Global Research’de yer alan Vicky Pelaez’in makalesi ABD’de bir sektör olarak kendini var eden cezaevi işletmeciliğinin ve özelleştirmelerin, kölelik koşullarını nasıl dayattığını ve bir pazar yarattığını ortaya koyuyor. Mahkumlara dayatılan sözleşmeler ve karın tokluğuna çalışma, dünden bugüne ABD’de köleciliğin nasıl devam ettiğini gösteriyor.
Pelaez’e göre cezaevleri, ABD’deki sermayedarlar için muazzam bir kaynak yaratıyor. Cezaevleri mahkumları pek çok sektörde çalıştırılıyor. Sermayedarların ise grevler, tatil süreleri ya da işsizlik sigortası ödemeleri konusunda kaygılanmaları gerekmiyor. Çünkü cezaevlerini işleten sermayedarların cezaevlerinde çalışan ‘işçi’ mahkumların hepsi tam-zamanlı; işe asla geç gelmiyor ya da herhangi bir nedenden işi aksatmıyor. Çalışmayı reddederlerse, tecrit hücrelerine kapatılıyorlar.
California Prison Focus’un tabiriyle, “insanlık tarihinde hiçbir toplum, kendi vatandaşlarını bu denli hapsetmemiştir.” ABD’deki federal ve özel hapishanelerde iki milyonluk bir nüfustan bahsediliyor.
İstatistikler, ABD’deki mahkum nüfusunun dünya üzerindeki ülkelerin başında geldiğini gösteriyor. Öyle ki, ABD’den 5 kat daha fazla nüfusa sahip Çin’deki mahkum sayısı bile, ABD’den daha az.
ABD, dünya üzerindeki mahkum nüfusunun %25’ini kapsıyor; ancak ABD’nin nüfusunun tamamına bakıldığında, ABD nüfusu dünya genelinde %5’lik bir orana karşılık geliyor. 1972’de 300 bini bulan mahpus nüfusu, 2000 yılına gelindiğinde 2 milyonu buluyor.
10 yıl önce ise özelleştirilmiş cezaevlerinin sayısı 5’i geçmezken, bugün bu rakam 100’ü buluyor. 10 yıl önce özelleştirilen cezaevlerindeki mahkum sayısı 2 bin iken, bugün bu rakam 62 bini bulmuş durumda. Önümüzdeki on yıl içerisinde ise bu rakamın 360 bini bulacağı tahmin ediliyor.
İlerici Emek Partisi’nin bir çalışmasında şunlar ifade ediliyor: “Mahkumların çalışması için yapılan özel anlaşmalar, insanların mahkum edilmesini teşvik eden koşullar yaratıyor. Cezaevleri, mahkumlardan gelen gelire dayanıyor. Mahkumların emeği üzerinden para kazanan ortak hissedarlar, çalışma koşullarını artıracak, daha uzun süreli tutukluluk süreleri için yasalar üzerinde etki etmeye çabalıyor. Sistem kendini besliyor.” İlerici Emek Partisi, cezaevi endüstrisinin bir Nazi Almanyası taklidi olduğunu ifade ederek; dayatmacı köle emeğine dayandığını vurguluyor.
Palaez, cezaevleri endüstrisinin ABD’de büyümekte olan ve önde gelen endüstrilerden biri olduğunu; yatırımcılarının ise Wall Street’te olduğunu ifade ediyor. “Bu multimilyon dolarlık endüstrinin de kendisine ait ticaret sergileri, sözleşmeleri, web-siteleri, internet katalogları var. Aynı zamanda direkt reklam kampanyaları, mimari şirketleri, inşaat şirketleri, Wall Street’te yatırım evleri, sıhhi tesisat, gıda, güvenlik şirketleri bulunuyor.”
İnsan hakları örgütlerinin ifadelerine göre, cezaevleri endüstrisine yatırım yapanların kazancını artırmasını sağlayan ve insanların kolayca tutuklanmasını sağlayan yasalar mevcut. Bu gibi yasalar, eyaletten eyalete de farklılık gösterebiliyor ve özellikle Siyahi ve Latin Amerikalıların mahkumiyetini kolaylaştıran koşullar yaratıyor.
Örneğin 13 eyaletteki “üç vuruş” yasası, 20 yeni federal hapishanenin inşasını gerekli kıldı. 3 kere cezalandırılan bir kişi, basit suçlar da olsa, üçüncü kere işlediği suçun ardından ömür boyu hapse mahkum ediliyor.
ABD’de mahkum emeği, kölecilik geleneğinin devamı olarak gelişiyor. 1861-65 iç savaşının ardından “mahkumları kiralama” sistemi getiriliyor. Basit ve ispat edilemeyen suçlarla yargılanıp tutuklanan mahkumlar, o dönemde pamuk toplayıcılığı, madencilik, demiryolu yapımı gibi işlerde çalıştırılıyor ve büyük çoğunluğunu siyahi vatandaşlar oluşturuyor. Kaydedilen verilere göre, örneğin 1870-1910 yılları arasında “kiralanmış mahkum”ların Georgia’da %88’ini, Alabama’da %93’ünü siyahiler oluşturuyor. Alabama’da köle plantasyonlar, kiralık mahkumların yer aldığı sistemle değiştiriliyor.
İç savaş sonrası dönemde, eyaletlere ırkçılığa dayalı yasalar dayatılıyor. Bugün ise ırkçılığa dayalı sömürü, cezaevlerinde işletilmeye devam ediyor.
ABD’deki 37 eyalette, özel şirketlerin devlet cezaevlerinde, sözleşme yaparak mahkum emeğini sömürmesi yasal. İşlerini yürüten ortaklık ve şirketler arasında ABD’nin kaymak tabakası da bulunuyor. Pelaez’in açıkladığı listede, IBM, Boeing, Motorola, Microsoft, AT&T, Wireless, Texas Instrument, Dell, Compaq, Honeywell, Hewlett-Packard, Nortel, Lucent Technologies, 3Com, Intel, Northern Telecom, TWA, Nordstrom’s, Revlon, Macy’s, Pierre Cardin, Target Stores ve daha bir çok isim yer alıyor.
Şirketler bu sayede milyon dolarlık rakamlara ulaşıyor. Mahkumların çoğu emeği karşılığında çok düşük ücretler alıyor. Federal cezaevlerine nazaran, özel işletilen cezaevlerinde ise kölelik koşulları hakim.
Özel işletilen cezaevlerinde, mahkumlar saat başı 17 cent gibi bir rakama çalıştırılıyorlar. Bu rakam, aylık 20 dolara karşılık geliyor. “Yüksek deneyim” isteyen pozisyonlarda çalıştırılan bir mahkum ise örneğin saatlik 50 cent kazanıyor.
Mahkum emeği sayesinde, şirketler eski işletmelerini kapatıp cezaevlerinde yeni işletme açıyorlar. Fabrikalar, çalışanlarını işten çıkarıp, mahkum işçilerle sözleşme imzalıyorlar. Pelaez’e göre, ABD, bir kez daha 3. Dünya Ülkeleri emek pazarından daha cezbedici bir yatırım alanı haline gelmiş durumda.
Pelaez, eski Oregon Vekili Kevin Mannix’in Endonezya’da üretim yapan Nike markasına nasıl çağrıda bulunduğunu aktarıyor: Mannix, Nike’ın üretimi kendi eyaletine taşımasını tavsiye ediyor ve diyor ki, “hiçbir ulaşım masrafı olmayacak; biz size rekabetçi mahkum emeğini sunuyoruz.”
Cezaevlerinin özelleştirilmesi 1980’lerde, Ronald Reagan ve Bush SR. döneminde başlıyor; ancak 1990’larda Bill Clinton döneminde yükselişe geçiyor.