen herkes hemfikir gibi. Ancak gazetecilerin ve yardım çalışanlarının savaş bölgesine girmelerine hâlâ izin verilmediğinden gerçek sayıları tahmin etmek oldukça zor. Bununla birlikte ordunun yönettiği “ülke içinde sürülmüş insanlar” kamplarında, BM Genel Sekreteri Ban ki Moon’un son ziyaretinde tanımladığı gibi, dünyadaki “en korkunç koşullar” altında yaşayan yaklaşık 300.000 mülteci bulunmaktadır.
Hükümet, gazetecilerin ve yardım kuruluşlarının bu kamplara girmesine izin vermediği gibi mültecilerin ne zaman kamplardan ayrılabileceklerine dair bir tarih de vermiyor. BM İnsan Hakları konseyi IDP kamplarının koşullarını ele almak üzere özel bir oturum yapılmasını kararlaştırdı.
Ölü ve yaralıların sayısına ilişkin tek bağımsız bilgi çatışma bölgesinde çalışan doktorlardan geldi ve bu doktorlar da Sri Lanka hükümetince gözaltına alındılar. Tamil ulusalcı partilerinin çatı örgütü olan Tamil Ulusal İttifakı (TNA) 12 Mayıs itibariyle son 5 ay içinde on binden fazla ölü ve yirmi bin civarında yaralı olduğunu açıkladı.
BM son 3 aydaki 6.500 sivil kaybı da ekleyerek bu rakamları doğruladı. BM’in “kan banyosu” terimini kullanarak kınadığı çatışmada, BM tahminlerine göre, yalnızca 10 ve 11 Mayıs günlerinde hükümetin ağır bombardımanı sonucu yüzü çocuk olmak üzere en az bin sivil hayatını kaybetti. TEKK yayınladığı bir bildiride bu sayının 3.200 civarında olduğunu belirtti. London Times, son iki ayda ölenlerin sayısının “yirmi binden az olmadığını” yazdı.
-Sri Lanka hükümeti, İsrail askeri güçlerinin Gazze’de yaptığı gibi, sivil halkı bilerek mi hedef aldı?
Kesinlikle öyle. Hükümetin belirlediği “güvenli bölgeler”in (no-fire zone) uydu görüntüleri BM tarafından 1 Mayıs’ta yayınlandı. BM’in kanıt ve tanıkları, hükümet güçlerinin aç ve çaresiz mültecileri güvende olacakları sözü vererek sırf ağır topçu bataryaları ve uçaklarla bombalama amacıyla, bilerek güvenli bölgelere çağırdıklarını teyit ediyor. Hükümet kendisine yönelik suçlamaları tümüyle yalanlamadı ama bazı hükümet görevlileri bombaların bu işin TEKK’in marifeti olabileceğini gösterdiğini iddia ettiler.
Hâlihazırda kimi Latin Amerika ve AB ülkeleri, dikkatleri kendi savaş suçlarından uzaklaştırma amacıyla, Sri Lanka’nın savaş suçlarının soruşturulması amacıyla bir komisyonun kurulması için çalışıyor. İsrail bile Sri Lanka’nın insan hakları ihlallerinin kapsamlı soruşturulması çağrısında bulundu. Kuşkusuz, bu çabalar, kısmen Sri Lanka’nın bağlantısız ülkelere yönelik sürdürdüğü lobi çalışmaları, kısmen de Çin, Hindistan ve Rusya’nın desteği nedeniyle pek bir yere varmayacak. Sri Lanka uluslararası suç mahkemesinin yetkilerini tanıyan taraf bir ülke değil. Dolayısıyla BM’in onayı olmadan bu mahkemede yargılanamaz.
-TEKK Sri Lanka devletine karşı “silahlı mücadeleyle tam zafere” hayalleri yarattığı için mi başarısız oldu?
Silahlı mücadelenin nasıl yürütüleceği konusunda farklı yaklaşımlar söz konusu olabilir ancak gerçekçi olursak, Singala egemenliğine karşı silahlı Tamil direnişinin kaçınılmazlığı noktasında çok az kişi farklı görüş bildirecektir. Bu noktada, TEKK başarısız olmadı, yalnızca Sri Lanka hükümeti çok acımasızdı. Soykırım yapmaya hazır ve muktedir olan bir hükümetle nasıl mücadele edebilirsiniz ki!
Asıl soru şu; acaba TEKK uluslararası aktörlerle ilişki kurarak hükümetin soykırım yapmasını önleyebilir miydi? Önleyemezdi çünkü yöntemleri ahlaki olarak sorunlu, ideolojik ve entelektüel görüşleri ise Sri Lanka devletinin bir yansımasıydı. TEKK, Tamil kurtuluş hareketleri içinde entelektüel düzeyi en düşük ama en acımasız örgüttü. Tamil topluluğu içinde bile çoğu insanı hareketten soğuttu ve Tamil dilini konuşan Müslümanları tümüyle hareketin dışına itti.
-Birçok hükümet siviller açısından yaşanan “insani felaket” bağlamında kaygılarını dile getiriyor. Bu koşullarda büyük güçlerin (ABD, Avrupa, Çin ve Rusya) Sri Lanka’daki çatışmaya ilişkin gerçek politikaları nedir?
Çin ve Rusya’nın mevcut Tamil hükümetiyle oldukça sıkı ve güçlü ilişkileri var. Her ikisi de askeri destek veriyor ve Çin’in yardımlarıyla Sri Lanka bütün dış aktörlerle ilişki kurabiliyor. Sadece geçen yıl, Çin değeri 1 milyar doları aşan silah yardımı yaptı. Ayrıca BM görevlilerinin Sri Lanka’yı insan hakları ihlallerinden sorumlu tutmasının da önüne geçiyor.
Çin, Sri Lanka’yı Hint denizinde stratejik konumunu güçlendirmeye yarayacak bir müttefik olarak görüyor. Çin’in “İnci Kolyesi” stratejisi, Sri Lanka’nın Hombantate limanının denetimini ele geçirmeye yöneliktir.
Çin Burma, Bangladeş, Pakistan ve diğer ülkelerdeki stratejik öneme haiz limanlarla, Hindistan ya da Batı’yla bir çatışma olasılığına karşı madenlerin ve Ortadoğu ve Afrika’dan petrol akışının sürekliliğini güvence altına aldı.
ABD ve Batı ülkeleri, Sri Lanka hükümetinin uygulamalarına karşı son zamanlarda daha eleştirel bir duruş sergiliyor ama bu ülkelerin ekonomik ve askeri yardımları hâlâ devam ediyor. ABD, Sri Lanka’nın Doğusu’ndaki gelişmelere etkin biçimde müdahil olmuş durumda. Ünlü Tamil gazeteci Sivaram, ABD’nin bölgeye bu ilgisinin dünyanın en büyük limanlarından biri olan jeo-stratejik önemdeki Trincomale limanını kontrol altına alma isteğinden kaynaklandığını söylüyor.
ABD, 2008’de hükümetin Doğu eyaletinde düzenlediği seçimleri, açıkça hileli olduğunu bilmesine rağmen destekledi ve hükümetin desteklediği TEKK’e muhalif Karuna[3] ve silahlı paramiliter grubu, Tamil Makkal Viduthalai Puligal seçimleri kazandı.
ABD’nin bu desteği seçimlere uluslararası bir meşruiyet kazandırdı ve ayrıca ABD Müslüman ve Tamil topraklarının Singalaların yararına el konulması, antik Buda kentlerinin restorasyonu, Doğu’da Singalalara yeni yerleşim yerleri tahsis edilmesi ve “güvenlik bölgeleri”nin oluşturulması amacıyla binlerce Tamilin topraklarından sürülmesine yol açan hükümetin Singalalaştırma programına da milyonlarca dolar akıttı. Hükümet destekli sömürgecilik planlarıyla Tamil bölgelerinin nüfus yapısını değiştirme girişimlerinin sonu gelmiyor. Doğuda izlenen bu yöntemler kalkınma maskesi altında ABD tarafından ekonomik olarak destekleniyor.
-Bağımsız bir Sri Lanka solu var mı? Varsa, kitle tabanları ve görüşleri nelerdir?
Singala solu sınıf eşitliği için uzun süre zor ve takdire şayan bir mücadele verdi. Sri Lanka kısıtlı mali kaynaklara, birbiri ardı sıra kurulan hükümetlerin neo-liberal politikalar izlemiş olmasına rağmen, genel ücretsiz sağlık hizmeti ve üniversite eğitimiyle, gelişen ve sık sık radikalleşen sendikalarıyla övünebilir. Bununla birlikte bu aynı sol partiler ve sendikalar, anti-kapitalist ekonomik politikalara destek verseler de, ulusal sorunda çok farklı noktalarda duruyorlar. Bu partilerin en ünlüsü Maoist eğilimli Halk Kurtuluş Cephesi’dir (Janatha Vimukthi Peramuna- JVP) ve iş başındaki Rajapaksa hükümetinin başlıca koalisyon ortağıdır.
JVP 1960’larda Komünist Parti’den ayrıldı ve kır kökenli Singala öğrencilerinin sempatisini kazandı. 1970’lerin başlarındaki ve 1980’lerdeki başarısız silahlı ayaklanma girişimlerinin ardından 1994’te parlamenter sisteme dahil oldular ve silahları bıraktıklarını (Tamillere kaşı kullanmak dışında) açıkladılar. JVP ve Budist rahiplerinin partisi olan Jathika Hela Urumaya (Ulusal Miras Partisi) diğer ulusal azınlıkları dışlayıcı Singala ulusalcılığını savunucularıdır ve saldırgan askeri stratejinin ardındaki itici güçlerdir de.
JVP hala Singalaların çoğunlukta olduğu sendikaları kontrol ediyor olsa da, son eyalet seçimlerindeki başarısızlığının da gösterdiği gibi önemli ölçülerde güç kaybına uğradı. Singala işçi sınıfının desteğinin azalması JVP’de bir ayrışmaya yol açtı. Çoğunluk fraksiyonu, amaçlarının, çabalarını işçi sınıfı etkileyen sorunlarda ve ekonomik politikalarda yoğunlaştırmak olduğunu açıkladı. Azınlık fraksiyonu Ulusal Özgürlük Cephesi, Başkan Rajapaksa’yla yakın ilişkilerini sürdürüyor ve mevcut savaşa öncelik verilmesini istiyor.
Rajapaksa’nın koalisyon hükümetinin diğer büyük oyuncuları bir zamanların Troçkist Lanka Sama Samaya Partisi (Seylan Eşit Toplum Partisi), solcu Mahajana Eksath Peramuna (Birleşik Halk Cephesi) ve Sri Lanka Komünist Partisi’dir. Bu partilerin hepsi Tamil’in kendi kaderini tayin hakkına karşı çıkıyor ve Rajapaksa hükümetinin izlediği stratejiye destek veriyorlar.
Singala solunda yer alan bir diğer grup olan Yeni Sol Cephe ise oldukça küçük bir gruptur. Yeni Sol Cephe Tamil’in kendi kaderini tayin hakkını tanıyor ve Singala ulusalcılığının batağına saplanmamışlar ancak politik olarak oldukça etkisiz konumdalar.
ATC 141 Temmuz / Ağustos 2009
İKİNCİ MAKALE:
TAMİL ELAM KURTULUŞ KAPLANLARI’NIN TASFİYESİ : BEDELİ KANLA ÖDENEN DERSLER!
Yoldaş Surrenda, Seylan Komünist Partisi – Maoist
Giriş
Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları’nın lideri Velupillai Pirapaharan’ın öldürülmesi Tamil ulusal kurtuluş mücadelesinde bir dönemi sona erdirdi. Bu deneyimden çıkarılacak çok önemli dersler var ; bedeli kanla ödenen dersler! Eğer Sri Lanka halkının kurtuluş yolunu aydınlatacaksak, bilimsel bir bakış açısıyla bu dersleri öğrenmek zorundayız.
Westminster politikalarının ve Tamil Elam ayrı bir devlet talebinin kökenleri
Tamil Elam’ın ayrı devlet talebi, İngilizlerin, yerel uşağı komprador kapitalist yönetici sınıfa devlet yetkilerini devretme amacıyla hazırladığı Soulbury Anayasası’na bir tepki olarak gündeme geldi. Bu anayasa, kapitalist yönetici sınıfın devlet iktidarını pekiştirirken, işçileri, ezilen kitleleri ve ulusları aldatma, bölme ve yönetmenin en iyi biçimi olarak İngiltere’de yüzyıllardır denenmiş ve test edilmiş Westminster parlamenter hükümet sistemi üzerine kuruldu.
Parlamenter demokrasi, halkı, gerçek temsilcilerini seçerek yaşam ve gelecekleri üzerinde söz sahibi olduklarına inandırmaya yönelik bir aldatma yöntemidir. Esasında, bu sistem halkın gerçek egemenliğini sağlamadığı gibi, halkı yaşam ve gelecekleriyle ilgili karar alma gücünden de yoksun bırakır. Gerçekte, bu yönetim tarzı, bütün dünyada, kapitalist yönetici sınıfların terörist diktatörlüğünü gizlemeye yarar. Bu sistemde, sömürülen ve ezilen kitleler, kapitalizmin ve dayandığı egemenlik, sömürü ve baskı sisteminin sürekliliğini sağlamak için devlet gücünü kullanan kapitalist partiler arasında bir seçim yapmaya zorlanır. Bu öyle bir sistem ki, sınıf mücadelesinin içinde buharlaşabilmesi için hem düşey hem de yatay olarak bölmeyi ve dolaysıyla bütün sömürülen sınıf ve ezilen halk kesimlerinin efendilerinin masasından kırıntı kapabilmek için birbiriyle yarışmasını amaçlar. Bu sistem, işçilerin, ezilen halk kesimlerinin ve ulusların, sınıf ayrımının dolayısıyla egemenlik, baskı ve sömürünün olmadığı bir dünya yaratmasının yolu olarak halkın kendi demokratik devletini kurmak ve çıkarlarını korumak için birlik oluşturmasını önlemeyi amaçlar.
Bu amaçla, İngilizler, genel oy hakkına, “bir insan bir oy” ilkesine dayalı parlamenter temsil sistemini gündeme getirdiler. Bu ilke Singalalardan (74%) oluşan çoğunluk nüfusunun ve Singala-Budist ulusunun (64%) bütün diğer uluslar ve etnik-dinsel topluluklar üzerinde hakimiyet kurmasını sağladı ve İngiliz uşağı Singala ağırlıklı komprador kapitalist yönetici sınıfın da diktatörlüğünü pekiştirdi. Anayasa’nın 29. maddesi, Tamil ve diğer “azınlıklar”ın haklarını güvence altına alıyordu. Ancak, bu maddenin hukuki hiçbir yaptırım gücü yoktu. Bu maddenin yasal kapsamı, 1948’de burjuva parlamentosunda Singala çoğunluğunun üçte ikisinin oylarıyla kabul edilen Hindistan ve Pakistan Yurttaşlık Yasası’nda hakemlik yapması istenen yine aynı İngiliz sömürgeci iktidarının Danışma Meclisi tarafından yok sayıldı. Bu yasa, İngilizlerin Hindistan’dan getirdiği tarım işçilerinin torunları olan Hill Country[4] Tamillerinin oy hakkını iptal etti ve yurttaşlık hakkı tanınmayarak “devletsiz” ilan edildiler.
Tamillerin katkıları
Anımsanmalıdır ki, İngilizlerden tam bağımsızlık anlamına gelen SWARAJ sloganı temelinde ulusal birlik çağrısı ilk kez Handy Perinpanayam gibi ünlülerin önderlik ettiği Jaffna Gençlik Kongresi’nce yapıldı. Kongre yeni anayasaya göre yapılacak ilk genel seçimleri de boykot etti. Bu boykot, D.S. Senanayake ve ahbabı kompradorların, süren İngiliz sömürgeci denetimi altında sınırlı bir özerklik tanınması için yaltaklandıkları bir dönemde yapıldı. Ancak, yine de, komprador yönetici sınıf gerçek anti-emperyalist mücadeleyi etkisiz kılmayı başardı. Hill Country Malayaga Tamil ulusunun hakları için ilk mücadeleyi başlatanın da Arunachalam Ponnambalam olduğu unutulmamalıdır. O, Seylan Ulusal Kongresi’nin kurucu başkanıydı ve VESAK’ın (Budistlerin kutsal günü) tatil günü ilan edilmesi de onun eseridir. Tamil liderlerinin bu kuşağı, kuşkusuz, demokratik bir ulus devlet kurma mücadelesinde en ön saflarda yer almıştı.
Boyun eğmekle eş ulusal ihanet ve ayrımcılık karşısında Federal Parti, federal bir hükümet yapısı içinde S.J.V. Chelvanayagam’ın liderliğinde ayrı bir Tamil Elam devleti kurulması talebini öne çıkardı. Bu talep, Kuzey-Doğu’da birlikte yaşayan “Seylan Tamilleri” adına yapıldı. Bu talep bile, devlet iktidarını, hakim Singala komprador yönetici sınıfıyla paylaşmayı yeğleyen Bütün Seylan Tamil Kongresi’nin Tamil komprador burjuvazisi tarafından içeriden baltalandı.
Kompradorların politikaları
Birleşik Ulusal Parti (UNP) ve daha sonra Sri Lanka Özgürlük Partisi (SLFP)’ne dönüşen Mahajana Eksath Peramuna’nın temsil ettiği Singala komprador yönetici sınıfı bir Singala-budist komprador bürokratik kapitalist devleti kurma görevini şevkle üstlendi. Bu yönetici sınıf, diğer bütün ulus, milliyet ve toplulukları dışlayan ve ezen, şovenist Singala politikalarını izledi. “Yalnızca Singala” politikası, Singala dilini tek resmi dil olarak yerleştirmeyi amaçlıyordu. On binlerce Tamil, bu dil politikası nedeniyle kamu sektöründeki işlerinden oldu. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Hill Country Tamil ulusu (İngiliz efendinin çay bahçelerinde çalıştırmak üzere Hindistan’dan getirdiği Tamiller), uluslaşma, yurttaşlık ve genel oy hakkından yoksun bırakıldı ve devletsiz bir topluluk olarak aşağılandı. 1972’de Troçkist Lanka Sama Samaja Partisi (LSSP) ve revizyonist Sri Lanka Komünist Partisi’nin de içinde yer aldığı koalisyon hükümetinde, Sri Lanka Özgürlük Partisi Budizmi öncelikli din ve tek resmi dil olarak da Singala dilini dayatan cumhuriyet anayasasını yürürlüğe koydu. Hükümet aynı zamanda bir “standardizasyon” politikasını da uygulamaya koyarak Tamil gençlerinin yüksek öğrenim görmesine de kısıtlamalar getirdi. Tamillerin sorunlarını ele alacakları vaadine güvenerek UNP ya da SLFP ile seçim ittifakları yapan Tamil burjuva liderliği her yeni hükümetin ihanetine uğradı. Uluslararası Tamil Edebiyat Kongresi basıldı ve katılımcılardan 12’si öldürüldü. Bu niceliksel gelişmeler kaçınılmaz olarak Tamil gençliğini militanlaştırdı. TEKK’in ölen lideri Velupillai Pirapaharan, bu tarihsel koşullarda bu suçun üstünü örttüğü gerekçesiyle Jaffna belediye başkanına düzenlediği suikastle sahneye çıktı. 1976 bir dönüm noktası oldu. Bütün Tamil politik partileri ve militan örgütleri, ayrı bir Tamil Elam devleti için ortak mücadele verileceğini ilan eden Vaddukodai kararını kabul ettiler.
Devlet destekli Terörizm
Hükümetin bütün çabaları, hatta Tamillerin sorunlarını yüzeysel olarak dile getirme çabaları bile, burjuva parlamenter muhalefetçe Singala şovenizmini kışkırtarak sürekli baltalandı ve bütün ülkede Tamil topluluğuna karşı devlet destekli şiddetin en vahşi biçimlerde uygulanmasına yol açtı. 1977 genel seçimlerinden Tamil Birleşik Kurtuluş Cephesi, Tamil halkının ayrı bir Tamil devleti için anayasal mücadelenin sürdürülmesi yönündeki desteğini alarak, seçimlerden ana muhalefet partisi olarak çıktı. Sonrasında ise, burjuva Tamil Birleşik Kurtuluş Cephesi, ayrı bir devlet yerine Bölge Kalkınma Konseyleri gibi yetersiz reformlara razı oldu. 1981’de yapılan Bölge Kalkınma Konseyleri seçimlerinde de açıkça hile yapıldı. Kuzey’in başkenti Jaffna, devletin seferber ettiği Singala çeteleri ve ordu güçleri tarafından ateşe verildi ve Tamil entelektüel ve kültürel mirasının merkezi olan Jaffna kütüphanesi yakıldı ve bir daha bulunması mümkün olmayan 95.000 kitap ve belge kül oldu. Bu, Tamil ulusuna karşı işlenen bir kültürel soykırımdı. 6. Anayasa değişikliği, parlamento çoğunluğunun altıda beşinin oylarıyla kabul edildi. Bu değişiklik ayrı bir devlet talebini açıkça yasa dışı ilan etti ve bu taleple ilgili faaliyetlerde bulunanların 20 yıla kadar hapse mahkum edilmesine ve taşınabilir mülkiyetlerine el konulmasına hükmetti. Tamil Birleşik Kurtuluş Cephesi, parlamentodaki ana muhalefet konumunu yitirdi. Ulusal kendi kaderini tayin hakkı için mücadele vermenin bütün anayasal yolları kapatıldı. Tamil uluslaşmasına yönelik bu örgütlü saldırılar karşısında ulusal kendi kaderini tayin hakkı için birkaç militan grup silaha sarıldı. Hükümet, bu grupların yok edilmesi için orduya 6 ay süre verdi ve ardından Tamil gençliğine karşı top yekun bir saldırı başladı.
1983 Kara Temmuz’unda Tamil halkına karşı devlet destekli terörizmin en acımasız biçimlerine tanık olundu. TEKK’in 13 askeri öldürmesine misilleme olarak yüksek güvenlikli hapishanede 53 Tamil politik tutuklusu, alkolle sarhoş edilen Singala mahkumları tarafından devlet bakanlarının sağladığı bıçak ve palalarla vahşice katledildi. Bu katliama, Tamillerin tecavüze uğradığı, palalarla kesildiği ve evlerinin ateşe verilerek açıkça yağmalandığı bir topluluk saldırısı da eşlik etti. Cumhuriyetin başbakanı da, bu yaşanan vahşeti Singala halkının haklı intikamı olarak tanımladı.
Yeni Kuşağın Doğuşu
Bu ulusal boyunduruk ve devlet baskısı, değişik politik görüş ve ideolojilere ve de gündemlere –sempatizan ve taraftarlara- sahip militan yeni bir kuşağı mücadeleye sevk etti. Hindistan istihbaratının Araştırma ve Analiz Birimi, TEKK de dahil olmak üzere önde gelen küçük burjuva Tamil gruplarının bir kısmına sızmıştı. O zamanlar Hindistan Başbakanı olan Indira Gandi’den Tamil Nadu’daki politik yöneticilere, uyuşturucu tacirlerinden silah tüccarlarına kadar kim varsa hepsi önde gelen militan gruplarla hakimiyet yarışına girdi. Hindistan yönetici fraksiyonu da irtibatlı olduğu grupların üyelerine iltica hakkı tanıdı, silahlı eğitim verdi ve maddi kaynak sağladı. Bu gruplarla, dünya emperyalizminin ve Hindistan hegemonyacılığının her türden ajanları arasında hakimiyet konusunda sürtüşmeler yaşadı. Başlangıçtan itibaren, kurulmakta olan yeni Tamil ulusal hareketine burjuva ve küçük burjuva sınıf güçleri egemen olmuştu. Egemenlik mücadelesi ve rekabeti, Tamil ulusal hareketi ve ülke politikaları üzerine etkin olma mücadelesi veren değişik güç ve ajanlarca tırmandırıldı.
TEKK’in Yükselişi
Bu ölümcül mücadelede, TEKK diğer bütün örgütleri saf dışı bırakan ve hakimiyetini kabul ettiren en acımasız grup olarak öne çıktı. Diğer militan Tamil örgütlerinin çoğu, TEKK’i tasfiye edecek savaşta devletin paramiliter güçlerine dönüşerek devletin suç ortağı oldular. TEKK, devlete karşı silahlı mücadeleyle, ulusal kendi kaderini tayin hakkını ayrı bir devlet kurarak Tamil ulusunun özlemini gerçekleştirmek için mücadele eden tek güçtü. 25 yıllık silahlı mücadelede TEKK olağanüstü askeri zaferlere imza atmış ve politik olarak daha güçlü bir konuma ulaşmıştı. TEKK bütün cephelerde –gerilla savaşı, mevzii savaşı, geleneksel savaş- devletin askeri güçlerine karşı koydu. TEKK, Hindistan bu sorunun çözümüne yardımcı olmak kaydıyla ordusunu bölgeye gönderdiğinde hem Hindistan ordusuna hem de Sri Lanka ordusuna karşı savaştı. Hindistan Barış Koruma Gücü Hindistan Halkı Öldürme Gücü’ne dönüşmüştü. TEKK, Hindistan devletine dolayısıyla dünyanın 4. Büyük ordusuna karşı savaşırken politik iradesi ve askeri yeteneğiyle bütün dünyanın hayranlığını kazandı. TEKK, Kuzey-Doğu’da, bakanlıkları, bankaları, polisi, mahkemeleri ve vergi daireleri olan fiili bir devlet bile kurdu. Hatta, bir gemi filosu bile oluşturdu. ABD, İngiltere, Fransa, Kanada, Avustralya, Hindistan ve Sri Lanka gibi devletlerce en acımasız terörist örgüt olarak yasaklanmış olmasına rağmen, TEKK dünya güçleri ve Sri Lanka devletince Tamil’in taleplerini temsil eden başlıca güç olarak kabul gördü. Yurt dışında yaşayan ve Sri Lankalı milyonlarca Tamilin desteğini kazandı. Yurt dışındaki destekçileri, ülkelerini terk etmek zorunda kalan, sevdiklerini ve mülkiyetlerini kaybetmenin acısını taşıyan Tamiller ve diğer ülkelerden mültecilerdi. TEKK ilkel bir hava kuvvetleri bile oluşturmuş, göklerde de devlete karşı koyarak ölümcül darbeler indirmişti.
TEKK’in Tasfiyesi
TEKK, askeri olarak tasfiye edildi ve liderliği de katledildi. Farklı ülkelerden diasporanın örgütü yeniden canlandırma girişimi, bu ağır askeri yenilginin nedenlerini incelerken herhangi bir eleştirel, bilimsel derinliği olan bir yaklaşım sergilemiyor. Daha da önemlisi, gerici emperyalist güçlerin uluslararası topluluğuna soykırım çığlıklarını duyması ve bu topluluğun iki uçlu ve ölümcül derecede tehlikeli politikasını ayrı bir devlet mücadelesi lehine değiştirmesi için ikna etmesi çağrısında bulunuyorlar. Diğer bir ifadeyle, TEKK’i yeniden canlandırmak isteyenler, hala, bu tasfiyeye zemin hazırlayan aynı burjuva ulusal ideolojisi ve politikalarının tuzağında debeleniyorlar.
Yeni Askeri Doktrin
Daha açık ifade edersek, TEKK’in bu savaşta hiç şansı yoktu. Başkan Mahinda Rajapakse liderliğindeki yeni hükümet ulusal soruna ilişkin politik yaklaşımı değiştirdi. Tamillerin uluslaşma ve devletleşme taleplerine karşı çıkarak Tamil ulusal sorununu açıkça yok saydı ve yönetici ilke olarak Singala-Budist üstünlüğünü dayattı. TEKK’e karşı yürütülen savaş yurtsever bir ulusal kurtuluş savaşı olarak takdim edildi. Bu yeniden diriltilen, açık ve resmi şovenizm hayata ve ruha ve esas olarak da Singala-budist ulusunun özel evi olarak tanımlanan anayurdu “ayrılıkçı terörizmin” ölümcül tehdidinden korumak için savaştığına ve öldüğüne inanan Singala devletinin silahlı güçlerine zerk edildi. Bu slogan üzerine Singala halkının büyük çoğunluğu ve diğer kesimler savaş için seferber oldu. Çoğunluk bu “ayrılıkçı terörizmin” ideoloji ve politikasına artık bir son vermek istiyordu.
Yeni hükümet, bu savaş gündemini, en azgın şovenist partilerle –budist rahiplerinin partisi Jathika Hela Urumaya ve “bütün sosyalist partiler arasında en saf ve en temizi” olduğunu iddia eden Halk Kurtuluş Cephesi (JVP)- ve Troçkist Lanka Sama Samaja Partisi ve revizyonist Sri Lanka Komünist Partisi’yle ittifak içinde olduğundan kolayca pazarlayabildi. Kısaca, Kızıl bayrak faşizmle birlik yaptı. Hükümet de, bu birliği, her iki taraftan aşırı Singala Budist şovenistlerin onay verdiği savaşı ve “solcu” hainlerin açık sınıf işbirliğini kutsadı. Budist rahiplerinin en yüksek dinsel otoriteleri (Maha Sangha) ordu için dua etti ve “mesihvari” meşruluğa sahip hükümeti destekledi. TEKK’e karşı yürütülen savaş, Dravidian işgalcilere karşı yapılan “tarihi” ulusal kurtuluş savaşlarının bir devamı olarak süslenip püslendi. Mahinda Rajapakse, birebir mücadelede Tamil “zorbası” Elara’ yı kılıçtan geçiren, toprağı ve “ırkı” Singala budizminin bayrağı altında birleştiren kahraman kral Duttagamania’nın soyundan gelen biri olarak takdim edildi! Devletin bütün ideolojik aygıtları, medya, okullar, tapınaklar, ve devletin idari mekanizması da dahil olmak üzere savaş çılgınlığını kamçılamada şevkle ortaklaşa çalışıyordu.
Burjuvazinin Açık Terörist Diktatörlüğü
Bu yeni askeri doktrin, yönetici sınıfın –ve devletin- açık terörist komprador kapitalist diktatörlüğünü yeni ve daha üst düzeyde uygulamasıyla alttan alta desteklenecekti. Bu politika suç ortaklığı anlayışına dayanıyordu. Ordu ve paramiliter güçlere faaliyetlerinde tam bir serbestlik tanındı. Ne devlet ne halk ne de iki taraflı çalışan uluslararası insan hakları kuruluşları, komisyonları ya da konseylerinin herhangi birince faaliyetlerinden ötürü haklarında soruşturma ya da yargılama yapılmayacaktı. Bu, devletin, anayurdun hainleri olarak gösterilen “devlet düşmanlarına” karşı kuralsız, top yekun bir savaşı sürdürebilmek amacıyla gerici baskı gücünü her türlü vahşeti yapmada serbest bırakmasıydı. Aslında, bu politika, asalak ve kana bulaşmış egemen Singala komprador kapitalist diktatörlüğünü sağlamlaştırma stratejisiydi. Tamil parlamento üyeleri güpegündüz öldürüldü, hatta bazıları devletin yüksek güvenlikli bölgelerinde suikasta kurban gitti. Tamil insani yardım çalışanları katledildi. Tamil öğrencilerin peşlerine düşüldü, görüldükleri yerde öldürüldüler.
“Teröristleri” mahkemelerde temsil eden avukatlar Savunma bakanlığınca hain olarak fişlendi. Hükümetle aynı çizgiyi izlemeyen medya kuruluşları güpegündüz devlet bakanlarının saldırısına uğradı. Suç ortaklığı yapmayan medya çalışanları ya dövüldü ya da öldürüldü. Ulusal sorunun demokratik tarzda çözümünü savunanların hepsi hain ilan edildi. Yeni askeri doktrin, masum sivillerin ölümü ya da zulme uğraması, halka onur kırıcı ve aşağılayıcı davranılması, sosyal düzenin askerileştirilmesi ve sosyal hakların askıya alınması, insani felaket ya da benzer diğer “insani” kaygıların taşınmaması gibi “yan etkileri dert etme” bağlamında formüle edildi. Emperyalist yeni-sömürgeci gerici güçlerin ve onların değişik insan hakları kuruluşları ve komisyonlarının hepsi, sadece maskelerini düşürmeyecek ve dünyanın gözünde meşruluklarını koruyacak kadar insan hakları ve hukukunu savunan birer suç ortaklarıydı. Ne Tamil Nadu’nun yoz politikacıları ne uluslararası Tamil diasporasının milyonlarca dolarlık sempati ve desteği ne uluslararası etkin lojistik ağları ne de hatta bir süreliğine TEKK’in temsil ettiği Tamil halkının ulusal özlemleri, Sri Lanka devletinin izlediği bu emperyalist strateji yani yeni askeri doktrin karşısında ayakta kalamadı. Hükümet, TEKK’i politik olarak tam anlamıyla köşeye sıkıştırdığının farkındaydı ve sonunda askeri olarak tümüyle saf dışı bıraktı.
Deneyimi özetleme
Yeni hükümet, 20 yıldır TEKK’le süren savaşın deneyimlerini gözden geçirerek yeni bir askeri doktrin, yeni bir strateji benimsedi. Bu yeni sentez, yerel planlama ve strateji oluşturma merkezinin dâhilerince üretilmedi. Bu yeni sentez, kitle imha ve yıkımının efendileri –soykırım ustaları- CIA, MOSSAD, RAW (Hindistan istihbaratının Araştırma ve analiz birimi) ve Sri Lanka ordusunun ortak çalışmalarının ürünüydü. Bu güçler, soykırım düzeyinde bir yıldırma ve imha savaşıyla “terörizmi” yenmede kimi değerli yeni deneyimleri değerlendirmek için bir araya geldiler. Bilim ve soykırım sanatındaki bütün teknolojik yetkinliklerine rağmen, mevcut sistemlerine karşı isyan ve devrim dalgası serpilip gelişecek ve bütün dünyaya yayılacaktır. Bu işbirliği, ileri teknoloji ürünü kitle imha silahlarının niteliksel gelişiminin yanı sıra istihbarat ve casusluk aygıtlarının yetkinleştirilmesini de beraberinde getirdi. Buna, lazer güdümlü bombalar da dahil olmak üzere hassas güdümlü silahların yanı sıra halkı yıldırmanın bir aracı olarak aralıksız hava bombardımanları da eşlik etti,. Yeni doktrin gerilla savaşıyla mevzi savaşını, sızma taktikleriyle ana askeri hedeflerin yok edilmesini birleştirdi. Düşman üç koldan, havadan, karadan ve denizden kuşatma altına alınarak ardından saldırıya geçilecek ve tam anlamıyla yok edilinceye kadar adım adım bütün hedefler imha edilecekti. Yeterince ders alınmıştı. Bu, bir yıldırma ve imha savaşı olacaktı, belli bir toprak parçası üzerinde denetimi sağlama savaşı değil. Bu, TEKK’e karşı mücadelede ciddi bir yöntem değişikliği demekti. Bu yeni doktrin, komprador devletin mutlak diktatörlüğünün –ve sistemin- sınırsız zulmüyle, kitleleri yıldırarak sessizce boyun eğdirme, basın kuruluşlarını cinayet ve tehditle susturma, belli kaynaklar dışında bilgiye ulaşmayı engelleme, gerekirse yok ederek alternatif ya da muhalif politikaları yasaklama politikasıydı. Bu, açıkça, ruhen ve lafzen Nazi faşizmiydi.
Bedeli kanla ödenmiş dersler
Bu noktada, şu soru sorulmalı: Böyle bir güç, halkın ulusal kurtuluş talebi için neden uzlaşmaya yanaşmadı da devletin böyle acımasız ve vahşi askeri tasfiyesine maruz kaldı? Çünkü adalet ve ezilen haklarını kurtuluşu için savaşan her hareket tarihin kendi yanında olacağına dolayısıyla zafere ulaşacağına inanır. Öyle görünüyor ki. bu kez tarih, Tamil ulusal kurtuluş mücadelesinde kirli ve zalim bir oyun oynadı.
Şu bir gerçektir ki, öznel irade bilimin yerini tutamaz. Her türlü kahramanlık ve şehitlik, halkın her türlü fedakarlığı ve her türlü teknolojik güç asla gerçek kurtuluşu sağlamaz. Kurtuluş ve özgürlük düşünü paylaşan herkes bu soru üzerine ızdırap duyar ve bedeli çalışan, acı çeken –ve bir daha asla aynı şeyi yapmayacak- insanların ödenen dersleri öğrenmek için bilinçli bir çaba sarfeder. Bu nedenle, TEKK’in ideolojik, politik, stratejik ve askeri çizgisine eleştirel biçimde bir neşter vurmalıyız. Bu, çok yönlü bir görevdir ve bu makalede ifade edilenler özeti bile sayılmaz. Bu yazı yalnızca, insanoğlunu emperyalizmin baskı ve zulmünden kurtarma mücadelesinde eleştirel, bilimsel düşünceyi cesaretlendirmeye yöneliktir.
TEKK’in çizgi ve pratiği
Bu yazı, buraya kadar, yeni hükümetin komutayı nasıl eline aldığını ve bu birleşik emperyalist kontr-gerilla stratejisi karşısında TEKK’in neden şansı olmadığını açıklamaya çalıştı. Bununla birlikte, TEKK’in tasfiyesi, esas olarak, dayandığı sınıf temeli ve izlediği ideolojik, politik, stratejik ve askeri çizgi bağlamında ele alınacaktır. Çünkü dış güçler ve koşullar yalnızca iç dinamiklere etkide bulunabilir. Bariz bir gerçek vardı ki, o da, TEKK’in ideolojik, politik ve stratejik-askeri çizgisi ölümcül derecede kırılgandı. Daha güçlü bir düşmanla onun koşullarında savaşarak onu yenemezsiniz. Diğer önemli bir nokta, devlet bütün fiziki-teknolojik güçlerini TEKK’e karşı seferber etmişti. Savaşacak insan gücü sayısı itibariyle TEKK’den çok üstündü. TEKK’in olsa olsa 20.000 savaşçısı varken devletin 200.000 kişilik bir ordusu vardı. İleri teknoloji ürünü silahlar edinerek, karada, havada ve denizde üstünlüğü ele geçirdi. Dünya emperyalizminin ve Çin, Hindistan, Pakistan, Malezya ve Tayland gibi bölgesel güçlerin desteğini aldı. Hatta TEKK, mevzi ve geleneksel savaşla gerçekten yaratıcı tarzla birleştirdiği gerilla savaşıyla uzun süre askeri üstünlük sağlamış bile olsa, ideolojik ve politik olarak düşmanın alanında savaşıyordu. TEKK ideolojik ve politik olarak düşmanın sınırlarının dışına çıkamamıştı ve bunun bedelini de çok ağır ödedi. Düşman karşısında felsefi, ideolojik ve politik üstünlük kuramazsanız, stratejik üstünlüğünüzü uzun süre sürdüremez ve askeri kazanımlarınızı koruyarak zafere ulaşamazsınız. Devrimci kurtuluş mücadelesinin başarısı felsefi, ideolojik ve politik temellere dayanır.
Felsefi-ideolojik temeli
TEKK’in felsefi-ideolojik temeli, feodal-burjuva düşüncenin eklektik bir bileşimidir. TEKK görüşünü ve esinini Dravida-Damila uygarlığını ve destansı savaş ve şehitlik geleneğini yücelten tarihi destan ve mitlerden hareketle oluşturdu. Bu, TEKK’in önderlik ettiği ulusal kurtuluş mücadelesinin dünya üzerindeki bütün Tamiller arasında böyle güçlü bir yankı yaratmasının nedenlerinden biridir de. TEKK bir süper-kahraman kültüne inandı, kabilesel-feodal yenilmezlik mitolojisini yüceltti ve intihar eylemlerinin şehitliğin ve ruhsal özgürleşmenin bir biçimi olduğuna inandı. Maalesef ki, bu ideolojide kendilerini özgürleştirmek için devrimci mücadeleyi sürdüren kitlelerin yeri yoktu.
Sınıf Temeli
TEKK’in ideoloji ve politikası, ilk kurulduğu 1976-1980 döneminde küçük burjuva romantizmi üzerine kuruluydu. Daha sonra hızla burjuva ulusalcı sınıf yaklaşımını benimsedi. Bu evrede hem burjuva hem de komprador unsurları aynı çatı altında birleştirdi. Feodal ve kast ilişkilerine karşı bir duruş sergilese de, yaygın feodal-sömürgeci düzeni yıkmayı ya da değiştirmeyi hedeflemiyordu. Kadınlara saygı gösterildi ve kadınlar da silahlı mücadelede önemli bir rol oynadılar. Ancak, bu kadınların feodal baskı ve ataerkilliğin prangalarından kurtulması anlamına gelmiyordu. Akılcı ve öz-güvene dayanan bir ekonomik yapı geliştirmek istediler. Ancak sınıfsal temeli nedeniyle TEKK ulusal kurtuluş mücadelesini sürdürmek, bağımsızlık ve demokratik özgürlüğü kazanmak için kitlelere güvenmek yerine emperyalizme ve bölgesel gerici güçlere güvenen bir komprador burjuva sınıfına dönüşmüştü.
Dar Burjuva ulusalcılığı
TEKK hiçbir zaman anti-emperyalist enternasyonalist bir anlayışa sahip olmadı. Mücadelesini yalnızca dünya haklarının kurtuluş mücadelesi bağlamında gördü. Ancak, TEKK’i bu burjuva ulusalcı ideolojisi nedeniyle suçlamayız. Güneydeki sözde “sol” hareketin sınıf işbirlikçisi ihaneti, TEKK’in bu ideolojiyi benimsemesinin ana nedenidir. Daha vahimi, hem Kuzey-Doğu’da ezilen Tamil ulusunu hem de Müslüman ve Hill country Tamil milliyetini kapsayacak Tamil dilini konuşan halkın ulusal kendi kaderini tayin hakkı için başlayan mücadele yalnızca ezilen Tamil ulusunun kurtuluş mücadelesine dönüşmüştü. Hill country Tamil halkının sorunları bir kenara bırakılırken Müslüman milliyeti de düşman olarak hedef tahtasına kondu. 40.000 Müslüman aile –yaklaşık 100.000 ezilen Müslüman demek- TEKK’in talimatıyla zorla Kuzey’den göç ettirildi. Kuşkusuz, dış koşullar da bu dönüşümde önemli bir rol oynamıştı. Devlet Müslüman unsurları TEKK’e karşı kullanmaya çalışıyordu. TEKK’i içerden parçalamak ve saldırmak için değişik silahlı gruplar oluşturdu. Müslüman korucular bu stratejinin ön saflarında yer alacaktı. Ancak, devletin bu politikasını etkisiz kılmanın yolu, Müslüman unsurları dışlamak değil, bu politikanın içyüzünü açığa çıkarmak ve dolayısıyla devleti kitlelerden yalıtmak için onları ortak mücadele cephesine kazanmaktı. TEKK’in dışlayıcı ve aşırı dar bir Tamil ulusal komprador-kapitalist kurtuluş hareketine dönüşmesi esas olarak sınıf karakterinin bir sonucudur.
Kuşkusuz, devlet terör politikası oluşturma ve uygulamada oldukça yetenekliydi ve bu sayede kitleleri TEKK’e göre çok daha sistematik ve çok daha vahşi biçimde harekete geçirerek top yekun bir saldırı başlattı. Bu saldırı karşısında TEKK de sivil halka karşı aşırı şiddet uyguladı. İzlediği bu çizgi, TEKK’i Singala halkından ve Müslüman kitleden uzaklaştırmanın yanı sıra bir kısım Tamille de bağlarının kopmasına yol açtı. Bariz bir gerçek vardı ki, devlet Singala kitlelerinin büyük bölümünü Tamil ulusal kurtuluş mücadelesine ve TEKK’e karşı seferber etmeyi başarmış ve sözde “sol” Tamil ulusal kurtuluş mücadelesine ihanet ederek, devletin ajanlarına ve kiralık katillerine dönüşmüştü. Ancak, bu, ezilen Singala halkının Tamil ulusal kurtuluş mücadelesine sempati duyamayacağı ya da desteklemeyeceği anlamına gelmiyordu, şayet TEKK ezilen Singala halkının da kurtuluşunu savunmuş olsaydı. Durum ne olursa olsun, bir kurtuluş hareketi asla düşmanın düzeyine düşmemelidir. Bir kurtuluş hareketi kitlelere karşı şiddet uygulayamaz. Yozlaşmanın nedeni de asla düşman olamaz.
Politik Çizgi
TEKK’in politik çizgisi, kitlelerin yaratıcı devrimci enerjisini açığa çıkarmak yerine, teknolojinin yıkıcı gücünün yanı sıra kendini mücadeleye adamış seçkin öncünün kahramanlığına dayanır. Gerçekten de, TEKK, ezilen kitlelerin ezen sınıfları ve ezilme koşullarını ortadan kaldırma ve gerçek kurtuluşu sağlama ihtiyacı ve yeteneğini asla harekete geçirmedi. Ezilen ve sömürülen kitlelerin tarihsel insiyatifi baskı altına alındı. TEKK, kitleleri seferber etme yerine, bölgesel ve emperyalist güçlere güvendi. Tamil Nadu politikacıları ve ABD adına çalışan Norveçli arabulucularla değişik ilişkilere girdi. Dahası Sri Lanka yönetici sınıfıyla da ilişki kurdu, başkanlık seçimlerinde muhalefetin adayının yenilgisini garantilemek uğruna rüşvete bulaştı ve Rajapakse’nin başkan seçilmesinin yolunu açtı. Tarihin garip bir cilvesi ki. aynı başkan daha sonra TEKK’e karşı top yekun bir saldırı başlatacaktı. Sri Lanka devletinin yoğun saldırısı altında TEKK Tamil Nadu politikacılarının savaşı durduracaklarına ve Sri Lanka hükümetini görüşme masasına oturması için zorlayacaklarına, bunun için de Yeni Delhi hükümetine baskı yapacaklarına inanıyordu. Oysa, Tamil politikacıları yalnızca biraz daha fazla oy alabilmek için TEKK’in varlığını kullanıyordu. Yeni Delhi hükümeti de Sri Lanka devletinin savaşı sürdürmesi için diplomatik ve askeri desteğini esirgemedi. Pakistan ve Çin de, ABD ve Hindistan’ın Asya kıtasında artan stratejik nüfuzunu kırmak amacıyla cömertçe askeri yardımlarda bulundular. Kimi batılı emperyalist güçler ve Japonya, savaş nedeniyle sıkıntı yaşadıkları gerekçesiyle bu soykırım boyutlarına ulaşan bu savaşa son vermesi için Sri Lanka devletini ikna etmeyi denediler. ABD, Avrupa Birliği, Norveç ve Japonya bu sözde “barış sürecinin” ortak planlayıcılarıydı. Ancak bu çabalar Sri Lanka hükümetince bir kenara itildi ve muazzam kayıplar verdirerek, yıkıma uğratarak ve sivil nüfusu yerinden ederek TEKK’i saf dışı etmeye kilitlendi. Bu arada ABD de, adada stratejik kontrolü sağlamak amacıyla Sri Lanka’nın savaşı sürdürmesinde etkin rol oynuyordu. Savaş süresince ABD (ve İsrail) gelişmiş silahlar ve ekipman sevkiyatını sürdürdü, Sri Lanka ordusunu eğitti, ileri istihbarat teknikleri ve ekipman sağladı ve bu “terörle savaşa” da diplomatik-politik destek verdi. Yine savaş sırasında ABD Sri Lanka devletiyle “Tedarik ve Karşşılıklı Yardım Antlaşması” imzalamak için her fırsatı değerlendirdi ve bu anlaşma sayesinde ABD, adadaki bütün askeri tesislere, kara, hava ve deniz kuvvetlerinin hangisine ait olursa olsun, serbestce girme imkanına kavuştu. Anayurdu savunma gerekçesiyle TEKK’e karşı ultra-yurtsever hükümetin sürdüğü savaş işte böyle bir savaştı.
Örgütsel Çizgi
TEKK’in örgütsel çizgisi, burjuva ulusalcı ideolojik ve politik çizginin bir yansımasıydı. TEKK, oldukça hiyerarşik bir askeri komuta merkezi olarak örgütlendi. Bu aşırı bürokratik bir merkeziyetçilikti, ne iç –ne de dış- muhaliflerin varlığı hoş karşılanmazdı. TEKK doğru ve uygun bir ideolojik-politik çizginin belirlenebilmesi bağlamında iç tartışmaların ve fikir alış verişinin olacağı bir parti örgütlenmesine gitmedi. Politik cephe yalnızca orduya ve askeri hedeflere hizmet edecek bir mekanizma olarak tasarlanmıştı. Nihayetinde, karadan, havadan ve denizden kuşatılması ve ardı arkası gelmeyen saldırılar karşısında korkunç bir çaresizlik içinde kıvranan TEKK, çapraz ateş arasında kalan Vanni sivil nüfusuna insani bir koruma gayretiyle zora dayalı önlemleri azalttı. TEKK’in canlarını kurtarma telaşıyla bölgeden kaçmaya çalışanları öldürdüğü söyleniyordu. Devletin silahlı güçleri sivil kayıpları doğal olarak dert etmiyor ve hatta, bilerek güvenli bölgeleri bombalamaya devam ediyorlardı. Siviller, kelimenin tam manasıyla iki tarafça da rehine olarak tutuluyordu. Kadın, çoluk-cocuk, yaşlı demeden binlercesi öldürüldü. Devlet, soykırım denilebilecek bu savaştan paçayı kurtarabilirdi. Çünkü sivil kayıpların nedeninin TEKK’in sivil nüfusun güvenli bölgelere geçişini engellemesi olduğunu iddia ediyordu. Devlet, Tamil halkını “TEKK’in faşist pençesi”nden kurtarmak için aşırı tedbirlere başvurmak zorunda kaldığı iddiasını bir güzel allayıp pullamıştı. Çok acı dersler bunlar. Maalesef ki, seçkin öncünün cesaretine, kazanılan olağanüstü askeri zaferlere, yapılan muazzam fedakarlıklara ve oldukça üstün bir güce karşı yaratıcı biçimde savaşı sürdürme azmiyle TEKK’in ideolojik-politik-askeri çizgisi örtüşmüyordu.
Sonuç
Eğer dünyayı bilimsel bir gözle görüp analiz edemezsek o zaman onu dönüştüremeyiz. Herhangi bir ülke ya da ulusun kurtuluşunu insanoğlunu sınıflı toplumun cehalet ve esaret prangalarından kurtarma bağlamına yerleştiremezsek, bakış açımız sapar ve tarih bize çok acı bir ders, bedeli halkın kanıyla ödenen bir ders verir. Bu akan kandan öğrenilecek ilk ders, yalnızca öncü komünist partinin liderliğinde Marksizm-Leninizm ve Maoizm biliminin aydınlattığı devrimci proletaryanın yolu, komprador bürokratik kapitalist yönetici sınıfın devlet iktidarını –diktatörlüğünü- yıkarak, dünya devrimini ilerleterek ve insanoğlunu sınıflı toplumun prangalarından kurtararak komünist bir dünya yaratmak için halk kurtuluş ordusunun komutası ve bütün anti-feodal / anti-emperyalist güçlerin birleşik cephesinin önderliğinde, devrimci mücadeleyi –devrimci sınıf mücadelesini de- sürdürmede kitlelerin sınırsız girişkenliğini, yaratıcılığını ve cesaretini açığa çıkarabilir ve nihayetinde emperyalist sistemi yenilgiye uğratarak tarihin mezarlığına gömüp kurtuluşu gerçekleştirebilir.
Yoldaş Surrenda, Seylan Komünist Partisi – Maoist
ÜÇÜNCÜ MAKALE:
Sri Lankalı Eski Tüfek Solcu Lionel Bopage: Ulusal sorun, sınıf ve devrim üzerine
Röpartajı yapan: Peter Boyle, Green Left Weekly
12 Şubat 2013
Lionel Bopage 68 yaşında ve 1970’li ve 80’li yıllarda, Sri Lanka’daki kitlesel bir kurtuluş hareketi olan Janatha Vimukthi Peramuna’nın (JVP-Peoples Liberation Front-Halk Kurtuluş Cephesi) liderlerinden biri olduğu için iki kez hapsedildi ve işkence gördü. Bopage JVP’nin genel sekreterliğine kadar yükselmişti ancak Tamil halkının ulusal kendi kaderini tayin hakkına ilkesel desteği de dahil olmak üzere bir dizi farklı yaklaşımı nedeniyle 1984’te gruptan ayrıldı. Karısı Chitra ile politik sürgüne gitmek zorunda kaldı. Şimdi Avustralya Melbourne’de insan hakları ve sosyal adalet savunucuları olarak yaşamlarını sürdürüyorlar.
Green Left Weekly Bopage’e Sri Lanka kurtuluş mücadelesiyle ilgili düşüncelerini sordu.
1971’de Halk Kurtuluş Cephesi (JVP)’nin genç bir lideri olarak tutuklandığınızda Sri Lanka devletinin politik muhaliflerine uyguladığı şiddeti doğrudan yaşayıp gördünüz. 15 bin yoldaşınız öldürüldü, binlercesi de tutuklandı, ağır işkencelere maruz kaldı ve hapsedildi. Sri Lanka devleti bugün muhalif ve devlet düşmanı olarak görülenlere geçmişe göre daha mı az şiddete başvuruyor?
Hayır. Sri Lanka devleti bugün de dün olduğu gibi muhalif ve devlet düşmanı olarak görülenlere aynı düzeyde şiddetle karşı koyuyor.
Bana göre, devlet baskısı o zamandan bu yana hem niteliksel hem de niceliksel olarak yoğunlaştı. Kayıpların ve öldürülenlerin sayısı 1971’den 1988-1989’a ve 70’lerin sonlarında başlayıp 2009’a kadar süren ayrılıkçı isyan döneminde artış gösterdi. Aynı zamanda değişik işkence yöntemlerine maruz kalanların sayısı da arttı.
1970’de polis, kadroları ve gazete satan taraftarları gözaltına alır, bedenlerinde sigara izmariti söndürerek işkence yapardı. Bu insanlar, hakim karşısına çıkarılmadan olağanüstü hal yasaları uyarınca demir parmaklıkların arkasına konurdu. Mahkemeler onları serbest bıraktığında da polis onları hemen yeniden gözaltına alırdı, hatta mahkeme binasının içinde yapardı bu işi. 1971’de JVP’nin önderliğindeki isyanda iddialara göre 15 bin genç zanlı öldürüldü. Çoğu da yakalandıktan ya da teslim olduktan sonra infaz edildi. Bedenlerin dilim dilim doğrandığı olaylar yaşandı, insanlar boyunlarına araba lastiği geçirilerek diri diri yakıldı, öldürülerek nehirlere atıldı ya da sokaklarda sergilendi. Olağanüstü hal yasaları cansız bedenlerin herhangi bir tıbbi inceleme yapılmadan ortadan kaldırılmasını sağladı. Dolayısıyla, güvenlik güçlerinin işlediği suçlar da böylece hasıraltı edilmiş oldu. JVP’nin önderliği ve taraftarları da dahil olmak üzere yaklaşık 50 bin kişi hapsedildi. Keyfi tutuklama, işkence ve infaz gündelik hayatın bir parçası haline geldi.
Özellikle kayıplar ve yargısız infazlar, 1983’te JVP’nin yasaklanmasının ardından giderek artan bir sıklıkla yaşanmaya başlandı. Bu olaylar, Tamil militanlarının ayrı bir devlet kurmak amacıyla 1970’lerin sonlarından itibaren silahlı mücadele yürüttüğü adanın Kuzey-Doğu’sunda 4 yıl süreyle yoğunlaştı. 1987 ortalarından 1990 başlarına kadar Sri Lanka’nın Güney’inde silahlı muhalefetin yükselmesi sonucu kayıplar ve yargısız infazların sayısında keskin bir artış yaşandı. İddialara göre, 1988-1989’da, 60 bin kişi devletin güvenlik güçleri ve paramiliter gruplarca katledildi.
Ayrılıkçı silahlı mücadele döneminde, güvenlik güçlerine ciddi insan hakları ihlallerine yol açacak olağanüstü yetkiler tanındı. İddialara göre, savaşın son evresinde yaklaşık 40 bin olmak üzere bütün isyan süresi boyunca toplam 100 bin insan öldürüldü. Güvenlik güçleri, kendilerine tanınan dokunulmazlık zırhıyla, her geçen daha fazla suça gömüldüler. Terörizmi Önleme Yasası, 1979 Temmuz’undan bu yana ulusal çapta olağanüstü halin uygulandığı 1989 Ocak ve Haziran arasındaki 6 aylık süre dışında, neredeyse sürekli yürürlükte kaldı.
Kısa süre önce hükümetin olağanüstü hala yasalarının uygulama süresini uzatmaması sonucu bu yasalar yürürlükten kalktı. Ancak, bununla birlikte, hükümet yeni yasalar yürürlüğe koydu ve onları Kamu Güvenliği Yasası’nın 12. bölümünde yer alan ve silahlı kuvvetleri 25 bölgede kamu düzenini koruma ve sürdürmeden sorumlu tutan bir Talimname’yle birleştirdi.
Ölüm ve işkence timleri karşı savaş boyunca Tamillerin militanlığına kullanıldı. Kaçırma ve kayıplar Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları’nın (TEKK) askeri yenilgisinden sonraki 4 yıl boyunca da devam etti. Bu timler, devlete karşı her türlü politik muhalefeti bastırmak için kullanıldı. Muhalifler ve insan hakları örgütleri, birçok politik aktivist ve gazetecinin genellikle beyaz renkli minibüs kullanan silahlı adamlar tarafından kaçırıldığını bildirdi. Bu timlerin güvenlik güçleriyle birlikte çalıştığı bilinen bir gerçek. Ayrıca, muazzam bir askeri aygıt varlığını koruyor ve her geçen gün daha da büyüyor. Sri Lanka, 2013 yılında savunma harcamalarında yüzde 25’in üzerinde artış planlıyor. Savunma ve Kırsal Kalkınma Bakanlığı’na 2, 2 milyar dolarlık bir bütçe tahsis edildi. Bu miktar TEKK’le silahlı çatışmanın sona ermesinden sonraki üç yılın bütçesinden daha fazladır. Güvenlik güçleri, ordu, donanma ve hava kuvvetleri de dahil yaklaşık 400 bin etkin personelden oluşuyor. Ordu, sivil yönetimlerin görevlerini yerine getirilmesinde de giderek daha çok rol üstleniyor.
Ulusal sorun konusundaki fikirleriniz sizin hakkında yazılmış olan Lionel Bopage Öyküsü’nde geniş bir yer tutuyor ve bu sorun Sri Lanka Solu’nu onlarca yıl zorladı ve bölünmelere yol açtı. Solun bu sorun bağlamında bugünkü duruşuna ilişkin ne düşünüyorsunuz ve sol için Tamil azınlığın kendi kaderini tayin hakkını tanımak neden böyle büyük bir sorun yumağı haline geldi?
Sri Lanka solunun, Singala, Tamil ve Müslüman toplulukların içinde yer alacağı birleşik bir kitle hareketi yaratması yakın gelecekte pek mümkün gözükmüyor. Çünkü bağımsızlıktan bu yana yaşanan ihanetlerin, ayrımcılığın ve vahşi savaşın sonucu olarak topluluklar arasında derin bir güvensizlik ve yaralar var. Ben, kendi adıma, başlangıç noktasının Halk Kurtuluş Cephesi (JVP) ve Öncü Sosyalist Parti (PSP) de dahil olmak üzere solun geniş bir iktidar devrinin gerekliliğini kabul etmesi olduğuna inanıyorum ve bu, kuzeydeki Tamil gruplarıyla daha geniş birliklerin kurulabilmesine fırsat da sunabilir.
Kendi kaderini tayin hakkı, kapitalist sınıfın yöneticilerinin yanı sıra işçi sınıfınca da savunulan burjuva demokratik bir haktır. Bu ilke, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. Maddesinde yer alır ve ABD Başkanı Woodrow Wilson ve Sovyetler Birliği’nin kurucusu V. I. Lenin tarafından da benimsenmiştir. 1976’da yürürlüğe giren hem Uluslararası Medeni ve Politik Haklar Sözleşmesi’nin hem de Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin ilk maddelerinde bu ilke bütün halklar için bir hak olarak tanımlanır.
Tarihsel olarak açıktır ki, bu hak, politik bağımsızlıktan üniter bir devlet yapısı içinde tam bütünleşmeye kadar bir dizi farklı biçimde kullanılabilir. Bazıları için tek kabul edilebilir uygulanma biçimi, Tamil militan mücadelesi örneğinde de görüldüğü gibi, tam politik bağımsızlıktır. Bu uygulama biçimi, genellikle, uluslar ya da ulusal topluluklar işgal ya da sömürgeleştirilmeye maruz kaldığında gündeme gelir. Başka uygulanma biçimleri de vardır. Belli bir düzeyde politik, kültürel ve özerklik, bazen federal bir yapı içinde, talep edilebilir. Kimisi için bu hak, dış müdahale ve saldırı olmadan da geleneksel topraklarında yaşama ve onu yönetme talebidir. Bu nedenle, yalnızca solda yer alanlar değil, burjuva demokrasisini savunanlar da, Sri Lanka’daki Tamil topluluğunu bir halk olarak kabul etmelidir.
Bununla birlikte, Marksistler de ulusal sorun konusunda çelişkili görüşler savunmuşlardır. Onlar esas itibariyle, ulusal bilinci değil, ezilenlerin sınıf bilincini yükseltmek ister. Marx zamanında bu çelişkili duruma dikkat çekmişti. Marx’a göre, burjuvazi, aristokrasi ve monarşiye karşı mücadele ederek ve bu mücadeleyi kazandığı kimi durumlarda toplumda devrimci bir rol oynamıştır. Marksistler açısından bu zorlu sorunun diyalektiğini Rosa Luksemburg ve Lenin yazılarında incelemiştir. Rosa Luksemburg, (bu konuda yayınevinin bir kararı olmalı. Aslında doğrusu orijinal imla ama çok kullanılan isimlerde Türkçe imla kullanılabiliyor; Napolyon gibi) ulusal sorunun proletaryanın gerçek çıkarlarının altını oyabileceğini söylerken, Lenin ise uygun tarihsel koşullarda sosyalizmin ulusal kurtuluş sorunuyla uyumsuz olmadığını ileri sürmüştür.
JVP, 1971 ayaklanmasının ardından yeniden örgütlendiğinde, ulusal sorun konusundaki yaklaşımını değiştirmeyi denedi. Bu, biyografimde geniş biçimde ele alındı. İnanıyorum ki, JVP liderliğinin 1980’lerin başlarında kendi kaderini tayin hakkını tanımamasında devletten baskı görme korkusu önemli bir rol oynamıştır. 1983’te JVP’nin yasaklanmasıyla Parti yer altına geçmek zorunda kaldı. 1983’te, JVP, Tamil halkının kendi kaderini tayin hakkını tanımaktan bile uzaklaştı. Dolayısıyla, sosyalist bir partiden şövenist bir partiye dönüştü. Parti liderliğinin oportünizmi bu kayışta temel faktördü. Parti liderliği, 1972 öncesinde parti programında yer alan “Hindistan yayılmacılığı” sloganını yeniden gündeme taşıdı. JVP’nin sosyal tabanı esas olarak kırsal, yarı-proleter ve küçük burjuva Budist Singala gençliğinden teşekküldü. Ülkedeki yeni sömürgeci politik ve ekonomik gelişmeler, Singala ve Tamil gençliği arasında yakınlaşmaya yol açmadı. JVP üyelerinin büyük bölümüyle Tamiller arasındaki ilişkiler oldukça sınırlıydı. Öyle ki, Tamil halkının yüz yüze kaldığı sorunları neredeyse hiç anlamıyorlardı.
Yönetici elitin ulusal sorunu ekonomik sorunları gizlemek amacıyla kullandığın görmek gerek. Sol, ayrılıkçı talepleri gündeme gelmesine neden olan sosyal ve politik haksızlıkları görmeli, bu haksızlıkları anlatmanın bir yolunu bulmalı ve daha adil ve daha iyi bir toplum kurmak için bu temelde bütün emekçileri birleştirmeye çalışmalıdır.
Avustralya hükümetinin Sri Lanka devletiyle gizli antlaşması Sri Lankalı mültecileri engelleme ve yasa dışı ilan etmeye odaklanıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İşçi Partilerinin ve Liberal partilerin bu soruna ilişkin yaklaşımları giderek daha çok birbirine bezemeye başladı. Mülteci sorunu, insan kaçakçılığı ve sınır güvenliği gibi gerekçelerle gözden ırak tutulmaya çalışılıyor.
Son verilere göre, 2011-2012’de Sri Lankalı iltica başvurularının 299’u kabul edilirken 45’i reddedilmiş. Dolayısıyla, gerçek mülteci sayısı başvuranların yüzde 87’si olarak hesaplanır ki, bu her koşulda oldukça yüksek bir orandır. Botlarla gelen ve gerçek mülteci olarak kabul edilen başvurucuların sayısında bir azalma yok. Çünkü iki devlet arasındaki gizli anlaşma esas olarak Sri Lanka’dan mülteci akışını durdurmaya yöneliktir.
Bence, insanlar Sri Lanka’dan politik baskı, korku, ekonomik zorluklar, aile birleşmesi vb. nedenlerle kaçıyor. Mesleksahibi birçok insan, Avustralya’daki ekonomik olanaklardan yararlanma amacıyla göç ediyor ve bunu ekonomik göçmenlik olarak tanımlamalıyız. Eğer Sri Lanka’da adil fırsatlar olsaydı göç edeceklerini sanmıyorum. Bugün Sri Lanka’da mülk sahipleriyle mülksüzler arasındaki uçurum geçmişe nazaran çok daha büyük. İşsizlik had safhada. GSMH’nın büyüme oranı yüzde 5 ancak bölüşüm adil değil.
Avustralya hükümeti Sri Lanka devletiyle Sri Lanka sahillerinden botlarla ayrılan insanların engellenmesi amacıyla istihbarat ekipleri sağlanması için bir anlaşma yaptı. Scoot Morrison ve Julia Bishop’un açıkladığı gibi, Sri Lanka hükümeti Avustralya’nın yardımıyla ülkeyi botlarla terk eden her üç mülteciden birini yakalıyor ve amaçları üçte üçoranını tutturmak.
Bu işbirliği, politik baskı altında olan ve hayatlarından endişe den insanları, maddi olanakları ölçüsünde ve bulabildikleri araçlarla adayı terk etmekten alıkoyuyor. Bu durum, bu insanların uluslararası sözleşmelere ve mültecilik yasalarına göre koruma bulma haklarının ihlalidir. Avustralya hükümeti, Sri Lanka’daki anti-demokratik uygulamaların ve yoğun insan hakları ihlallerinin farkında olmasına rağmen, Sri Lanka devletiyle dostane bir ilişki sürdürmeye çalışıyor. Çünkü başlıca amacı, Sri Lanka’dan Avustralya’ya gelecek botları durdurmaktır. Bu nedenle, Sri Lanka’daki insan hakları ihlallerini ülke içinde çözümlenmesi gereken bir iç sorun olarak tanımlıyor!
Geçen yıl JVP büyük bir bölünme yaşadı ve Öncü Sosyalist Parti (PSP-Frontline Socialist Party) kuruldu. Bunu olumlu bir gelişme olarak görüyor musunuz ve yeni parti JVP’yi sağcılaştıran Singala şövenizmini kırdı mı?
JVP içindeki muhalif bir grup 2010 yılında parti liderliğini ve organlarını ele geçirmeyi denedi. Muhalifler JVP içinde Jana Aragala Vyaparaya ( – Halk Mücadele Hareketi) adında bir fraksiyon kurmaya karar verdi. 2011’de JVP içinde büyük bir bölünme yaşandığına dair haberler duyulmaya başlandı. Geçen yıl, bir grup JVP’den koptu ve Peratugami Samajawadi Pakohaya (PSP -–Öncü Sosyalist Parti) adında yeni bir örgüt oluşturdu. PSP’nin ortaya çıkışı ve yer edinmesi, özellikle askeri çatışmalarla birlikte sınıf gündemini tali plana itmiş adadaki sol ve diğer halk hareketleri için umut ışığı oldu. PSP’nin açıklamaları ve diğer bildirgeleri hizipçilikten uzak ve neo-liberal güçler ve yerel sınıf güçlerinin dengesi arasında bir anlayışa dayalı uluslararası eğilimleri içeriyor.
Yeni grup ve devlet arasındaki sınıfsal uzlaşmazlık, üyelerinin kaçırılmasından da anlaşılabileceği gibi, belirgindir. PSP’nin önde gelen iki Tamil üyesi, yoldaş Lalith ve Kuhan devlet tarafından kaçırıldı. Ayrıca yine PSP’nin önde gelen iki politbüro üyesi kaçırıldı ve Avustralya hükümetinin müdahalesi sonucu serbest bırakıldılar. Laith ve Kuhan’dan ise bugüne kadar ne bir haber alındı ne de bulundular. PSP’nin gözünü korkutmaya ve zayıflatmaya yönelik bu kaçırmalar pek şaşırtıcı değil. Çünkü, devlet PSP’nin daha güçlü bir politik yapıya dönüşmesini varlığına bir tehdit olarak algılıyor.
PSP’nin özeleştirel yaklaşımı, 2004 sonrası dönemle, JVP’nin SLFP’nin liderliğindeki burjuva koalisyonunda yer aldığı dönemle sınırlı gözüküyor. Özellikle ulusal soruna ilişkin olarak JVP ve liderliğinin önlerini kestiği, ideolojik sınırlarda kalacakmış gibi. JVP, TEKK’in askeri yenilgisine kadar savaşa tam destek vermişti. PSP üyeleri bu sorunda farklı bir tutum benimsediklerini açıkladı ve bu konuya ilişkin JVP içinde de ideolojik bir tartışma yaşandı. O zamandan bu yana JVP ve PSP, JVP’nin Demokratik Ulusal İttifak koalisyonunda yer almasının politik bir hata olduğunu söylüyorlar. Her iki parti de ülkenin Kuzey ve Doğusunda rejimin askerileştirilmesine karşı çıkıyor. Aynı zamanda adada vuku bulan insan hakları ihlallerini de gündeme taşıyorlar.
PSP’nin ulusal sorun konusundaki duruşu hala belirsizliğini koruyor. Sorunla ilgili soruları muğlak yanıtlarla geçiştiriyorlar. Ada toplumunun çok etnikli yapısını kabul etmesine rağmen, ezilen ulusal toplulukların kendi kaderini tayin hakkını tanımaya yanaşmıyorlar, hatta burjuva demokratik bir hak olarak bile. JVP gibi, PSP de iktidar yetki devrine karşı çıkıyor, dikey ulusal çizgiler çekmekten kaçınıyor. Ancak, sınıf mücadelesini ilerletmek amacıyla farklı ulusal toplulukların proletaryasını birleştirmeye çalışıyor. PSP liderliği de iktidar yetki devrinin Hindistan’ın dayattığı bir slogan olduğunu düşünüyor:
“Hindistan’da dahil olmak üzere emperyalist güçler bölgenin politik gündemine uygun sözde iktidar devri ve kendi kaderini tayin hakkını vaaz ve teşvik ediyor. Biz de, farklı ulusal topluluklar arasındaki farklılıkları daha da arttıracağından üniter devlet anlayışına karşıyız. Ancak hem üniter hem de federatif devlet yapıları günümüzde aynı neo-liberal kapitalizme hizmet eder.”
Hepimiz hemfikiriz ki farklı ezilen halkların kapitalizm koşullarında sosyo-ekonomik ve kültürel arzularını gerçekleştirme mücadeleleri yalnızca geçici kazanımlar sağlar ve bu kazanımlar kapitalist toplumda zenginliğin birkaç elde toplaşmasının sürekliliği nedeniyle uzun süre korunamaz. Ancak, bu, söz konusu mücadelelerin gereksiz ya da yararsız olduğu anlamına gelmez. Bu mücadeleler, emekçi halkın arzularının karşılanmasının kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu koşullarda mümkün olamayacağının kavranmasına yardımcı olur. Kapitalist toplumun sınıf doğasını göz önüne sererek ilerici ve sosyalist güçler söz konusu kazanımların kapitalizm koşullarında korunamayacağını açıklamalıdır. Eğer yukarda aktarılan fikir doğru kabul ediliyorsa o zaman işçiler ücret artışları ve daha iyi çalışma koşulları için de mücadele etmemelidir. Çünkü, bu da kapitalizmin neo-liberal biçimde ayakta kalmasına destek olarak görülebilir. İkincisi, Lenin’e göre federalizm, özerklik, iktidar devri ya da ademi merkeziyetçilik kapitalizm koşullarında, emekçi halklar arasında karşılıklı güveni sağlamak ve sosyalist bir gelecek kurmak amacıyla onları birleştirecek geçici de olsa gerekli tedbirlerdir.
Bununla birlikte, PSP’nin ezilen halkların insani ve demokratik haklarını savunurken diğer ilerici örgütlerle etkin bir işbirliği yaptığı kuşkusuz doğrudur. Adadaki tek sosyalist parti olduğunu iddia eden JVP’den farklı olarak, PSP solun politik gelenekleri ve eğilimlerinin çeşitliliğini ve değişik deneyimlerden öğrenme ve sosyalizm yolunda ilerlemek için solun birlikte çalışmasının acil gerekliliğini kabul ediyor. PSP, JVP’den oldukça farklı bir tutum sergiliyor, öyle ki, PSP geçmişe öz-eleştirel bakmak ve başkalarının deneyimlerinden de öğrenmek istiyor.
JVP ve Tamil Kaplanları’nın silahlı mücadelesinden çıkarılması gereken dersler nelerdir?
Hem JVP (bütün tarihi boyunca) hem de Tamil Kaplanları (1970’lerin sonlarında ve 80’lerin başlarından bu yana) TEKK sosyalizme herhangi bir bağlılık vurgusunda bulunmadı. Politik olarak sınıfa değil de etnisiteye dayalı bir çizgiye kaydılar. Her iki hareketin de kitle tabanı burjuva ulusalcı ideolojinin etkilediği kır gençliğiydi. JVP aynı paranın Singala yüzünü TEKK de Tamil yüzünü temsil ediyor.
JVP kapitalist devletle ortaklık kurmaya hevesliydi ve Tamil halkının adil ve haklı taleplerine itibar etmiyordu. Orduya, kapitalist devlet ve bürokrasisine ve dinsel hiyerarşiye destek verdi. JVP’nin 1970’lerdeki amacı Sri Lanka devletini silahlı bir ayaklanmayla yıkmaktı. 1990’lardan itibaren bu hedefinden uzaklaştı.
Singala ve Müslüman halkla birleşme ve ortak mücadelenin gerekliliğini anlamayan TEKK kuzey-doğunun yönetiminde kapitalist devletle bir antlaşmaya ulaşmayı hedefledi. TEKK’in geçmişteki amacı, Singala devletinin işgalci güçlerini geleneksel anayurtlarından uzun süreli silahlı mücadeleyle söküp atmaktı, asla Sri Lanka devletini yıkmak değil.
1990’larda TEKK devlet güçlerine karşı koyabilen silahlı bir güce dönüştü ve savaşçı kadroları yeni devlet aygıtları oluşturdu.
Politik şiddet kuzey ve doğuda gündelik hayatın bir parçası haline gelirken devletin ve Tamil militanlarının çatışması tabanda safların keskinleşmesine ve Sri Lanka’daki Tamil, Müslüman ve Singala toplulukları içinde ve arasında ayrışmalara yol açtı. 1983 Temmuz isyanları sonrasında Tamil militanlar, özellikle TEKK, Malayala Tamilleri ve Müslümanları dışında, Tamil çoğunluğunun temsilcisi haline geldi.
Bunlar, JVP ve TEKK’in silahlı mücadelesi arasındaki benzerliklerdir. Her ikisi de sekterdi ve politik muhaliflerini saf dışı etmeye çalıştılar. Her ikisi de ilerici politik gruplarla işbirliğine girmekten kaçındı. TEKK çok iyi silahlanmıştı ve gelişmiş silah ve askeri teknolojiye ulaşma imkanları vardı. Ancak devlet çatışmada üstünlüğü ele geçirdiğinde TEKK bütün barutunu tüketmişti ve alternatif bir planı yoktu. JVP’nin silahlı mücadelesi de aynı akıbete uğradı.
Bütün bunlardan çıkarılması gereken ilk ders, bir başına silahlı mücadelenin nihai zafere ulaşmada yeterli olmayacağıdır. Ortadoğu’da yaşanan son deneyim (Mısır’da Arap Baharı ayaklanmaları gibi) kitle ayaklanmalarının gücünü ortaya koyuyor. Diğer bir ifadeyle, 11 Eylül sonrası dünyada yalnızca silahlı mücadeleye güvenen bir örgütün başarı şansı yok denecek kadar azdır.
JVP de TEKK de Sri Lanka’daki ekonomik ve politik sorunların ürünüdür. Devlet, hem JVP’yi hem de TEKK’i kaba kuvvetle ezdi. Her ikisi de ayrı ayrı ve uzlaşmaz biçimde devlete karşı koydu. Daha sonra, JVP ve TEKK yine ayrı ayrı ama bu kez eş zamanlı olarak Hindistan Barış Koruma Gücü’ne (IPKF) karşı savaştılar. JVP ve TEKK’in ideolojileri mevcut gerçeklere değil, kendi ulusalcılıklarına sadakate dayanır.
JVP ve TEKK deneyimlerinden çıkarılacak önemli dersleri sıralarsak;
Sri Lanka’daki bütün topluluklardan emekçilerin daha iyi bir Sri Lanka için birleşik mücadelesi,
Silahlı mücadeleden çok emekçi halkın gücüne güvenme,
Her ne pahasına olursa olsun sivillere şiddet kullanımından kaçınma,
Örgüt içindeki maceracı eğilimlerin yenilgiye uğratılması,
Uluslararası ölçekte emekçilerin Sri Lanka’daki mücadelelere desteği
Gereklidir.
27 Çevirmenin notu: Burgher, Fransızca burjuva sözcüğüyle aynı kökten gelen Alman burger sözcüğünden gelir. Sri Lanka’yı işgal eden ve yerli kadınlarla evlenen Portekiz, Hollandalı ve İngiliz sömürgecilerin soyundan gelen kuşakları tanımlar. Kentli orta sınıf anlamındadır. Dinleri Hristiyanlık, dilleri ise İngilizcedir.
[2] Çevirmenin notu: Seylan ismi Ada’ya 1505 yılında ilk gelen Portekizliler tarafından konmuştu. Seylan adı 1972’de Sri Lanka olarak değiştirildi.
[3] Çevirmenin notu: Karuna’nın, TEKK’in ikinci adamı olduğu söylenir. Doğu eyaletindendir. 2004 yılında, Doğu eyaletinden TEKK’e katılanların örgütün üst organlarında söz hakkına sahip olmadığını ileri sürerek örgütten ayrıldı ve bir kısım savaşçıyı da beraberinde götürdü. Kısa süre sonra devletin saflarına geçerek TEKK’e karşı savaşmaya başladı. Bunun üzerine onunla birlikte hareket eden eski TEKK savaşçılarının bir bölümü örgüte geri döndü.
[4] Çevirmenin notu:19. Yüzyılda İngilizlerin Hindistan’ın Tamil Nadu eyaletinden çay plantasyonlarında çalıştırmak için getirdiği Tamillerin yerleştirildiği Sri Lanka’nın orta dağlık bölgesini ifade eder. Up Country olarak da tanımlanır.