Meksikalı Gazetecileri Hedef Alan Suikastlar ABD’nin Uyuşturucu Savaşındaki Rolüne İşaret Ediyor

WARNING: unbalanced footnote start tag short code found.

If this warning is irrelevant, please disable the syntax validation feature in the dashboard under General settings > Footnote start and end short codes > Check for balanced shortcodes.

Unbalanced start tag short code found before:

“Ölümü infiale ve medyada paniğe neden oldu. Meksika’da hedef alınan gazetecilerin ortak bir yanı var: hepsi politik yolsuzlukları ve devletin uyuşturucu ticareti ile olan ilişkilerini açığa çıkarmaya çalışıyordu. Valdez suikastı, hakikatin peşinde koşan ve uyuşturucu savaş…”

Katliamlara, basına yönelik saldırılara karşı gazeteciler 16 Mayıs’ta Ángel de la Independencia meydanında “Meksika’da bizi öldürüyorlar. Sessiz kalma” sloganı ile toplandı. Eylem sosyal medyada da #NosEstanMatando (#BiziÖldürüyorlar) etiketi ile yankı bulmuştu. | Foto: @andresreportero

Javier Valdez: “Eğer bu cehennemi ifşa etmenin cezası ölümse bırakın hepimizi öldürsünler. Sessizliğe hayır.”

Geçtiğimiz ay, ödüllü gazeteci Javier Valdez, Meksika’nın Sinaloa eyaleti, Culiacán’daki ofisi yakınlarında arabasından yaka paça dışarı çıkarılarak güpegündüz katledildi. Valdez bu sene ülkede cinayete kurban giden altıncı gazeteci.**Michoacan eyaleti Savcısı Jose Martin Godoy, 14 Haziran’da Tierra Caliente bölgesinde yanmış halde bulunan erkek cesedinin yerel televizyon kanalı 6TV’nin direktörü, gazeteci Salvador Adame’ye ait olduğunu açıkladı. Adame bu sene öldürülen sekizinci gazeteciydi./**Ölümü infiale ve medyada paniğe neden oldu.

Meksika’da hedef alınan gazetecilerin ortak bir yanı var: hepsi politik yolsuzlukları ve devletin uyuşturucu ticareti ile olan ilişkilerini açığa çıkarmaya çalışıyordu. Valdez suikastı, hakikatin peşinde koşan ve uyuşturucu savaşının derinliklerini kazıyarak ifşa etmeye çabalayan gazetecileri susturmaya yönelik cinayet zincirinin bir halkasıydı.

Valdez, Sinaloa Kartelinin ve bölgedeki uyuştucu savaşı vahşetinin merkezi olan Culiacán’da çıkmaya devam eden yegane bağımsız gazete Ríodoce’nin kurucusuydu. Şubat ayında Ríodoce gazetesinde, daha önceden ünlü uyuşturucu lordu “El Chapo” Guzmán’ın sağ kolu konumunda olan Dámaso López’in bir temsilcisi ile yapılmış röportaj yayınlandı. Görünüşe göre Lopez geçen ay yakalanıncaya kadar Sinaloa karteli bölgesinin kontrolünü ele geçirmek için Guzman’ın oğulları ile savaşıyordu. Guzman’ın oğulları röportajın yayınlanmaması için Valdez’e baskı yaptı. Valdez’e yakın olan meslektaşları suikastta Sinaloa kartelinin ve federal yetkililerin parmağı olabileceğine inanıyor. Bugüne değin cinayete ilişkin bir tutuklama gerçekleşmedi.

Javier Valdez | Foto: Fernando Brito/AFP/Getty Images

Önde gelen gazetecilerden ve Valdez’in yakın arkadaşlarından, haftalık Proceso dergisi yazarı Marcela Turati şöyle konuşuyor: “Javier’in dokunulmaz olduğunu sanıyorduk. Ülkedeki uluslararası camiada da tanınan en ünlü gazetecilerden birisiydi. Bu kadar görünür olan birinin cinayeti dahi cezasız kalıyorsa biz kendimizi nasıl koruyabiliriz?”

Valdez’in cinayetinden bir hafta önce Gazetecileri Koruma Komitesi, gazeteci cinayetleri ve savcılığın bu suikastları soruşturmadaki yetersizliğini ifşa eden bir rapor yayınladı. Meksika hükümeti insan hakları komisyonu 2016 raporu ise gazetecilere karşı işlenen suçların %90’ının cezasız kaldığına işaret ediyordu: cinayet davalarının %82’si ve zorla kaybedilme vakalarının %100’ü sonuçsuzdu. Konuşma özgürlüğüne karşı işlenen suçlar için ayrılmış özel bir federal savcılık ofisi 2000’den beri kayıtlara geçen 114 gazeteci cinayetinden son 7 sene içerisinde sadece 48’ini soruşturdu, bunlardan da yalnız 3’ünde ceza verildi.

ABD Dışişleri Bakanlığının geçen sene yayınladığı rapora göre Meksika’daki gazeteciler yaptıkları haberlerden dolayı şiddete uğruyor, tehditler alıyor, gazetecilere karşı işlenen suçlar ise çoğunlukla cezasız kalıyordu. Benzer tespitleri son senelerde yayınlanan bu tip raporların hemen hepsinde görmek mümkün.

Ne var ki utanmaz Meksika hükümetinin ve ona yardım eden ABD’nin gözü önünde uyuşturucu savaşı genişlemeye devam etti. Gizliliği kaldırılmış Dışişleri Bakanlığı belgeleri, geçtiğimiz yıllarda ABD’nin infazcı Meksika polisini ve ordusunu nasıl da donatıp silahlandırdığını gözler önüne seriyor.

Eğitim, Silahlar ve Para

ABD hükümeti, önceki ABD ve Meksika Başkanları George W. Bush ile Felipe Calderón tarafından 2007’de imzalanmış olan uyuşturucuyla mücadele paketi “Mérida Girişimi “kapsamında, Meksika’ya 2008’den beri 2,6 milyar doların üzerinde güvenlik yardımı yaptı. Süresi ilk başta 3 yıl olarak biçilen Mérida, Hillary Clinton’un bakanlığı döneminde daha da genişledi. Söz konusu işbirliği Donald Trump’ın göçmenler ve sınır duvarı üzerinden sergilediği Meksika düşmanlığına karşın bugün de devam etmektedir.**Çevirenin Notu: Uyuşturucu ile mücadele adı altında yoksul gettolarda polis şiddetinin nasıl tırmandırıldığına ve sistematik olarak çoğunluğunu siyahların ve Latinlerin oluşturduğu hapishane nüfusunun ucuz iş gücünü arttırmak adına nasıl büyütüldüğüne, ABD tarihinin en büyük hapishane grevi ile ilgili yazıda değinmiştik./**

Fon ve yardımlar Dışişleri Bakanlığının yanı sıra Pentagon, Adalet Bakanlığı ve diğer kurumlar tarafından da akmaya devam etti. Paranın büyük bir kısmı kara şahin helikopterlerinden tutun da silahlı araçlara, istihbarat ekipmanlarından, yazılımlara, gece görüşü gözlüklerinden casus uçaklarına, uydu sistemlerinin ve daha nicesinin satışından inanılmaz karlar elde eden ABD menşeili güvenlik şirketleri yoluyla aktarıldı. Buna ek olarak silah şirketleri, silah ve teçhizat satışlarından her sene milyar dolar kazanmaya devam etti.

Merida Girişimi kapsamında ABD’nin Meksika polisine sağladığı Kara Şahin helikopterlerinden biri | Foto: Fernando Ramírez/Agencia EL Universal/AP

Silah transferinin yanı sıra ABD, Meksika’nın uyuşturucu ticaretinin patronlarına karşı, eski Meksika büyükelçisi ve ondan önce de Afganistan büyükelçi yardımcısı olan Anthony Wayne ile Başkan Obama’ya terörle mücadele danışmanlığı yapmış eski CIA direktörü John Brennan’in şekillendirdiği Clinton’un görev süresinde hız kazanmış olan “öldür veya yakala” stratejisini de pazarladı. Brennan 2009’da, yüksek profilli hedef (High Value Targeting) stratejisi ile Irak, Afganistan ve diğer ülkelerde denenen programlarla modellenmiş HVT operasyonlarının inşası ve uyarlanması için temasta bulunmak üzere Meksika’yı ziyaret etti.

Çoğu gözlemci ve güvenlik uzmanına göre HVT, azaltmak şöyle dursun uyuşturucu ticaretini istikrarsızlaştırarak şiddeti daha da tırmandırdı. En kayda değer HVT operasyonlarından biri 2010’da Javier Valdez’in de evi olan Sinaloa eyaletinde gerçekleşti. Haber Alma Özgürlüğü hareketi tarafından açıklanan eski gizli belgelere göre ABD’nin Meksika ile istihbarat paylaştığı bu operasyon, Sinaloa kartelinin o zamanki dört liderinden biri olan Ignacio “Nacho” Coronel Villarreal’in ölümü ile sonuçlandı. Villarreal’in ölümü ise bölgede Sinaloa karteli ile Zetas gibi diğer çeteler arasındaki iktidar savaşını kızıştırdı.

Obama döneminin sonuna doğru ABD, askeri donanıma verdiği ağırlığı yereldeki kolluk kuvvetlerini eğitmeyi de içeren kurumsal reformlara kaydırdı. DEA (Drug Enforcement Administration- ABD’de uyuşturucu ile mücadele(?) ile etmekle görevli kolluk kuruluşu) her sene binlerce polisi sorgulama teknikleri üzerine eğitirken Adalet Bakanlığı ve diğer ABD kuruluşları da Meksika’ya istihbarat ağı, adli araştırma ve biometrik ekipman desteği sağladı. ABD Dışişleri Bakanlık kayıtları bu desteğin milyonlarca eyalet laboratuvarını, olay yeri ve balistik inceleme, kanıt toplama ve adli istihbarat analizi ve türevi bir çok yardımı kapsadığını ortaya koyuyor.

ABD bu işbirliğinin Meksika’nın kovuşturma kapasitesini arttırdığını iddia etse de gazeteci cinayetleri de dahil olmak üzere devam etmekte olan sistematik insan hakları ihlallerinin cezasız kalması konusunda bir etkisi olmadı. Gazetecileri Koruma Komitesine göre asıl sorun saldırgan yakalansa dahi devlet ve suç örgütleri arasındaki örtülü ittifakın, gerçek sorumluların mahkum edilmesine engel olması.

Gazeteci Marcela Turati soruşturma için bağımsız uluslararası bir oluşumun gerekliliğine işaret ediyor: “Amerika Devletleri İfade Özgürlüğü Özel Raportörlüğü veyahut BM benzeri bir kuruluştan uzmanların oluşturacağı ekip bu suçları, cezasızlığı yaratan mekanizmaları araştırıp Meksika’nın adalet sisteminin restore edilmesine yardımcı olabilir. Hükümet bu suçları çözecek politik iradeye ve kapasiteye sahip değildir.”**Çevirenin Notu: Soruşturmaya uluslararası “bağımsız” ekipler dahil edilse dahi neredeyse 3 yıldır, katledilen 43 Ayotzinapa Öğretmen Okulu öğrencisi için adaletin halen sağlanmadığını hatırlatmak gerekir. Ayotzinapa katliamı devlet ve uyuşturucu çeteleri arasındaki ilişkileri ve işlenen insanlık suçlarının nasıl cezasız bırakıldığını ortaya seren en acı örneklerden biridir.(Bkz. https://isyandan.org/diger/katliamin-ikinci-yilinda-ayotzinapa-icin-adalet/)/**

Sessizliğe Hayır!

Haber Alma Özgürlüğü Hareketi tarafından paylaşılan ve başka kanallarla sızdırılan ABD Dışişleri Bakanlığının Meksika üzerine yaptığı iç yazışmaların da bariz biçimde ortaya koyduğu üzere ABD, kurumsallaşmış cezasızlık probleminin, örtbaslar ve faili meçhullerin Meksika’daki devlet yetkilileri ile olan ilişkisinin gayet farkındadır.

2010’da ABD Büyükelçiliği yetkilileri ülkenin kuzeydoğu eyaletlerinde uyuşturucu çetelerinin, kolluk kuvvetlerinin bilgisi dahilinde neredeyse hiçbir yaptırıma veya cezaya maruz kalmadan hareket ettiklerini rapor etmiştir. Ancak buna rağmen ABD’nin güvenlik işbirliği devam etti. Konsolosluk yetkililerinin eyaletteki kolluk kuvvetlerinin yozlaştığını beyan etmesine ve valinin Zetas çetesinin devlet ve polis içerisinde bağlantılarının bulunduğunu kabul etmesine rağmen ABD büyükelçiliği ve DEA, Nuevo León polisini eğitti. ABD desteği, halen aktif görevde ve emekli olan Nuevo León polis memurlarının uyuşturucu çetelerine koruma sağladığı DEA yetkililerince teyit edilse dahi sürdü.

ABD yetkililerin raporları ülkenin kuzeybatısında, Tamaulipas eyaleti, San Fernando’da 2010-11 yılları arasında işlenmiş olan bir dizi katliamda Meksika’nın, devletin bu suçlardaki sorumluluğunu nasıl örtbas etmeye çalıştığını ortaya koyuyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı dosyalarında Meksikalı yetkililerin şiddeti nasıl örtbas ettikleri, kurbanların bedenlerini parçalayarak soruşturmayı sabote ettikleri ve böylece kayıp sayısını daha az gösterip durumun vahametini gizledikleri açıkça belgelenmişti. Ancak toplu mezarlar keşfedilse dahi ABD bölgedeki planlarını yoğunlaştırmaktan vazgeçmedi.

Uyuşturucu savaşının kurbanları için sürdürülen adalet arayışını ABD desteğini arkasına alan hükümet kurumları değil gazeteciler ve kurbanların aileleri sırtladı. Ve çoğu zaman da sesleri bastırılmaya çalışıldı.

Miriam Rodríguez Martínez’in 2012’de kaybolan 14 yaşındaki kızı Karen, San Fernando’daki bir toplu mezarda bulundu. Rodríguez inatla kızının cinayetinden sorumlu olanların peşine düştü. Onun çabaları sayesinde Zetas çetesi üyeleri de soruşturma altına alındı ve olaydaki baş şüpheli tutuklandı. Rodríguez aynı zamanda bölgedeki diğer kayıp ailelerinin yakınlarının kalıntılarını bulmasına ön ayak oldu ve maalesef Javier Valdez’in suikastından yalnızca beş gün önce San Fernando’daki evinde anneler gününde katledildi.

Valdez bu suçların üzerini örten sessizliğin kırılması konusunda ısrarcıydı. Meslektaşı Miroslava Breach Mart ayında katledildiğinde şöyle demişti: “Eğer bu cehennemi ifşa etmenin cezası ölümse bırakın hepimizi öldürsünler. Sessizliğe hayır.”

Bu yazı “Sesimiz Gücümüzdür / Nuestra Voz Es Nuestra Fuerza” sloganı ile, Javier Valdez’i ve yaptığı işleri anmak için Meksika’da basını hedef alan suçlarda cezasızlığa son verme çağrısı ile başlatılan uluslararası kampanya kapsamında hazırlanmıştır.

Jesse Franzblau

Kaynak: https://theintercept.com/2017/06/15/the-murder-of-mexican-journalists-points-to-u-s-role-in-fueling-drug-war-violence/

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.