Arap Baharının Gözden Kaçan Ülkesi: Bahreyn

Sitra Köyündeki gösterilerden bir kare,2012. Foto: Hamad I/Mohammed/Reuters

2011 Arap Baharı Ortadoğu’nun fitilini ateşlediğinde isyanın Bahreyn’deki yansımaları kendine dünya basınında pek yer bulamadı. Oysa ki bölgesel çekişmelerin odağında kilit öneme sahip bu küçük  ülkedeki isyanı, tarihselliğini ve dinamiklerini anlamak bütünün bir parçasını yerine oturtmak için gerekliydi.

Bahreyn’de sömürgeciliğin tarihi, jeopolitik önemi nedeniyle petrolün keşfinden çok öncesine dayanır. 19. Yüzyıl sonlarında Britanya, Körfez bölgesindeki çıkarlarını korumak adına taktik olarak o dönemde aşiretlere dayanan güçlü aileler ve hükümdarlarla anlaşmalar yapıyor ve böylece bölgeyi  denetim altında tutmaya çalışıyordu. Bu çerçevede, ülkenin Şii çoğunluğuna rağmen 1700’lerin sonundan itibaren yönetimi elinde tutan Sünni el-Halife ailesi ile, 1861-1914 yılları arasında bir dizi anlaşma imzaladı.

Ancak Bahreyn tarihindeki ve günümüzdeki isyanları analiz ederken dar bir Şii-Sünni çatışması perspektifine hapsolmamak için burada bir parantez açmak gerekir. 1930’larda petrolün Körfez’de keşfedilmesi ile birlikte hızlanan sömürgeleştirme süreci Ortadoğu’daki devletlerin, sınıfların oluşumunu ve toplumsal dinamikleri derinden etkiledi. Bu etkileri görmezden gelip çatışmayı salt bölgesel güçler arasındaki ‘ilkel’ toplumlara özgü mezhep çatışmasına indirgemek kolaya kaçmaktan öte egemen bakış açısına hizmet olur.

Körfezin, dünyanın en önemli stratejik malı petrolün keşfi ile artan önemi ABD ve Britanya’nın bölgedeki gerici yönetimlerle iş birliği kurmasını gerektiriyordu. 1950’lerde Ortadoğu’da yükselen milliyetçi ve sol rüzgarın bir parçası olarak Körfez’in ilk siyasi partisi ‘Yüksek Yürütme Komitesi’ Bahreyn’de kuruldu. Bu dönemde yükselen sömürgecilik karşıtı hareketin bastırılmasında Britanya, el-Halife hanedanına yardım etti. 1960’larda ülkede yükselen militan işçi hareketi ile Bahreyn, Britanya sömürgeciliğine karşı bölgedeki isyanın en kuvvetli ayaklarından biri olarak sıyrılıyordu. 1971’e gelindiğinde ise Bahreyn ‘resmi sömürgecisi’ Britanya’dan bağımsızlaştı ancak bu gelişme demokratik bir yapılanmanın tesis edilmesini sağlayamadı.

1970’lerde kurulan meclisteki iki sol parti Bahreyn Halk Kurtuluş Cephesi ile Ulusal Kurtuluş Cephesi demokrasi ve emek mücadelesi yönünde uğraş vermekle kalmadı ayrıca ülkede bulunan ABD donanma üssünün sözleşmesinin yenilenmesine de karşı çıktı. Ancak rejimin bu gelişmelere verdiği yanıt sert oldu. Devlet güvenlik mahkemeleri eliyle ağır bir siyasi baskı ve işkence dönemi başlamıştı.

1990’larda ise zayıflayan solun yerini İran devriminden etkilenen muhalif Şii örgütlenmeler almıştı. Ancak 1994 Haziran’ından başlayıp 2000’e kadar süren isyanın uzantısı olan ve milliyetçi, solcu, Şii, Sünni, toplumun birçok muhalif kesimini barındıran Anayasa Hareketi mezhebe dayalı bir hareket değildi.  Rejim bu muhalif cepheyi de şiddetle bastırdı ve isyanı itibarsızlaştırmak ve bölmek için mezhep çatışmasını tırmandırdı.

1999’da başa geçen yeni Kral’ın vaad ettiği değişimler de hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştı. 2000’lerin başında çıkarılan anayasa yeni Kral’ın da selefini aratmayacağını teyit ediyordu. Bu dönemde parlemento reformu için savaşan dört ana muhalif yapı öne çıktı: Solda kökleri BHKC’ne dayanan Ulusal Demokratik Çalışma Cemiyeti (Vaad) ve kökleri eski UKC’ye dayanan ilerici Demokratik Kürsü. Şii cemaatin kurduğu partiler arasında ise İslami Ulusal Uzlaşma (el-Vifak) ile İslami Çalışma Cemiyeti yer alıyordu.

2000’lerin ilk on senesinde bu muhalif partilerin çabalarına ve protestolara karşın siyasi baskının arttığı bir döneme tanık olundu. Bahreyn siyasi tarihindeki birikim ve artan baskılar 14 Şubat’ta patlayan 2011 ayaklanması için uygun zemini hazırladı. Ancak isyanı tetikleyen yegane etmen yarı demokratik siyasi modelin çöküşü değildi. Neoliberal politikaların tavizsiz uygulanışı, özelleştirilen kaynaklar ve artan işsizlik ile gelir dağılımındaki eşitsizlik de önemli pay sahibiydi.

Bahrainonline.org ‘ta yer alan forumlar ve facebook üzerinden örgütlenen eylemler İnci Meydanı’nın işgali ile fiziksellik kazanmıştı. Rejimin yanıtı yine çok sert oldu. Gösterilerin ilk üç gününde polis yedi eylemciyi öldürdü. İşgal edilen meydanın kolluk kuvvetlerince zor kullanılarak boşaltılması ülkedeki eylemlerin daha da radikalleşmesine sebep olmuştu. Şii muhalefet, el-Vifak da eylemlere katıldı, işçi grevleri de eş anlı olarak yükseliyordu. Ancak rejimin gösterileri Şii darbesi olarak yalnızlaştırmaya çalışmasına karşın ayaklanma Sünniler dahil geniş tabanlı toplumsal talepler etrafında yükselmişti.

Ayaklanmaları daha ilk günden destekleyen laik sol örgüt Vaad rejimin ağır baskısına hedef oldu ve ardından siyasetten men edildi. O zaman örgütün genel sekreteri olan İbrahim Şerif 2011’in 17 Mart’ında tutuklandı. Şerif hem Sünni’ydi hem de rejimin mezhep kışkırtıcılığının arkasındaki gerçek motivasyonun statükoyu koruma çabası olduğunu ifşa etmişti.

Tutuklu Solcu Muhalif Lider İbrahim Şerif

İbrahim Şerif 4 yıl süren tutukluğunun ardından 19 Haziran 2015’te serbest bırakıldı. Ancak daha bir ay bile geçmeden Şerif 10 Temmuz’da, Bahreyn polisi tarafından 2012’de öldürülen 16 yaşındaki Husam Al-Haddad anmasında yaptığı bir konuşmada rejim karşıtlığını kışkırttığı ve halkı şiddete sevk ettiği iddiası ile 12 Temmuz’da tekrar tutuklandı.  Şerif ‘Bahreyn 13’ isimli muhalif bir insan hakları örgütünün üyesi ve önde gelen solcu muhalif bir lider. İbrahim Şerif’in yanı sıra Bahreyn 13 grubunun bir çok üyesi, el-Vifak lideri Şey Ali Salman ve bir çok insan hakları savunusu muhalif ile gazateci de hapiste. Sağlık sebepleri ile salıverilen insan hakları eylemcisi Nabeel Rajab hakkındaki suçlamalar ise kaldırılmış değil. Nabeel Rajab, Bahreyn silahlı kuvvetlerini IŞİD tarafından teşvik edilen cihatçı idealleri barındırmakla itham ettiği bir tweet yüzünden hüküm giymişti. 17 Temmuz’da bütün politik tutsakların salıverilmesi talebi ile halk sokaklara çıktı ve bir çok sivil toplum örgütü hem rejime tutsakların serbest bırakılması çağrısında bulundu hem de dünya çapında Bahreyn rejimi üzerindeki baskının arttırılmasını talep etti. İbrahim Şerif’in tutuklanmasından yalnızca iki hafta önce ABD Bahreyn’e yönelik 4 yıllık silah ambargosunu rejimin kaydettiği ‘olumlu ve uzlaşmacı’ gelişmeler nedeniyle kaldırmıştı.

Politik tutsakların salıverilmesini talep eden 17 Temmuz protestolarından bir kare

 

Peki bu küçük ülkenin önemi nerede yatmaktadır? Bahreyn , Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman ve Katar ile birlikte 1981’de kurulan Körfez İşbirliği Konseyi içinde yer almaktadır. Bu altı monarşik devlet dünyadaki bilinen petrol rezervlerinin %40’ını, doğal gazın ise %25’ini elinde bulundurmaktadır. Körfez İşbirliği Konseyi’nin dünya pazarı ve ABD’nin çıkarlarıyla uyum içinde hareket etmesi egemenler tarafından gözetilen dünyadaki en kritik dengelerden birisidir. Zira KİK’nin kurulmasından itibaren ABD bu ülkelere üsler tesis etmeye başlamıştır. Bu üslerin en önemlilerinden birisi Irak’a karşı yürütülen operasyonlarda hayati öneme sahip ABD Beşinci Filosu’nun konumlandığı Naval Support Activitiy Bahrian (NSA Bahrain) üssüdür.

Bahreyn’de Şii kesime uygulanan derin ayrımcılık toplumun sınıfsal yapılanmasında etkili olmuştur. Devlet seçkinleri ve özel sektör ile Şii yoksul halk arasında açılan uçurum işçi hareketlerine de taban oluşturmuştur. Bahreyn’i özel kılan bir başka unsur ise KİK içinde en az petrol rezervine sahip ülke olması nedeniyle rejim tarafından Dubai benzeri bir finans merkezi  haline getirilmesi, bunun da neoliberalizasyon sürecini derinleştirmesi olarak tarif edilebilir. Neoliberalizm Bahreyn’i Ortadoğu’nun en serbest ekonomisi haline getirirken yoksul kesim ile seçkinler ve özel sektör arasındaki kapitalist eşitsizliği pekiştirmiş hatta uçurumlaştırmıştır.  İşte tüm bu etmenlerle birlikte tarihsel birikimi, çelişkileri ve mücadeleci geleneği ile Bahreyn’de direniş bugün de sürmektedir.

(#Bahrain: Devrimci gençlik polis araçlarına molotoflarla saldırıyor–bu gece sokaklarda barikatlar ve göz yaşartıcı gaz var)

Bahreyn’de muhalefet ve özellikle Şii örgütlenmeler sıkça sokağa çıkmakta ve politik tutsaklara özgürlük talep etmektedir. Hükümet karşıtı gösterilerde tutuklanan 3500’den fazla politik tutsağın işkence gördüğü rapor edilmiştir. Bahreyn yönetimi diğer körfez ülkelerine göre kısıtlı olan petrol rezervini telafi için körfez ticaretinde önemli bir finans merkezi olmaya yatırım yapmıştır. 2006’da ABD ile serbest ticaret anlaşması (FTA) imzalanmıştır, bu anlaşma ABD’nin bir körfez ülkesi ile yaptığı ilk serbest ticaret anlaşmasıdır. Petrol ve alüminyum ihracatından sonra ülke ekonomisinde en etkin olan diğer iki sektör finans ve inşaattır. Bu da nüfusun dışarıdan gelen bir çok işçi ile çeşitlenmesine yol açmıştır. Ancak ülkede hakim olan neoliberal finans merkezi modeli elitler ile yoksul işçi sınıfı arasındaki çelişkiyi tetiklemiştir. Yoğun politik baskının ve yoksulluğun kesişimindeki Şii nüfus böylelikle hem emek hem de politik muhalefet hareketinde ön plana çıkmıştır. Ülke her ne kadar şu ana değin Suudi Arabistan ve Kuveyt’teki Şii cemaatlere yönelik saldırılara benzer cihatçı saldırılara sahne olmamış ise de hükumetin her türlü muhalefeti Şii bölücülük olarak damgalayıp yalnızlaştırması, Irak ve Yemen’de olduğu gibi Orta Doğu’daki her gerici operasyonda ABD’nin koalisyon ortaklarından biri olarak yer alması ve Şii kesime dayattığı baskıcı, yoksullaştırıcı politikalar gerilimi tırmandırmaktadır.

Şii lider Şeyh Ali Salman’ın tutuklanmasına karşı yapılan gösterilerden bir kare, Ocak 2015 Foto:  Hamad I Mohammed/Reuters

 

Şubat 2011 ayaklanmalarında öldürülen devrimcilerin duvar resmi, Foto: Hasan Jamali/AP

Hapisteki doktorlara ve politik tutsaklara özgürlük talep edilen yürüyüşten bir kare, Foto: Hasan Jamali/AP

Bahreyn polisi tarafından henüz 16 yaşındayken 2012’de öldürülen Husam Al-Haddad

Haber: isyandan.org

 

Kaynaklar:
Etiketler: ,

2 Yorum

  1. Pingback: Arap Baharı – umutbagdadioglu

  2. Pingback: Bahreyn: Rejim Muhalefet Ve Eylemciler Üzerindeki Baskıları Artırıyor

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.