Venezuela hakkında yazmak acı verici. Bunu yapmak, ilk kez kaynakların yeniden dağıtılmasında payı olan bir insanın dramını ele alırken on yıllardan beri radikal Latin Amerika soluna referans olan bir siyasi sürecin gerilemesinin tartışılması anlamına geliyor. Tartışmalarda her iki tarafın kurmuş olduğu alternatif bakış açıları, tekrarlayıcı ve eleştirel görüşlere izin vermemektedir. Çoğu kez, bir yandan, Venezuela’nın diktatörlük ya da demokrasi olup olmadığı konusundaki niyetlerini gizleyen sağ kanat neoliberal oportünizm ya da diğer taraftan Chavista süreci ile Venezuela halkının acısına karşı kayıtsız şartsız bir dayanışma içinde olmamız gerektiği arasında bir seçim yapmamız gerektiği iddia ediliyor.
Durumun karmaşıklığına ve Latin Amerika solu için Chavismo’nun başarılarının ve başarısızlıklarının mirasına adaletli bakmak için, Bolivarcı sürecin tarihine ve mevcut durumun altında yatan toplumsal ve siyasal dinamiklere derinlemesine bakılması gerekmektedir. Bu makale, Venezuela’da neler olacağını tahmin etmenin yanı sıra, bir siyasi proje olarak dünya genelinde ortaya çıkan Chavismo’nun mirasına sahip olan anti-neoliberal girişimler nedeniyle Chavismo’nun krizini ve dünya çapında bir etkisi olacağını göstermektedir.
Puntofijismo Krizi
Chavismo’ya yol açan tarihi bağlamı ortaya çıkarmak, mevcut krizin henüz üzerinde yeterince durulmamış bir yönüdür. 1958-1993 yılları arasında Punto Fijo Paktı Venezuela’nın siyasi düzenini karakterize etti. Bu koalisyon, sosyal-demokrat bir parti olan Demokratik Hareket (AD) ve sosyal-hristiyan olan Bağımsız Siyasi Seçim Örgütü (COPEI) komitesi olmak üzere iki ana siyasi partiyi birleştirdi. Her iki parti de seçimleri kimin kazandığına bakmaksızın ulusal bir birlik hükümeti kurma konusunda anlaştılar. Ayrıca, asgari düzeyde kendi aralarında kamu kurumlarının kontrolünün paylaşılmasını kabul ettiler. Bu iş çevrelerinin, devlet bürokrasinin ve petrol işçilerinin geçim kaynaklarının hepsinin etrafında toplandığı ve Venezuela’nın devlet petrol şirketi olan PDVSA’nın verdiği ekonomik rant üzerine dayanan bir toplum oluşturdu. Bu arada “Punto Fijo meritokrasisi”, işçilerin, köylülerin ve marjinal grupların önemli bir bölümünü dışladı.
1970’lerde AD ve COPEI, daha önce kendilerini destekleyen sosyal yapıdan çok uzaklaşmış olan istemci ve yozlaşmış seçim makinalarına dönüştü. Bu, petrol fiyatlarındaki düşüş ile birlikte, uzun süren bir ekonomik ve politik krizi beraberinde getirdi. Daha sonra, AD’den Carlos Andrés Pérez’in (1989-1993) ikinci döneminde önerdiği radikal mali uyum politikaları, Şubat ve Mart 1989’da Caracazo olarak bilinen büyük bir halk ayaklanmasına yol açtı. Bu protestoların şiddetle bastırılması yüzlerce insanın ölmesine ve binlerce insanın kaybolmasına yol açtı.
Reformlar yürürlüğe girdi, ancak krizi çözemedi. 1993’te Pérez’in yolsuzluk suçlaması nedeniyle görevden alınmasının ardından, eski COPEI’li politikacı Rafael Caldera’nın sol örgütlerle ittifak kurduğu yeni bir sosyal-Hristiyan partisi, anti-neoliberal bir platformda yürütülen seçimi kazandı. Bu Punto Fijo’nun dışındaki ilk cumhurbaşkanlığı zaferiydi. Bununla birlikte, Venezuela tarihinde yaşanan en büyük finansal kriz, Caldera’nın IMF ile müzakereye başlamasına ve ortodoks parasal önlemlerden oluşan bir plan olan “Venezuela Gündemi” ni yürürlüğe koymasına, refah programlarını kesmesine ve petrol endüstrisinin uluslararasılaşmasına neden oldu. Bir kez daha, tedbirler sosyal huzursuzluklarla karşılandı.
Bu kriz, Hugo Chavez’in 1992’de başarısız bir darbe girişimi sonrasında hapishaneden çıkarılmasının ardından yaptığı yoğun siyasal faaliyetin başlangıcıyla çakıştı. 1997’de tümüyle gayri-meşru siyasi sistem bağlamında, askerlerin, entelektüellerin ve sol-kanat militanların bir kısmının desteği ile Beşinci Cumhuriyet Hareketi’ni (MVR) kurdu. Hugo Chávez ve MVR, Venezuela halkının büyük huzursuzluğuna ses, yön ve umut verdi. Bir sonraki yıl cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı.
Chavismo’nun Yükselişi ve Gelişimi (1999-2013)
Chavez ilk projesinde, Latin Amerika’daki geleneksel solda mevcut olan popülizmden uzak durmadı: anti-emperyalist söylem, ulusal egemenliği yeniden düzenleme çabaları, devletin merkeziyetçiliğini vurguladı ve gelirin yeniden paylaşılması şeklindeki önemli programını bir askeri güçle yönetti. Chavez’in ilk yönetiminin en büyük önceliği, bir kurucu meclisi aracılığıyla yeni bir anayasa oluşturulmasıydı. Yeni anayasa, petrol endüstrisi ve diğer kamu ya da stratejik ilgi alanlarında devlete münhasır haklar veren Venezuela ekonomisinin kapitalist karakterini onayladı. Aynı zamanda, daha geniş halk katılımı ve çeşitli neoliberal reformlar için çeşitli mekanizmaları dâhil etti ve ekonomik, sosyal ve kültürel hakları önemli ölçüde genişletti. Bolivarcı sürecin ilk aşaması, anti-emperyalist ve milliyetçi olmasına rağmen yine de esasen kapitalist olarak kalmış bir devlet kurmayı amaçlıyordu.
Chavez’in yönetimi içindeki ilk gerginlik, Venezuela ekonomisinin petrol gelirlerine aşırı bağımlılığı göz önüne alındığında ulusal bir öncelik olan PDVSA’yı içeriyordu. Şirketin devlete yaptığı doğrudan katkılar yüzünden şirketi özelleştirme çabaları da durduruldu. Daha sonra, Venezuela OPEC’e giriş yaptı, Libya ve Irak gibi ülkelerle birlikte fiyatları kontrol etmek için bir anlaşma yaparak ABD ile ilişkileri azaltmaya başladı. Sonunda, Chavismo’nun bu erken hamlesi, büyük tarımsal mülklerin gücünü sınırlayarak ve hükümete PDVSA üzerinde siyasi ve ekonomik kontrol imkânı sağlayarak Venezuela’nın başkentiyle karşı karşıya gelmesini sağladı. Her iki eylem de rakipleri tarafından özel mülklere yönelik saldırılar olarak etiketlendi.
Chavez’in ikinci yönetimi sırasında (2001-2007) sağ kanat muhalefetle olan çatışmaları büyük ölçüde yoğunlaştı. Bu muhalefet büyük oranda ordu, ticaret sahipleri, Punto Fijo partileri, eski PDVSA “meritokrasi” ve neredeyse tüm Venezuela kitle iletişim araçlarına sahip sektörlerden oluşuyordu. Chavez 2002’de hem halk ayaklanması tarafından bastırılan bir darbe hem de Venezuela Ticaret Odası (FEDECAMARAS)’ın çağrısıyla PDSVA’nın üst düzey yöneticileri ve “meritokrasisi” nin uyguladığı bir petrol greviyle yüzleşti. Bu zorlukların üstesinden gelme başarısı onu politik olarak büyük ölçüde güçlendirdi. Bu, muhalefetin bazı kesimlerinin dağılmasına ve Chavismo’nun dayandığı halk gruplarıyla yeni bir antlaşmanın kurulmasına izin verdi. Chavez’e oy vermiş olsalar bile, bu çatışmalar sırasında halk kesimleri bu hükümetin kendi hükümetleri olduğunu varsaymaya başladı.
Mali krizle mücadele eden ve anayasal süreci ele alan ilk yıllar geçtikten sonra, Chavista yönetiminin odağı kaymıştı. Muhalefet, Chavista sürecinin sürekliliğini sağlamaya ihtiyaç duyduğunu belirterek referandum çağrısı yaptı. Ve hükümet, Misiones (Misyonlar) aracılığıyla yeni bir sosyal politika uygulamaya başladı. Petrol gelirleri Venezuela halkının gelir düzeyini; sağlığa, eğitime, iletişime ve kültüre erişimini iyileştirecek şekilde radikal bir şekilde demokratik bir mekanizma ile dağıtıldı. Neoliberal politikaların aksine, Chavista Hükümeti’nin sosyal harcamaları, eşitsizliği azaltmanın yanı sıra, onu desteklemek için gerekli olan kurumlarla birlikte yeni bir sosyal ve üretken ağ kurmayı amaçlıyordu. Chávez oyların % 59’u ile referandumu kazanarak 2004 yılında yöneltilen suçlamalara karşı uygulanan politikaların meşruiyeti ve popülaritesini güçlendirdi. O yılın sonlarında, Chavista partisi 23 valilik yarışının yalnızca 2’sini kaybetti. 2005 yılında, muhalefet Ulusal Meclis’ten atılma korkusu yüzünden parlemento seçimlerine katılmaktan vazgeçti. Sonunda, Chávez 2006 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde % 63 oy aldı.
Chavez, OPEC’in fiyat kontrol stratejisinin lideri oldu, Brezilya ve Arjantin hükümetleri ile bir ittifak oluşturarak, Bolivya ve Ekvador hükümetlerini de destekleyerek, ABD’nin Latin Amerika ülkelerini kendine tabi kılma politikası olan (FTAA)’ya meydan okudu. Brezilya ve Arjantin hükümetleri ile ittifak kurarak, Bolivya ve Ekvador hükümetlerini de destekleyerek ALBA’yı (Latin Amerika İçin Bolivarcı İttifak) kurdu. Chavez, 2007’de Venezuela’da “geçiş” evresinin sona erdiğini ve şu an “21.yy Sosyalizmi” ne doğru ilerlediğini ve Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi’nin (PSUV) sosyalizmi inşa etmeye başladığını açıkladı. Böylece, Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nin sosyalist olduğunu, başkana olağanüstü yetkiler verdiğini, devletin yeniden hidrokarbon kaynakları üzerinde mülkiyete ve kontrole sahip olduğunu, yeniden seçilme kısıtlamalarının kaldırıldığını ve ülkenin siyasi ve bölgesel olarak yeniden örgütlendiği bir anayasa reformunu önerdi. Öneri nihai olarak 2007 anayasa referandumuyla reddedildi.
Şu an Chavista süreci bir dönüm noktasına geldi. Chavistalar ülkeyi petrol gelirine ve uluslararası ekonomik döngülere daha az bağımlı kılmaya çalışmak yerine, petrol geliri dağılımını, ticari ve finansal Chavista ticaret sektörünün kurulmasının odak noktası yaptı. Böylece, “doğal kaynakların laneti” uzun vadeli demokratikleşme çabalarını ortadan kaldırdı.
Maalesef Chavismo, demokrasiyi radikalleştirmek yerine sosyalizmi, devletçilik ve dikeyliğe indirgemekle sonuçlandı. ABD ve Venezuela’nın gerici muhalefetiyle çatışmalar ve bölgenin göreli az gelişmişliğinin dayattığı zorlukların ötesine geçen Chavismo, yükselme döneminde olduğu anda toplumsal ve siyasal süreci radikalleştirmek için tarihi fırsatı kaçırdı. Bu anlamda, Nicolas Maduro’nun devraldığı toplumsal ve politik koşullar petrol fiyatları düştüğünde patlasa bile, bunun kökenlerini anlamak için iktidara gelmeden önceki yıllara bakılmalıdır.
Chavez’den sonra Venezuela
2013’te petrol gelirlerinin düşmesiyle birlikte Nicolas Maduro, Chávez’in ölümünden sonra halefi olarak gösterildi. İhracat gelirinin % 95’i, bütçe gelirinin % 60’ı ve GSMH’nın % 12’si petrolden gelen Venezuela için ekonomik daralma yıkıcıydı. Bununla birlikte, BM’nin Latin Amerika ve Karayipler Ekonomik Komisyonu’na (ECLAC) göre, 2015 yılına kadar olan ham petrol ihracatı gelirleri % 40 oranında düşmüş ve 2016 yılına kadar olan dış borç 1998’den beri % 350 oranında artmıştır. Bu ekonomik kriz, yeniden paylaşım programlarını engellemektedir. Bu programlar Chavista sosyal koalisyonunu bir arada tutmayı sağlamıştı.
Venezuela ekonomisinin bozulması nedeniyle ortaya çıkan durum, hükümetin otoriter eğilimleri yüzünden daha da kötüleşti. Bu durum kısmen Chavez’in Bolivarcı sürecinden miras kaldı ve yeni cumhurbaşkanının siyasi beceriksizliği nedeniyle daha kötüye gitti. Bu beceriksizliğin en belirgin görüntüsü, Chavista hegemonyasının güçlendiği sosyal ağın zayıflamasıdır. Edgardo Lander tarafından detaylandırıldığı gibi, bu ekonomik ve politik krizler Chavismo’nun örgütlü toplumsal temellerini yok etti. Chavismo’nun temelini oluşturan toplumsal organizasyon, özerk ve kendi kendini yöneten bir şey olmaktan ziyade kamu politikalarının bir ürünü olarak bakıldığında, bunun görece kırılganlığı ile açıklanabilir.
PSUV ve Chavista hareketi içinde olan Julia Buxton’un New Left Review’a verdiği röportajda, ayrıntılarıyla anlattığı gibi, partiyi kuruluşundan bu yana karakterize eden eleştirel tartışma kültürü kademeli olarak terk edildi. Eleştirel söylemin bu şekilde bozulması devletin artan militarizasyonuyla daha da güçlendi: Bakanların üçte biri (31’inden 12’si) ve valilerin (20’den 13’ü) askeri geçmişi olan kişiler. Bunun yanında askerler ekonomide rol oynamaya başladı. Üstelik Lander, demokratik kontrol eksikliğinin Venezuela’da, Bolivarcı devrimin ötesinde yolsuzluk, özellikle yabancı para tahsisi, limanlar ve gıda dağıtımına ilişkin rahatsız eden bir dizi sorunun penceresini açtığını savundu.
Muhalefet, Maduro’nun zayıflığından istifade ederek, 2002 yılında kaybettikleri meşruluğa kavuşmak için yeniden örgütlendi. Demokratik Birlik Yuvarlak Masasında (MUD), ılımlı soldan, sağa doğru uzanan çeşitli kuruluşlar bir araya gelmiş bulunuyor. En ilgili grup olan Önce Adalet’in, önceki cumhurbaşkanı adayı Henrique Capriles 15 yıl kamu hizmetinden mahrum bırakılma cezası aldı. Parlamentonun mevcut sözcüsü Julio Borges ve Leopoldo Lopez’in liderliğindeki Halkın İradesi (VP) geçenlerde 2014 ve sonrasında hükümet karşıtı protesto dalgalarında şiddet uygulamakla suçlanarak hapse atılıp ardından serbest bırakıldı. VP, hükümetin meşruluğunu redderek Venezuela’ya dış müdahaleyi teşvik etti.
Capriles, 2013 cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybettikten sonra, 11 kişinin ölümü ile sonuçlanan protesto çağrısında bulundu. Seçim sonuçları hakkında asılsız bir suçlamada bulunduğuna karar verilerek, muhalefetin diyalog isteğininde samimi bulunmamasına neden oldu. Daha sonra, 2014 Şubat’ında López ve partisi, Kongre üyesi María Corina Machado ve Caracas belediye başkanı Antonio Ledezma, hükümeti düşürmek için bisikletçilerin sokaklara teller germesini de içeren ve geride 47 ölü bırakan bir protesto gösterisinde bulundu. Hem López hem de Ledezma 2002 darbesine katılmış olmasına rağmen, uluslararası medya, hükümeti devirme çağrılarından dolayı bu iki kişinin hapis yatmasını görmezden gelerek bunların çağrılarına karşılık vererek sokağa çıkıp ölen kişileri şehitler olarak nitelendirdi.
Nüfusun genelinde ve muhalefet arasında hâlâ büyük bir fark var. Muhalefet, neredeyse sadece Maduro’yu nasıl başarıyla devirme derdine odaklanmış durumda. Chavismo’ya alternatif olabilecek şeyler konusunda fikir birliği bulunmuyor. Yapılan birkaç politik öneri olarak petrol gelirinin artırılması, liberalizasyon ve IMF’den yardım talep etmek var. Yine de muhalefet, geleneksel olarak Chavista’nın kalesi olan Batı Caracas’ın halk hareketliliğinden faydalanamadı. Açlık, tıbbi ve temel malzeme kıtlığı, şiddet ve genel güvensizlik nedeniyle Batı Caracas’ın harekete geçmesine rağmen muhalefet, siyasi mahpusların serbest bırakılması veya referandumun geçersizliği gibi siyasi talepler için baskı yaptı. Kısacası, muhalefet, rejim değişikliğine öncelik verdiklerini ve Venezuela’yı tarih boyunca Chavez öncesi dönem gibi yönetmiş seçkin koalisyonun yeniden kurulmasını, devletin servetinin ve gücünün yeniden dağıtımına karşı çıkarak rejimi zorla istikrarsızlaştırmaya çalıştıklarını gösterdiler.
Petrol bağımlılığının yanı sıra, Venezuela’da genel enflasyon ve özellikle gıda fiyatlarının enflasyonu endişe vericidir. Yetersiz beslenme oranı, günde iki veya daha az kez yemek yediğini iddia eden insan sayısındaki artışla birlikte yükseldi. Ayrıca, Chavismo’nun 2000’li yılların başında başlattığı yoksulluğun azaltılmasına yönelik eğilim tersine döndü. 2016’da tüm hanelerin yarısından fazlası aşırı yoksulluk içinde yaşıyordu.
Siyasi kriz gün geçtikçe yoğunlaşmaya devam ederken, Chavismo’nun kendi içindeki bölünmeleri de artmıştır. İlk anlaşmazlık, çok önemli birimlerdeki sivil hiziplere sahip Tarım ve Arazi Bakanlığı, Enerji ve Yağ Bakanlığı ve askeri gruplar arasında çıktı. Birçoğu 1992 yılından beri Chavez’le birlikte görev yapmış ve çoğunlukla Diosdado Cabello figürü vasıtasıyla Ulusal Meclis ve PSUV’yu kontrol eden bir fraksiyondur. Son zamanlarda, bu ayrışma, başlangıçtaki ayrılığın çok ötesine uzanmış ve daha geniş sivil ve askeri sektörleri kapsar duruma gelmiştir.
Orduda, Chavez’in kardeşleri tarafından yönetilen 4F grubu ilgi kazandı. Maduro’nun sosyalist ya da Bolivarcı olmasına rağmen devrimci projelerden feragat etmesini protesto ediyorlar; Dahası, 4F grubu askeri alanları ve aileleri etkilemiş olan gerileme durumuna vurgu yapıyor. Diğer taraf ise krizden önce gelen bir Chavista politikacısı ve aydınlarından oluşan Sosyalist Akımın çekirdeğini oluşturan Chavismo’nun sol muhalif kanadıdır.
Bu grubun Chavez ve Maduro’nun eski bakanları, akademisyenleri, sosyal ve politik liderleri içeren yeni destekçi figürleri var. Anayasal sürekliliğin parçalanması ve ülkeyi etkileyen şiddetli kutuplaşmayı eleştirerek Kurucu Meclisi seçimlerinden sonra 30 Temmuz’da yeni bir özgürleştirici proje yaratma çağrısında bulundular. Bu kanadın gelişme şansı ve politik senaryoyu önemli ölçüde etkilemek için yeterli gücü bulunmamaktadır. Bu nedenle, Chavismo krizinin çözümünde ana aktör olan askeriyenin Maduro’ya genel destek vermesi, Maduro’nun hâlâ iktidarda kalmasının nedenini büyük ölçüde açıklıyor.
Demokratikleşmeye duyulan ihtiyacın ötesinde Venezuela’daki durum, 20. yüzyılda Latin Amerika’da gelişen uluslararası bir neo-liberal ekonomi bağlamında sosyalizmi, hatta ulusal ve halkçı kapitalizmi geliştirmenin mümkün olup olmadığı sorusuna yol açıyor. Fakat şu an radikal sol, bu krizin çözümünde halkçı özerkliği savunmalıdır. Çabaları, yeni seçkin bir iktidar koalisyonun üretilmesini önlemeyi ve krizin sona erme ihtimalini amaçlamalıdır ya da Venezuela dışındaki güçlerin ülkenin takip etmesi gereken yola karar vermesi olasılığı mevcuttur.
Venezuela Siyasi Krizinde Eleştiri ve Uluslararasılaşma
Venezuela sürecinin geleceği, özellikle yakın tarihte oluşturulan Kurucu Meclisi’in devletin güçlerini tekelleştirdiği ve ABD tarafından uygulanan ekonomik yaptırımların yoğunlaştığı göz önüne alındığında, belirsizliğini koruyor. Yine de Chavismo’nun başarısından ve başarısızlıklarından edinilmiş dersler var.
Birincisi, sosyal demokrasiyi genişletmek için doğal kaynakların kullanılması yoluyla kazanılan faydaların, devlet tarafından tekelleştirildiğinde bile sınırları vardır. Uluslararası ekonomik döngülere bağımlılık, ekolojik krizlerin tetiklenmesi ve “Hollanda hastalığı”, dönüştürücü politik süreçleri sınırlar. Dahası, Chavismo krizi, devletin kapitalist toplumların sosyalizme dönüşümünü hızlandırmak için yukarıdan aşağıya doğru harekete geçme girişiminde bulunmanın yetersiz olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. 20. yüzyılda iktidara gelen önceki sol örgütlerle birlikte Venezuela, sosyalizm sorununu devletçilik sorunu alanına indirdi. Fakat sosyalizm tanım gereği devlet değil: iktidarın kalıcı toplumsallaşması ve sosyal yaşamın artan demokratikleşmesidir.
Venezuela krizinin sonucu ne olursa olsun, Sol, mutlaka onun mirasının yükünü taşıması gerekir. Chavismo’nun geliştirmeye çalıştığı bazı fikirlerin başarısızlıkla sonuçlandığı ve bölgedeki ABD etkisinin artması nedeniyle inanılırlık kaybına uğradığı gerçeği ile yüzleşmeliyiz. Ancak daha da önemlisi, neden bu hataların olduğunu açıklamak zorunda kalacağız ve Bolivarcı Devrim’in başarılarından ve hatalarından öğreneceğiz. Kısa vadeli politik veya seçim kayıplarına neden olsa bile, sorunun göz ardı edilmesi bize alternatif sağlamaz. En azından, eleştirilerimizin Chavismo’nun başarılarını radikalleştirme hedefini sürdürdüğünü iddia etmeliyiz. Dahası, taraflar, Latin Amerika’daki kötü yaşam koşullarının sorumluluğunun çoğunu paylaştıkları için, gerici neoliberal ilerlemeciliğin dayatacağı terimlere saldırmalıyız. Kısacası, radikal bir solun inşa edilmesi, Latin Amerika solunun devrimci geleneğini karakterize eden dayanışmayı ve kritik enternasyonalizmi iyileştirmemiz gerekmektedir. Ancak böylelikle Bolivarcı projeden kurtarabileceğimiz ve kurtaramayacağımız şeyleri ayırt edebiliriz.
Yazarlar: Giorgio Boccardo, Sebastián Caviedes ve Pablo Contreras Kallens
Pingback: Sosyalizm Devletçilik Değildir: Bolivarcı Venezuela’dan Dersler - Akıl Fikir Müessesesi