Nafeez Ahmed: NATO IŞİD’i Besliyor – (II)

Devlet Desteği

Sadece Türkiye değil. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki üst düzey siyasi ve istihbarat yetkilileri, yüksek kademelerdeki bazı KRG yetkililerinin kişisel çıkarlar ve devlet gelirini güçlendirmek adına IŞİD petrolünün satışında aracı olduklarını teyit etti.

İddiaları destekleyen resmi parlamento soruşturmasına rağmen hiçbir tutuklama, suçlama veya yargılama olmadı.

Satışlara aracı olan KRG’nin orta kademedeki adamları ve bazı hükümet yetkilileri hala engellenmeden bu faaliyetlerini sürdürüyor.

Dönemin ABD Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey’e, Senatonun Silahlı Hizmetler Komitesi’ne  Eylül 2014’te verdiği ifadede, Senatör Lindsay Graham tarafından ‘herhangi büyük bir Arap müttefikinin IŞİD’e destek verdiğinden’ haberdar olup olmadığı sorulmuştu.

General Dempsey şöyle cevap vermişti:

Onları destekleyen Arap müttefiklerimizden haberdarım.

Başka bir deyişle, üst düzey bir ABD askeri yetkilisi, IŞİD’in ABD öncülüğündeki anti-IŞİD koalisyonuna katılmış olan aynı ‘büyük Arap müttefikler’ tarafından desteklendiğini kabul etmiş oldu.

Bu müttefikler arasında son dört senedir Suriye’deki cihatçılara milyarlarca dolar akıtan Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt yer alıyor. Bu ülkelerin zaten etkisiz olan anti-IŞİD hava saldırılarının şimdilerde neredeyse sıfıra inmesi,  Yemen’de sonuçta IŞİD’in yükselişine yol açacak şekilde Şii Husi militanları bombalamakla meşgul oldukları için pek de şaşırtıcı değil.

Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile El-Nusra, Ahraruş Şam ve IŞİD gibi İslamcı çeteler arasında olan bağlantılar silahların ‘ılımlı’ muhaliflerden İslamcı çetelere akışını mümkün kıldı.

CIA-Körfez-Türkiye silahlarının IŞİD’e sevkiyatı, kanunsuz silah ticaretine ait veritabanı Avrupa Birliği ve Dışişleri’nin İsveç Federal Departmanı tarafından fonlanan Britanya merkezli Silahlanma Araştırma Merkezi tarafından,  silahların seri numaraları analiz edilerek oluşturulmuş bir raporla belgelendi.

Araştırma Merkezi’nin Eylül 2014 tarihli raporunda ‘IŞİD birliklerinin büyük miktarda ABD yapımı silahları ele geçirdiği ve bunu savaş alanında kullandığı’ ifade edildi. ‘Suriye’deki IŞİD birliklerinden ele geçirilmiş M79 90mm tanksavar füzeleri ile Suudi Arabistan tarafından ‘ÖSO’ adı altında savaşan güçlere gönderilen M79 füzeleri aynıdır.’

IŞİD içerisinde 10 gün geçiren Alman gazeteci Jurgen Todenhofer geçen sene IŞİD’in dolaylı olarak Batı tarafından silahlandırıldığını rapor etmişti:

‘Bizim Özgür Suriye Ordusu’na verdiğimiz silahları satın alıyorlar, böylece Batı’nın silahlarını, Fransız silahlarını elde ediyorlar… Alman yapımı, Amerikan yapımı silahlar gördüm.’

Başka bir deyişle IŞİD, Müslüman dünyasında, anti-IŞİD koalisyonuna dahil olan  görünüşte Batı yanlısı  rejimler tarafından finanse ediliyor.

Bu ise IŞİD’i ‘yoketmek’ için gerekli her yolu kullanma konusunda kararlılıklarını ifade eden Hollande ve diğer Batılı liderlerin neden IŞİD’in yükselişindeki maddi alt yapıda en etkili faktör olan Körfez ve Türk Devleti desteğini göz ardı ettikleri sorusunu getiriyor.

Birçok açıklaması var ancak bir açıklama ön plana çıkıyor: Batı’nın Orta Doğu, Akdeniz ve Orta Asya petrol ve doğal gaz kaynaklarına erişim için terörü Müslüman rejimlere taşımaya gereksinim duyması.

Boru hatları

Şu anda oynanan bu stratejinin büyük bir kısmı ABD ordusu tarafından fonlanan strateji geliştirme kurumu RAND’ın 2008 tarihinde yayınlamış olduğu ‘Uzun Soluklu Savaşın Geleceğini Çözmek’ isimli raporda açıklanmıştı. Raporda ‘sanayileşmiş devletlerin ekonomilerinin büyük oranda petrole bağımlı kalmasından dolayı petrolün stratejik bir kaynak olduğu’ işaret ediliyordu. Petrolün çoğu Orta Doğu’da üretildiği için ABD’nin Orta Doğu ülkeleri ile istikrarlı ve iyi ilişkiler sağlaması çıkarınaydı. Bu da ancak bu ülkelerin İslamcı terörü desteklemesi ile mümkündü:

Bilinen petrol rezervlerinin coğrafi konumu ile Selefist-cihatçı ağın etkin olduğu alanlar çakışmaktadır. Bu da petrol rezervleri ile kolayca kırılamayacak ve basitçe sınıflandırılamayacak olan uzun savaş arasında bir bağ kurmaktadır. Ön görülen gelecekte, dünya petrol üretimindeki artışta ve toplam hasılatta İran Körfezi’ndeki rezervler ağır basacak… Bu bölge stratejik öncelik arz etmeye devam edecek ve bu öncelik hüküm süren uzun soluklu savaşta da etkili olacak.

Gizliliği kaldırılmış hükümet belgeleri bütün şüpheleri bertaraf edecek şekilde, hazırlıkları 11 Eylül’den hemen sonra başlatılmış olan 2003 Irak savaşının temel motivasyonunun bölgedeki petrol ve doğal gaz kaynaklarına erişimi güvence altına almak adına İran Körfezi’nde  kalıcı olarak ABD askeri varlığını tesis etmek olduğunu göstermektedir.

Irak üzerinden siyah altına duyulan hırs bitmedi ancak bu hırs Batı ile kısıtlı değil.

Harvard Üniversite’sindeki Davis Rusya ve Avrasya Araştırmaları Merkezi’nden Profesör Mitchell Orenstein, Washington Dış-ilişkiler Konseyi’nin yayını olan Foreign Affairs’teki makalesinde Suriye’deki savaşta etkin olan yabancı muhariplerin çoğunun ya Katar ya da İran gazını Avrupa’ya taşıyacak birbirlerine rakip iki projeden birinden çıkarı olan gaz ihracatçısı ülkeler olduğunu yazmıştı.

2009’da Katar, Suudi Arabistan, Ürdün ve Suriye’den Türkiye’ye geçerek kuzeybatıya doğal gaz nakledecek bir boru hattı inşa etmeyi önerdi. Orenstein, Avrupa doğal gaz piyasasındaki yerini kaybetmek istemeyen Rusya’nın yoğun baskısı altında kalan Esad’ın bu planı reddettiğini yazdı.

Rusya’nın Gazprom şirketi doğal gazının %80’ini Avrupa’ya satıyor.  Bu nedenle Rusya, 2010’da, aynı bölgedeki İran doğal gazını Lazkiye gibi Suriye nakil hatlarından ve Akdeniz’in altından taşıyacak alternatif bir İran-Irak-Suriye boru hattı projesini desteklemeye başladı. Bu proje sayesinde Moskova İran, Hazar Denizi ve Orta Asya’dan Avrupa’ya ithal edilen doğal gazı kontrol edebilecekti.

2011 Temmuz’unda 10 milyar dolarlık İran-Irak-Suriye boru hattı anlaşması deklare edilmiş ve ön anlaşma Esad tarafından imzalanmıştı.

O senenin devamında, ABD, Britanya ve İsrail, Esad rejimini içeriden çökertebilmek için hükümet karşıtı birliklere olan desteklerini arttırdılar.

Orenstein, Foreign Affairs’te yayınlanan makalesinde ‘ABD’nin İran etkisini dengelemek ve Avrupa’nın gaz tedarikinde Rusya tekelini kırmak için Katar boru hattını desteklediğini’ yazdı.

ABD Ordusu’nun Fort Leavenworth Komuta ve Karargah Akademisi’nde eğitmen olan Binbaşı Rob Taylor, Armed Forces (Silahlı Güçler) isimli dergide yayınlanan makalesinde Suriye savaşını boru hattı meselesini görmezden gelerek veren ana akım medyayı sert bir şekilde eleştirmişti:

Suriye savaşına dair bölgedeki jeopolitik unsurları göz ardı eden her değerlendirme eksiktir. Jeopolitik ve ekonomik perspektiften bakıldığında Suriye’deki çatışmanın bir iç savaştan ziyade boru hattını çizmek üzere kendini jeopolitik bir satranç tahtasında konumlandıran daha büyük uluslararası güçlerin çekişmesinin sonucu olduğu görülür… Esad’ın üç Şii devlet lehine işleyecek boru hattına ilişkin kararı aynı zamanda Rusya’nın Esad üzerinden Suriye petrolüne ve bölgeye erişimini de ortaya koymaktadır. Suudi Arabistan ve Katar ise, El Kaide ve diğer gruplar gibi Esad’ı devirmeyi ve Şam’da sağlamayı umdukları Sünni hakimiyet üzerinden kar sağlamayı hedeflemektedirler. Böylelikle yeni Suriye hükümeti üzerinde ve boru hattından gelecek zenginlikte pay sağlamayı amaçlamaktadırlar.

Bu boru hatları sadece İran-Katar bölgesindeki doğal gaza değil aynı zamanda İsrail, Filistin, Kıbrıs, Türkiye, Mısır, Suriye ve Lübnan deniz sahaları da dahil olmak üzere Doğu Akdeniz’deki yeni keşfedilmiş doğal gaz rezervlerine de erişimi sağlayacak. Bahsi geçen bu bölgede 1.7 milyar varil ile 122 trilyon kübik kadem arasında doğal gaz bulunduğu düşünülüyor ki jeologlar bunun bölgedeki keşfedilmemiş fosil yakıt rezervlerinin sadece üçte biri olabileceğine inanıyor.

2014 Aralık ayında,  ABD Ordusu Savaş Akademisi Stratejik Araştırma Enstitüsü tarafından yayınlanan eski Britanya Savunma Bakanlığı araştırma direktörünce kale alınmış raporda özellikle Suriye açık denizinde büyük miktarda petrol ve doğal gaz bulunduğu ifade ediliyordu. Raporda ‘Suriye çatışması çözüldüğünde, Suriye açık denizindeki üretimin gerekli ticari kaynakların da bulunması ile yüksek olacağı’ dile getirilmişti.

Esad’ın acımasızlığı ve gayrimeşruluğu sorgulanamaz, ancak Rusya ve İran ile işbirliğini kesmek konusunda isteksizlik gösterene ve özellikle de bahsi geçen boru hattı projesine kadar ABD’nin Esad politikası belirsizdi.

Wikileaks tarafından açığa çıkarılan belgeler, ABD politikasının, ‘rejim değişikliği için Suriyeli muhalif grupları desteklemekle rejim değişikliği tehdidini kullanıp yönetimi ‘tavrını değiştirmesi’ için zorlamak arasında gidip geldiğini ortaya koydu.

Başkan Obama’nın ikinci yöntemi tercih etmesi, Esad’ı İran’dan kopartıp Suriye ekonomisini ABD’li yatırımcılara açma ve rejimi ABD-İsrail’in bölgesel emelleriyle aynı çizgiye çekme umuduyla Esad’a kur yapan John Kerry de dahil olmak üzere ABD yetkililerinin politikalarına yansıdı.

2011 Arap Baharı protestolarında Esad’ın güvenlik güçleri barışçıl göstericilere karşı şiddet kullandığında dahi hem Kerry hem de o zamanki Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Esad’ın reformcu olduğunda ısrar etmiştiler, ki Esad da bunu gösterilere şiddetle cevap vermek için bir yeşil ışık olarak algılamıştı.

Esad’ın Rusya ve İran’dan yana taraf olma kararı ve onların boru hattı projesine destek vermesi, ABD’nin Esad’a karşı tavır alma kararında etkili olan anahtar faktörlerdi.

Avrupa’nın şeytan ile dansı

Avrupa piyasasına doğal gaz transferinde bir merkez olması öngörülen, Rusya ve İran’ı alt etmek için tasarlanmış ABD-Katar-Suudi destekli boru hattı rotasında Türkiye kilit bir rol oynuyor.

Bu rota Türkiye’yi kapsayan potansiyel boru hattı projelerinden sadece bir tanesi.

Atlantik Konseyi Avrasya Gelecek Enerjileri Girişimi direktörü ve Macaristan Başbakanı’nın eski ulusal güvenlik danışmanı David Koranyi şu şekilde uyarmıştı: ‘Türkiye, Avrupa Birliğinde gaz tedarikinin çeşitlenmesi için kilit öneme sahip. Enerji konusundaki ortaklığı daha da geciktirmek çok büyük bir hata olacaktır.’

Koranyi hem Doğu Akdeniz’deki büyük doğal gaz keşiflerinin hem de Kuzey Irak’taki doğal gazın Türkiye piyasasına sokulup oradan da Avrupa’ya transfer edilebileceğinin altını çiziyor.

Avrupa’nın doğal gaz tüketiminin dörtte biri için Rusya’ya bağımlı olduğu düşünülürse, bu bağımlılığı ve Avrupa Birliği’nin kesintiler karşısındaki kırılganlığını azaltmak stratejik bir öncelik haline geliyor. Bu öncelik Orta ve Doğu Avrupa’daki Rusya hegemonyasını bertaraf etmeye yönelik ABD hedefleriyle de uyuşuyor.

Türkiye ABD-AB’nin yeni enerji haritasında hayati bir öneme sahip:

Avrupa Birliği Rusya’dan temin ettiği doğal gaza alternatif güvenilir bir tedarik rotası kazanabilir. Türkiye, bir düğüm noktası olarak, transit ücretlerinden ve enerji bazlı hasılattan kar elde edebilir. Beş ile on sene içerisinde daha geniş bir bölgede farklı doğal gaz kaynakları ihracat için uygun hale gelebilir, Türkiye ise doğal gazın Avrupa’ya sevk edileceği doğal rota üzerinde bulunuyor.

Anglia Ruskin Üniversitesi Küresel Sürdürülebilirlik Enstitüsü’nün geçen sene yayınlamış olduğu rapora göre Britanya, Fransa ve İtalya başta olmak üzere Avrupa, doğal kaynaklardaki kıtlığa bağlı olarak ciddi bir enerji krizi ile karşı karşıya.

‘Avrupa’daki kömür, petrol ve doğal gaz kaynakları tükeniyor ve alternatiflere ihtiyacımız var’ diye ifade ediyor Enstitü’den Profesör Victoria Andersen.

Andersen yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelinmesini öneriyor ancak görünen o ki çoğu Avrupa liderinin farklı fikirleri var –çok sevgili dostumuz Erdoğan’ın Türkiye’si üzerinden Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Orta Asya petrolünü ve doğal gazını Avrupa’ya taşımak.

Erdoğan’ın, Türkiye’nin barbar ‘İslam Devleti’nin önde gelen destekçilerinden biri olduğunu görmezden gelmek gerek o zaman.

Bu nedenle Batı’nın dış ilişkiler politikası ya da NATO hakkında vatansever olmayan sorular sormamalıyız.

İşe yaramayan hava saldırılarını ve Stazi benzeri polis yetkilerini ya da kendi düşmanımızı besleyen ve silahlandıran Erdoğan’ın terör rejimi ile olan arsız ilişkimizi sorgulamamalıyız.

Bu bilgiye yıllardır sahip olmalarına rağmen hala bize yalan söyleyen, 129 Fransız vatandaşının henüz kanı dahi kurumamışken bizzat NATO tarafından silahlandırılmış ve fonlanmış psikopat katil sürüsünü ‘yok etmeye’ niyetliymiş gibi rol yapan seçilmiş liderleri sorgulamamalıyız.

Hayır, tabi ki hayır. Hayat devam ediyor. İş de her zamanki gibi devam etmeli. Yurttaşlar Güvenlik Devleti’ne inanmaya devam etmeli.

ABD, Suriye’deki ‘ılımlı muhalifleri’ eğitmek ve gözetlemek için Türk istihbaratına güvenmeli ve Avrupa Birliği de bir yandan IŞİD’in AB içine sızışını takip ederken bir yandan da Erdoğan rejimi ile kapsamlı anti-terör ortaklığını sürdürmeli.

Korkmaya gerek yok: Hollande hala IŞİD’i ‘yok etmeye’ niyetli. Tıpkı Obama, Cameron ve Erdoğan gibi.

Bazı kırmızı çizgileri geçmek gerçekten de mümkün değilmiş.

Yazının ilk bölümüne buradan ulaşabilirsiniz…

Bu yazı ilk olarak INSURGE INTELLIGENCE tarafından yayınlanmıştır.
Kaynak: https://medium.com/insurge-intelligence/europe-is-harbouring-the-islamic-state-s-backers-d24db3a24a40#.nif3vsl2z

Hiç Yorum Yapılmamış

  1. Pingback: Nafeez Ahmed: NATO IŞİD’i Besliyor – (I)

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.