Yetmişli yıllar dünyanın hemen pekçok yerinde kurşun yıllarıydı. Arjantin’deyse kurşun yıllarından konuşmak bir ölçüde PRT-ERP’den konuşmaktır. Dönemin en kitlesel devrimci yapılanması olan PRT-ERP doğruları ve çelişkileri, hataları ve sevaplarıyla beraber o yıllara damga vurmuştu. Peronizm ve Troçkizm ile ilişkisi olsun, milliyetçilik ve enternasyonalizm karşısındaki tutumu olsun, PRT-ERP hayli özgün bir deneyim kazandırmıştı dünya devrimci hareketine. Ve tabii bir de, onurlu bir mücadele mirası: Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan isimleri Türkiye solunda ne ifade ediyorsa, bunun Arjantin’deki karşılığı da PRT genel sekreteri ve ERP başkomutanıyken askeri darbeden kısa zaman sonra, 1976 yılı Haziran ayında öldürülen Mario Roberto Santucho’dur.
Devrimci İşçi Partisi (PRT) altmışlı yılların tam ortasında kurulmuş ve uluslararası Troçkist örgüt Dördüncü Enternasyonal’e katılmış, bunun üç yıl sonrasında silahlı mücadeleye başlamış, 1970’deyse Devrimci Halk Ordusu (ERP) ortaya çıkmıştı. 1975’te aşırı bir özgüven ve pek çoklarının sonradan vahim bir hata olarak kabul edeceği bir kararla askeri üs ve kışlaları hedef alan büyük çaplı askeri operasyonlara başlayan PRT-ERP’nin pekçok militanı 1976 faşist darbesi ertesinde yeraltı toplama kamplarında imha edildi. PRT kökenlilerin 1976 darbesinin otuzuncu yıl dönümü afişinde söyledikleri gibi, “Yoldaşlarımız Campo de Mayo’da Yatıyor”.
Arjantin’den Nikaragua’ya
Pedro Cazes Camarero ile bundan bir yıl kadar önce bir kutlama akşamında tanışmış, uzun sayılabilecek bir süre sohbet etmiştik ayak üstü. Ardından, Buenos Aires özerk kent meclisi binasında buluşmuştuk bir-iki defa. O sırada, orada meclis üyesi olan Susana Etchegoyen’in ekibindendi. Aynı mahallede oturduğumuzu biliyordum ya, evine ilk gidişim bu söyleşi vesilesiyle oldu. Önceki gün, politik sinema alanında hayli ödül alan Errepe adlı belgesel filmi izlemiştim. Hem kendisiyle yapılmış söyleşiler, hem de arşiv görüntüleri vardı bolca. Söyleşiye başlamadan evvel “dün” diyorum, “senin filmi izledim”. Hangisi, diye soruyor. Şu sıralar, İspanya’da yaşayan kızının uğraştığı bir belgesel için senaryo yazmakla uğraşıyormuş. İspanya’daki Arjantinli-Çekoslovak kızından, filmlerden konuştuktan sonra kısaca, söyleşiye başlıyoruz. İlk soru kendisine dair. PRT-ERP’nin bu zorlu serüveninde Pedro Cazes Camarero’nun yeri neydi, kendi anlatımından dinleyelim:
“1965’de PRT kurucuları arasındaydım. 1970’de ERP kurulunca Buenos Aires askeri komitesinde görev aldım ve buradaki ERP örgütlenmesini oluşturdum. İlk askeri operasyonlarda yeraldım. Bunlar daha çok, polislerin silahlarına ve cephanelere el koyulması gibi eylemlerdi. Sonradan Peronistler hapse attılar”.
Tabii, dahası da var. Cezaevine girip çıkan, PRT’nin birisi bayiileride bulunan ve diğeri yeraltı ağından dağıtılan aynı içerikteki iyi ayrı gazetesinin yayın yönetmenliğini yapan, 1976-1983 yılları arasındaki askeri diktatörlüğü cezaevinde geçiren Pedro Camarero, tahliyesi ertesinde, pekçok Arjantinli devrimci gibi Sandinista Devrimi’ni kontralara karşı savunmak üzere Nikaragua’ya gidiyor.
“Peronizm ile Kötü Bir Tecrübe Yaşadık”
Altmışlı yıllarda Arjantin’deki devrimci örgütlenmelerin hayli geniş bir kısmı Peronizmi benimsiyordu. Peronist Silahlı Kuvvetler (FAP), Devrimci Silahlı Kuvvetler (FAR), Montoneros gibi yapılar 1973’e kadar İspanya’da sürgün yaşayan devrik general Peron’u yeniden iktidara getirmek amacıyla mücadele vermişlerdi. Ancak 1973’de Arjantin’e dönen Peron’un artık kendi solunu tasfiyeye kararlı olması ve onun ertesi yıl ölümüyle başa geçen yeni eşi Isabel Peron’un iktidarını faşistlere dayandırması üzerine “Aşağıdan Peronizm” formülünü geliştirmişlerdi. PRT-ERP ise bunlardan ayrı olarak, sosyalist bir toplum kurmak amacını taşıyordu. Ama yine de PRT’yi kuracak olan sosyalist kadroların Peronizm ile ortak mesai yaptıkları bir dönem de yok değildir:
“Peronizm ile kötü bir deneyim yaşadık” diye itiraf ediyor Pedro Camarero:
“Peron işçilere iyi bir hayat, geniş sosyal ve politik haklar sunmuştu. Bundan dolayı da işçi sınıfının geniş bir bölümü Peronist olmuştu. O halde, dedik, Peronizm içine sızmamız gerekiyor. Fabrikalara gidiyor, işçilerle konuşuyorduk. Evet, diyorduk, biz Peronistiz. Ardından, yapmamız gerekenin sosyalizm mücadelesi vermek olduğunu anlatıyorduk. Ama PRT’nin kuruluşuyla beraber bu değişti. Çünkü Peronizm çok sınıflıdır. Ama biz o tarihten itibaren artık işçi sınıfının bağımsız bir siyasal hat inşa etmesi gerektiğini düşünmeye başladık. İşçi sınıfının kendi partisi, kendi bağımsız siyasal tavrı olması gerektiğini düşündüğümüz için PRT’yi kurduk. Peronizm ile yaşadığımız deneyim kötüydü, çünkü Peronizm içinde sol eğilimlilerin, sosyalistlerin yanı sıra sağcılar, faşistler de vardı. Sızma çalışmaları da pek başarılı olmuyordu”.
-Bu açıdan Türkiye’deki Kemalizm ile benzeştirmek mümkün mü?
-Evet Peronizm ve Kemalizm arasında çok geniş bir benzerlik vardır. Meksika’daki Cardenizm ve Brezilya’daki Vargas da öyledir. Vargas olsun, Meksika’da otuzlu yıllarda çıkan Cardenizm olsun, Peronizm veya Kemalizm olsun, bu tip fenomenler Marx’ın Bonapartizm olarak adlandırdığı akımlardır. Asker ve sivillerden oluşan milliyetçi ve yurtsever görüşlere sahip bir
zümre iktidara gelecek ve ülkesini modernleştirmek amacıyla ilerici hamleler yapacaktır. Ama bu akımların içinden farklı kanatlar da çıkar.
-Peronizm ile yollarını ayırdıktan sonra PRT’nin milliyetçilik ile ilişkisi nasıl oldu?
-İşte bu önemli bir soru. Arjantin burjuvazisinin bağımsızlık mücadelesi veremeyeceğini, bunun işçi sınıfına kalmış bir ödev olduğunu söylüyorduk o dönemde.
“Yerliler ve Troçkistler… Biraz İlginç Bir Karışım”
PRT bazı ufak toplulukların yanı sıra görece biraz daha büyük ikisinin birleşimiyle ortaya çıkmıştı. Bu iki örgüt ise Nahuel Moreno liderliğindeki Palabra Obrero (İşçinin Sözü) ile Santucho ve kardeşlerinin 1961’de kurduğu Indo Amerikan Devrimci Cephesi’ydi (FRIAP).
Pedro Camarero “Troçkistler ve yerliler” diyor, “biraz ilginç bir karışım olduğu kesin”. Sonra devam ediyor ve FRIAP’ın Arjantin’e hayli yabancı bir örnek olduğundan söz ediyor:
“Arjantin’de yerli nüfus çok azdır. Santiago del Estero gibi bazı kuzey eyaletlerinde az da olsa yerliler bulunuyor ama, onlar da yerli kanı taşımakla beraber kültürel bakımından artık Batılı olmuştur”.
Bu terminoloji Arjantin, Şili ve Uruguay gibi nüfusu Avrupa kökenli beyazlara dayanan Güney Konisi (Cono Sur) ülkeleri ile Bolivya dışında yaşayanları belki şaşırtacaktır ama böyle. Avrupa her ne kadar Amerika’nın doğusunda da olsa, Güney Konisi kültürünün yerli değil “Batılı” olduğu söylenir… Bolivya’da da “Batılı” dendiğinde beyaz azınlık anlaşılır. Pedro anlatmayı sürdürüyor:
“19. yüzyıl başladığında Arjantin nüfusu 800 bin kadardı. Bunun içinde Batılı olmayanlar 300 bin dolayındaydı ve 200 bini de Afrikalıydı”. Sonrası malum: “19. yy sonlarında Avrupa’dan kitlesel göç dalgası yaşandı ve 9 milyon kişi geldi”. Peki yerlilerin de, yerli hareketinin de olmadığı Arjantin’de bu FRIAP nereden mi çıktı? Çünkü, “yetmişli yıllarda bu konu açık bir sosyal ve adalet sorunu olarak gündeme geldi”.
O yıllar, Arjantinlilerin kültürel bakımdan Batılı-Avrupalı olmuşlarsa da köklerinde yerli kanı da bulunan azınlığının yeni bir kimlik mücadelesine başladıkları bir dönem yaşanıyordu. Bölge ülkelerinin sahibinin yalnızca İspanyol, İtalyan, Portekiz, Fransız yani kısaca ‘Latin’ kökenliler olduğunu buyuran “Latin Amerika” teriminin yerine Indo Amerika’nın tercih edilmesi de bunun ürünü. Ancak FRIAP bu sorunun yalnızca sosyalizm ile çözüleceği görüşündedir.
Silahlı Mücadele ve İlk Ayrışma
PRT’nin kurulduğu dönem dünyasında Küba, Cezayir ve Vietnam rüzgarları esiyordu. 1959’daki Küba Devrimi küçük silahlı topluluklara dayanan bir devrim anlayışını yaygınlaştırmış, Che Guevara’nın Havana merkezli Asya-Afrika-Latin Amerika Dayanışma Örgütü’nü (OSPAAL) doğuracak Tricontinental düşüncesi ise yeni bir çekim merkezi yaratmıştı. Ancak bunun dışında, PRT kurulduktan kısa süre sonra Arjantin’de önemli bir gelişme yaşanır: “Revolucion Argentina”. İsmi yanıltmasın, tarihe “Arjantin Devrimi” olarak geçen bu hadise, tıpkı Peronist halk hükümetine son veren “Özgürleştirici Devrim” gibi bir askeri darbedir.
Arjantin Devrimi, 1976’daki faşist darbeden farklı olarak yüksek şiddetli bir imha operasyonu değil, ülkenin komünizme kayışını engellemeyi amaçlayan ve istikrar vaad eden bir askeri idaredir. Sol partiler kapatılmaz ama çok partili parlamenter rejim askıya alınarak belki de sonsuza kadar sürecek bir askeri yönetim oluşturulur. PRT ise bu durumda, Arjantin Devrimi ile başlayan askeri rejime karşı silahlı mücadeleyi gündeme alır. Partideki ilk ayrışma da 1968’de bunun üzerine yaşanacak, ilerleyen yıllarda Nikaragua’da savaşmak üzere Simon Bolivar Uluslararası Tugayları’nı örgütleyecek olan Nahuel Moreno ve yandaşları ayrılacaktır:
“Büyük bir grup olmakla beraber parti içinde azınlıktaydılar. Başta Peru olmak üzere kıtadaki gerilla hareketleriyle ilişkileri vardı ama Arjantin’in gerilla mücadelesi başlatmak için uygun olmadığını düşünüyorlardı. O kanadın sonradan kendi içinde yaşadığı yeni bölünmelerle bugünkü Sosyalizme Doğru Hareket (MAS), Sosyalizm için İşçi Partisi (PTS), Sosyalist İşçi Hareketi (MST) ve diğerleri ortaya çıktı. Yani İşçi Partisi (PO) dışındaki Troçkist grupların tamamına yakını oradan doğdu”.
Tüm Silahlı Toplulukların Birliği
PRT içindeki ayrışma ertesinde, ERP’ye uzanan süreç başlar. Bu süreçte PRT, “Tüm Silahlı Örgütlerin Birliği” kampanyasını başlatır.
-Bu kampanya Peronist çevrelere de sesleniyordu öyle değil mi?
-Askerler iktidara geldikleri vakit orada ne kadar kalacaklarını hiçbir zaman bilemezsin. Bundan dolayı da askeri diktatörlüğe karşı mücadeleyi esas almış, ona karşı direnişleri birleştirmeyi hedeflemiştik. O süreçteki esas ayrımın diktatörlüğe karşı silahlı mücadele verenler ile vermeyenler arasında olduğunu söylüyorduk. Bir yanda partimiz PRT, diğer yandaysa daha geniş bir siyasal yelpazeye sahip olan ordumuz ERP vardı. Tüm silahlı grupların ister Peronist olsun ister olmasın tek bir orduda birleşebileceğini düşünerek herkese çağrıda bulunduk.
Kimi ortak eylemler bir yana, silahlı toplulukların birleşmesi hayali gerçekleşmez. Diktatörlüğe karşı savaşacak geniş bir halk ordusu yaratmak amacıyla kurulan ERP’nin PRT’yi aşan bir kitleselliğe ulaşması da mümkün olmayacaktır aslında. Dünya ve bu arada Türkiye sol tarihinde yaşanmış pek çok örnek gibi ERP de, PRT’den geniş olmak bir yana, onun bile tamamını fiilen içermiyordu. Geçenlerde okuduğum bir kitap, PRT militanı olabilmek için en az bir defa ERP eylemine katılmanın şart olduğunu, ancak düzenli bir biçimde askeri etkinlikte bulunanların parti militanlarının yüzde kırkından yüksek olmadığını yazıyordu. Bu durumu sorduğumda aldığım yanıt da bunu onaylıyor gibi. Camarero “tüm PRT üyeleri askeri deneyim yaşamıştı” diyor, “ama kimisi az, kimisi çok”. Ancak ERP’ye PRT dışından fazla bir katılım olduğunu söylemek mümkün değil.
Fransa’dan Gelen Kadrolar
PRT ile Moreno yollarını ayırmıştır artık. Ancak bu, PRT’nin Dördüncü Enternasyonal ile ilişkisinin sonlanması anlamına gelmez. Latin Amerika ülkelerindeki gerilla mücadelelerine yakınlık duyan Ernest Mandel yönetimindeki Dördüncü Enternasyonal merkezi ile PRT-ERP arasındaki işbirliği devam eder. “Kendimizi Troçkist olarak tanımlamıyorduk” diyor Pedro Camarero:
“Ama Dördüncü Enternasyonal ile arkadaşlık ve koordinasyonumuz, politik ilişkilerimiz devam etti. Karşılıklı saygı ve dayanışma çerçevesinde bir işbirliği sürdürdük. Uluslararası bağlantılarımızın kurulmasını onlar sağladılar”.
Yine bu dönemde, başta Fransa’daki Devrimci Komünist Ligası (LCR) olmak üzere farklı ülkelerdeki bazı Dördüncü Enternasyonal kadroları silahlı mücadele stajı yapmak üzere Buenos Aires’e gelerek PRT-ERP çalışmalarına katılırlar. İşin başındaysa günümüzde halen LCR siyasi büro üyeliğini sürdüren Alaine Krivine vardır. Geçtiğimiz dönem Avrupa parlamentosuna seçilmeyi başaran üç devrimciden biri olan ve ÖDP’nin davetlisi olarak Türkiye’ye de gelen Alaine Krivine… Ancak bu kadroların ERP içinde Kızıl Fraksiyon adlı bir Troçkist eğilim oluşturması üzerine PRT, 1972’de Enternasyonal’den ayrılma kararı alır. Ardından ise, Şili’deki Devrimci Sol Hareket (MIR) ve Uruguay’daki Tupamaros ile beraber yeni bir oluşum içine girerler.
Pedro Camarero “enternasyonal bir ruh vardı” diyor, “Che Guevara geleneği”:
“MIR tarihsel bir süreç yaşıyordu. Çünkü Şili’de iktidara Salvador Allende gelmişti ve derin bir devrimci süreç işliyordu. Tupamaros ise kent gerillası alanında ciddi bir birikime sahipti. Bolivya ve Paraguay’da da yine bu dönemde Devrimci İşçi Partisi (PRT) adlı hareketler vardı. Bolivya’dakiler zamanında Che Guevara ile ilişki kurmuş, o hareket içinden yetişmiş kadrolardı. Karşılıklı yardımlaşmalar oluyordu. Hem politik, hem ekonomik olarak”.
Nitekim ERP, MIR ve Tupamaros yeraltında “çokuluslu” bir silah fabrikası kurmuştu bu dönemde.
ERP’nin Yasaklanması ve Anti-Komünist Terör Yılları
Arjantin’deki askeri yönetim 1973’de yerini sivil iktidara bırakır ve Peronizm yeniden iktidara gelir. Ama bu defa sağ bir kimlikle. Peron ülkeye dönerken, ERP yasaklanır. “Biz bir yeraltı örgütüydük” diyor Camarero:
“Parlamenter solun parçası olmayı ve seçimlere katılmayı düşünmüyorduk. Ama 1973’e kadar bir biçimde tolere ediyorlardı. Polis tarafından aranmıyor oluşumuz anlamında henüz yasadışı değildik”.
Oysa ki artık ERP üyesi olmak suç sayılacaktır. Ayrıca, Triple-A üyesi teröristlerin saldırıları da başlamıştır ERP’ye karşı.
“Peronizmin son döneminde ağır bir darbe yedik. Daha 1976 darbesi öncesinde, Arjantin Anti-Komünist Alyansı pekçok yoldaşımızı öldürdü.”
Triple-A ya da AAA olarak bilinen bu terör örgütü, ERP’ye ve Peronizmin sol kanadına karşı Peronizmin sağ kanadı tarafından kurulmuştu ve bizzat Isabel Peron’un içişleri bakanı Rega tarafından idare ediliyordu. Camarero’nun deyişiyle “Peronistlerdi ama Peronistleri de vuruyorlardı”. Hatırlatalım ki, 30 bin kişinin öldürüleceği 1976 darbesi sonrasında Isabel Peron Patagonya’da bir askeri birlikte enterne edilirken Rega da yurtdışına kaçacaktır. Diğer bir deyişle, “fikirleri iktidarda, kendi dışarda”.
1976 Darbesi ve Son Askeri Diktatörlük
1976’da başlayan son askeri diktatörlük döneminde pek çok ERP üyesi toplama kamplarına sevk edilir ve bir daha kendilerinden haber alınamaz. Yurtdışına kaçmayı başaranlardan bir kısmı Nikaragua’ya giderek Sandinista hareketine katılırken İtalya’da bir kongre toplayan diğerleriyse mücadeleyi bu formda sürdürmenin nesnel imkanlarının kalmadığını belirterek örgütü dağıtma kararı alırlar. O sırada kendisinin ne yaptığını sorduğumda “ben hapisteydim” diyor. Ve başlıyoruz, cezaevi günlerinden konuşmaya:
“Toplama kampları ile cezaevlerini ayırmak lazım. Kamplarda, orada oldukları resmen kabul edilmeyen, alındıkları inkar edilen kişiler toplanıyordu. Öldürülecek olanlar kamplarda toplanıyor, oraya girenlerin tamamına yakını kaybediliyordu. Cezaevlerinde ise tutuklu veya hükümlü olanlar kalıyordu. Cezaevlerinde de ölümler yaşanmakla beraber, haklarında yasal işlem yapılanlar genelde öldürülmüyorlardı”.
-Peki cezaevi hayatı nasıldı?
-Ben pekçok cezaevinde kaldım. Örneğin La Plata cezaevinde 14 koğuş vardır. 1 numaralı olanda Montoneros liderleri, 2 numaralı koğuşta PRT-ERP liderleri bulunuyordu. Diğer koğuşlar karışıktı. Önceki yıllar biraz rahatlık vardı. Kitap okursun, spor yaparsın, yazı yazarsın. Ama 1976 sonundan 1979’a kadar, diktatörlüğün en korkunç döneminde böyle değildi.
-İşkence ve baskı?
-Genelde dayak var. Bir de tam olarak işkence değil ama farklı baskılar. Yemekten keserlerdi. Azıcık yemek verirler. Patagonya’daki cezaevlerinde soğuktan donarsın. Hava eksi 10 derecedir, üzerine incecik bir giysi verirler. O dönemde kitap, gazete de bırakmıyorlar içeri. Ama o kadar iyi örgütlenmiştik ki gündemi takip edebiliyor, dışarıdan haber almayı başarıyorduk. Ziyaretçiler gelince hafızası en kuvvetli beş yoldaşımız giderdi onlarla görüşmeye. Tüm haberleri hızlıca alır, sonra tüm detaylarıyla anlatırlardı. Ayrıca Contra-Panopticon dediğimiz bir direniş başlatmıştık. Panopticon’u biliyorsun
-Michel Foucault?
-Onun öncesi de var, Foucault sonradan ilgilendi. Panopticon’a karşı bir direnişti bizimki. Oradaki gözetlemeyi tersine çevirdik. Gardiyanları biz gözetliyor, sürekli izliyorduk.
Nikaragua Devrimini Savunurken
1983 yılında diktatörlük çöküp de Raul Alfonsin başkanlığındaki demokratik hükümet göreve gelince, cezaevlerindekiler özgürlüğe kavuşur:
“Hakkında daha dava açılmamış olanları hemen bıraktılar. Davası sürenler de işlemler tamamlandıkça birkaç ay içinde gruplar halinde tahliye edildi”.
Pedro Camarero, cezaevinden çıktıktan sonra Nikaragua’ya gider. Yasal belgelerle mi yoksa yeraltından mı, diye soruyorum, kaçak çıktığını söylüyor:
-Yasal yoldan çıkmak da mümkündü ama benim o sırada bazı evrak sorunlarım olduğu için yeraltından gittim. Nikaragua’ya gidince oradaki yoldaşlarla bir toplantı yaptım ve partimizi Arjantin’de yeniden kurmanın mümkün olmadığını söyledim. Bunun koşulları kalmamıştı.
-Nikaragua’ya gidenler sonradan ne yaptılar?
-Ben 1989’a kadar kaldım Nikaragua’da. Pekçokları Sandinista hükümetinde farklı görevlere getirildiler ve sonradan oraya yerleştiler. Arjantin’e dönenler de oldu, farklı ülkelere gidenler de…
O sırada duvardaki bir resmi gösteriyor. Uzun namlulu silahlarla çekilmiş bir hatıra fotografı bu. “Aralarındaki tek Arjantinli benim, diğerleri Nikaragualı” dedikten sonra kendini gösteriyor. Doğrusu bu sonuncu işaret pek de gerekli değildi. Nikaragualılar arasında, mavi gömlekli, sarışın bir genç adam. Komutanlığını üstlendiği bu müfreze düzenli orduya değil içişleri bakanlığı bünyesindeki milis örgütüne bağlıymış. “Ordu da vardı ama mücadele esas olarak içişleri bakanlığı milislerine dayanıyordu”. Geçerken değinmezsek olmaz: Sandinista Devrimi yıllarında Nikaragua’nın içişleri bakanlığı görevinde bulunan Tomas Borge, Eduardo Galeano’nun “Yüzler ve Maskeler” kitabının adandığı kişidir. Korkunç ve amansız bir içsavaşın ortasında, insanın temiz kalmasının neredeyse imkansız olduğu koşullarda devrimin savunulmasının tüm sorumluluğunu üzerinde taşıyan Borge, o şartlarda dahi insani değer ve duyarlılıklara sahip çıkmayı başarmış olmasıyla güzel ve onurlu bir örnek yaratmıştı.
PRT’den Günümüze
Günümüzde kendisini PRT olarak adlandıran hayli küçük bir çevre varsa da, varlıkları sembolizmin sınırlarını aşmıyor. Diğer yandan Quebracho gibi ayaklanmacı peronist örgütler, bazı milliyetçi sol topluluklar, PRT-ERP geleneğinin sembollerine sahip çıkıyor. Ortasında kızıl yıldız bulunan Arjantin bayrağı, ERP bayrağı, bu çevreler tarafından kullanılıyor. Ancak PRT-ERP, 1977’den itibaren tarihe karışmış durumda. O hareket içinden gelenlerden hayatta kalanlar ise mücadelelerini farklı mecralarda sürdürüyorlar.
Söyleşinin sonunda biraz da Türkiye üzerine sohbet ediyoruz. Pedro, cezaevindeyken bir Türk şairin şiirlerini okuduklarını söylüyor. Bahsettiği şair, Nazım Hikmet.