Robot Teknolojisi, Yapay Zeka ve Emek Cephesi Açısından Mücadele Olanakları

Kapitalizm Nedir? Ve Neden Yapısal Olarak Teknolojiyi Geliştirir?

Kapitalizm azâmi kar için meta üretimidir.  Meta nihai tüketici için kullanım değeri ve ilk üretici için değişim değerinden oluşmaktadır.  Üretici kullanmak için değil satmak için üretim yapar. Nihai tüketici ihtiyacını karşılamak için metayı satın alır. Alım satım nesnesi olan metalar piyasada olduğunda alıcı ya da satıcı taraflardan birinin eksik olması durumunda arz fazlası yada talep eksikliği ile krizi potansiyel olarak içinde taşır.

Teorik olarak kriz, azâmi kârı hedefleyen kapitalizmi ve kârlılığı azaltan dinamikleri içinde taşımaktadır. Daha fazla kâr elde etmek için metaların fiyatlarını ucuzlatmayı ve rakipleri rekabet yoluyla piyasadan silmeyi hedeflemektedir. İleri teknolojilerin icat edilmesi, makinaların canlı emeğin yerine geçmesi, yani üretimin kapitalizasyonu, fiyatları kırarak piyasa paylarının artırılması için yapılır. Rakipleri yok edip, kârı maksimuma çıkarmak için her şey mubahtır.

Canlı emeğin yerini makinalar ve otomasyon, yani ileri teknolojiler aldıkça kâr oranı düşmeye başlar. Üretim alanında düşen kâr oranları, azâmi kâr için hareket eden sermayenin kısa vadede yüksek kârlar kazandığı finans ve spekülasyon alanına kaymasına neden olur.  Şişen finans sektörü, büyüyerek varolması için gerekli artıdeğer üretiminin sınırına yaklaştığı 2000’li yılların başından itibaren özellikle emlâk sektöründe hissedilmeye başlamıştı.(1) Finans alanının sınırlarının ortaya çıkması çözüm olmayınca sermayeyi değersizleştiren iflaslar ve savaşlar gündeme gelmektedir. Yeniden üretim alanına giriş, rakiplerin pazardan silinmesi için yeni ileri teknolojilerin kullanılmasıyla gerçekleşmektedir.

Yeni Teknolojilere Bir Göz Atalım

Kapitalist tekelci sistem her geçen gün yeni bir teknolojik gelişmeye imza atıyor. Beyin sinyallerini alıp dijital verilere dönüştüren aletler, gördüğünüz kişilerle ilgili bilgileri gözlüğe, lense yansıtan aletler, insan sesini taklit eden aletler, duyguları anlayan ve tepki veren aletler vs. Peki kapitalizmin “artırılmış insanlık” dediği ve hayatımızın her alanını piyasalaştırmaya, kontrol ve baskı altında tutmaya çalıştığı yeniçağa gerçekten hazır mıyız?

Kontrol ve Baskı Yöntemleri

“Yeni güvenlik politikaları vatandaşların, polis tarafından özel izleme ve kontrol yöntemleriyle yüksek düzeyde kontrol edilmesini empoze etmekte ve bunun vatandaşların bilinçlerinde meşrulaşmasını istemektedir. Kameralar, gizli kameralar, mobeseler, retina, parmak izi, DNA gibi biyometrik veriler, mikroçipler, özel bilezikler, GPRS gibi alet ve yöntemler polis kuvvetlerine daha büyük bir otorite ve izleme imkânı tanımakta. Bu özel ekipmanların kullanımı ve kötüye kullanımı ise sistemin yargı organlarınca dokunulmazlık zırhıyla korunmakta. Sistem aynı zamanda yasal olarak Avrupa’daki en büyük kişisel bilgi bankasını (Schengen Bilgi Sistemleri) ve sınırlar arası kontrol sistemlerinin (sınır geçme, uluslararası toplantılar, gösteriler vb.) en gelişmişini de yaratmış durumda.

Bu kontrol sitemlerinin en çarpıcısı 1990’larda deşifre edilen ECHELON’dur. Echelon (2) beş devlet (Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, İngiltere ve ABD ) arasında imzalanan güvenlik anlaşmasına istinaden tüm iletişim araçlarını belirgin istihbarat tanımı ile tanımlayan küresel medyadan, genel kültüre kadar geniş bir alanı tarayan kontrol sistemidir. Telefon, fax, e-posta, uydu haberleşmesi, kamu telefon şebekeleri ve mikrodalga hatlarının tamamını kontrol eden bu sistemin bir İstihbarat Toplama Sisteminin adı olduğu ortaya çıktı. Yine Google çalışanlarının ifşa ettiği Marvel Projesi’de, Pentagon için üretilen yapay zeka gözetleme sistemi olarak hayat bulacak. Google şirketinin yıllardır topladığı kişisel ve mekânsal verilerimiz ile yapay zeka gözetleme sistemleri birleşiminin George Orwell’in 1984 romanına bizi taşıyacağına şüphe yok. İleri teknoloji sadece istihbarat toplamada kullanılmıyor. Bu aynı zamanda bir savaş aracı olarak karşımıza çıkıyor. Peki nedir bu ileri teknoloji savaş araçları?

İklim Değişimi Silahı Olarak “Jeo-Mühendislik”

‘Jeo-mühendislik’, insanların etkisiyle değişime uğrayan, istenmeyen iklim değişimini azaltmak için, iklimi değiştirerek ‘Küresel çevrenin geniş ölçekte bilinçli olarak manipüle edilmesi’ olarak tanımlanıyor. “Jeo-mühendislik programı (3), fosil yakıt kullanımını azaltmadan, fosil yakıt kullanmanın, iklim üzerindeki etkilerini hafifletmek amacıyla araştırmalar yapmak; örneğin, dünya üzerinde ‘güneş ışını olayını’ azaltmak için uzaya kalkanlar yerleştirmek.” olarak tarif edilebilir.

Resmi söylem atmosferde yapılan değişim deneylerini ve etkinliklerini jeo-mühendislik olarak tanımlayarak bir mühendislik faaliyeti olarak sunuyor. HAARP, Küresel Karartma, Partikül Kalkan Deneyleri, Troposferik Aerosol Projesi çalışmaları bu faaliyet alanını tanımlayan projeler olarak görülüyor ve tüm bu çalışmaları ABD Başkanlığı İklim Değişikliği Teknoloji Programı koordine ediyor.

Uzayın Askerileştirilmesi

Atmosferde olup bitenler bildiklerimizin çok azı. Tabi ki güvenlik sadece atmosferle sınırlı değil. Uzaya hakimiyet yeni güvenlik politikalarının da önemli bir bölümünü oluşturuyor. Peki gündelik hayat ve basında yer alan uzayın silahlandırılmasında tarif edilen uzay nedir?

Yeryüzünden 100 km bir uzaklığı kapsayan atmosferin bittiği yerden sonraki boşluğu tanımlamak için dış uzay kavramı kullanıyor. Uzay, yeryüzü mesafesinden kurtulmanın getirdiği avantajla herhangi bir noktaya çok kısa süre içinde müdahale edebilme avantajı sağlıyor. Askeri uzay uçaklarının başlıca özelliğinin herhangi bir noktaya 45 dakika içinde ulaşabilmesi olduğu düşünüldüğünde, uzayın askerileştirilmesinin (4) sağlayacağı avantajlarda daha net anlaşılır olmaktadır.

Robot Askerler

Savunma uzmanları önümüzdeki 10 yıl içinde savaş robotlarının gerçek askerlerin yerine geçeceğini belirtiyorlar. İnsansız kamyonet, tank gibi savaş araçları, su altı uçakları, ağır bombardıman silahları taşıyan imha robotları, üs koruması sağlayacak nöbetçi dronlar gibi kombine bir sistem dahilinde çalışacak otonom sistemler. Yakın gelecekte sahadaki sıcak savaş operatör odalarından yürütülüyor olabilecek. 50’den fazla bilim insanının boykot etmeye hazırlandığı, Güney Kore’deki KAIST Üniversitesi yapay zeka ile birlikte otonom silahlar üretme konusunda çalışmalarına devam ediyor. Otonom silahlar insana ihtiyaç duymadan savaşmayı sürdürebilecek terminatör benzeri katil robotların hayata geçirilmesi demek aynı zamanda…

İleri Teknolojiler,  Emek-sermaye İlişkileri

İleri teknolojiler egemenlerin elinde bir baskı ve savaş aracına dönüşürken, kapitalist üretim ilişkilerinin nasıl şekilleneceği ve emeğin dönüşüm sürecinin bizleri nasıl etkileyeceğine daha yakından bakmakta fayda var.

2000’lerin başında, işçi sınıfının değiştiği ve sanayi devrimiyle ortaya çıkan sanayi işçisinin yerini hizmet sektörü işçilerinin aldığını konuşuyorduk, çok değil 15 yıl içinde robot teknolojisi ile birlikte hizmet sektöründeki pek çok iş kaleminin insanlar değil robotlar aracılığıyla yürütüleceğinden bahsediyoruz. Muhasebe, nakliye, insan kaynakları, gıda işleme, hazır giyim gibi pek çok mesleğin ortadan kalkacağı ve yerlerine daha çok bilişim, yazılım, siber güvenlik gibi teknolojiye uygun mesleklerin geleceği düşünülüyor. Bir diğer ön görü ise kol işçiliğinin azalacağı ve kafa işçiliğinin artarak insan iş gücü olarak belirleyici olacağı yönünde…

Konunun küresel emek piyasasının taban fiyatını belirleyen Çin’in yapay zekâ, Güney Kore, Almanya, Japonya ve ABD’nin robot teknolojisine (5) yatırımlarını artırması ile birlikte değerlendirilmesi, bizi nasıl bir geleceğin beklediği konusunda fikir veriyor. Çin beş yıl içinde bu dörtlüye yetişmeyi hedefliyor. Çin’in uzun süreli tek çocuk politikasıyla birlikte azalan iş gücü piyasası açığını, robot ve yapay zekâ teknolojisiyle doldurmaya çalışmasının tüm dünyaya yansımasının ücretlerin aşağı çekilmesi ve işsizlikle karakterize olacağı aşikâr. Bir işi olmayanların sayısının bir işi olanların sayısını geçtiğinde, kapitalizmin yarattığı insan fazlasına ne olacağı konusu ise savaşlar, göç yollarında yok edilme ve katliamlar üzerinden şekilleneceğini görmekte pekâlâ mümkün.

Bu şartlar altında emeğimizin, geçimlik ücretlerimizin belirlenmesi teknolojiyi elinde tutan, sermayeye el koyan bir avuç tekelci haydudun iki dudağı arasında olacak. Vücudumuzun herhangi bir yerine takılan aletlerle dev bir network ağına dâhil olacağız ve belki de dünyanın öbür tarafındaki bir coğrafyada robotlarla yürütülen işleri gün yüzü görmediğimiz deliklerde biz üstleneceğiz. Bağlandığımız yapay zekâ her an her dakika verimliliğimizi ölçüp iş dışında geçirdiğimiz saatleri düşerek bize sadece gerçekten tam konsantre olduğumuz iş saati kadar ücret ödeyecek. Çalışma kurallarını kendine göre belirleyecek ve bizler geçinebilmek için hayallerimiz, anılarımız dâhil her şeyimizi satmak zorunda kalacağız.

Yapay zekâ ile birlikte geliştirilen ve 1 milyon dizüstü bilgisayarın gücüne eş ana bilgisayar sistemleriyle dünya genelindeki insan davranışlarını, eğilimlerini egemenler önceden bilecekler ve bugünkü baskı ve korku rejimlerini artıracaklar. ‘Artırılmış insanlık’ daha yolda yürürken en başta gözaltına alınmanızı, önleyici tedbirler dâhilinde sistemin komple dışına itilmenizi sağlayabilir. Birlikte hayal edelim, bir binaya giriyorsunuz ve size dijital lens takmış biri uzaklaş diyor, daha ne olduğunu bile bilmiyorsunuz ve onun elindeki veriler sizin yüzde 25 terörist olma ihtimalinizi yüksek risk olarak görüyor. Bu riski de yüz tanıma sistemleri, hastane kayıtları, polis kayıtları, muhbir vatandaş kayıtları gibi birleştirilmiş bir veri bulutundan alıyor. İyi vatandaş olmadığınız, sisteme itiraz ettiğiniz için terörist olma potansiyeliniz yüksek olarak fişleniyorsunuz ve bu her gittiğiniz yerde siciliniz haline geliyor.

Adam Smith, iktisatta duyguları arka plana atıp, erkek birey mantığını ön plana koyarak piyasanın dengeyi bulacağı ve gerçek fiyatları belirleyeceğini ön görmüştü. Duygularıyla karar veren kadının ikincil konumunu daha da güçlendirerek kadının idari kadrolarda neredeyse görünmez hale gelmesine neden olmuştu. Ön yargılı yapay zekânın kadının ikincil konumunu daha da pekiştireceğini düşünen görüşler var. Kadınlar üzerinden tanımlanan iş modellerinin yüklendiği yapay zeka IK yöneticisinin önyargıyla davranacağı, işe alımlarda erkekleri tercih edeceği, kadınlar için işsizlik, yönetici pozisyonuna gelememe gibi konuların daha da artacağı endişeleri çok da yersiz değil.

Yapay zekanın kendi dilini yaratması, birbirleriyle iletişim kurması, ön yargılı olabilmesi gibi insan benzeri düşünme sistemleri geliştirmesi gibi otonom sistemler ileride insan yaşamını iyi yönde mi etkileyecek bilinmez ama Endüstri 4.0 tek tipleştiremediğini yalnızlaştırmaya, yoksul çoğunluklara dönüştürmeye keza katletmeye hazırlanırken sahi biz geri kalanların mücadele araçları ne olacak?

Direniş, mücadele ve örgütlenmenin yeni biçimleri

İnternetin ilk çıktığı zamanlarda hâkim söylem dünyanın birleşeceği, iletişimin artacağı ve şeffaflığın, doğrudan demokrasinin hâkim olacağı yönündeydi. Bugün bu söylemlerin geride kaldığını yaşadığımız sansürle, her ülkede çıkarılan baskıcı yasalarla ve dahası devlet eliyle kurulan sosyal medya müdahale timleriyle üzülerek görüyoruz. Fakat aynı zamanda emekçilerin interneti, enternasyonel emek ağlarının örülmesinde, haberleşmede, sansürü delmede, kendi lehlerine nasıl bir mücadele aracına çevirdiğini de biliyoruz, yaşıyoruz. Gezi’de, Tahrir’de, Wall street’de ve daha pek çoğunda yaşanan halk isyanları tam da egemenlerin birer kontrol ve yönetme aygıtı olarak geliştirdiği sistemlerin emek yararına kullanılmasıyla yaşandı.

Bugün halktan yana tavır alan dünyanın çeşitli yerlerinden özerk yapılanmaların içinde olduğu dünya çapındaki siber saldırı eylemlerini örgütleyen Anonymouse gibi siber gerilla timleri sayesinde egemenlerin kirli çamaşırları tek tek gün yüzüne çıkıyor, küresel dünyada birbiri ardına yolsuzluk dosyaları patlatılıyor biliyoruz. Yaşadığımız coğrafyada Redhack, LulzSec, The Chaos Computer Club (CCC), Cult of The Dead Cow ve bundan oluşmuş olan Ninja Strike Gropu ve Hactivismo vs siber örgütlenmeler temel insan hakları ve temel internet hakları konularına vurgu yaparak bilginin sınırsız dolaşımı için mücadele ediyorlar. Legion of Doom (ABD), Masters of Deception (ABD),  Croatian Revolution Hackers(Hirvatistan), Ghost Squad Hackers gibi gruplar devlet ve devletlerle ilgili kurumlara saldırı düzenliyorlar. Shadow Brokers ABD’de Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA)’ın dosyalarını ele geçirerek yayımladı.

Sistemi en zayıf yerinden vuranlar, yapay zekânın egemen olduğu bir coğrafyada yaşayanlara, sistemin nasıl dışına çıkacakları ve bilişim alanında yeni mücadelenin nasıl yürütüleceği konusunda ilham veriyorlar. Yapay zeka ile birlikte herşeyin birbirine bağlandığı network sistemleri sistem içi erişime açık olan enerji, güç, şebeke, bina yönetim sistemleri gibi sistemlerin nasıl halk yararına kullanılacağını ve egemenlerin tam kalbine çomak sokulabilecek araçlar olabileceğini düşündürüyor.

Haber: isyandan.org

Kaynaklar:

(1) Ahmet Tonak,  2004

(2) SSCB ve müttefiklerine karşı 60’ların başlarında oluşturulmuş olan bu sistemin bugün uyuşturucu kaçakçılığı, terörle mücadele, politik ve diplomatik istihbarat alanında kullanılıyor. Bu sistemin geniş ölçekli ticari hırsızlıklar içinde kullanıldığı biliniyor.

İngiliz gazeteci Duncan Campbell ve Yeni Zelandalı gazeteci Nicky Hager, 1990’larda ABD’nin ECHLON trafiğini, askeri ve diplomatik amaçlar için kullandığını ortaya çıkardı.

Alman Firması Enercon tarafında üretilen Havasız rüzgâr tribünü teknolojisi, Belçika firması Lernout&Hauspie tarafından geliştirilen konuşma teknolojisi çalındı. Suudi Arabistan’ın Airbus ile 1994 yılında yaptığı anlaşma için AİRBUS yetkililerinin rüşvet verdiği bilgisinin sızdırılması üzerine Airbus firması 6 milyar dolar kaybetti.

2001 yılında James Bamford  tarafında yazılan ABD’nin Ulusal Güvenlik Ajansı kitabının yazarı tarafından hazırlanan Avrupa Parlamentosu’nun bastığı raporda varlığı resmi olarak deklere edildi.

Avrupa Parlementosu’nun raporunda, ECHOLON şebekesine ait olduğu kanıtlanan yer istasyonlarının bilgileri şu şekilde yer aldı;

  • Hong Kong
  • Avustralya Savunma Uydu İletişimleri İstasyonu (Geraldton, Batı Avustralya)
  • Menwith Hill (Yorkshire, İngiltere)
  • Misawa Hava Üssü (Japonya)
  • GCHQ Bude, resmi olarak GCHQ CSO Morwenstow olarak bilinir, (Cornwall, İngiltere)
  • Pine Gap (Kuzey Avustralya – Alice Springs’e yakın)
  • Sugar Grove (Batı Virginia, ABD)
  • Yakima Eğitim Merkezi (Washington, ABD)
  • GCSB Waihopai (Yeni Zelanda)

Echolon ile ilişkili olduğu düşünülen istasyonlar

  • Ayios Nikolaos (Kıbrıs – İngiltere)
  • Bad Aibling İstasyonu (Bad Aibling, Almanya – ABD) –  2004’te Griesheim’e taşındı.
  • Buckley Hava Kuvvetleri Üssü (Denver, Colorado, ABD)
  • Fort Gordon (Georgia, ABD)
  • Guam (Pacific Ocean, ABD)
  • Kunia (Hawaii, ABD)
  • Leitrim (Ottawa’nın güneyi, Ontario, Kanada)
  • Lackland Hava Üssü, Medina Annex (San Antonio, Texas, ABD)

(3) Jeo-mühendislik üzerine 19 Kasım 2006 tarihinde basına ve kamuoyuna kapalı bir toplantı yapıldı. Beyaz Saray’da gerçekleştirilen toplantı için NASA, gizli bir toplantı olduğunu söyledi. Bu toplantıya katılan fizikçi ve ekonomist David Keith’in “Eğer bu toplantıyı canlı olarak Avrupa halkına yayımlasalardı, halk sokağa çıkıp ayaklanma çıkarırdı” demesi toplantıdan ne kadar ürktüğünü gösteriyor.

İlk toplantıya katılanlardan bazılarının da katılımcı olduğu ikinci bir toplantı 20 Kasım 2006’da yapıldı. Burada katılımcılar kişisel görüşlerini ve kamuoyuna kapalı yapılan toplantıda sundukları görüşlerini dile getirdiler.  Kaliforniya Üniversitesi, Fizik ve Astronomi Bölümü’nde çalışan Gregory Benford gizli toplantıda “Açık okyanus üzerinde yüksek irtifa deneylerinin hukuki olarak çok küçük pürüzlerle karşılaşacağının” söylendiğini dile getirdi. Zamana yayılma eğilimi gösteren politikalardan uzak durulmasının bu toplantıda konuşulduğunu belirtti.

Nobel Ödüllü Profesör Crutzen radikal bir eksen değişikliğine ihtiyaç olduğunu ve strasforun yüksek kesimlerine güneş ışınlarını yansıtacak ayna işlevi görecek olan sülfat partikülleri serpilmesini önerdi. Çok az sayıda Senato üyesi yıllardan beri yapılan bu kimyasal deneyler hakkında bilgi sahibiler. Bu deneyler için Amerika hükümetlerine açık çek veren iki yasa taslağı bulunuyor. (ABD Senatosu 517 nolu yasa taslağı, ABD Temsilciler Meclisi 2995 nolu yasa taslağı)

1990’ların ortalarından itibaren dünyanın değişik yerlerinden alınan su örneklerinde yer alan  Baryum ve Alüminyum oranlarının standartların üzerinde seyreden temel elementler olarak karşımıza çıktığını bu araştırmaları yapan bilim insanları söylüyorlar. Keza Kanada Eylem Partisi Lideri Conie Fogal Alüminyum, Baryum ve başka herhangi bir elementin iklim şartlarını değiştirme ya da başka herhangi gizli amaçlar dahilinde atmosfere püskürtülmesini 22 Ağustos 2005 tarihinde yaptığı basın açıklaması ile kınadı.

Kaliforniya Devlet Sağlık Kurumu eyaletteki tüm içme sularında bulunan Magnezyum, Kurşun, Manganez, Alüminyum, Demir, Sodyum ve özel bileşenlerin istenilen değerlerin üstünde çıktığının, test sonuçları ile kanıtladığını kamuoyuna açıkladı. 1991’de başlayan bu süreç günümüzde de devam etmektedir. Yine suyun ticari bir meta olarak değerlendirilmesi gerektiği tartışmalarının da bu tarihte başladığını hatırlayalım.

Judy Sopka, Clinton döneminde başlayan ve Bush döneminde atmosfere metal partiküllerin bırakılması deneylerinin haftalık periyoda inmesinin, hükümetin gizli alternatif bir programa sahip olduğunu göstermektedir iddiasında bulunuyor.

2005 yılı Eylül ayı başlarında, meteorolojist Scott Stevens’ın, Katrina kasırgasının, Japon mafyası üyelerinden birinin, Ruslar tarafından Japon mafyasına satılan bir elektromanyetik jeneratör kullanmasıyla ortaya çıktığını iddia etmesi, ABD’de ülke çapında bir skandala neden olmuştu. Geçen sene de, 26 Aralık’ta Güney-Orta Asya’da 300.000 insanın ölümüne yol açan tsunamiden hemen önce, yazar Micheal Crichton, kendi programlarının güvenliğini sağlamak için, depremlerin ve tsunamilerin yapay üretimi ile meşgul olan ‘ekolojist teröristleri’ anlatan ve en çok satan kitaplar arasında yer alan ‘Korku Devleti’ kitabını yayımladı. ABD’nin Alaska’da yaptığı HAARP deneylerinin de benzer amaçlarla kullanılabileceğini ülkenin en ünlü jeofizikçilerinden Prof.Gordon J.F.MacDonald belirtmişti.

Bu tip senaryolar üreten komplo kuramcılarının hata yaptıklarını kanıtlayacak pozisyonda olmadığımız bir gerçektir. Gizliliğin korunduğu ve saydamlığın olmadığı durumlarda, sıradan vatandaşların, askeri olmayan iklim yumuşaması ile ‘iklimin silah olarak’ kullanılması teknikleri arasında bir ayırıma varması hiç de kolay bir iş değil…

1991 yılında atmosferde kimyasal deneylerin yapılmaya başlanmasıyla birlikte insan olarak konuyla ilgili kuşkularımız giderek artıyor. NBC Los Angeles Temsilcisi Paul Moyers’ın “Hükümet havayı yönlendirme faaliyetleri içinde mi?” sorusu yıllardır içimizde taşıdığımız kuşkuları daha da gün yüzüne çıkardı diyebiliriz.

(4) 1967 yılında imzalanan Dış Uzay Antlaşması dünya çevresindeki yörüngeye nükleer ve kitle imha silahları taşıyan herhangi bir aparatı yerleştirmeyi yasaklıyor.

ABD’nin Uzay Güvenliği Projesi’nin bütçesi 36 milyar dolar. Çin, Rusya, AB, Japonya, Hindistan ve İran’ında içinde olduğu ülkelerin toplam harcamaları 50 milyar dolar civarında. ABD tek başına bu toplamın % 70’ini oluşturuyor.

Yayılma stratejisi Rusya ve Çin’in tehditleri üzerinden geliştirilmekte. NASA’nın Mars’ta atmosfer oluşturma ya da hayat şartlarını yaratma temelindeki çalışmaları egemenlerin gelecek dönem stratejileri açısından öncelik kazanmaya yönelik adımlar olarak görülmelidir.

Uydu sistemleri ile çoktandır yeryüzünü gözlemleyen Pentagon, uzaya askeri sistemler yerleştirip hem gözlem hem de vuruş kabiliyeti olan bir saldırı sistemi kurma hazırlığındadır. Pentagon’un “Küresel Saldırı Bütünleştirme” politikası uzayı da içine alan bütünlüklü bir hâkimiyet stratejisidir. Daha anlaşılır bir ifade ile izleme ve keşif uyduları, balistik füzeler, kitle imha silahları, uydu savar ve füzesavar sistemleri ile gezegenin kuşatılmasını içermektedir.

Reegan döneminin SSCB’ye karşı askeri stratejileri yaygınlaştırmanın bir ayağı olan “Yıldız Savaşları” füzesavar programı ve 1982’de Hava Gücü Uzay Komutanlığı’nın “küresel güç oluşturmak için hayati önemde olan uzay ve kıtalararası balistik füze operasyonları yoluyla Kuzey Amerika’yı savunma” görevi, SSCB dağıldıktan sonra yeni dönemde de hâkimiyet stratejisinin önemli bir ayağı durumunda.

Bu sebeple, “Uzayda savaşacağız, uzayda savaşacağız. İşte bu yüzden ABD yönlendirilmiş enerji (HAARP gibi elektro manyetik değişimleri hedefleyen projeler) ve vur-öldür mekanizmalarının geliştirilmesi programlarına sahiptir. Bir gün karadaki hedefleri -gemiler, uçaklar, kara hedefleri- uzaydan vurabileceğiz” açıklaması yapıldı ve 2000 yılında Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi ile önümüzdeki 21.yüzyıla ilişkin temel perspektifler ortaya kondu.  11 Eylül Pentagon ve Dünya Ticaret Merkezleri’ne yapılan saldırının ardından 2001 yılında ABD Anti-balistik füze anlaşmasından çekildi.

Hava Kuvvetleri Doktrin Belgeleri Karşı Uzay Harekatları 2-2.1 belgesi önsözünde General John P. Jumper’in “Karşı Uzay Harekatları, modern savaşlarda başarı için büyük önem taşımaktadır,” sözleri Irak işgalinde gerçeklik kazandı ve yüz binlerce insanın ölümü pahasına denendi. 2003 yılında Irak’ın işgal edilmesi sürecinde kullanılan ”şok ve dehşet bombalarının” %70’i eşgüdümlü olarak uzaydaki uydular aracılığıyla hedeflere gönderilmişti.

2008 yılında çeşitli yeni-muhafazakâr düşünce kuruluşlarından oluşan “Füze Savunması, Uzay İlişkileri ve 21. yy hakkında Bağımsız Çalışma Grubu” kapsamlı bir uzay askeri programını destekleyen 200 sayfalık bir rapor yayımladı. Hava Kuvvetleri, “Vision 2020”, “USAF”, “Uzay Operasyonları” gibi projelerinin uzantısı olarak uzayın kitle imha silahları da dahil olmak üzere silahlandırılmasını programına aldı.

ABD’nin bu eğilimini bilen Rusya ve Çin defalarca konvansiyonel silahları da kapsayan uzayın askerileştirilmesini yasaklayan yeni bir anlaşma için BM’ye öneri götürdüler, her defasında ezici bir çoğunlukla kabul edilmesine rağmen ABD’nin vetosuna takıldılar. 1967 anlaşması konvansiyonel silahların kullanılmasına olanak sağladığı için ABD yeni bir anlaşma yapılmasına karşı çıkıyor.

Washington’daki Rusya Federasyonu Konsolosluğundaki üst düzey yetkililerden biri olan Yermakov “ABD’nin uzaya silah yerleştirmeye kalkması halinde, Rusya’nın bunu engellemek için zora başvurabileceğini,” deklare etti. Diplomatik yolların tıkanması durumunda Çin’de Rusya benzeri olarak başka güçleri kullanabileceğini söyledi.  Hindistan 11. uzaktan izleme uydusunu yörüngeye yerleştirdi. Füze, uzay ve nükleer silahlarını entegre etmeye başladı.  Rusya ve Çin desteğindeki İran, yörüngeye ilk haberleşme uydusunu yerleştirdi, nükleer tesislerini hizmete soktu. Bu iki siteminin entegre edilmesinin kolay olması uzayın yeni hegemonya alanı olarak kazandığı işlevi göstermesi bakımından önemli.

Pentagon’un Irak işgalinde geniş ölçekli olarak kullanmaya başladığı teknolojiler neleri içeriyor biraz bakmakta fayda var…

Pentagonun uzay çizimleri üzerindeki veya geliştirme aşamasındaki diğer projeleri arasında saatte 5.800 km yol alabilen X-51 hipersonik güdümlü füzeler, Dünyadan herhangi bir yörüngeye veya hedefe gönderilen lazer ışınlarını yeniden yönlendiren uzay aynası uyduları, Radyo dalgalarını yüksek güç ve genişlikte gönderen uydular; farklı türde yüksek enerji lazerleri; Herhangi bir uydunun ABD için tehdit oluşturup oluşturmadığına karar verebilecek ve böyle bir durumda nesneyi sabote edebilecek bir robot uzay uçağı; Kinetik enerji önleyicileri olarak işlev görecek roketler; Ortak Hava Aracı olarak bilinen, uzaya fırlatılabilen ve hipersonik hızda hareket ederek dünyadaki nesneleri hedef alan silahlandırılmış bir planör; Deneysel uzay uçağı sistemleri ve daha fazlası bulunmaktadır…

Saldırı silahı olarak herhangi bir noktaya 45 dakikada erişebilen uzay uçaklarına ek olarak “Tanrının Asası” olarak adlandırılan proje ise 6,1 m yüksekliğinde 30 cm çapında metal tungsten çubuklarıyla donatılmış yörünge platformlarından oluşmaktadır.  Bu çubuklar uydu güdümlü olarak herhangi bir hedefe dakikalar içinde ulaşabileceklerdir. Çünkü çubuklar saatte 11.000 km hızla hareket edecekler. Sistem biri iletişim platformu diğeri tungsten çubuklardan oluşan bir silah deposu olan iki uydu ile çalışacak.

(5) Robotlaşma oranı, imalat sanayiinde on bin işçiye düşen robot  sayısı olarak tanımlanıyor. Dünya ortalaması 70 civarındadır. Liste başında 530 ile Güney Kore yer alıyor. Japonya, Almanya ve ABD bu ülkeyi izliyor. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/dunya-emek-havuzu-ve-robotlar-213236

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.