İsveç’te Yükselen Neo-Nazi Çeteler ve Anti-Faşist Mücadele

Dört neo-nazi, 2014 yılının 8 Mart Dünya Kadınlar günü için örgütlenmiş anarko-feminist yürüyüş sonrasında İsveç’in Malmö, şehrinde altı anti-faşiste saldırma ve yaralama suçlarından 4 Temmuz Pazartesi günü mahkemeye çıktı. Her sene 8 Mart’ta Malmö’de, anarkofeminist kolektifler sadece kadınların ve trans bireylerin katılabildiği gece yürüyüşleri düzenliyorlar. Yürüyüş sonrasında daha geniş anarşist ve anti-otoriter ağlardan yoldaşların katılımı ve düzenlemesi ile bir parti gerçekleştirilir. 2014 yılı 8 Mart gecesi Möllevågnstorget meydanında (Atina’daki Exarcheia meydanının dengidir) otonom/işçi sınıfından feministlerin düzenlediği ‘Geceler Bizim’ yürüyüşünün tamamlanmasının ardından, eylemciler ve diğer yoldaşlar meydandan yaklaşık 300 metre uzaklıktaki partinin gerçekleşeceği Halk Parkına doğru yürüyüşe geçtiler. Meydandan sadece bir kaç blok ötede bir grup yoldaş, anti-faşist Glassfabriken merkezi dışında sticker yapıştıran İsveç Nasyonel Sosyalist Partisi (Svenskarnas Partisi) mensubu neonazilerle karşı karşıya geldi.

Saldırının gerçekleştiği bölgenin haritası

Çıkan çatışmalarda altı yoldaşımız yaralandı: Dördü bütün vücuduna yüzeysel bıçak darbeleri alırken, biri bıçağın ciğerlerini deşmesi, bir diğeri ise yine bütün vücuduna aldığı bıçak yaraları ve ciddi beyin travması nedeniyle ağır yaralandı. Yaralanan yoldaşlardan dördü ilk yardım sonrası hastaneden taburcu edildi, ancak ağır yaralı diğer iki yoldaş hastanede yoğun bakıma alındı. Showan Shattak isimli anti-faşist eylemcinin komada olduğu açıklandı, hayati tehlikesi sürüyordu. Showan hayati tehlikeyi atlatsa dahi yaralarının etkileri kalıcı olacaktı. Göçmenlerin ve antifaşistlerin 1980’lerden beri örgütlendiği, İskandinavya’da anti-faşist mücadelede en çok öne çıkan yerlerden biri olan bu bölgede naziler nasıl böylesi bir saldırı düzenleyebilmişlerdi?

İsveç toplumu, ülkeyi vuran ekonomik krizin ve Sovyet blokunun çökmesi ve Almanya’da neo-nazizmin tırmanışa geçmesiyle şekillen tarihsel gelişmelerin ardından 1990’lardan beri yükselen neo-nazi tehdidi ile karşı karşıya. İsveçli faşistler, İskandinavya’da militan bir neo-nazi hareketinin örgütlenmesine ön ayak olan Alman Ulusal Demokratik Partisinin (NPD) ileri gelen üyelerince desteklendiler. İsveçli faşistler sokaklarda hakim güç haline gelebilmek için göçmenlere ve anarko-sendikalistlere karşı saldırılar düzenlediler. İsveç kentlerinde ve kasabalarındaki yerel küçük antifaşist gruplardan, 1993’te faaliyet göstermeye başlayan ve hızla Almanya ve İskandinavya başta olmak üzere Avrupa anti-faşist hareketleri ile entegre olan İsveç Antifaşist Hareket platformundan (AFA) oluşan militan anti-faşist cephe bu saldırılara direnişle cevap vermekte gecikmedi. Militan anti-faşist cephe, 90’ların ikinci yarısında, önemli ve etkili eylemlerle ülke genelindeki faşizm salgınına karşı savunma inşa etti. Uzun seneler boyunca faşistlerin varlığı kapalı toplantılar ve internet ile sınırlı kaldı.

Ancak durum 2010 yılı itibarıyla değişmeye başladı. İkinci bir dönem daha yönetimde kalan(ki bu ülke tarihinde bir ilkti) sağcı, neoliberal, Hristiyan-demokrat ve merkez partilerin oluşturduğu koalisyon hükümetinin de etkisiyle, İsveç modelinin dağılmakta olduğu bir dönemde göçmenlerin akını sonucu oluşan kamusal isteri ve tüm Avrupa’da sağın yükselişe geçmesiyle birlikte İsveç’te faşistler tekrar meydana çıktılar. İsveç ‘cennetinin’ sosyal dokusu içerisinde köklerini salan yapısal ırkçılık gettolar, ikinci sınıf vatandaşlar ve iş temelli hiyerarşiler üretti. Örnek olarak, ırkçı uygulama REVA (Yasal ve Etkili Zorunlu İş) ile polisin istediği gibi kamusal ulaşımı durdurmasının, kayıt dışı göçmenleri tespit için günlük olarak tüm yurttaşları sorgulamasının önü açıldı. Ancak polis sorgulamak için insanları seçerken ırksal kodları kullanıyor. Eski Göçmen İşleri Bakanı Tobias Billistrom’un ifadesiyle: ‘Neden tepki veriyorsunuz? Gerçekten mavi gözleri ve sarı saçları ile İsveç vatandaşlarının kayıt dışı göçmenler olmasına imkan tanıyanlar mı var?’ Bu bağlamda yerel nüfusa ve 45 yaş üstündekilere kıyasla göçmenleri ve gençleri daha çok etkileyen yüksek işsizlik oranlarını ele alırsak, yanı sıra aynı iş için göçmenlerin yerel nüfusa göre çok daha az maaşla çalıştırıldığını düşünürsek tüm bunların aşırı sağın yükselişini nasıl beslediğini ve Stockholm gettolarında Mayıs 2013’te bir mültecinin öldürülmesiyle körüklenen isyanlara benzer göçmen isyanlarının nasıl tetiklendiğini anlamış oluruz.

Sürekli devam eden sosyal kutuplaşma ilk faşist saldırılara yol açtı. Aralık 2013’te, Stockholm’un küçük ve sessiz semti Sertop’ta, çoğunlukla Troçkistlerden oluşan ‘Line 17’ isimli yerel ağın düzenlediği ırkçılık karşıtı protesto saldırıya uğradı.

Saldırının ardındaki nazi grubun adı ‘İsveç Direniş Hareketi’ (SRM) idi. SRM, 90’larda aktif olan birçok suça karışmış nazi çetelerinin devamı niteliğindedir. Geçmişte SRM İsveç kentlerindeki sokaklarda klasik bir nazi taktiğini kullanmayı denedi: anti-faşistlerin, göçmenlerin, LGBT bireylerin ve onların tanımına uyan herkesin gözünü korkutmak için kabadayılık yapmak. Dövüş sanatları eğitimlerini sokakta düzenlediler ve sokak etkinlikleriyle politik misyonlarının propagandasını yaptılar. Sertop’taki saldırı faşist grupların izledikleri stratejilerin değiştiğini gösteren bir dönüm noktasıydı. SRM strateji değiştirdi ve doğrudan saldırılar yerine solcular, anarşistler ve otonomcular tarafından düzenlenen eylemlere ‘ziyarette’ bulundukları provokatif baskınlar sırasında saldırgan-savunma pozisyonunu kullanmayı tercih etti. SRM’nin son faaliyetleri örgütün Stockholm’daki biriminde yükselen bir mezhepçiliğe ve bölgesel hakimiyet kurma çabasına dair emareler taşıyor. SRM, Macar nazi örgütü Crossed Arrows (Çapraz Oklar) standartlarını temel alan hiyerarşik bir yapılanmaya sahiptir. SRM’nin önde gelen üyelerinden Per Öberg örgütün yapısını şu şekilde tarif etmiştir: ‘Bizim yapımız herhangi bir şirket yapısına benzemektedir’, ki bu da aslında günümüz kapitalist şirketlerin yapılanması hakkında bize çok şey söylemektedir.

Sertop’taki saldırı ülke çapında anti-faşist örgütlenmeyi harekete geçirdi ancak kısa bir süre sonra bu hareketlenmenin hızı, militan antifaşizm ile burjuva/liberal ‘anti’-faşizm arasındaki ideolojik ve örgütsel çıkmazlar ve çatışmalar nedeniyle kesildi. Sosyal demokrat partinin lideri ve şimdiki başbakan Stefan Löfven bile Setop’taki saldırıdan bir hafta sonra düzenlenen yürüyüşte politik kademelerdeki devlet personeli ile medya ve kültür elitlerinin yanında yerini aldı. Yirmi bin kişinin katıldığı yürüyüş düzen yanlısı ana akım medya tarafından cinsiyet hakları yürüyüşü olarak lanse edildi. Liberaller ve reformistler işçi sınıfının dinamiklerini yok ederek anti-faşist mücadeleyi yumuşatmaya ve liberal yaşam tarzının bir parçası haline getirmeye çalıştılar. Bu da Malmö’deki saldırının koşullarını hazırladı.

İsveç Nazi Partisinin altı üyesi onlara karşı düzenlenen ve yüzlerce yoldaşımızın alanda olduğu bir yürüyüş sırasında silahlı halde ortaya çıktılar. Faşistler meydana yöneldiler, anti-faşist bir merkez dışında faşist mesajlar içeren stickerları yapıştırdılar ve insanları beklediler. Halk Parkı yakınında, antifaşist ve anti-homofobik eylemleriyle tanınmış bir aktivist olan Showan’ı fark ettiler. Ona arkadan saldırdılar, yere indirdiler ve başına vurmaya başladılar. Olaya müdahale edip onu kurtarmak isteyen herkes bıçaklandı. Anti-faşistlarin çığlıkları duyuldu ve meydandakiler olay yerine koşarak faşistleri kovaladılar. Atlı polis birlikleri ile polis araçları geldi. Olaya dair ilk tespitleri holiganlar arasında çatışma çıktığı yönündeydi(!!) Polis kasıtlı adam öldürme iddiasına rağmen yüzeysel bir soruşturma yürüttü. Nazilerden polise sığınan ikisi hemen salıverildi. Bıçağı taşıyan 32 yaşındaki Andreas Carlsson, İsveçliler Partisi üyesiydi ve birçok ırkçı saldırıdan dolayı hüküm giymişti, buna rağmen gitmesine izin verildi. Ukrayna faşist partisi Svoboda’nın işaretlerini taşıyan bir kep takıyordu ve Ukrayna’dan Malmö’deki saldırıdan sadece birkaç gün önce dönmüştü.

Resmi bir yetkili Carlsson’un gözaltına alınmış olması gerektiğini ancak polisin onun evine saldırıdan ancak üç gün, tutuklanma kararından ise tam 24 saat sonra baskın yaptığını açıkladı. Carlsson tabi ki kaçmıştı ve çoktan Ukrayna’ya varmış olduğu ile ilgili söylentiler dolaşıyordu. Militan gazeteciler kolektifi Research Gruppen’a göre Carlsson, oradaki nazi milislere katılmak üzere 14 Mart’ta Kopenhag havalimanından Kiev’e uçmuştu. Kendi kişisel hesabında Avrupa’dan resimler paylaşıyor, polislerle, Schengen ve Showan ile dalga geçiyor ve ‘hakikatin eninde sonunda kazanacağını’ iddia ediyordu. 30 Nisan’da ise İsveç kasabası Helsingborg’un resmini paylaştı ve yerel Valborg festivalini kutlamak için orada olduğunu yazdı. İnkar edilemez bir gecikme ile polis sonunda harekete geçti ve uluslararası tutuklama kararı çıkarıldı. İki ülke arasında karşılıklı anlaşmaların olmaması ve Carlsson’un hükümet yanlısı Ukrayna güçlerine katılmış olması sebebi ile yakalanıp sınır dışı edilmesine imkansız gözüyle bakılıyordu. 2014 Ağustos’unda İsveçliler Partisi’nin liderlerinden biri Ukrayna’ya yaptığı ziyaret sırasında onunla aynı fotoğrafta yer almıştı.

Showan hala hastanedeyken İsveç’teki anti-faşist hareket çok yönlü bir mücadele başlattı. Ülke çapında yürüyüşler düzenlendi, 16 Mart’ta 10 bin kişinin katılımıyla kasaba tarihindeki en büyük yerel anti-faşist gösteri olarak kayda geçen Malmö’deki yürüyüş buna örnek gösterilebilir. 14 Eylül’deki genel seçim öncesinde kapalı etkinlikler düzenlendi. Bu arada İsveç devleti de baskının dozajını artırıyordu: yoldaşların evleri gizli servis tarafından arandı ve ‘aşırı’ politik grupların bastırılması için özel bir birim kuruldu.


Karşılık olarak İsveçliler Partisi 2014 Ağustos’u sonunda Malmö’de seçim öncesi yürüyüş çağrısı yaptı. Cevaben hemen bir karşı gösteri çağrısı yapıldı ve binlerce protestocu faşistlerin toplanmayı planladığı meydanı ele geçirmeye çalıştı. Polis vahşice saldırdı, atlı polisin anti-faşistlere saldırışı, gösteri sırasında ve sonrasında antifaşistlerin toplu tutuklanmaları video ile kayıt altına alındı.

Bir hafta sonra Stockholm’daki anti-faşistlerin nazi yürüyüşüne karşı düzenledikleri protesto yine aynı saldırılara maruz kaldı. Bu gösteriler sonrasında 20’den fazla yoldaşımız hapis cezasına ve ev hapsine çarptırıldı.

Carlsson, ülkede suların bir nebze durulmasının ardından Kasım 2015’te Ukrayna gizli servisi tarafından tutuklandı. Carlsson cep telefonu sinyalinin izlenmesi sonucu yakalandığını açıkladı. 15 Mart 2016’da İsveç’e iade edildi ve o tarihten beridir kendisini ele verdiği söylenen suç ortağı Magnus Ingvar Holmqvist ile beraber tutuklu bulunuyor. Carlsson masum olduğunu ve anti-faşistler tarafından gerçekleştirilen saldırının kurbanı olduğunu iddia ediyor.

Showan Shattak ağır olmak üzere anti-faşist hareketin altı üyesini yaralamakla suçlanan dört faşistin davası (birisinin Ukrayna’ya kaçtığı iddia ediliyor) 4 Temmuz’da Malmö’de başladı. Nazilerin savunması meşru müdafaa yaptıkları ve ilk önce anti-faşistlerin saldırdıkları yönünde. Hayati tehlikeyi atlatmış olan ancak saldırı sonrası dayanılmaz baş ağrılarına ve kısa süreli hafıza kayıplarına maruz kalan Showan da duruşmaya katılacak.

Duruşma politik bir öneme sahip ve anti-faşistler hafta boyunca adliye önünde gösteri çağrısı yaptılar. İsveç devletinin olayı nasıl ele aldığı, sosyal düzeni korumak ve halkın öfkesini bastırmak adına devlet yanlısı ‘anti’-faşizmi nasıl dayattığı düşünülürse adalet mekanizması konusunda hayale kapılmamak gerek. Anti-faşizm yıkıcı bir anti-kapitalist sınıf mücadelesi olarak devam etmelidir; mahkemelerin içinde ve dışında, her sosyal ortamda, her gün verilen özgürlük eşitlik, adalet ve dayanışma mücadelelerinin çekirdeğinde.

Malmö’deki yoldaşlarla dayanışma
Antifa demek saldırı demektir!

Kaynak: https://insurrectionnewsworldwide.com/2016/07/07/malmo-sweden-anti-fascism-remains-a-subversive-anti-capitalist-class-struggle/

Hiç Yorum Yapılmamış

  1. Pingback: Dünyadan Anti-faşist Eylemler

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.