Hugo Chavez’in danışmanlığını yapmış olan Şili doğumlu Marta Harnecker, toplumsal mücadelelere ve sosyalist teoriye ilişkin onlarca kitap yazmıştır. Bu yazı, Tassos Tsakiroglou’nun, 14-15 Ocak’ta gerçekleştirilen ”Karl Marx’ın Kapitali’nin 150 Yılı ve 21. Yüzyıl’daki Yansımaları” adlı konferans için Atina’da bulunan Harnecker’le yaptığı röportajdan oluşmaktadır.
Marx’ın teorik sisteminin güncelliğine dair gerçekleşecek bir konferansa katılmak üzere Yunanistan’a gelmiş bulunuyorsunuz. Oldukça şiddetli bir uluslararası finansal krizin göbeğinde iken Marx’ın politik ekonominin eleştirisinden nasıl dersler çıkarabiliriz?
Marx’ın, kapitalist üretim biçiminin gelişimine istinaden dünyada neler olup biteceğini sezebilmesinin gerçekten de olağanüstü bir şey olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birkaçını sıralamak gerekirse, öncelikle daha büyük ölçekte sermayenin daha az elde yoğunlaşması eğilimi yasasını, (örneğin şimdinin ulus ötesi şirketlerini düşünelim) bilimin teknik uygulamalarının bilinçli bir şekilde genel olarak üretim sürecine ve de özellikle toprağın sömürüsüne her geçen gün daha çok dahil edilmesi, (robotik ve GDO’lu tarım) tüm dünya halklarının dünya pazarında git gide iç içe geçtiği bir ilişkiler bütünü ve bununla birlikte kapitalist rejimin giderek artan uluslararası karakteri (küreselleşmeyi göz önüne alalım) ve de dahası. Marx’ın tüm bunları görebilmesinin nedeni sermayenin mantığını keşfetmiş olmasıydı, böylelikle işçilerin kurtuluşunun teorik araçlarını onlara sağlamak arayışındaydı.
İşte bundan ötürü, kapitalist üretim biçiminin teorik, soyut bir konu olarak incelenmesiyle bu üretim biçimine içsel, toplumsal oluşumu ve sınıf mücadelelerini tahlil eden somut tarihsel incelemeyi ayırt edebilmek gerekiyor. Sanki 150 yıldır hiçbir değişim olmamış gibi, farklı soyutlama seviyeleri ve Marx’ın kavramlarının mekanik bir şekilde uygulanmaya çalışılması, birçok Latin Amerikalı Markist düşünür ve aktivisti gerçekliğimizi klasik kavramlara sıkıştırıp günümüzde o parametreler dışındaki yeni bir olguyu anlamaktan uzak kılmaktadır.
Kapital’e ilişkin etkinlikteki konuşmam bu yeni olgulara değinecek ve bölgemizde son on yılda neler olup bittiğiyle Marx’ın Kapital’inin öngörülerinin ne gibi benzerlik ya da farklılıklar içerdiğini göstermeye çalışacak.
Marx’ın zamanından günümüze değişen şeylerden biri de kuşkusuz dünyada ve de özellikle Latin Amerika’da sanayi işçilerinin durumudur. Artık işçi sınıfı büyük mahallelerde büyük kitleler halinde yaşamamaktadır. Bunun en önemli nedeni, artan taşeron ve güvencesiz çalışma koşulları ve benzeri neoliberal uygulamalardır. Bu uygulamaların stratejisi işçi sınıfını içten parçalamıştır.
Sanayi proletaryasına yüklenen kritik anlam; Latin Amerika partilerinin, kıtanın devrimci toplumsal öznesinin, özel niteliklerine dikkat etmemesine yol açmıştır. Geçen onca yılda yerli halkların ya da hristiyanların Latin Amerika devrimlerinde oynayabileceği rolü algılayamadık.
%99 ile %1 arasındaki ayrışma ve gittikçe artan eşitsizlik, on yıllardır öldü gözüyle bakılan sınıf mücadelesi nosyonunu tekrar canlandırmış bulunmakta. Tüm bunlara rağmen solun bu gerçeklikten yararlanmada ve kapitalizme gerçekçi ve ikna edici bir alternatif sunmada yetersiz kaldığını görmekteyiz.
Sınıf mücadelesinin yok olmaya yüz tuttuğu görüntüsünü yaratan sakinlik dönemleri vardır. Bir de birçok ezilen toplumsal kesimin eyleme geçmeye başladığı, son on yıllarda dünyanın birçok yerinde de gördüğümüz üzere statükonun reddinin devasa dışavurumlarının birikmeye başladığı dönemler olur.
Siz, solun bu gerçeklikten yararlanmakta yetersiz olduğunu düşünüyorsunuz. Bence biraz genellemeye düşmüş oluyorsunuz, çünkü en azından Latin Amerika solunun durumu sizin düşündüğünüz gibi değil.
Neoliberalizm ve onun yarattığı dehşet (açlık ve sefaletin durmak bilmez artışı, toplumsal zenginliğin eşitsiz bölüşümündeki artış, doğanın yok edilişi, bağımlılaşan uluslar) insanları tepki göstermeye itti. Önce direnişle başlayan süreç, anti neoliberal programlara sahip başkanlık adaylarının seçilmesiyle sonuçlandı.
Kurulan yeni ittifak ilişkileri ABD’nin bölgedeki hedeflerine ulaşmasının önünde de bir engel teşkil etmiştir. Ama tahmin edilebileceği gibi, ABD bu kazanımımızı yok edebilmek için sürekli bir çaba içerisinde olmuştur.
ABD, geçtiğimiz yılda geçici bazı başarılar elde etti. Kapitalizmin neden olduğu dünya krizinin yarattığı ekonomik zorluklardan (özellikle de hammadde fiyatlarındaki düşüşten) yararlanmayı bildi. Arjantin ve Brezilya’da neoliberal yöneticileri başa getirmekte başarılı oldu, şimdi de Venezuela’daki Bolivarcı devrimin kazanımlarının önüne geçmeye çalışmaktadır.
Bölgede belli gerilemeler olsa da, kimse eski Venezuela devlet başkanı Hugo Chavez’in göreve ilk başladığı zamanla bize bıraktığı Venezuela arasında büyük bir fark olduğunu reddedemez.
Nesnel bir perspektiften bakıldığında, Simon Rodriguez’in de dediği gibi ”hata yapmamak için düzen icat etmesi gereken” bazı ilerici ülkelerimizde çok önemli ilerlemeler yaşandığı görülmelidir. Bu konuya konuşmamda da değineceğim.
Ve iktisadi bir bakış açısından bakıldığında, dünya krizinin süregeldiği günümüzde ekonomileri iyi durumda olan üç ülke göze çarpmaktadır: Bolivya, Nikaragua ve Ekvador. Bu ülkeler önemli ilerlemeler kaydetmektedir.
Birçok yazınızda, kapitalizme alternatif modeller geliştirme uğraşındaki ilerici Latin Amerika hükümetlerinin gidişatlarına ilişkin tahlillerde bulunuyorsunuz. Peki Brezilya ve Venezuela’daki gelişmeler sonrasında belirecek eylem planına ilişkin tahmininiz nedir?
Öncelikle, Brezilya’da Lula ve Dilma hükümetlerinin iktidar oldukları dönemlerde gerçekleşenler ile Venezuela arasında bir ayrım yapabilmeliyiz.
İki ülkede de toplumsal eşitlik, siyasi demokratikleşme, ulusal bağımsızlık ve bölgesel entegrasyon konularına ilişkin mücadeleler, benzerlikler taşısa da, Brezilya’daki ittifak ilişkileri, ilerici bir hükümetin kurulduğu Venezuela’da olanın aksine, kurumsal anlamda bir değişime olanak tanımıyordu. Brezilya’da İşçi Partisi’nin toplumsal meselelere odaklandığını ama neoliberal programın üstesinden gelemediğini söyleyebiliriz. Chavez hükümetinin hedefi ise kapitalizme alternatif yeni bir toplum kurmaya – 21. yüzyıl sozyalizmini kurmaya yönelikti. Bunun için, elinde olan devletin kurumsal temelini değiştirmek üzere adımlar atmaya çalıştı: Halkın önderliğinin temel önem taşıdığı yeni bir anayasa doğmuştu.
Halkın özneleşme ihtiyacı; Chavez’in demokratik sosyalizm için ortaya koyduğu önergeleri, devletin doğrudan problem çözdüğü ve insanların da bu nimetlerden faydalandığı diğer sosyalist deneyimlerden ayıran şeydi. ”Bolsa Familia” (ÇN: Aile Ödeneği) planı ile Brezilya’da olan da budur. Milyonlarca yoksul Brezilyalı aile pasif bir şekilde devletten hibe aldılar. Temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra beliren yeni ihtiyaçlar düşen petrol fiyatlarıyla da birlikte karşılanamamaya başladı. Muhalefet bu durumu avantajına kullanarak hükümete karşı örgütlendi ve en sonunda da parlamentoda birleştirdiği güçlerle kurumsal darbesini gerçekleştirebildi.
Chavez hükümeti ise çok farklı bir yönelime sahipti. Chavez, sosyalizmin yukarıdan buyrularak değil halk tarafından inşa edilebileceğine inanmıştı. Halkın kendi ihtiyaçlarını, devletin de yardımıyla sorunlarının nasıl üstesinden gelebileceklerini tartıştıkları komünal konseyler, işçi konseyleri, komünler benzeri alanlar halkın örgütlenmesi adına teşvik edilmiştir. Bu süreçle birlikte, dünün dilencileri kendi sorunlarını çözebilen insanlara dönüşmüştür. Ve bu insanlar şu anda Chavez ve Maduro’yu destekleyen halk kesimleridir.
Chavez’in ektiği tohumlar hiç şüphe yok ki halktan birçok insanı olgunlaştırmıştır. Ben de Venezuela’da geçirdiğim yıllara istinaden buna şahitlik ederim. Okuma, düşünme, dahil olma, inşa etme ve karar verme fırsatı verilen tüm bu insanların kendine güvenlerinin geliştiğine, insan olarak olgunlaştıklarına ve de dolayısıyla süreci koruyacaklarına inanıyorum.
Süreçte hatalar işlendiği ve sürecin birçok zaafının olduğu doğrudur, ama kimse Venezuela’da yeni bir devrimci öznenin yaratılmış olduğunu inkar edemez.
Ama o zaman Venezuela’da yaşanmakta olan kaotik ekonomik durumu nasıl açıklıyorsunuz?
Hugo Chavez’den boşalan önderliğin açığa çıkardığı ortamdan yararlananlar hem ülke içinde hem de ülke dışında Bolivarcı devrimci sürece karşı saldırılarını artırdılar. Chavez’in mirasına sadık kalan Maduro’ya yönelik bir darbe çok ihtimal dahilinde olmadığı için muhalefet önceki dönemde giriştiği ekonomik savaşı yoğunlaştırdı. Venezuela hükümetinin son üç yılda maruz kaldığı saldırılar Chavez’in 14 yıl boyunca karşılaştığı saldırıların da üstüne çıktı. Bu saldırıların temel hedeflerinden biri de 2003 yılında Mercal Hizmeti’nin teşvik ettiği temel besin maddelerine, sübvanse edilmiş fiyatlardan erişimin sağlandığı sistem olmuştur. Şu anda gerçekleşenler, Şili’de Salvador Allende hükümetini sarsmak için yapılanlara çok benzemektedir (dolar üzerinde oynanan kara borsa hamleleri, belli sanayilerin felce uğratılması, yabancı yatırımcılar ve yerli iş adamları arasında korku yaratılmaya çalışılması, ülkenin iflasa sürüklendiği imajının yaratılmaya çalışılması gibi).
Venezuelalı ekonomist Pasqualina Curcio’ya göre, halkta bir hoşnutsuzluk yaratabilmek için enflasyon ve kıtlık tetiklendi. Paralel ve yasa dışı piyasalarda döviz kuru manipüle edilirken (ki seçimlere aylar kala döviz kurunun uyarı niteliğinde katlanarak artması) diğer bir yandan temel ihtiyaç maddelerine erişim mekanizması üzerinde (karaborsa ve sınır kaçakçılığı ile) suni kıtlık yaratılmıştır.
Üretimde rol oynamayan ama yurtdışından satın aldıkları ve yurtiçinde sattıkları mallar arasındaki fiyat farklarından muazzam karlar elde eden ithalat tekelleri ve bankerler ithal ettikleri malların (temel ihtiyaç maddeleri; temel besin maddeleri, üretim ve taşıma için gerekli olan maddeler) fiyatlarını ulusal para birimiyle hesaplanan malların gerçek değerlerinin 14,5 misline denk düşen paralel döviz kurundan yararlanarak oligopolistik (ÇN: Az sayıda satıcının yer aldığı piyasa) bir şekilde belirlemektedirler.
Temel ihtiyaç maddelerinin artan fiyatları Venezuela halkına zarar vermekte, ama aynı zamanda günlük kullanılan malları üreten burjuva sektörlerine de zarar vermektedir.
Diğer yandan, halkta bir hoşnutsuzluk körükleyebilmek için bu malları raflardan kaldırmaktadırlar.
Bu saldırıların verimli sektörleri hedef almasının tek nedeni düşen petrol fiyatları değildir. Petrol fiyatlarındaki düşüşün sinyallerini göremeyen hükümetin ekonomi politikalarının zaafiyeti de bu saldırılara olanak sağlamıştır. Bunlara ek olarak hükümetin döviz kuru politikaları ve ulusal üretimi bağımlı ve eksik hale getiren ithalat politikaları sorunları iyiden iyiye körüklemiştir.
Yine de kimse Venezuela burjuvazisinin bir sektörünün ve yozlaşmış devlet bürokrasisinin Maduro hükümetini devirebilmek için bu durumdan faydalanmaya çalıştığını ve krizi derinleştirmeye uğraş verdiğini inkar edemez.
Venezuela’daki mevcut ekonomik krizin sadece Chavez’in kapitalizme bir alternatif düzen kurmaya niyetlenmesinin eseri olduğunu düşünmüyorum. Bu tıpkı fırının ısısı çok yüksek olduğu için yanan bir turtanın suçunu turtanın tarifine yüklemek gibi. Hükümetin neleri iyi yapamadığı ve neleri tekrarlamaması gerektiği ciddi bir şekilde tahlil edilmelidir.
Son haberler oldukça olumlu görünmekte. Son zamanlarda hükümet önemli bir başarı elde etti, petrol fiyatını yukarı çeken uluslararası bir anlaşma imzaladı. Hükümet aynı zamanda tüm sınai özel sektörleri de ulusal üretime teşvik etmekte. En son olarak da, hükümet, yozlaşmış bürokrasiye karşı önlemler almak için önemli bir karar verecek gibi görünüyor.
Biraz fazla iyimser değil misiniz? Muhafazakar güçler sizce her gün daha fazla alan kazanmıyor mu?
İyimserim çünkü şu anda muhafazakarların aleyhine olan tarihsel bir anın içinde bulunmaktayız. Onlar yerine getiremeyecekleri vaatlerde bulunarak insanları kandırıyorlar. Ama bu kandırmaca sonsuza dek süremez, çünkü eninde sonunda konuşmaları gerçekliğin duvarına toslayacaktır.
Yaşadığımız dönem bizim lehimizedir. Muhafazakar güçlerle olan savaşımızda bize yardımcı olacak şey tahayyül ettiğimiz toplumdur ve sadece elitlerin çıkarlarını savunan muhafazakar güçlerin aksine bizim hedefimiz şimdiden toplumun büyük çoğunluğunun çıkarlarına nesnel bir şekilde yanıt vermektedir.
O zaman cevap vermemiz gereken önemli soru şudur: Toplumun çoğunluğunun yararına bir tasarımız varsa, neden buna eşdeğer bir toplumsal destek bulunmuyor?
Buna çoğunlukla verdiğimiz cevap muhafazakar güçlerin tasarımızın çarpıtılmış bir şeklini yansıtmak için sahip olduğu basın organlarının muazzam etkisini kullandığıdır.
Ama biz de bu yanlış anlaşılmadan ötürü hatalıyız. Tasarımızın gerçek boyutlarını halka onun anlayacağı bir şekilde açıklamada başarılı olamadık. Ve de en kötüsü, sürdürdüğümüz hayat, tasarımızla uyumlu olmadı. Demokrasi vaazları veriyoruz ama otoriter hareket etmeye devam ediyoruz. Dayanışmacı bir toplum inşa etmek istiyoruz ama benciliz, doğanın korunmasını savunuyoruz ama tüketimciyiz.